KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; Sayın Kuşoğlu'nun dile getirdiği usulle ilgili görüşme, aslında geçen yıl çok dikkate alınacağını varsaydığımız ve önemsediğimiz bir konuydu ancak, sistemimiz, özellikle de adalet sistemimiz, bakanlıklarımız bağımsız kurum geleneğini bir türlü benimseyemedi. İstenildiği kadar yasalarında bağımsız olsunlar, hiçbir şeklide bir bakanlıkla ilişkilendirilmesinler ya da bağlı olmasınlar, onları sürekli olarak Hükûmet sıralarının ikinci ve üçüncü sıralarına dizmek bu Hükûmette bir gelenek hâlini aldı. Bağımsız kurum kurduktan sonra onların bağımsızlığına gereken saygı gösterilmiyorsa... Sadece sizinle ilgili değil, bundan öncekileri de gördük, bizzat yerlerini tanımlayarak söyledik, "Etmeyin, tutmayın." dedik; bağımsız kurum diyorsunuz, bağımsızlıklarının olduğunu yasaya yazıyorsunuz, sonra da bu hâle getiriyorsunuz diyoruz. Umuyoruz ki bu son düzenleme olacak.

Değerli milletvekilleri, 2017 Yılı Bütçe Yasa Tasarısı'nı görüşmeye başladığımız günden beri hem ekonomimizde hem de ekonomik göstergelerimizde çok önemli değişiklikler oldu; büyüme yüzde 3'lerde, işsizlik 11,3'e çıktı, cari açık vererek büyümenin sınırına dayandık, sermaye girişi azaldı, çıkış çoğaldı, döviz tevdiat hesapları erirken Merkez Bankasının net aktiflerinde ciddi bir erime gözükmeye başladı, ihracat düştü, Türk lirası diğer para birimleri karşısında giderek değer kaybediyor, kısaca bir ekonomik kriz kapımızı çalıyor. Yanlış anlamayın, bakanlıkları karıştırmadım yani Adalet Bakanlığının bütçesini görüştüğümüzü çok çok iyi bilerek bu verileri özel olarak veriyorum.

Değerli arkadaşlar, bugünün dünyasında ekonomiyi dış politikadaki gelişmelerden, özellikle demokrasiden, hele hele hukuktan ayıramazsınız. Eğer ekonominizde önemli birtakım değişiklikler oluyorsa öncelikle demokrasinizin, hukuk sisteminizin şiddetle yeniden değerlendirilmesi gerekir. Ekonomi dediğinizde insan hak ve özgürlüklerinden, mülkiyet hakkından, hukukun üstünlüğünden, hukukun düzenleyici normlarının güvenilirliğinden de bahsetmiş oluyorsunuz. Bu normlar olmadığı takdirde sistemdeki kuralları hiçe sayarak, yargının bağımsızlığı konusunda kuşkular yaratarak, hukuku ayaklar altına alan otoriter tavırlar sergileyerek bu tür ekonomilere çok ciddi zararlar verirsiniz. Eğer küresel ekonomide bir aktörseniz -ki öyleyiz, ilk 20 içerisinde önemli bir aktörüz üstelik de- bu tür tavırları bir an önce uluslararası standartlara yükseltecek şekilde düzeltmezseniz ekonominiz krize sürüklenir, uluslararası ekonomik sistemden dışlanma aşamasına gelirsiniz ve şimdiye kadar edindiğiniz bütün kazanımların hepsini de ciddi anlamda tehlikeye atarsınız.

Değerli arkadaşlar, eğer bugün bir kriz tehlikesinden bahsediyorsak bunun nedeni sadece Sayın Başbakanın belirttiği gibi dış konjonktür değildir. Sadece o demedi ama Amerika'daki başkanlık seçimine dayandırdığı için söylüyorum bunu. Bunun nedeni sadece dış konjonktür olmadığı gibi sadece alınmış ekonomik kararlar da değildir; onlara yanlış da diyebilirsiniz, doğru da diyebilirsiniz ama onlar da değildir. Eğer krizden çıkacaksak bunun yolu sadece ve sadece sürekli teşvikleri artırmak, ekonomik düzenlemeler yapıyoruz diye vergi afları çıkarmak da değildir, bunlarla olmuyor bu iş. Öncelikle, Türkiye'nin evrensel hukuktan uzaklaşmasına neden olan düzenlemelerden kurtarılması ve bu konuda Türk adaletine karşı güvenin, hukukuna karşı güvenin yeniden tesis edilmesi gerekiyor.

Peki, biz ne yapıyoruz? Değerli arkadaşlar, biz Anayasa'mızın temel ilkelerinden kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı düzenlemeler yapmaya çalışıyoruz. Yasamanın toptancı bir şeklide yargının görevlerini üstlenmesine dönük yasalar çıkarıyoruz. Yargıya intikal etmiş ve yürürlükteki mevzuata uygun olarak çözülmüş sorunların sonuçlarını yasamaya yeni yasalar getirerek değiştirmeye çalışıyoruz. Yargının bağımsızlığına düşürülen, çok şükür, darbe teşebbüsünün atlatılması nedeniyle bu beladan kurtulduğumuz büyük gölgenin ortadan kaldırılması için gereken düzenlemeleri yapamıyoruz, gereken adımları herkesin kabul edeceği bir şekilde atamıyoruz. Yargı kararı olmadan mülkiyet haklarını gasbediyoruz. Anayasa'ya aykırı hukuki düzenlemeler yapıyoruz. Katılmak için yıllardır müzakerelerini sürdürdüğümüz Avrupa Birliğinin yaptığımız kabul öngörülerine rağmen yeni düzenlemeler yapacağımızı söyleyerek o görüşmeleri ciddi anlamda tehlikeye atıyoruz. Değerli arkadaşlar, bir ekonomik birime girmek için kendi kurallarınızla başvuramazsınız. "Benim kurallarım bu, bunlarla beni alıyor musunuz?" diyen bir ekonomik birim veya kurum varsa bu olur. Ancak, kendi kurallarını koymuş ve "Bu kurallara uyulduğu takdirde bizim birliğe dâhil olabilirsiniz." diyen bir kurum var ise siz zaten bütün bu uyum görüşmelerinin hepsini mevcut hukukunuzun o hukuka uydurulması alanında yapıyorsunuz. Bu hiçbir şekilde o ülkenin özgürlüğünü, bağımsızlığını kısıtlayacak bir aşamada görülemez. Görülüyorsa zaten vazgeçersiniz, onda herhangi bir sorununuz yok.

Sayın Bakan, idam kararı bunlardan birisidir. Türkiye'nin ön kabullerinden birisidir, nitekim değiştirilmiştir. Yeniden idam kararı getirdiğiniz takdirde o "Gireceğiz." dediğiniz müktesebatla çelişkiye düşersiniz çünkü o kurum "Biz insanların öldürülmesiyle ilgili bu tür düzenlemeleri kabul etmiyoruz. Bunu kabul etmeyen ülkeler birliğiyiz." demiş. "İdam cezasını getiriyoruz." dediğiniz andan itibaren "Peki, biz artık bunda yokuz." anlamına gelir bu, bunun başka bir şekli falan yoktur. Ha, yoksak o da ayrı bir olaydır, o ayrıca tartışılması gereken bir olaydır.

Alman Dışişleri Bakanının bu konuda söylediği şey o kadar net ve sade ki yani Dışişleri Bakanının niye kalkıp da 2 tane büyük partinin oy birliğiyle cumhurbaşkanı adayı olduğunu çok net olarak anlıyorsunuz. "Biz bu konuyu referanduma götürürüz, biz bunu kabul etmeyiz bu şekilde." denildiği andan itibaren söylediği yanıt çok basit: "Bu, Türkiye'nin vermesi gereken bir karar." Tabii, Türkiye'nin vermesi gereken bir karar. "Avrupa'ya yakınlaşmanın kriteri yeni yazılmadı." Ta, 1960'lardan geliyor, Roma Antlaşması'yla yazılıyor. "Ve bu kriterler Türkiye'ye özgü de değil. Yani, buna katılacak bütün ülkeler bu kriterleri kabul ederek geliyorlar buraya." Şimdi, bunun tartışmasının yöntemi bu mu? "Ben yaparım, vatandaşımın istediği şeyi yaparım." Elbette vatandaşının istediği şeyi yapacaksın, başka bir şey yapma olanağın yoktur. Ama, bu konuda vatandaşınla durumu çok ayrıntılı olarak konuşursun, "Evet, biz bu koşullar altında bunu yapıyorsak siz de buna 'Evet.' diyorsanız biz de şu şu kriterleri artık unutalım." dersiniz. Böylece de o ülkelerle gırtlak boğaz oluyormuş gibi, sürekli "Ben asacağım.", "Ben astırmam." diye bir çekişmenin içerisinde olduğu gibi bir imaj kesin olarak bırakmazsınız. Yanlış olan budur.

Değerli arkadaşlar, hukukunu bu şekilde tartışan bir ülkede bir yabancı yatırımcı ne düşünür? Hukukun olmadığı, daha doğrusu her an yeni bir değişikliğin geleceği yani maç oynanırken kuralların değiştirildiği, şirketlere el konulduğunun görüldüğü bir ülkede mi yatırım yaparsınız, yoksa hakların güvence altında olduğu, genel hukuk sisteminin işlediği bir ülkede mi yatırım yaparsınız? Elbette ki hukuk sisteminin işlediğinde yaparsınız. "Yabancı sermaye gelmiyor." diye krizin nedenlerinden birisi olarak... Çünkü, bizim önümüzdeki yıl 200 milyar dolarlık bir yükümlülüğümüz var, döviz yükümlülüğümüz var. Hadi, bunun yarısını çeviriverdik kendi kaynaklarımızla, olanaklarımızla, 100 milyar dolarlık dolayısıyla yabancı sermaye istiyorsunuz. Ne diyeceksiniz bu durumda? Bu durumda yeniden bu insanları inandırıp diyeceksiniz ki: "Bizim hukuk sistemimiz kesin olarak sizin sermayenizi de her şeyinizi de güvence altında bulunduruyor. Bu tür düzenlemelerden kesin olarak etkilenmezsiniz."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika lütfen.

Buyurun Sayın Temizel.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Tam bunu derken de bugün çıkan bir kararnameden en çarpıcı olduğu için şu kısmını alıyorum. Değerli arkadaşlar, kanun hükmünde kararnamede, bizim burada kaç defa değiştirdiğimiz, uygulamasını neredeyse hepinizin ezbere bildiği, devletin hüküm ve tasarrufu altında veya mülkiyetinde olan kıyılardaki tersanelerle ilgili olarak daha önceden yirmi yıllığına verilmiş olan irtifak haklarının süresini kırk dokuz yıla çıkaran bir düzenleme var. Kanun hükmünde kararnameyle ve terörle ya da bu darbe teşebbüsüyle, iğrenç olaylarla ne ilgisi var bu olayın? Bu insanların gırtlağını sıkan yok. Eskiden beri zaten bunlar yirmi yıllığına irtifak hakkı tesis etmişler, yeni bir hak verilmeyen süre içerisinde ecrimisil ödüyorlar. Bunu kanun hükmünde kararnamenin içine koyuyorsunuz. Önemsediğimden değil, sizi temin ederim bunun için değil; çok çarpıcı olduğu için söylüyorum. Kanun hükmünde kararname ile çekek yerlerinin, kayık çekilen yerlerin irtifak hakkının tesisinin ne ilgisi olabilir? Böyle şey olur mu?

Değerli arkadaşlar, bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de beş gündür çocuk istismarıyla ilgili hukuki düzenlemelerle boğuşuyoruz. Bir taraftan ülkemiz ayağa kalktı, dışarıdan bakanlar da gerçekten ne olduğunu bile kavrayamadılar, kafaları karmakarışık oldu. Biz uluslararası çocuk hakları sözleşmelerine imza atan Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa Birliğine üye olmak üzere görüşmelerini sürdüren Türkiye Cumhuriyeti...

Şimdi, değerli arkadaşlar, "Bu düzenlemelerle bir sorun çözülüyor." şeklindeki yaklaşımları kesinlikle reddediyoruz. Bu düzenlemelerle sorun falan çözülmüyor; tam tersine, çığ gibi büyüyerek gelecek sorunların kapısı aralanıyor. Çocuk istismarı suçtur, dünyanın her tarafında suçtur. Bu suçun davul zurnayla işlenmesi ile şiddet kullanarak işlenmesi arasında zerre kadar bir farklılık yoktur. Davul zurnayla bu suçun işlenmesi, hatta örgütlü suç tanımına bile girer. Bunun başka şekli falan yoktur. Bu suçu işleyenlerin de mutlaka cezalarını çekmeleri gerekir. Toplum, bu suçu işleyenlerin asla cezasız kalmayacaklarını kesin olarak bilmeli ki bu olayların önüne geçilebilsin.

Birkaç gündür, televizyonda bu konuyu tartışan insanları izliyorum. Sizi temin ederim değerli arkadaşlar, dehşet içerisinde kaldım. "Bilim adamı" denilen insanlar eğer bilim adamıysa bu ülkede bilim adamı kalmadı demektir. Herkesin gözünün içine bakarak yalan söylüyorlar ve suçu teşvik ediyorlar. Sayın Adalet Bakanı, suçu teşvik eden bu programlarla ilgili olarak umarım bağımsız yargımız suç ve suçluyu övme suçlarının gereğini yerine getirir. Savundukları şey, savunacakları şey ile söyledikleri şeyler arasında zerre kadar bir ilinti falan kalmamış, insan kulaklarına inanamıyor.

Anayasa Mahkemesinin yaptığı düzenleme... İptal etmesi üzerine bunu yapmak zorunda kaldık. Son önergenin bununla ilgili olmadığını hepiniz biliyorsunuz. Anayasa Mahkemesi bu suçlarla ilgili olarak "Üst limitin çok fazla olduğu, kişisel durumların veya kişiselleştirmelerin göz önüne alınmaması nedeniyle yeni bir düzenleme yapın." diyor. Oturup da "Daha önceden tacizcisiyle evlenen çocuklarla ilgili veya daha önceden taciz ettiği insanlarla evlenen insanların affıyla ilgili herhangi bir hüküm getirin." demiyor. Bunu getirmeye sizlerin kesin olarak hakkı yok. Bu düzenleme, aslında, biraz önce söylediğim, yasamanın yine yargının yerine geçerek karar vermesiyle ilgili. Siz daha önceden getirmiş olduğunuz o tasarıyı yasalaştırdığınız zaman... Yeni getirilen düzenlemelerin içerisine "Tacizcilerin affedilmesi veya evlendikleri zaman yükümlülüklerinin veya cezalarının uygulanmaması." diye bir hüküm koymamışsınız. Cezaların kademesini, derecesini değiştirmişsiniz; iyi. Bu durum karşısında kararı verecek olan mahkeme. Genel hukuk ilkeleri gereği olarak bu durumda olan insanların lehe olan düzenlemeler var ise eğer onlardan yararlanma hakları zaten vardır. Bırakın bunu mahkemeler çözsün yeniden yargılamalara falan karar vermek suretiyle. Getirip de buraya "Biz şunları affediyoruz." dediğiniz anda -istediğiniz kadar- üç veya beş gösterişçi olarak ortalıkta dolaşan insanı... O insan o yaşında, 20 küsur yaşında 14 yaşındaki bir çocuğu taciz etmişse evleniyorum diye, hiçbir şey fark etmiyor, onun cezasını çekmek zorundadır; bu kadar. Bunun ötesinde bir olay yoktur. Yok, "Çocukları olmuş, çocukları büyümüş, onlara bakamıyormuş." Hangi kültürle bunları değerlendirebiliyor Sayın Bakanım, hangi kültürle? Bunun olması mümkün mü?

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Bu kültür, bizim toplumumuzda olan bir kültür değil mi? Uzaydan mı geldi?

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Değiştirmek için çabaladığımız bir demokrasi yaşıyoruz Sayın Bakanım.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Ama, yok saymak da ayrı bir şey.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Devlet bakacak, sosyal devlet var.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Bir toplumsal gerçeği yok saydığınızda da ayrı sorunlar çıkıyor.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Hayır, vazgeçmiyorsunuz.

HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Orta Çağ'ın gerçeklerini 21'inci yüzyılda tartışmak dramatik bir durum.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Ama, var.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Sayın Başbakan dediler ki: "Cahil bir ana babanın suçunun cezasını çocukların çekmesini önlemeye çalışıyoruz." Hangi çocukların? Tecavüze uğramış veya taciz edilmiş çocuğun doğurduğu çocukların. Dikkatinizi çekerim, "çocuklar" derken o olaydan, o menfur olaydan doğan çocuklar kastediliyor olduğu gibi. İyi ama babasını seçme şansı olmayan 13 yaşındaki kız çocuğunun tüm yaşamı boyunca çektiği işkence ne olacak arkadaşlar, bu ne olacak? Böyle bir düzenleme hukuka uyar mı? İnsanın tüylerini diken diken ediyor. Cahil bir ana babadan dünyaya gelmenin bedeli ve cezası mı bu? Modern dünyada çocukların hakları bu tür insanların eline mi bırakılıyor? Bu olmaz, böyle bir şey kesin olarak olmaz. Kamu görevlilerimizin, devletin, Meclisin görevlerinin başında, insan haklarına ve çocuk haklarına sahip çıkması gerekiyor. İnsan haklarına saygılı olmak istiyorsak, çağdaş bir toplum olmak istiyorsak, sadece sınır birliği ve görünümüyle Avrupalı olmak istemiyorsak "çocuk istismarı" tanımını yerine oturtmak ve yaptırımlarını yaşama geçirmek zorundayız. Her ceza çeken kendisini mağdur olarak ilan eder, bunu suçu işlerken düşünmek zorundadır, suçu işleyip de mağduriyet edebiyatıyla bazı şeyleri mazur göstermek mümkün değildir. Biz bunu başaramadığımız zaman aslında ne yaptığımız siyasetin ne de kurduğumuz toplumsal organizasyonların hiçbir değeri olmaz değerli arkadaşlar. Oscar Wilde çocuk istismarcılarına karşı ailenin gereken desteği vermemesi yani çocuklarını koruyamaması olayına karşı şöyle bir değerleme yapar: "Çocuklar, anne ve babalarını severek yaşama başlarlar. Bir süre sonra onları yargılarlar ve nadiren de onları affederler."

Değerli arkadaşlar, son olarak -süremi biraz geçtim ama- şu cümleyle bitirmek istiyorum konuşmamı, Aristo der ki: "'Adalet' kavramı, bütün diğer faziletleri içine alan ve yasalara uyumla ortaya çıkan en tamamlanmamış ve en mükemmel fazilettir." En tamamlanmamış ve en mükemmel fazilettir. Değerli arkadaşlar, bu fazilette çocuk istismarcılarının suçlarının affı yoktur. İstismara uğramış çocuğu işkenceci sapığa teslim etmek de yoktur. Çocuğa taciz eden suç işlemiştir. Bu toplum, bu suçları yok edene kadar, bu cezalandırmaları yapmak zorundadır. Dolayısıyla, kesinlikle ve kesinlikle bu suçu bırakın meşrulaştırmayı, bunu çağrıştıracak herhangi bir düzenlemeye bile tahammülü yoktur.

Sayın Bakan, biraz önce yaptığı adalet saraylarının büyüklüğünden bahsetti. Sayın Bakan, adalet binalarda dağıtılmıyor, bağımsız yargıda ve vicdanlarda dağıtılıyor.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.