KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, Bakanlığımızın çok değerli yöneticileri, kamu kurum ve kuruluşlarının değerli temsilcileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, öncelikle sizi tebrik ediyorum, kutluyorum, başarılar diliyorum. Hükûmetin tek kadın Bakanısınız ve çok genç bir Bakansınız. Hem elektrik elektronik mühendisi hem tıp mühendisi, hekim olarak karşımızdasınız; başarılar dileriz.

Çok Değerli Bakan Yardımcısı Sayın Mehmet Ersoy'la da geçtiğimiz 24'üncü Dönem birlikte görev yaptık, kendisine de başarılar dileriz. Gerçi, İç Güvenlik Yasa Tasarısı görüşülürken İçişleri Komisyonu Başkanıyken bayağı cebelleştik kendisiyle ama yine hem eski vali olması nedeniyle de devlet bürokrasisinde önemli görevleri oldu. Bundan sonraki çalışmalarında da başarılar dileriz.

Sayın Başkan, burada görüştüğümüz konular, dezavantajlı grupların önemli meseleleri bunlar. Arkadaşlarımızın bugün burada dile getirdikleri, eleştirdikleri konular -Sayın Bakan, siz çok yeni bir Bakansınız, sizin bir yıllık deneyim ve tecrübeniz ve Hükûmet etme durumunuz değil, kısa bir süredir görevdesiniz- AKP'nin on dört yıldır uygulamış olduğu politikalardır. Dolayısıyla, olayları böyle görmeniz gerekir. Bu eleştiriler, bu öneriler sizin şahsınıza karşı yapılmış olan eleştiriler değil, Hükûmetin on dört yıllık uygulamalarına karşıdır.

Şimdi, benim de söyleyeceklerimin içerisinde ağır eleştiriler var. Bunun sizin şahsınızla yakından uzaktan ilişkisinin olmadığını, Hükûmet uygulamaları olduğunu bilmenizi isteriz. Önümüzdeki yıl -kısmet olursa- ekim, kasım ayında sizin karnenizi burada doldurup vereceğiz, sizin eleştirinizi de o zaman yapacağız.

Ama yani ben şimdi ne diyeyim? Aslı Erdoğan; 8 kitap yazmış, kadın, hemcinsiniz. Kitap yazmış, düşünce özgürlüğü var, ifade özgürlüğü var, bundan dolayı şu anda Bakırköy Cezaevinde yatıyor -kadın- düşüncelerinden dolayı.

Dil Bilimci Necmiye Alpay; dil bilimci, akademisyen, öğretim üyesi. Bu ülkedeki, bu dünyadaki dillerin özgürce kullanılmasını ifade ettiği için tutuklu Bakırköy'de. Dolayısıyla, sizin döneminiz aslında bu OHAL'le ve kanun hükmündeki kararnamelerle beraber çok sıkıntılı bir süreçten geçiyor.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının, aile, çocuk, genç, yaşlı, engelli, gazi, şehit yakını gibi destek alması gereken grupların sorunlarını tespit eden, çözüm üreten bir bakanlık olması gerekiyor ancak icraatlarına baktığımızda, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını, hak temelli olmaktan uzak ve sadece yardım götüren bir kurum hâline dönüştürülmüş durumda. Bakanlığın asıl iş görmesi gereken alanlar, sosyal yardımlar yanında sembolik hâle gelmiş durumdadır. Bakanlığı bir sosyal fon gibi idare etmek, geleceğimiz adına yapılacak en büyük yanlışlardan biridir ama bunun dışında yapılanları görünce "Belki böyle kalması daha iyidir." diye düşündürmeyi başarıyorsunuz. Bugüne kadar AKP hükûmetleri bu Bakanlığı, seçim yatırımı kurumu olarak gördü ve kullandı. Kendi tanımı bu olduğu için de asıl çalışma alanında Bakanlık bir fiyasko konumuna düştü.

Bu ülkede çocukların gülüşleri Hükûmetiniz yüzünden soluyor, yüzleri soluyor; sadece Ensar, Adıyaman'daki yurt ve benzeri kurumlardaki sistematik istismar yüzünden değil, eğitim haklarından yararlanamadıklarından, çocuk yaşta zorla evlendirildiklerinden, yoksulluktan, sokaklardaki silah seslerinden, yanı başındaki ölümlerden bu çocukların gülüşleri soluyor.

Bu ülkede 3 milyona yakın çocuk çalışıyor oyun çağında. Tarımda, sanayide, hizmet sektöründe ucuz iş gücü ve kaçak çalıştırmanın en ağır darbe vurduğu kesim çocuklardır. Uluslararası anlaşmalarla taahhüt altına giriyormuş gibi yapıp sorumluluğu üstlenmeyen anlayışınız, çocukların emeğinin, bedeninin, maneviyatının istismarının önünü açıyor ve kurumsallaşmaktadır. Yapılan her 3 evlilikten 1'inde çocuklar evlendiriliyor. Oyuncak bebeklerle oynayacakları yerde kendi bebekleri oluyor bu çocukların.

Yoksulluk sarmalından çıkamıyor bu ülkede çocuklar. Yoksul evde doğuyorlar, yoksul yuvalar kuruyorlar, yoksul oluyorlar ve çocuklarının gelirine muhtaç kılınıyorlar.

Eğitim haklarından yararlanamıyor bu ülkede çocuklar. Devlet onları, yurtların, vakıfların, tarikatların insafına bırakıyor. Taciz, tecavüz sistematik hâle geliyor. Bir de üstüne hükûmet partisinin koruması ve gözetiminde yapılıyor bu işler. Bir cendere içinde yıkıma uğramış bedenlere dönüştürülüyor bu ülkenin geleceği konumundaki çocuklar.

Zihinleri, bedenleri kapatılıyor, örtülüyor bu ülkede çocukların. İstiyorlar ki bizim çocuklarımız, onların boyun eğdirdiği kişiliksiz varlıklar olsunlar ama bunu asla kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz. Hep boyun eğen, hep söz dinleyen değil, yaratıcılıklarını geliştirme araçlarına sahip, özgüvenli, özgür bireyler olacaklar. "Kindar nesil" rüyalarınız nasıl ki bu ülke çocuklarının kâbusudur, bizler de tacizi, tecavüzü kendine iş edinenlere, çocukları cinsel ve bedensel sömürü nesnesi olarak gören zihniyete karşı mücadelemizi kesintisiz sürdüreceğiz ve sürdürmeliyiz.

AKP hükûmetlerinin kesintisiz başarısızlıklarının ağırlığı, toplumda en dezavantajlı konumdaki gruplar söz konusu olduğunda daha net karşımıza çıkıyor. Özellikle çocuklar ve kadınlar açısından geçen on dört yıl bir kâbus dönemidir. Çocukları tecavüzcüsüyle evlendirmeyi yasal hâle getirmeyi hedefleyen, kadın üzerindeki ayrımcı anlayışı derinleştirip yaygınlaştıran düzenlemeler yapmayı gündemine alacak kadar çocuklara ve kadınlara düşmanlık eden bir anlayışla karşı karşıyayız. Bu anlayışça yönlendirilen Meclis araştırması komisyonu eliyle Medeni Kanun geleneğimizce ve yüz elli yıllık tarihimizde güçlendirilmeye çalışılan kadının toplumsal konumunu, bulunduğu noktadan da geriye götürmeye çabalayanlara, bu ülkenin çağdaş yaşamı hedef alan kadın ve erkekleri izin vermeyecektir, vermemelidir.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı erkek egemen yapıya dönüştürmek acil bir gereklilik hâlindeyken, bulunduğumuz noktadan da geriye gidişe çabalayanlar hedeflerini gerçekleştiremeyeceklerdir. Çocukları ve kadınları şiddet ve baskıya dayalı bir anlayışa mahkûm etme çabalarınız, boşa kürek çekmekten başka bir şey değildir.

İktidarınız boyunca kadınlar, katliama dönüşen cinayetlerin yanı sıra çeşitlenen şiddet biçimleriyle artan biçimde karşı karşıya kaldı, kalmaya da devam ediyor. Kadınları, fıtrat gereği eşit olamayacak varlıklar olarak tanımlayan iktidarınız, kadınların en temel hakkı olan yaşam hakkını bile korumaktan âcizken ve buna niyeti olmadığını da her geçen gün daha net ortaya koymaktayken, olumlu yönde bir değişimin bu dönemde olmasını beklemek de boş bir hayal olurdu.

Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü olan 25 Kasımın hemen öncesinde, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından "Kadın ve erkeğe biçilen rollerde adaletin tesis edilmesine imkân vermediği, hatta zarar verdiği" savıyla "eşitlik" fikri yerine "cinsiyet adaleti" kavramının yerleştirileceği ilan edildi. Akabinde "Eşitlik yok, adalet var." düsturu derhâl yaygınlaştırılmaya başlandı. Saraydan aldığı işaretle AKP sözcüleri, eşitliğin neden olamayacağını, kadını, erkeğin itaat ve hizmetine veren "fıtrat" kavramıyla açıklama yarışına girdiler.

Bu dönemde oluşturulan pek çok yeni kurumla, yerelden, genele her alanda kadının adını sildiniz, ailenin içine gömdünüz, görünmez kıldınız. Bunun en önemli göstergesi kadından sorumlu Devlet Bakanlığının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına dönüştürülmesi oldu.

Kadın Bakanlığının kaldırılmasının ardından Meclisteki Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun da Aile Komisyonuna dönüştürülmesi çabaları devam ediyor. Kadının Statüsü Sorunları Genel Müdürlüğünden önce "sorun" kelimesi çıkartılıp, Türkiye'de kadınların sorunu olmadığı mesajı topluma verilmişti. Şimdi de Genel Müdürlüğün adının "Aile Genel Müdürlüğü"ne dönüştürülmesi tartışılıyor. Böylece, resmî devlet mekanizması içerisinde kadınlarla ilgili tek bir mekanizma kalmamış olacak, kadının adı olmayacak.

Kadınları eve hapseden ve erkek egemen zihniyet kalıplarını güçlendiren her aracı güçlendiriyorsunuz ama iş, kadınların toplumsal alanda özgür ve eşit bireyler hâline gelmesine gelince varsa yoksa "ailenin korunması" adı altında eşitsizlik ve ayrımcılık temelli baskıcı uygulamaları hayata geçiriyorsunuz. Örneğin, din görevlilerini aile danışmanları hâline getirmeyi, bu sorunları çözmede etkili olabilirmiş gibi kurumsallaştırıyorsunuz. Anlaşmalı boşanmaların ortadan kaldırılması ya da ŞÖNİM'Ierdeki kadınlara destek vermek üzere 1.600 Diyanet görevlisini eğitime gönderdiniz. Böylece, şiddetin sürmesini kalıcı hâle getirmenin dışında bir işlevi olmayacak kurumlar ve kadrolar yaratıldı. Yandaşlara yeni iş buldunuz. Çok yaratıcısınız, sizleri takdir ediyoruz ama çok da başarısızsınız çünkü boş oturma ve size oy verme dışında bir işe yaramadığının ŞÖNİM'in, bunun da altını çizmek istiyorum.

Bakın, elbette suçun şahsiliği ilkesi var ama bu ülkede bir yıl içinde 11 yaş altı 2.052, 12-14 yaş arası 2.651, 15-17 yaş arası 6.387 çocuk cinsel suçların mağduru olduysa, çocukların cinsel bütünlüğüne karşı yaklaşık 20 bin dava açıldıysa, toplam cinsel saldırıların neredeyse yarısı çocuklara yönelik işlenmişse, her ay Adli Tıp Kurumuna 650 çocuk cinsel istismardan gönderiliyorsa bunun üzerinin örtülmesi değil, aksine sonuna kadar araştırılması gerekir. 11.095 çocuk cinsel suçların mağduru olduysa, Türkiye dünyada çocuk istismarı sıralamasında 3'üncü sıradaysa neler oluyor diye sorulması gerekir.

BAŞKAN - Sayın Çam, ek süre veriyorum. Lütfen toparlayın.

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ediyorum Başkan hoşgörünüze.

Suriye'deki savaş beşinci yılına girdi. Dört yıl boyunca Suriye'den gelen kadınlarla ilgili neler okuduğumuzu, neler dinlediğimizi, neler duyduğumuzu hatırlayalım: Tecavüz, taciz, baskılar, ön yargılar, engelli erkeklere yardımcı diye satılanlar, ikinci eşler, atölyelerde güvencesiz ve çok düşük ücretlerle çalıştırılanlar, fuhuş yapmaya zorlananlar, dilenciliğe mahkûm edilenler...

Bununla birlikte, bir çok olayda, şiddete uğrayan mülteci kadınlar polise gidememekte, şiddet görünmez kalmaktadır. İnsan tacirleri tarafından en sık şiddete maruz kalan kesim de yine kadınlardır. Kadınlar fuhşa zorlanmakta, tecavüzlere uğramaktadır. Birleşmiş Milletler verilerine göre her yıl 2 milyon kadın ve kız çocuğunun ticareti yapılmaktadır. Cinsiyete dayalı şiddete daha açık bu kişiler alıkonma ya da gözaltı durumunda da şiddete maruz kalmaktadır.

Türkiye'de bulunan mültecilerin yarısını 18 yaş altı çocuklar oluşturmaktadır. Suriyeli mülteci çocukların barınma, eğitim, cinsel istismar ve sömürüden korunma gibi temel insan hakları ihlal edilmektedir. Bu tespitler Uluslararası Çocuk Merkezi raporlarına da yansımıştır. Suriyeli çocukların zorla evlendirildiği, üçüncü, dördüncü eş olarak satıldığı ifade edilmektedir. Seyhan Belediyesinin Kalkınma Ajansının desteğinde yaptığı araştırmalara göre Adana'da 12-17 yaş grubunda evlendirilmiş çocukların oranı yüzde 16'yı bulurken bu yaş grubunda evli olan kız çocuklarının yüzde 40'nın da hamile olduğu belirlenmiştir.

Zorla evlendirilme, çocuğun cinsel ve ticari sömürüsü, şiddet, ayrımcılık gibi pek çok hak ihlali ne yazık ki mülteci çocukların yaşamında olağanlaşmış durumlardır. 1995'te tarafı olduğumuz Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 22'nci maddesine göre, Türkiye kendi topraklarındaki mülteci çocukların tümünün sözleşmede yer alan haklardan faydalanması için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Ancak, Türkiye bu yükümlülüğünü tam olarak yerine getirememektedir. Savaştan kaçarak, yakınlarını, evlerini, okullarını terk ederek uzun ve zorlu yolun ardından geldikleri bu yerde çocuklar ne yazık ki pek çok hak ihlaline maruz kalmaktadırlar.

Sığınmacı kadınların hem Suriye hem de Türkiye'de çalışma oranı çok düşüktür. Çalışan sığınmacı kadınlar da çok zor şartlar altında çalışmaktadır. Araştırmalara göre kadınlar on dört saate varan sürelerde kayıt dışı çalıştırılırken bunun karşılığında 28-30 lira almaktadırlar.

Mültecilerle çalışan sivil toplum kuruluşlarının verilerine göre, Türkiye'de Suriyeli kadınların çaresizliğinden faydalanan fuhuş ve cinsel istismar çetelerinin önüne geçilememektedir. Kamp dışında yaşayan kadınların durumuna ilişkin bir rapor hazırlayan MAZLUMDER, fuhuş çetelerinin özellikle sınır illerinde yoğunlaştığına işaret etmektedir. Bu rapora göre fuhuş karın tokluğuna denebilecek düzeye düşmüş durumdadır. Bölgede çalışmalar yapan uzmanlar, bir öğün yemek karşılığı fuhuş yapan küçük yaşta kızlar olduğunu, fuhuşta kullanılan çocukların yaşının 12-13 yaşına kadar düştüğünü belirtmektedirler.

Evliliği kurtuluş olarak gören Suriyeli genç kadınların düştüğü bir diğer tuzak da evli erkeklerin ikinci eşi olmalarıdır. Özellikle güneydoğu illerinde ikinci eş olmayı kabul eden çok sayıda Suriyeli kadın ve onlarla evlenmek isteyen çok sayıda da erkek olması, Türkiye'de imam nikâhıyla çokeşliliği daha sık rastlanan bir durum hâline getirmiştir.

Türkiye 2011'de insan hakları belgelerindeki yükümlülüğünü yerine getirerek kapılarını Suriye'deki savaştan kaçanlara açtı. Ancak kapıyı açmak yeterli değildir. Hak temelli yürütülemeyen politikalar ve uygulamalar nedeniyle mülteci çocuklar beş yıldır gittikçe derinleşen sorunlarla boğuşmaktadırlar. Mülteciler Dayanışma Derneğinin "Türkiye'de Mültecilerin Hak ve Hizmetlere Erişimi" başlıklı 2015 tarihli raporunda, Türkiye'nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu gereği refakatsiz çocuğun statüsüne bakılmaksızın devlet korumasından yararlanması gerekmektedir. Ancak, refakatsiz yabancı çocuğun korunmaya alınması için otomatik olarak işleyen bir sistemin eksikliği, temel sorunlarından birini oluşturmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 yılı bütçesinin bu güzide kurumun ve bu Güzide Bakanın hayırlara vesile olmasını diliyoruz ve önümüzdeki yıl bütün bu görülen eksikliklerin, aksaklıkların Hükûmet tarafından ve Bakanlığınız tarafından gözden geçirilmesini ve önümüzdeki yıl ekim ve kasım ayında yapılacak olan bütçe görüşmesinde karnenizi en ince ayrıntısına kadar değerlendireceğimizi düşünüyor, başarılar diliyoruz.