| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733) ve Sayıştay tezkereleri a) Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 11 .11.2016 |
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmelerine başlamadan önce Mardin Derik Kaymakamımızın şehit olması olgusunu hem kınıyor hem de şehidimize Allah'tan rahmet diliyorum. Umuyoruz ki askerlerimiz ve polislerimizde olduğu gibi, belirli bir süre sonra mülki erkânın şehit olması olgusunu da kanıksamayız. İlk defa olduğunda şaşkınlığımız ve nefretimizle bunları dile getiriyoruz ama bir süre sonra maalesef bu kanıksanıyor, bundan sonra dile bile getirilmiyor. Umuyoruz bu olay bu mülki erkân için de aynı şekilde olmaz.
Sayın Bakanım, özellikle sizin Bakanlığınız bütçelerinde hep dile getirmek istediğim, anlatmak istediğim bir olay var ama bütçe konuşmaları sırasında gürültüye gidiyor. Bu defa gürültüye gitmesini istemiyorum. Olay şu: Benim Almanya'daki yakınlarımın oturduğu köyün hemen yakınında Schönbrunn diye bir köy var, Bavyera'dadır bu köy. Dışarıdan baktığınızda diğer köylerden hiçbir farkı yoktur. Ortalıkta dolaşan insanlar, insanlara dikkat etmediğiniz sürece asla farkları olmayanlar, ellerinde bir şeyler taşıyanlar, gidenler, gelenler, hepsini görürsünüz bunların. Olayın, köyün içerisine girer, bir de köyü tanımaya başlarsanız bunun farklı bir köy olduğunu görürsünüz. Orası bir otistik köyüdür. Ailelerin en fazla huzursuz olduğu, "Biz ölüp gittikten sonra bu çocuklarımız ne olacak?" diye uykularının kaçtığı, bütün yaşamlarını stresle geçirdiği o insanlarımız. Bu insanlar o köyde normal evleri oluyor kiralanmış ya da satın alınmış gibi, yaşıyorlar, eğitiliyorlar, sonra üretim faaliyetlerinde bulunuyorlar. Ürettikleri şeylerin mutlaka bir işe yaradığı anlamına falan gelmiyor bu ama bütün bir ay boyunca çalışıyorlar, her ay orada bir kermes düzenleniyor. Almanya'nın her tarafından insanlar geliyor, orada o insanların yaptığı o eşyaları satın alıyorlar. Bazılarının ciddi müşterileri oluşmuş, ta nerelerden gelip tablolarını alıyorlar resim yapanların ama onun dışında bir süre şeyler yapıyorlar, satıyorlar, para kazanıyorlar, onları orada harcıyorlar. Köyde yaşayan insanların neredeyse yarısına yakınında görevliler var, onların da onlardan bir farkı yok. Bazen organizatör, bazen fırıncı, bazen manav olarak ortalıkta dolaşıyorlar. Eğer bazen kaptırıp da kent dışına doğru, dağlara doğru yürümeye başladığı zaman onları çevirip geri getiriyorlar. Yani kısacası bu insanların ölümlerine kadar rahatlıkla yaşayacakları ve korunduğundan emin oldukları bir ortam yaratılıyor bunlar için. Ailelere sağladığı bu huzuru, aileler için bunun ne kadar önemli olduğunu sürekli olarak anlatmak istedim ama zaman darlığı nedeniyle hep söylememiştim. Şimdi zamana falan da aldırmıyorum. Bunu sizlere nakletmiş oldum. Bununla ilgili çok ayrıntılı çalışmalar da yapıldı. Küçük kızım doktordur, o özellikle bu konuyla ilgilendi, çok ayrıntılı çalışmaları var. Umarım ilginizi çeker Sayın Bakanım.
Değerli milletvekilleri, insan kişiliğinin aile, okul ve toplum ortamında geliştiğini artık tartışacak değiliz, hepimiz biliyoruz. "Payı şu kadardır, bu kadardır." falanın o kadar fazla önemi yok. Bütçesini görüştüğümüz Bakanlığın temel işlevi de işte insanın yetiştiği bu ortamların insanca yaşamaya uygun bir hâlde tutulmasını sağlamak. Bu işin özeti bu. Yani kanun tasarısının içerisine bir sürü madde yazabilirsiniz, eksik kalır, o nedenle yetmez ama bu ortamı sağlamak gerekiyor. Bizim toplumuzda daha önceden özellikle tarıma bağlılığın devam etmesi yani bizler köyden kente göç ettikten sonra, kamu görevini aldıktan sonra da bulgurumuz, unumuz, mercimeğimiz, kurutulmuş meyvelerimizin hepsi köyden geldi yıllarca ve yıllarca. Bu destekleri toplum hiçbir zaman fark etmedi. Bu, toprağa bağımlılığın devam etmesi, oralarda tarımsal üretimin hâlâ devam ediyor olması bu toplumsal yapının sağlamlığı açısından çok önemliydi.
Onun ötesinde, büyük aile modelimiz hep devam etti. Babaannelerimiz, nenelerimiz, halalarımız, teyzelerimiz, hatta eşleri ölenlerin gelip yeniden ailenin içerisine gelmesi, kısacası çocuklar, herkes bu ortam içerisinde bu ortamın denetimi ve güvenliği içerisinde yetişti. Bizlerin ailelerimizin bizi "Akşam nerede?" falan diye aradığını ben hiç hatırlamam. Gecenin bir saatinde nerede yatmak gerekiyorsa ya halamızın evinde ya teyzemizin evinde kalırdık, herkes de bilirdi bunları. Arkadaşlarımız için de aynı şey geçerliydi. Bu olayların toplumsal gelişimle beraber -ister istemez yani bu böyle oldu da özel olarak oldu demek istemiyoruz, dünyadaki gelişim ve kentleşme olgusu sonucunda- bu iki güvencesini bizim toplumumuz kaybetti.
Üçüncüsü de, bizim sosyal yapımızı ayakta tutan kamu iktisadi teşebbüslerimiz idi. Gidip de Vakko'dan veya Kızılay'dan ayakkabı alamazdınız ama Ulus'a gittiğinizde Sümerbank'tan bütünü, diğer ayakkabılarla kıyaslanacak kadar sağlam ve güzel bir şey alabilirdiniz.
Şimdi, olaylar bütün bu güvencelerin hepsinin kaybedilmesinden sonra yavaş yavaş çığırından çıkmaya başladı. Bu koşullar altında da devletin görevi elbette ki bu güvenlikleri sağlamaktı. Geldiğimiz noktada Bakanlığınızın işlevleri üç noktada çok yoğunlaşıyor, diğerlerine pek durmuyorum, "Şu kadar kişiye baktık.", "Şu kadar kişiye ödedik.", "Şunu yaptık.", "Bunu yaptık." onlar ilgilendirmiyor, daha da fazlasını veya daha da azını ödeyeceksiniz. Sadece bunun hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde yapıldığı konusunu belki tartışabilirler ama o olmadığı sürece bunlar zaten yapılmak zorunda kalıyor.
"Üç noktada yoğunlaşıyor." dedim: Öncelikle, işte biraz önce söylediğim bu güvencelerin yok olması nedeniyle ailelerin yaşamlarını artık sürdüremez hâle gelmeleri nedeniyle -bunun adına "yoksulluk" diyorsunuz parantez içerisindeki tanımda- yoksullaşmaları nedeniyle onların hayatlarını idame etmesine destek sağlamak.
Değerli arkadaşlar, bu konu iki şekilde tanımlanıyor: Ya bu insanların hayatlarını devam ettirmeleri için onları üretim sürecine katar, onlara bir gelir temin edersiniz, onlar da bu gelirle yaşamlarını sürdürebilirler; bu, yoksulluğun yok edilmesi anlamına geliyor, yani ülkenin yatırımlarının özellikle de istihdama dönük, üretici, rant ekonomisi değil de, üretime dönük ekonomileriyle bu sağlanabiliyor büyük ölçüde ya da yoksulluğu ortadan kaldırmıyorsanız yoksulluğu yönetirsiniz.
Yoksulluğun yönetimi olayı Dünya Bankasının neredeyse otuz, otuz beş yıldan beri kurmaya çalıştığı bir sistem, "yoksulluğun yönetimi" adı üstünde. Hatta Dünya Bankasındaki yoksulluğun yönetimiyle sorumlu başkan yardımcısı bir süre Türkiye'de bu programların da başında olarak geldi, Devlet Bakanlığı yaptı. Yoksulluğun yönetimi olayında yoksulluğu ortadan kaldırmıyorsunuz, insanlara iş yaratmıyorsunuz, sadece o insanlara diyorsunuz ki: "Sen merak etme kardeşim, senin ihtiyacın olanı ben karşılayacağım. Ben sana un getireceğim, bulgur getireceğim, kömür getireceğim, ayrıca da para vereceğim." Bu yetmiyor, zaten eğer kaldıysa sosyal dokunun kırıntılarını da ortadan kaldırmak için "Senin engelli çocuğun var değil mi? Ona bakıyorsun değil mi? Al, sana onun için de para veriyorum."
Değerli arkadaşlar, ben hâlâ bu işi kabullenemiyorum bir türlü. Yaşlı annesine baktığı için bir çocuğa para vermenin nasıl bir yozlaşma yaratacağı konusunun tartışılmamış olmasını ben bir türlü kabullenemiyorum. Ne demektir yani kendi çocuğuna baktığı için para vermek? Çocuğa baktı diye verilmez. Eğer o aileye başka bir şekilde şey yapıyorsanız, bunu gizli kapaklı bir şekilde ailenin gereksinimini tespit ederek verirsiniz. Ben nasıl çocuğuma baktığım için para alırım? Böyle bir şey olabilir mi? Yoksulluğun yönetiminde işte bunlar vardır. Yoksulluğun yönetimi programı kara Afrika'yı mahvetmiştir, Türkiye'de bunlar değerlendirilmedi. Geçen şeyde Zimbabve örneğini vermiştim.
Şimdi, özellikle Somali'nin -vaktim yok ona girmeyeceğim- yani Türkiye'nin de ciddi anlamda destek sağladığı Somali'nin nereden nereye geldiğine mutlaka bir bakın, bu, çok önemli bir olaydır. Somali bir zamanlar neredeyse bütün Arap dünyasının taze et gereksinimini ve canlı hayvan gereksinimini sağlayan, buğday üretiminde kendi kendine yetmenin ötesinde ciddi anlamda ihracatı olan bir ülkeydi. Ne zaman ki IMF girdi oraya, yaptığı ilk programda veterinerlik hizmetlerinin özelleştirilmesini dayattı ve veterinerlik hizmetlerinin özelleştirilmesinden sadece ve sadece dokuz ay sonra Somali'deki sığır vebasından hayvanlar öldü.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Peki, daha sonra o Somali kimden et ithal etti? Bunları, bu örneği, Somali'yi araştırın. Oradan sonra da Somali şu anda Türkiye'nin destekleriyle ayakta kalmaya çalışan bir ülke hâline geldi.
(Oturum Başkanlığına Sözcü Abdullah Nejat Koçer geçti)
BAŞKAN - Sayın Temizel, ilave süre verdim, lütfen toparlayınız.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Yoksulluğun yönetimi tehlikeli bir olaydır değerli arkadaşlar, o nedenle yoksulluğun yönetimi çok hassas bir konudur. Sürekli olarak bir politikanın parçası olamaz. Geçici olarak uygulanan politikaların uygulandığı bir alan olmalıdır.
Bakanlığınızın ikinci faaliyet alanı veya ilgi alanı olarak da bireylerin aile içi olumsuzluklara karşı korunması olayını görüyorum Sayın Bakan. Suç ve suçlu ne aileden ne de tolumdan ayrı olarak düşünülemiyor biliyorsunuz. Toplumumuzdaki çocuk tecavüzleri, ensest ilişkiler, kadına şiddet, uyuşturucu, bütün bunların hepsi almış başını gidiyor. Peki, bunlara karşı nasıl bir mücadele yürütülmeli? Şu saydığım olayların hepsi bizim toplumumuzda utanılacak olaylar. Dolayısıyla bu suçu işleyenler açısından veya bu suçun muhatabı olanlar açısından bunlar gizlenecek olaylar, saklanacak olaylar, bunda da haksız değiller aslında, yani bu doğru da bir olay. Dolayısıyla bu olay konuşulmadığı zaman, kapatıldığı zaman, "Kapatın, kapatın, üstünü örtün." denildiği zaman bunun biteceğini zannediyorlar. Bu olay bitmiyor değerli arkadaşlar, bu olay bitmiyor. Zaten Bakanlığımızın bütçesinin içerisine serpiltilmiş olaylarla filan da görüyorsunuz bunların hepsini. Bu şekilde, tecavüze maruz kalmış veya rencide edilmiş insanların hepsi psikolojik olarak çöküyor zaten, bunların yeniden topluma kazandırılması şu anda en temel olayımız. "Şu kadar açtık.", "Bu kadar açtık." diye verilen sayılar devede tüy bile olmaz bu toplumda, bu, çok önemli bir olaydır, bu, çok çok önemli bir olaydır. Asıl önemli olan, bu tür olaylar en fazla nerelerde ortaya çıkıyor, bir buna bakmak gerekiyor, bunu hangi ortamlar yaratıyor? Son zamanlarda görüyorsunuz, özellikle "eğitim kurumu" adı altında ya da "Eğitim veriyoruz." adı altında vakıfların yaptığı faaliyetlerden kaynaklanan inanılmaz derecede olumsuzluklar ortaya çıkmaya başladı.
Değerli arkadaşlar, eğitim Millî Eğitim Bakanlığının işidir, eğitim ortamının ne olduğunu da kesin olarak pedagoglarla beraber Millî Eğitim Bakanlığının kendisi belirler. Vardır, bu kavramlar oluşmuştur. Sıralarda oturulur, aleni olarak oynanır. Yani sonuç olarak insanların oturduğu ortam farklı bir ortamdır eğitimde. Diz dize karanlık yerlerde yirmi dört saatini beraber geçiren insanların oluşturduğu ortamlara bu çocukları atmaya başlarsanız buradan tehlike çıkar, çıkıyor da. Yüzde yüz oralarda olur demek istemiyoruz tabii ki, bu, oransal bir olaydır. Ama bu ortamı ortadan kaldırmadığınız sürece bu olaylarla kesin olarak karşı karşıya kalırsınız. Bu, çok önemli bir olaydır.
Uyuşturucu olayı aldı başını gidiyor, gidiyor. Daha bir ay önce sayın Başbakan Yardımcısı yaptığı basın toplantısında uyuşturucu nedeniyle hastanelere getirilen çocukların polise bildirilmemesine ilişkin bir düzenleme yapılacağını söyledi. Bu, şu anlama geliyor: Çocuklarının oralara götürüldüğü zaman yafta vurulacağını, cezalandırılacağını düşünen aileler bunları kendileri örtbas etmeye çalışıyorlar güya, olmuyor, altından kalkamazlar, mümkün değil. Bu durumda devlet de diyor ki: "Peki, ben bunları cezalandırmayacağım."
Peki, değerli arkadaşlar, şimdi bu insanların -büyük bir olasılıkla beceremezler, olmaz da zaten- bu şekilde yok sayılarak, edilerek özellikle de deşifre olarak -bu kelimeyi unutmayın, "deşifre olarak"- böyle bir sorunla ortaya çıkmaları eğer mümkün değilse bu olayları ortadan kaldıracak şekilde, tartışmayacak şekilde değerlendirmemiz gerekiyor. Ama asıl, "Bu çocuklar niye böyle birden bire yaşamdan bezmiş, depresyona uğramış, kendisini uyuşturucularda filan şey arayan, sorunlu kişiler hâline geldiler?" diyorsunuz. Bir sürü nedeni vardır. Israrla üzerinde durduğum ve size duyurmak istediğim konu, değerli arkadaşlar, beslenme sistemi.
Beslenme sistemi... Şu andaki beslenme sistemi bu çocukların immün sistemlerini, dayanıklılık sistemlerini çökertmiş bir vaziyette. Neyle besleniyor bu insanlar? Aileyle ilgileniliyorsa, ailelerin asıl bu konularıyla ilgilenilmesi gerekiyor. Rafine edilmiş yiyecekler artık insan açısından hiçbir anlam ifade etmiyor, şekerden farklı bir olay değil, Toplumdaki bazı tartışmaları görüyorsunuz, ikide bir Karatay Hoca çıkıyor, bir dilim ekmeğin üzerine şekerleri dizip "Aha bu dilimi yediğiniz zaman bu kadar şeker yediniz." diyor.
BAŞKAN - Sayın Temizel, lütfen toparlar mısınız.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım, sağ olun.
Yani anlatamıyorsanız Sayın Bakanım, yapacak bir şey yok. Tepki olarak falan da almayın ama bu iş bu şekilde olmuyor. Eğer bir bakanlık içinde Sayın Bakanın kırk beş dakika konuştuğu bir yerde siz oturup da beş dakika, bir dakika, iki dakika yaparsanız konuşulmuyor işte. Bunun tutarlılığı var, bir sistem kurmuşsunuz, acaba şu konuda Bakanlığa birkaç mesaj verir miyim diye çırpınıp duruyorum burada. Olmuyor ki... İkide bir, "Bitti, bitti." Peki, bitti kardeşim, ne yapalım yani bittiyse bitti.
BAŞKAN - Haklısınız ama toplam on altı dakika süre verildi.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - On altı dakika ne fark eder Sayın Başkanım? İtiraz etmiyorum ama burada bir arkadaşımız konuşmaya başladığı zaman veya Sayın Bakan konuşmaya başladığı zaman buradan...
BAŞKAN - Sayın Temizel, ben size konuşmanızı tamamlayın demedim, toparlamanız noktasında bir uyarı yaptım. Başkanlık Divanının bu konudaki şeyini biliyorsunuz.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Tamamdır Başkanım, haklısınızdır, Başkanlık Divanı her zaman haklıdır.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Hayır, haklılık için demiyorum, toleransını ve dengesini biliyorsunuz bu konudaki.
Devam edecek misiniz?
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Hayır, etmeyeceğim. Ben özel olarak Sayın Bakana anlatayım bari, sorusu olan arkadaşlarımız yararlanmak istemiyorlarsa.