KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakanımız açış cümlesini söylediği zaman, hemen, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Beş Şehir kitabını anımsadım. Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir'inde İstanbul, Ankara, Bursa, Konya, Erzurum'un o kültürel dokusuyla, tarihsel dokusuyla o şehirlerde bir gezintiye çıkartır insanları ve o gezintiden sonra da hayatımızdan kaybolan şeylerin ardından nasıl büyük bir hüzün içerisinde kalabileceğimizi ve bir daha da o güzellikleri kolay kolay tadamayacağımızı, göremeyeceğimizi söyler.

Aslında, eylem ve söylemleri, inşallah, birbiriyle denk olan bir bakanlık dönemi sürdürürsünüz önerisiyle veya dileğiyle başlamak istiyorum. Çünkü, kalkınıyoruz diye durmadan orman kesen, yeşil alanlara buldozerle dalan, protesto edenleri tepeleyen, çevre düşmanı devasa projeler üreten bir devlette Çevre Bakanı olmak hiç kolay bir şey değildir, hiç. Herkesle savaşırsınız ya da en azından savaşmak zorunda olduğunuz duygusuyla yaşarsınız. Ancak, böyle duygulardan sonra, İstanbul'un 16/9'larına baktığınız andan itibaren o İstanbul'un dünyada tanınan siluetinin asla bir defa daha gelmeyeceğini görürsünüz, yüreğiniz ezilir. O nedenle işiniz çok zor. Umuyoruz ki bu halisane duygularınız eylemlerinizin her birisinde çok net olarak ortaya çıkar.

Sayın Bakan, plan ve bütçe görüşmeleri sırasında Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerinin en fazla rahatsızlık çektiği bütçe, maalesef, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının bütçesidir. Çünkü, bütçenizde hem merkezî yönetim bütçesi var hem özel bir hesap var hem de döner sermaye var. Özel hesap, merkezî bütçe, döner sermaye birbirlerinin içerisine girmiş durumda. Onun ötesinde de Avrupa Topluluğundan, dışarıdan gelen fonları da kullanıyorsunuz. Bu hesapların birbirinin içerisine girmesi, özellikle de asla yapılmaması gereken harcamaların ilgisi olmayan yerlerden yapılması, örneğin, döner sermayeden Bakanlık binası yaptırılmaya kalkılması, biz, bütçe yapan arkadaşlarımızın ciddi anlamda sıkıntıya girmeleri sonucunu doğuruyor. Çünkü, sonuç olarak, 2015 yılı hesaplarının da burada ibra edilmesi gerekiyor. Şimdi, bu değerlendirmelerin hepsi veya özellikle son söylediklerimin hiçbirisi sadece kendi fikrimiz değil, Meclisimizin adına denetim yapan Sayıştayın raporlarında olan şeyler bu. Asıl bizi üzen konu da bu eleştirilerin ne geçen senenin ne 2015'in eleştirilerinden ibaret olmaması. 2012'de de devam ediyor, 2013'te de devam ediyor, 2014'te de devam, 2015'te de devam ediyor, 2016'da devam ediyor çünkü Anayasa Mahkemesine götürdük 2016 bütçesini ve 2017 bütçesinde de aynı şeyler var. Bu inat niye? Mademki yasalara karşı bu kadar inatlaşıyorsunuz, o zaman yasayı değiştireceksiniz. Değiştirin, hiç değilse buradaki insanlar vicdanı rahat "Ya, yasa böyle, o nedenle böyle yapıyoruz." der. O nedenle, bütçenin üzerinde uzun uzun, yeniden, geçen bütçelerde olduğu gibi konuşmayacağız çünkü ne desek bir şey fark etmiyor. Yalnız, bununla ilgili olarak düzenlenmiş olan Sayıştay raporuna bir bakın. Bütün bulguların hepsi alt alta konulmuş vaziyette. Sadece Anayasa'ya aykırı hükümlerin dışında, 5018 sayılı Yasa'ya aykırılıklar da var. Onlardan bir tanesini müthiş şekilde önemsedik. İdari para cezalarının tahakkuk ve tahsil işlemlerini yapmayan bir idareden bahsediliyor. O zaman ne yani neye karşı? Eğer, hiçbir zaman denetilmeyecek bir idare gözüyle bakılıyorsa buna, bu hiç belli olmaz. Hem kız bizim hem oğlan bizim şarkılarıyla bu olayın ilanihaye gitmesi mümkün olmayabilir. Bir gün ilahi vicdanda da bunlar bir karşılık bulur. O nedenle, ya bu kurallara uyulacak, yasalara uyulacak, ya 5018 sayılı genel hükümlere uyulacak, Anayasa'ya uyulacak, doğru dürüst bir bütçe yapılacak. Yoksa, kimse kimin ne harcadığına, ne yaptığına, vesairesine, özellikle bütçenin, daha doğrusu bütçe hakkının kullanış biçimine bakıldığı zaman pek fazla bir zorlukla karşılaşmayacaksınız.

İki tane konuda dikkatinizi çekmek istiyorum bu olayların dışında değerli arkadaşlar. Belki bilenleriniz vardır. Sovyetler Birliği'nin son başkanı Mihail Gorbaçov iktidardan ayrıldıktan sonra bir vakıf kurdu. Vakfının sloganı "İnsanlığa şans tanı, dünyaya gelecek ver" idi. Geçtiğimiz yıllarda -çok eski değil, o nedenle zaten Gorbaçov'un üzerine düştüm- Le Monde gazetesinden iki gazeteci -iki yıl kadar falan oluyor veya üç yıl oluyor- birkaç soru soruyorlar Gorbaçov'a, diyorlar ki: "Niye birdenbire ekolojiyle ilgilenme gereğini duydun Sayın Gorbaçov. Sizin doğaya, çevreye yaptığınız zararlar az mıydı?" Aynen şöyle diyor değerli arkadaşlar: "Niye mi ekolojiyle ilgileniyorum? Ben Kuzey Kafkasya'nın bir köyünde doğmuş köylü çocuğuyum. Çocukluğum doğanın içinde geçti. Açlığı, sefaleti gördüm. Nazilerin saldırısını, Stalin'in tasfiye hareketlerini yaşadım. Ülkede yaratılmış olan ekolojik tahribatı çok geç, Merkez Komitesine katılınca kavradım. Hava kirliliğini, akarsuların pislenmiş olduğunu, orman katliamını, toprağın kirletilmiş olduğunu çok sonradan fark ettim. Bunların hepsinin rapor edilmiş olduğunu ama belgelerin devlet sırrı olarak saklandığını öğrendim ve o gün susmamaya karar verdim. Olay bu." Devam ediyor. Diyorlar ki: "Almanya, İtalya, İsviçre nükleer enerjiden çıkmaya karar verdiler, ne diyorsunuz buna?" "Çok iyi ettiler. Biz nükleer enerjiyi adım adım terk etme taraftarıyız. Ben Çernobil olayını yaşadım. Benim için bir Çernobil öncesi var, bir de sonrası. 14 milyar ruble harcadık, bir tek reaktörü âdeta bir sanduka içine hapsetmek için." diyor. "Tek bir reaktörü sanduka içine -kurşun sanduka oluyor kendileri- saklayabilmek için 14 milyar ruble harcadık." diyor. "Çok gelişmiş bir ülke olan Japonya'ya bakın. Çernobil'den otuz beş yıl sonra Fukuşima'nın altından da kalkamadılar, hâlâ da kalkamamış, boğuşup duruyorlar."

Değerli arkadaşlar, gelişmiş ülkelerin kör liberal ekonomi ısrarını bırakıp da yavaş yavaş yeni ekolojik toplumsal verileri ve sorunları kesin olarak değerlendiren bir alana döndüğünü zaten görüyorsunuz. Almanya da bunları terk ediyor, İsviçre de terk ediyor. Ben, Avusturya'da her şeyiyle beraber yapılıp, düğmesine basıp çalışılacağı zaman, çalışma aşamasına gelmiş olan bir atom reaktörünün halk oylamasından sonra devreye alınmadığına da tanık olmuş bir insanım. Hâlâ duruyor pırıl pırıl bir vaziyette.

Değerli arkadaşlar, sizlere nakletmek istediğim ikinci konu da şu: Alzaymır, biliyorsunuz, son zamanlarda yaygınlaşmaya başladı bütün dünyada, ülkemizde de yaygınlaşmaya başladı. Nedeni konusunda çok tartışılıyor, kimse bilmiyor; genetik deniyor, şu deniyor, bu deniyor, vesaire deniyor. Bununla ilgili olarak -daha çok yeni- bilim dünyasında inanılmaz bir gelişme var. İngiltere'de bir grup bilim adamı alzaymırın nedenleriyle ilgili olarak bir araştırma yapıyorlar. Lancaster Üniversitesinin yaptığı bu araştırmada, araştırma grubunun başında Profesör Barbara Maher diye birisi var. 9 kişilik bu bilim çalıştayı, dünyada en fazla hava kirliliği olan yerlerden; Meksika'dan ve İngiltere'den 39 kişi, daha sonradan da daha yaygınlaştırılmış denekler üzerinde bir araştırma yapıyorlar. Bunlardan yaşamlarını kaybedenlerin beyinlerinden aileleri izin verdiği için parçalar alıyorlar ve bunları inceliyorlar ve bunların büyük bir kısmı yani çoğunluk sağlayan kısmı yaşamlarının son evresinde alzaymır belasıyla uğraşmış olan hastalar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurunuz Sayın Temizel.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - İncelenen beyinlerde büyük ölçüde manyetit bulunuyor. Nedir manyetit? Teknik arkadaşlar bilirler, demir oksit, pas yani, pas. Manyetit çok güçlü bir madde. Mıknatıs falan yapımında da kullanıyormuş. "Manyetitin beyinde ne işi var?" denilirse, orijinal manyetit aslında vücutta bulanabilen bir şey ama çok eser miktarda olan bir şey. Fakat, buralarda yaşayan insanların beyninde inanılmaz derecede yüksek manyetit bulunmuş. Profesör Mayer'in dediğine göre, 1 gramcık beyin parçalarında o küçük partiküller hâlinde inanılmaz derecede manyetite rastlıyorlarmış fakat bunların yapısı doğal, bilinen manyetitten de birazcık farklıymış. Nedeni sonra anlaşılmış ki bu normal manyetitten farklı olanların biçim, tür, nitelik olarak da otomobil egzozlarından, fabrika ve termik santral bacalarından çıkan tozlardan oluşuyormuş. Yeni, Eylül 2016. Bunlar aynı. Yani, yakıt fosil türleriyle böyle bir şey yapıldığı takdirde oralarda solunan şeyler geliyor yani oksitler, paslar insanın beynine yerleşiyor, beynin değişik yerleri arasındaki ilintileri koparmaya başladığı andan itibaren de alın size "alzaymır" deniyor.

Şimdi, şu önünüze konan Amasra iliyle ilgili olayların, şu cennetin hemen yanına böyle bir manyetit üretecek olan bir fabrikanın yapılması olgusuna karşı bölgenin tepkisini anlayabiliyor musunuz? Üstelik onlar bunu bilmeden yapıyorlardı, bunu bilmeden yapıyorlardı. Gelecekte, önümüzdeki süreç içerisinde neyle karşı karşıya kalacağımızı bilmeyiz.

Biz bugün tarihe 2 tane not düştük. Bütçemizle ilgili olarak uyarılarımızı, her şeyimizi yaptık, bu birinci konu. Bunu yaptık, daha önce de yaptık, Anayasa Mahkemesine de gittik, hâlâ tekrar ediyoruz. İkinci olarak, nükleer enerji ve çevre projeleriyle ilgili olarak bu işi yaşamış olan insanların geldiği noktayı gösterdik, yine tarihe not düştük ve asrın hastalığı olmaya aday alzaymırın da... Belki, bu, yüzde 100 olmayacaktır ama en azından çok büyük ölçüde bunu etkileyecek olan çevreyle ilgili ve bizim en temel yatırımlarımızı oluşturan olguya dikkat çektik değerli arkadaşlar. Umarım bunu hiçbirimiz unutmayız ve ilk defa olarak Plan ve Bütçe Komisyonunda böyle bir temennide bulunuyoruz: İnşallah, bu bilim adamları yanılıyordur, yoksa vay hâlimize.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.