| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733) ve Sayıştay tezkereleri a) Adalet Bakanlığı b) Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu c) Türkiye Adalet Akademisi ç) Anayasa Mahkemesi d) Yargıtay e) Danıştay f) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 22 .11.2016 |
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun çok saygıdeğer üyeleri; bugün sabahtan beri Komisyonumuzda Adalet Bakanlığımızın ve ilgili kurum, kuruluşların bütçeleri, yüksek yargının bütçeleri müzakere edildi. Komisyonumuzun çok değerli üyeleri önemli eleştiriler, önemli öneriler gündeme getirdiler. Biz, dile getirilen bütün eleştiri ve önerilerden bundan sonraki çalışmalarımızda istifade edeceğimizi buradan ifade etmek isteriz. Ben bu vesileyle bütçemize katkı veren bütün Komisyon üyelerine ve Divana ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum.
Tabii, hem soru-cevap kısmında sorular soruldu hem de değerlendirme yapılırken yargıyla ilgili pek çok konu dile getirildi. Eğer arkadaşlarım da müsaade ederlerse hem sorulara hem de bu genel eleştirilere toplu cevap içerisinde yer vermek istiyorum.
Yargıya güven konusu ve yargı hizmetlerine memnuniyet konusu gerçekten hepimizin üzerinde hassasiyetle durduğu bir konu. Hepimiz arzu ediyoruz ki yargıdan memnuniyet de, yargıya güven de en iyi noktada olsun, Bakanlığımızın çalışmaları da bu amacı gerçekleştirmek içindir. Ama, yargının durumunun diğer hizmetlerden biraz farklı olduğunu Komisyonumuzun saygıdeğer üyelerine bir kez daha ifade etmekte fayda görüyorum.
Zira, bir cumhuriyet savcılığına vatandaşımız şikâyette bulunduğunda veya herhangi bir mahkemede dava açtığında veya ceza davası açıldığında sonuç itibarıyla yargılama devam ediyor ve bir karar veriliyor. Kararların hepsinde yarısı kaybediyor. Memnuniyet kaybedenler bakımından doğal olarak oluşmuyor; yarısı kazanıyor ama kazananlar da istediği gibi kazanamıyor, belki beklentisinin altında kazanıyor. O nedenle, yargı hizmetlerinden memnuniyet verilerinin diğer hizmetlerden memnuniyet verileriyle aynı kefeye konularak tartışılması, o açıdan yargıya bir haksızlık olduğunu düşünüyorum, bunu buradan ifade etmek isterim. Ama, gönül istiyor ki tabii, istatistiklerimiz daha iyi olsun buna rağmen. Fakat, şu anda 2015 yılı TÜİK verilerine göre baktığımızda, yargı hizmetlerinden memnuniyet oranı 50,4 yani yarısının kaybettiği, kazananın da dilediği gibi kazanamadığı bir alanda veya eleştiri yaptığı bir alanda olan durum. Tabii, yargıya güven... Ha, bu rakama baktığınızda, geriye dönük gittiğimde, 2009 yılında yargı hizmetlerinden memnuniyet 38,7; 2010'da 37,2; 2011'de 38,9. Baktığınızda aşağıdan yukarıya doğru artan bir trendin de olduğunu görüyoruz ama bu trendin daha da yukarı çekilmesi elbette bizim en büyük dileğimizdir, zaten onun için çalışıyoruz.
Yargıya güvene gelince... Esasında bu, yargı hizmetlerinin, yargıya işi düşsün düşmesin, toplumun genelinde oluşturduğu algıyı ölçen bir şeydir. Adalete güveniyor musunuz, yargıya güveniyor musunuz? Mahkemenin kapısına hiç gitmeseniz dahi vatandaşımızın bu konudaki kanaati, giden gitmeyen karışık, Yargıya Güven Endeksi'ni ortaya çıkarıyor. Tabii, burada da yargıya dönük çok ciddi eleştiriler yapılıyor yani bugün yargı kadar eleştirilen -hem siyaset tarafından hem Meclis tarafından hem medya tarafından hem işi düşen vatandaşlar tarafından- herhâlde ikinci bir kurum kolay kolay yok yani siyasi partilerden daha çok eleştiri yöneliyor çünkü herkesin yargıyla işi var ve herkesin yargıdan beklentisi var. Sonuçta bir karar veriliyor, kararın canını acıttıkları var, istedikleri neticeyi alamayanlar var. Bu nedenle de Yargıya Güven Endeksi daha düşük cereyan ediyor ama biz Yargıya Güven Endeksi'ni de artırmak bakımından ciddi çalışmalar yaptık, yapmaya devam ediyoruz. Bir defa yargılama sürelerinin kısa olması, makul sürede yargılamanın tamamlanması, adaletin gecikmesinin önlenmesi gibi konularda ciddi çalışmalar yapıyoruz. Bir yandan Yargıtay, Danıştay üzerindeki iş yükünü azaltırken, öte yandan alternatif uyuşmazlık çözüm yollarını hukukumuza kazandırırken, hukukumuz içerisinde olan alternatif çözüm yollarını daha da etkinleştirmeye çalışırken, kapsamını genişletmeye çalışırken, pek çok başka attığımız diğer adımlarla da bu alanda makul sürede yargılamayı gerçekleştirmek için ciddi adımlar attığımızı, atmaya devam ettiğimizi ifade etmek isterim.
Tabii, istinaf mahkemeleri bu açıdan çok büyük bir görev ifa edecektir. Gerçekten, istinaf mahkemelerinin ilk derece mahkemelerinin verdiği kararları, baktığı dosyaları esasında ilk derece mahkemesi gibi ayrı bir heyet tarafından ayrı bir gözle incelemesi, sadece hukuksal denetim değil, vaka denetimi yapması ve dosyanın esasına girerek karar verecek bir nitelikte olması, aynı konunun bağımsız ve tarafsız diğer bir mahkeme tarafından incelenmesi kararlardaki isabet oranını da daha yüksek noktaya taşıyacaktır. Bu da son derece önemli bir görev ifa edecektir. Yargıtay ve Danıştayımızın görev alanını da aşarak vaka denetimi yapmak zorunda kaldığı durumdan çıkıp tamamen hukuksal denetim yapan bir mahkemeye dönmesi de... Ben eminim ki bu da ayrıca Yargıtay ve Danıştayımızın yol gösterici ve içtihat istikrarını da sağlayarak ilk derece mahkemeleri ile istinaf mahkemelerinin doğru karar vermelerine daha büyük katkı sağlayacağına yürekten inanıyorum.
Tabii, HSYK'nın aldığı kararlar son derece önemli. HSYK, bildiğiniz gibi, yargı içerisinde görev yapan bazı hâkim ve savcıların meslekten el çektirmelerine karar verdi. Bildiğiniz gibi, konuşmamda da ben açıkça ifade ettim, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Eğer bu olmazsa hukuk devletinden bahsedemeyiz. Hâkim ve savcıların da hukuk devletinin gerekleri olan teminatla donatılması son derece önemli. Anayasa'mız bu teminatı da koymuş ancak maalesef, yargı içerisinde görev yapan bazı hâkim ve savcıların, hepimizin de yakından şahit olduğu ve ortaya çıkan bütün çıplaklığıyla gördüğü gibi, bir terör örgütüyle üyelik, irtibat ve iltisak içerisinde olduğu çok net ortaya çıktı. Ortaya çıkan ifadelerde de yüksek yargıya üye seçimi dâhil, Yargıtayda, Danıştayda, ilk derecede görüşülecek önemli dosyalarla ilgili nasıl kararlar alındığına, ön incelemenin nasıl yapıldığına, Pensilvanya'yla nasıl istişare yapıldığına dair pek çok itiraflar da var. Esasında, HSYK'nın ihraç yolunda aldığı kararlar, yargının içerisinde milletin yargıcı olma, milletin savcısı olma vasfını kaybetmiş, tarafsızlık ve bağımsızlık niteliğini kaybetmiş olanların meslekten uzaklaştırılmalarının da bu anlamda yargıya güveni inşa bakımından son derece önemli bir adım olduğunu ifade etmek isterim.
HSYK'nın şu ana kadar görevden uzaklaştırdığı hâkim ve savcı sayısı 3.698. 667 sayılı KHK kapsamında meslekten çıkarılanlar... Bunların içinde 3,659'u KHK kapsamında ama bir kısmı da daha önceden ihraç yapılmış. Görevden uzaklaştırılması kaldırılarak tekrar göreve iade edilen de 198 hâkim ve savcı vardır, görevden uzaklaştırılıp hakkındaki inceleme devam eden de 14 kişi bulunmaktadır. Bu kapsamda şu ana kadar hakkında işlem yapılan kişi sayısı 3.871 olmuştur.
Burada bir hususun altını özellikle çizmekte fayda görüyorum: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri bugüne kadar aldığı meslekten uzaklaştırma kararlarının tamamını oy birliğiyle almıştır. Herhangi bir üyenin bir kişiyle ilgili şüphesi varsa, mesleğin vakarını, onurunu taşıdığına ve tarafsızlık, bağımsızlık vasfını yitirmediğine inanılıyorsa bunlar kesinlikle ihraç kararları içerisinde yer almamıştır ve oy birliğiyle alınmıştır. Bu noktada en sağlıklı incelemeyi yapan yerlerden birinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu olduğunu burada ifade etmekte fayda görüyorum. Tabii, hem Yargıtayda hem Danıştayda hem de Anayasa Mahkemesinde bu konuda ihraçlar var, bunlar da onların değerlendirmeleriyle yapılmıştır. Oradaki bütün rakamları açıklayıp fazla zamanınızı almak istemem ama bu ihraçlarla ilgili hususta gerçekten büyük bir titizlikle çalışıldığını, kimsenin hakkını zedelemeden, işin esası neyse, doğru olan neyse ona göre, KHK'nın verdiği, Anayasa'mızın verdiği yetkiler neyse o çerçevede bir hareket yapıldığını ifade etmek isterim, çalışma yapıldığını ifade etmek isterim. Kamuoyunda "Ben neden atıldığımı bilmiyorum." diye yapılan açıklamaların hiçbiri gerçeği yansıtmamaktadır çünkü herkes kendisine hangi konuda işlem yapıldığını gayet iyi bilmektedir, burada herhangi bir bilgisizlik söz konusu değildir. Bunu da özellikle ifade etmek isterim.
Tabii, bu meslekten uzaklaştırmalar yargıda bir boşluğa yol açmasın diye de daha önce staja başlamış olan hâkim ve savcıların staj süreleri kısaltıldı, mesleğe kabulleri yapıldı ve şu anda 3.939 hâkim ve savcı da mesleğe kabul edilerek mesleklerine başlamış oldular, onlar da görevlerini sürdürüyorlar. Yargıda bir boşluk olmaması bakımından son derece önemli.
Tabii, idam tartışmalarına gelince... Türkiye'de idamın tartışılıyor olmasını anormal karşılamamak lazım çünkü neticede Türkiye demokratik bir hukuk devletidir, idamı isteyenler olacağı gibi, istemeyenler de olacaktır; isteyenler gerekçelerini ifade edebilecekleri gibi, istemeyenler de gerekçelerini ifade edecek ve bir tartışma ortamı oluşacak, toplum bu tartışmaları değerlendirecek, Parlamento bu tartışmaları değerlendirecek ve sonuçta bu tartışmalar bir noktaya varacaktır.
Avrupa Birliğine tam üyelik sürecinde Türkiye'nin attığı adımlar son derece önemli. Türkiye bu adımları atmaya elbette devam edecektir ama dışımızdaki ülkelerin Türkiye'nin içinde yürüyen bir tartışmadan rahatsız olmasını da anlamakta zorlanıyorum çünkü Türkiye egemen bir ülkedir ve Türk vatandaşlarının hepsi de özgürlüğe sahiptir, her konuyu özgürce tartışabilirler. Almanya'da bir konunun tartışması bizi ilgilendiriyor mu? İlgilendirmiyor. Fransa'daki bir konu ilgilendiriyor mu? İlgilendirmiyor. Hele o ülkenin doğrudan iç işiyle ilgili olan bir konuysa bizi hiç ilgilendirmiyor ama ne gariptir ki Türkiye'nin kendi içerisinde tartıştığı bir konunun tartışılmasından bile AB üyesi ülkelerin rahatsız olduğunu, pek çok kişinin açıklama yaptığını görüyoruz. İfade hürriyetiyse Türkiye'nin Parlamentosunun, Türkiye'nin siyasetinin, Türkiye'deki akademisyenlerin, herkesin ifade hürriyeti var. Bunun tartışılmasından rahatsız olmamak lazım ama netice ortaya çıktığı zaman, diyelim ki geldi Anayasa değişikliği, Komisyondan geçti, Parlamentodan geçti, o zaman dersiniz ki "Bizim şartlarımız bu, siz bizimle beraber olmak istiyorsanız bizim şartlarımız bu." diye değerlendirmeyi yapma hakkınız olur ama şu anda tartışmalar devam ediyor. Bu tartışmaların nasıl neticeleneceğini hep beraber göreceğiz çünkü bu, Anayasa değişikliği yapılmadan gerçekleştirilecek bir konu değildir, bence tartışılmasından da bunun rahatsız olmamak lazım. Türkiye demokratik ve özgür bir ülkedir, her şey özgürce tartışılmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kanunun izin vermediği yaşta evlenen ailelerin mağduriyetlerinin giderilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülen kanun tasarısına bir geçici madde eklendi. Esasında, buradaki niyet çok net, çok açık ama büyük tartışmalar oldu ve bu tartışmalar çerçevesinde konu Komisyona çekildi, eklenen fıkra Komisyonda da yarın madde metninden çıkarılacak ve tasarı bu fıkra olmaksızın yasalaşacaktır. Burada bir hususun altını özellikle çizmek istiyorum: Biz AK PARTİ hükûmetleri olarak erken yaşta evliliklere karşıyız ve bu konuda çok ciddi adımlar attık, çok önemli değişiklikler yaptık. Belki de cumhuriyet tarihinde bu alanda en önemli reformları yapan Hükûmet biziz. İzniniz olursa birkaç örnek vermek istiyorum.
Eski Medeni Kanun'umuzda 14 yaşını bitirmiş olan bir kadının evlenmesine müsaade edilebiliyordu mahkeme kararıyla ve 1 Ocak 2002'de yürürlüğe giren yeni Medeni Kanun'umuzda 16 yaşını doldurmuş yani 17'den gün almış olan kişiler mahkeme kararıyla evlenebiliyor, 18'den gün almış kişiler velilerinin muvafakatiyle evlenebiliyor, 18'ini doldurmuş kişiler ise kendi rızalarıyla evlenebiliyor. Bizim ceza mevzuatımız da bu düzenlemeyle uyumlu bir nokta arz ediyordu. Bakın, orada da biz önemli değişiklikler yaptık. Bildiğiniz gibi, Türk Ceza Kanunu'nda eş, kız kardeş ve fürudan birini öldürenler bakımından cezayı önemli ölçüde azaltan özel ağır tahrik düzenlemesi vardı, yeni Ceza Kanunu'yla biz bunu yürürlükten kaldırdık. Öldürme fiili anası tarafından şerefini kurtarmak saikiyle yeni doğmuş bulunan çocuğa karşı işlenirse faile sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis cezası veriyoruz yani namus saikiyle kendi öz evladını, masum bir çocuğu öldürmeyi âdeta ödüllendiren bir düzenleme vardı, şimdi biz bunu ne yaptık? Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına getirdik, burada da son derece önemli bir radikal değişikliği yaptık.
Türk Ceza Kanunu 82'nci maddesinde alt soya yapılan öldürme fiilleri ağırlaştırılmış müebbet gerektiriyordu. Biz, töre saikiyle işlenen cinayetler, sadece üst soy, alt soya değil eşe ve kardeşe karşı da yapıldığı için eş ve kardeşi de bu kanun kapsamına aldık. Töre saikiyle cinayet işlenmesini de yine kanuna koyduk ve bunları da en ağır yaptırım olan ağırlaştırılmış müebbet hapse bağladık.
Yine, Türk Ceza Kanunu'nda bu suçlar "Adabı Umumiye ve Nizamı Aile Aleyhine Cürümler" başlığı altında düzenleniyordu. Esasında bu büyük bir zihniyet yanlışlığını da yansıtıyor, olaya bakışı da yansıtıyordu çünkü kadına karşı işlenen cinsel saldırı ve kız çocuklarına karşı işlenen cinsel istismar suçlarını adabıumumiye ve nizamıailenin aleyhine bir cürüm olarak görüyor ve adabıumumiyeyi koruyor esasında kanun, nizamıaileyi koruyor ve o kişiyi korumuyor, onun kendi şahsiyetini korumuyordu. Yeni Ceza Kanunu'nda bu konu kişilere karşı suçlar, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar bölümü içerisinde düzenlenerek esasında çok büyük bir zihniyet değişikliğinin de burada yaşandığını ifade etmek isterim.
Öte yandan, Türk Ceza Kanunu'nda da bu suçlarla ilgili önemli ceza artırımlarını biz getirdik. Bakın, neler yaptık? Cinsel suçlarda beden ve ruh sağlığının bozulması hâlinde cezanın artırılacağına ilişkin düzenleme vardı. Tecavüze uğramış, bir de doktora gönderiyoruz ruh sağlığı bozulmuş mu bozulmamış mı? Şimdi bunu kaldırdık. Ne yaptık kaldırınca da? Bunun doğrudan ruh ve psikolojik yapısının bozulduğunu yasa koyucu kabul etti ve biz bu artırımla konacak cezayı asıl cezaya, temel cezaya yansıttık ve çocuğu koruyan önemli bir adım attık. Cinsel taciz suçunun alt sınırı üç aydı, altı aya çıkardık. Cinsel dokunulmazlığa karşı suçların sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde mağdurun yetişkin olması durumunda iki yıldan beş yıla, mağdurun çocuk olması durumunda üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası olarak düzenlendi. Bu suçta failin de çocuk olması durumunda soruşturma ve kovuşturmayı mağdurun velisinin veya vasisinin şikâyetine bağlı hâle getirdik. Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçun yoğun hareketle tasaddiyle işlenmesi hâlinde verilecek cezayı mağdurun yetişkin olması durumunda beş yıldan on yıla, mağdurun çocuk olması durumunda sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezası şeklinde düzenledik. Suçun vücuda herhangi bir organ yani cinsel istismar usulüyle işlenmesi hâlinde mağdur yetişkinse on iki yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası, eğer mağdur çocuksa on altı yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası öngördük. Suçun işlenmesini kolaylaştıran vesayet, kamu görevi, koruyucu aile, kayın hısımlı üvey baba, üvey ana, üvey evlat, evlatlık ilişkisi, yurt ve pansiyon gibi toplu olarak birlikte yaşama zorunluluğu bulunan yerlerde işlenmesi hâlinde verilecek cezanın yarı oranında da artırılmasını getirdik. On altı yıl eğer bu hâllerde işlenirse sekiz yıl daha artırılarak yirmi dört yıla çıkarılacaktır. En son Mecliste olan pakette de 12 yaşın altında olanlarla ilgili de alt cezayı on sekiz yıla çıkardık. Ensest ilişkinin cezası eski TCK'da altı aydan iki yıla kadar hapis iken biz bunu on yıldan on beş yıla kadar çıkardık ve ayrıca da bir artırım nedeni öngördük. Yine bu konuda pek çok düzenlemeler yaptık.
Şimdi, bizim eski Ceza Kanunu'muzda, daha doğrusu TCK'da 423'üncü maddemiz vardı, evlilik vaadiyle birisiyse birlikte olması hâlinde sonra vaadini tutmadığında ceza yaptırımıyla karşı karşıya kalıyordu, evlenirse ceza düşüyordu. 434'üncü maddede ise tecavüzcü evlendiği zaman dava da erteleniyor, cezanın infazı da erteleniyordu. Tecavüzcünün evlenmesini ödüllendiren bir yasa vardı. Bu iki düzenlemeyi de yürürlükten AK PARTİ hükûmetleri kaldırdı ve biz bunları tarihe havale ettik. Ne yaptık? Bir düzenleme yaptık ve bu düzenlemelerle beraber cezaları artırdık. Biz iradeyi de kaldırdık, eski Ceza Kanunu'muz 14 yaşını tamamlamış olan çocuğun iradesini varsayıyordu, biz onu da kaldırdık. Ne getirdik? 16 yaşına girmemiş çocuğun iradesini geçerli bir irade saymadık ve 16 yaşın altındaki çocuk cinsel istismara muhatap kaldığı zaman başka hiçbir şeye bakmadan mefruz bir cebrin var olduğunu kabul ettik. Eğer o yaştaki bir çocukla birlikte olunduysa bunun zor altında, cebir ve tehdit altında olduğunu yasa kabul etti ve buna göre cezaları tayin ettik ve bunların hepsini biz koyduk. Niçin koyduk? Bu konuda bir farkındalık oluşturmak, bir kültür oluşturmak, erken yaşta evliliklerin önüne geçmek, cezaları artırarak bu konuyu toplumumuzun kanayan bir yarası olmaktan çıkarmak için yaptık. Ama takdir edersiniz ki 1 Haziran 2005'e kadar 14 yaşını doldurmuş olan birisiyle evlendiğinde bir cezasızlık öngören ve 434'te de başka düzenlemeler var ve bu kanunun otuz, kırk yıl değil, yürürlüğe girdiği günden beri oluşturduğu da bir kültür var. Öte yandan toplumun gelenekleri var, öte yandan başka başka şeyler var. Biz şimdi toplumumuzun içinde olan bu realiteden koparsak o zaman da başka haksızlıklara yol açmış oluruz. Getirilen düzenleme esasında tecavüzcüleri koruyan, onlara af getiren, onları himaye eden bir düzenleme kesinlikle değildir, biz bunu anlatamadık. Toplumumuzun içerisinde yer alan bir toplumsal soruna ve bu sorundan doğan mağduriyetleri ortadan kaldırmaya dönük bir düzenlemedir.
MUSA ÇAM (İzmir) - Gecenin o saatinde olur mu Sayın Bakan ya?
NURETTİN DEMİR (Muğla)- Niye Komisyona getirmediniz?
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Toplumumuzun içerisinde yer alan bir toplumsal soruna ve bu sorundan doğan mağduriyetleri ortadan kaldırmaya dönük bir düzenlemedir. Bu düzenlemeyi niçin getirdik? Bu düzenleme bir, Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararında çok net bir şekilde toplumdaki bu gerçekliğe dikkat çekiyor, onarıcı adaletin dikkate alınmasını istiyor. Meclisin kurduğu aileyle ilgili bir araştırma komisyona raporunda o da bu konuya bir çözüm bulmasını öneriyor. CİMER'e, BİMER'e, doğrudan Bakanlığımıza, bütün siyasi partilere, ailelerin ulaştırdığı mağduriyetler var, Aile Bakanlığının mağduriyetleri var. E, biz siyaset yapıyoruz, toplumda bir sorun varsa bu soruna sağır kalamayız ki, o zaman bakıyoruz nedir bu sorun diye ve bu soruna çözüm arıyoruz. Yaptığımız şey, esasında Anayasa Mahkememizin, aile araştırma komisyonumuzun ve vatandaşlardan gelen talepler doğrultusunda bu konuya bir çözüm bulmaktır. Kesinlikle çok net söylüyorum, tecavüzcülere bir imkân vermek, evlenerek suçtan ve cezadan kurtarmak için getirilmiş bir düzenleme değildir. Bu düzenleme eğer yasalaşmış olsaydı asla bir tecavüzcünün yararlanması mümkün değildir, olmayacaktır ama biz Hükûmet olarak toplumdan gelen her türlü eleştiri ve önerilere büyük değer veriyoruz.
Bu düzenlemenin yapılması, toplumun bir kesiminden gelen bir talebi, bir mağduriyeti çözmek içindi ama toplumumuz bu konuda farklı bir yaklaşım ortaya koyduğu için biz de ne yaptık? Milletin sesine kulak verdik ve bu tasarıyı Komisyona çektik. Komisyonda da tasarı metninden bu fıkra çıkacak ve eski hâliyle geçecek. Eğer ileride siyasi partiler bu konuda geniş bir konsensüs sağlarlarsa, birlikte bir hareket yolu bulurlarsa yeniden gündeme gelebilir ama onun dışında bu konu artık kapanmıştır. Bunu buradan ifade etmek isterim. Burada gerçekten iyi niyetle yapılan bir işten çok olumsuz sonuçlar çıktı, bundan da üzüntümü burada ifade etmek isterim. Çünkü ben Adalet Bakanı olarak küçük yaştaki evlilikleri savunan birisi değilim. İki AK PARTİ Hükûmeti, demin verdiğim izahatta da anlaşıldığı gibi, erken yaşta evlilikleri önlemek için Cumhuriyet Dönemi'nin en önemli düzenlemelerini yapan bir iktidardır. Bu konuda bizden daha etkin ve netice alıcı düzenleme hiç yapılmadı. On iki yıllık eğitimi de biz bu maksatla getirdik. Başka gerekçeleri de var ama bir gerekçesi de budur. Bunu da buradan özellikle ifade etmek isterim.
Bir başka konu, cezaevleriyle ilgili Sayın Kuşoğlu söylediler: "Bir yazı gitti mi?" Bizim cezaevleriyle ilgili bir yazı gitmiş, şu anda elimde o yazı. Ama tabii, bu yazılar bizim sürekli gönderdiğimiz yazılar esasında. FETÖ'yle irtibatlı olduğu için gündemde yer buluyor çünkü herhangi bir güvenlik riski, bir istihbarat, başka şeyler geldiği zaman biz rutin olarak iç şeyimizde buna dair şeylerde çalışanlarımızı uyarıyoruz: Tedbir alın, böyle bir istihbarat var. Bu istihbarat doğru çıkmayabilir ama yüzde 1 ihtimal de varsa ona karşı bizim tedbir almamız bizim vazifemizdir.
Şunu bu vesileyle ifade etmek isterim ki: Fetullahçı terör örgütü cezaevlerinde ve cezaevlerinin dışarısında rüyalar üzerinden bir propaganda yapıyor. Yani bir gün rüyaya Peygamberimiz geliyor, daha doğrusu cezaevine geliyor bir anlattıklarına göre, bayram namazı kıldırıyor. Silivri'de Hazreti Yusuf'u indiriyorlar, o orada bayram namazı kıldırıyor. "Biz görmedik." falan deyince de ondan sonra "Sizin imanınızda zayıflık var, ben gördüm." diyor, örgütün has elemanı öyle diyor. Şimdi, bir rüyasında, seçim süreci öncesinde bir başka rüyada, çok ilginçtir, şimdi, "Zulüm var." diyor, zulümden şikâyet ediyor. "Sonra kendimi bir konferans salonunda buldum. Bir bayan var, ona gittim, derdimi anlattım, bizi dinledi, sonra dedi ki: 'Ben size yardımcı olacağım. Ne zaman isterseniz beni arayın, işte bu benim kartım." dedi. Arkasından da 'Ben ABD Başkanıyım.' dedi" diyor. Şimdi, bu seçimden önce ama şimdi seçimden sonra da yeni seçilmiş Sayın Başkan Trump'ı cenaze namazı kıldırmaya getirmişler, bir rüyada da o gözüküyor ve rüyalarında sürekli bir şekilde "Yarın şu olacak, öbür gün bu olacak." Ayın 18'i bu rüyalarla cezaevinde yayınlanan şeydir, ayın 22'si öyledir, yine eylülün içi, ekimin başı. Hatta o rüyalardan birkaçını daha söyleyeyim izniniz olursa, diyor ki onlardan bir tanesi: "Üçüncü dünya savaşı çıkacak. Rusya ile Amerika savaşacak, üçüncü dünya savaşı çıkacak ve biz buradan hemen kurtulacağız. Allah'tan buraya girdik, bu savaşta yoksa dışarıda telef olurduk. Allah bizi korumuş." Bir başkası başka bir şey diyor: "DEAŞ militanları 3 bin-5 bin kişiyi içeri sokmuş, Kürtlere saldıracaklar, Kürt Türk savaşa çıkacak, bomba patlar patlamaz eve girin, üç gün dışarı çıkmayın." Ayın 22'sinde, ayın 23'ünde herkes dışarıda ve bunlar acayip bir şekilde yayılıyor ve de çok ilginç bir husus var, o da şu: 100 tane rüya anlatsa veya rüya dışında beklenti doğuracak laf söylese, 100'ü de yalan çıkmış olsa 101'inciyi söylediğinde "Yahu 100 tane dedin, 100'ü de yalan çıktı, 101'inciye niye inanayım?" demiyorlar, 101'inciye de inanıyorlar. Çok ilginç bir yapı var, bu son derece önemli.
Tabii, cezaevlerine uçaksavar koyduk mu? Koyduk. Eskiden Türkiye'nin hiçbir yerinde de bu yoktu. Darbe gecesi olduğu zaman biz bunu çok çıplak yaşadık. Meclise helikopterle saldırıyorlar, indirme yapmaya kalktılar gece, aşağıda helikoptere karşı Meclisi koruyacak bir şey yok. F16 savaş uçakları yukarıdan bomba atıyor, Meclisi koruyacak bir şey yok. Külliyeyi bombaladılar, orada yok; Başbakanlığa gittik, Başbakanlıkta yok. Gelişmiş demokrasilerde olmaz bu ama darbe teşebbüsü olduğu zaman nereyi alacak? Meclisi alacak, Cumhurbaşkanlığını alacak ve Başbakanlığı alacak, diğer yerleri alacak. Şimdi, bu yerlerin kendini koruyan bir güvenlik mekanizması, güvenlikçinin belindeki silahtan başka hiçbir şey yok ama şimdi hem Külliyede hem Mecliste hem Cumhurbaşkanlığında hem de devletin önemli bütün birimlerinin hepsinde içeriden veya dışarıdan terör örgütlerinden ne saikle olursa olsun gelecek her türlü saldırıya karşı buralar gerekli şekilde donatıldı. Bu bir nokta da onun için konulmuş bir şeydir. Böyle bir ihtimal olur mu? İnşallah olmaz, biz olmaması için uğraşıyoruz zaten ama oralarda çok sayıda insan kalıyor. Onların can emniyeti bizden sorulur. Biz birtakım şeyler çıktığı zaman bunlarla ilgili elbette tedbirleri alacağız, tedbirlerimizi artıracağız. Bu normal bir şeydir.
Yüksek Seçim Kuruluyla ilgili konuya gelince, Yüksek Seçim Kurulunun bütçesi bizim Bakanlığın bütçesi içerisinde ama sadece adı geçiyor burada; onun dışındaki bütün harcamaları onlar kendileri yapıyor, bizden vize ve onay almıyorlar. Ama daha ilginç bir durum var: Şu anda Türkiye Yüksek Seçim Kurulunun bir teşkilat kanunu yok, teşkilat kanunu olmayan bir Yüksek Seçim Kurulumuz var. Şimdi, hiçbir şey yok, personelle ilgili de bir şey yok. Şu anda biz Bakanlık olarak Yüksek Seçim Kuruluyla beraber bir Yüksek Seçim Kurulu teşkilat kanunu çalışması yürütüyoruz. Esasında 24'üncü Dönemde biz başlamıştık ama araya giren seçimler nedeniyle... Hatta orada partilerin Yüksek Seçim Kurulunda temsilcileri var, onların da katkıları oldu. Şimdi biz Bakanlık olarak üzerinde çalışıyoruz ve bu çalışmayı önümüzdeki günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunacağız ve orada seçim müdürlerinin hukuk fakültesi mezunu olması şartını getiriyoruz, müdür yardımcıları da hukuk fakültesi mezunu olacak. Seçim müdürleri için rotasyon getiriyoruz. Bir seçim müdürü aynı yerde iki defa seçim yapmayacak. Herkes rotasyona tabi olacak ve orada bir teşkilatta neler lazımsa onları da kuran düzenlemeler var. Son aşamaya geldik. Biz bunları Meclisin gündemine getireceğiz. Bunu özellikle buradan hatırlatmak isterim. Bütçe meselesini de onun içerisinde çözüyoruz. O kanundan sonra...
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Uyuşmazlık Mahkemesi ve Adli Tıp Kurumu da aynı statüde.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Şimdi, onlar için de kanunlar gerekiyor. Onlara da bakacağız, tamam mı? Ama YSK'yı bu teşkilat kanunun içerisinde tamamıyla çözdüğümüzü ve bu konuyu... Önümüzdeki dönemde, YSK'nın -burada da şu anda temsilcisi var ama- bu önde oturan heyet gibi müstakil, ayrı bir bütçenin sahibi olarak inşallah burada oturması için biz elimizden geleni yapacağız ve bu çalışmaları sürdüreceğiz.
Tabii, Adalet Akademisiyle alakalı, "Tazminatlarda problem var." dendi ama böyle bir problem kesinlikle yoktur. Onu oradan özellikle ifade edeyim.
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Sayıştay raporu öyle diyor.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Akademide yok, kıdem tazminatı işçilerle ilgili...
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Kayıtları yok. Sayıştay raporunda var Sayın Bakanım.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Ona da baktıracağım. Yani şu anda bizim Akademi...
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Ben söylemedim yani Sayışta raporu kıdem tazminatı hesabının var olmadığını söylüyor. Size Sayıştay raporunu vereyim.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Şimdi, onlar diyor ki: "Ödenmiş ama bütçede, bu, açık kalem olarak gösterilmiyor. Açık kalem olarak orada gösterin." Yoksa bizde kıdem tazminatını almayan kimse yok. Varsa isimleri siz bize verin, ben baktıracağım.
Erzurum Eğitim Merkezi 2017'nin programında yok ama 2018'de inşallah onun üzerinde duracağız.
Kars kesimhane konusu: Kars'ta şu anda 2016 Aralık ayı içerisinde ihalesini yapıyoruz yani önümüzdeki ay ihaleye çıkıyoruz.
Tokat Erbaa Adliyesi 2016'nın Aralığında ihaleye çıkıyor. Tarihi de Kadim Bey biliyor ve aynı şekilde Tokat Adliyesinin ek binasının da gene 2016'nın Aralığında ihalesini yapacağımızı ifade etmek isterim.
Tabii, bu yargılamanın iadesi konusu, FETÖ'cü olduğu gerekçesiyle meslekten uzaklaştırılanlarla ilgili pek çok yerde dile getiriliyor. Burada şöyle bir sorun var: Şimdi, bütün dosyaların içerisinde bunların verdiği kararların tek tek ne kadar doğru, ne kadar eğri olduğunu bizim bilme imkânımız yok. Milyonlarca dosya, belki on milyonlarca dosya... Eğer biz bir yasal düzenlemeyle böyle bir yol açarsak, o zaman -şu anda gelen yine milyonlarca dosya var- bir yandan eski dosyaların tamamı yeniden açılacak. Bu bir hukuk kaosuna yol açar, yargı kaosuna yol açar. Yargı bunun altından kalkamaz. Şu anda bizim sistemimizde bunu sağlayacak bir mekanizma var mı? Bana göre var. Tabii, hukukçuların bunu ayrıca tartışması lazım. Bir defa, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yolu var. Bireysel başvurunun başladığı tarihten sonra o yol bu tür konulardaki imkânı sağlayabilir eğer Anayasa Mahkemesi karar verirse. Karar vermezse zaten kararda isabet var demektir.
Yine, Ceza Muhakemesi Kanunu'yla Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda da benzer düzenlemeler var. Yani hükme katılmış olan hâkimlerden biri, hükümlünün neden olduğu kusur dışında, aleyhine ceza kovuşturmasını veya bir cezayla mahkûmiyetini gerektirecek biçimde görevlerini yapmakta kusur etmiş ise bunun üzerinden belki bakacaktır ona iade talep edildiğinde mahkeme, böyle bir şey var mı, yok mu, ona göre karar verecektir. Ama otomatik olarak bütün dosyaları, biz kanun düzenleyerek bu yolu açarım dersek, burada hepiniz hukuku biliyorsunuz, hukuk fakültesi mezunu olmasanız dahi bunun doğuracağı hukuk kaosunu eminim herkes bilir. Bence şu andaki yasal durum bu konudaki sorunu çözmeye yetmektedir. Bunu ifade etmek isterim.
Manavgat'ta cezaevi yeri olarak gösterilen kısım var ama üç yer gösterilmiş, henüz bir karar verilmemiş. Sayın Vekilimizin dile getirdiği hassasiyet burada dikkate alınacaktır.
2015-2017 yılı içerisinde Adalet Bakanlığı olarak yaklaşık 16 bin yeni personel alımı yapacağız yani bunlardan kastım, icra kâtibi, zabıt kâtibi, mübaşir, teknisyen, şoför, kaloriferci, infaz koruma memuru, infaz koruma kâtibi gibi şeyler ve de hâkim, savcı alımı dâhil, 16 bin civarında alım yapılacaktır. Son çıkarılan KHK'yla biz, uzman çavuşlar ve uzman erbaşlardan iki yıl çalıştıktan sonra görevden ayrılanların gardiyan olarak mesleğe alımı konusunda bir hüküm koyduk. Önümüzdeki günlerde bununla ilgili bir ilana çıkacağız. 35 yaşını doldurmamış ve olanlar arasından bunun seçimi yapılacak. Zannedersem ilk ilanda bunlardan 5 bin kişi alacağız. Büyük bir ihtimalle aralık ayı içerisinde bunun ilanını yapacağız. Bunun da son derece önemli olduğunu ifade etmek isterim.
Tabii, bir başka konu cezaevleriyle ilgili denetim konusu. Burada arkadaşlarımız dile getirdiler. Cezaevlerinde çok net bir şekilde uluslararası denetim yapıldığı gibi ulusal denetim yapma imkânı da söz konusudur. Uluslararası denetim mekanizmaları Avrupa İşkenceyi Önleme Örgütü, Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Komitesi, ikisi de geldi. Avrupa İşkenceyi Önleme Örgütü geldi, bizzat ben de kendileriyle görüştüm. Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Komitesinin önceki üyesi görev süresi dolarken gelmek istedi ama o, tam o olayların, darbe teşebbüsünün hemen arkasıydı, yoğunluk vardı, biz "Biraz sonra gelin." dedik. Yeni gelen üye geldi, cezaevlerinde gerekli ziyaretleri yaptı, denetimleri yaptı, gitti. Ayrıca Türkiye'de ulusal denetim mekanizmalarımız var, bağımsız izleme kurulları var, adalet müfettişleri var, cezaevi kontrolörleri var, TBMM İnsan Haklarını İzleme Komisyonu var, ceza infaz kurumu savcısı ve ilgili cumhuriyet başsavcısı var, İnsan Hakları Kurumu denetimi var, kamu denetçisinin denetimi var, milletvekillerimiz sürekli ziyaret yapabiliyorlar.
Burada şunun altını özellikle çizmekte fayda görüyorum: Türkiye cezaevlerinde kötü muamele ve işkenceye sıfır tolerans uygulanmaktadır. Ben cezaevlerimizle ilgili son günlerde özellikle FETÖ ve PKK iş birliğiyle başlatılan, dışarıda pişirilip Türkiye'nin içerisine de aktarılan bir algı operasyonu üzerinde durmak istiyorum. Diyorlar ki: "Türkiye cezaevlerinde kötü muamele var, işkence var." Ben de diyorum ki: "Nerede var, söyleyin. Kime yapılmış, onu da söyleyin. Ne zaman yapılmış, onu da söyleyin. Nasıl yapılmış, onu da söyleyin. Yok, söyleyemiyorsak yerini söyleyin, ismini söyleyin, biz üzerine gidelim. Eğer üzerine gitmez, bunu yapan kişilere gerekli müeyyideleri uygulamazsak o zaman deyin ki: 'Türkiye burada tolerans gösteriyor, bu işi himaye ediyor.'" Ben onun için çok net söylüyorum, CPT geldiğinde de dedim. Onlar "Biz gizli çalışıyoruz, biliyorsunuz." dedi. Ben "Biliyorum." dedim. Ama sizin dediğiniz gibi -o bazı örnekler söyledi- şey varsa ben bundan Türkiye olarak rahatsız olurum. Bana bunun ismini verin, gayriresmî verin, ben bunun üzerine gideyim. Şikâyet etsinler...
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Bakan, komutanların dayak yemiş hâlde fotoğraflarını, videolarını yayınladınız, Türkiye'yi zora siz soktunuz. Hiç gerek yoktu. Gerek var mıydı bunlara?
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Bakın, bir şey söylüyorum, şikâyet etsinler, size bunu birisi diyorsa, cumhuriyet savcılıklarımız orada, şikâyet etsinler, size dilekçe versinler, Meclise versinler, başka yere versinler ama dilekçe vermiyor, şikâyet etmiyor, isim vermiyor, yer söylemiyor, ben "Böyle bir şey yok." dediğimde "Yok, var." diyor. Yahu, varsa, benim üzerine gitme imkânım var, verin gidelim üzerine, yargı gitsin. Ona da... Böyle bir şeyin aslı yoksa benim aslının olmadığını ortaya koymam lazım, bana bunun aslının olmadığını ispat etme fırsatı da vermiyorlar.
Biz ne yaptık bunun üzerine? Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü bünyesinde bu tür haberlerin tamamını yakından takip eden bir birim oluşturduk. Basında ne çıkıyorsa onu takip ediyorlar, mümkünse aynı saat içerisinde, değilse de bilgiyi, doğru bilgiyi temin ettikten çok kısa bir süre sonra o bilgiyi temin ederek kamuoyuyla paylaşıyorlar. Eğer bir asıl varsa onunla ilgili idari tahkikat başlattığımızı da söylüyoruz; bir emare, bir şüphe varsa başlatıyoruz. Tahkikatın sonucunu da daha sonra mutlaka ortaya koyuyoruz. Ayrıca, vatandaş ihbar hattı da oluşturduk. Bu noktada da vatandaşlarımızdan gelen ihbarlar üzerinde de durduğumuzu ve bunların gereğini yaptığımızı da buradan açık bir şekilde ifade etmek isterim.
Tabii, öte yandan, bu FETÖ soruşturmalarıyla ilgili tutuklu sayıları üzerinde arkadaşlarımızın soruları oldu. İzniniz olursa onlara ilişkin rakamları da paylaşmak isterim.
Şu anda darbe teşebbüsü soruşturmaları kapsamında -tabii, bunların tam ayrımı da yapılmış değil ama- şunu söyleyelim: 1.121 gözaltı var; yakalama kararı verilmiş ama yakalanmamış, aranan 4.365 kişi var. Bunların dağılımını şöyle vereyim: 96'sı asker bunlardan. Kimler kaçak, hani onu merak eden olursa, yani asker bir çoğunluk yok, 96 kişi. 210 polis; 1 vali; 3 vali yardımcısı; 3 kaymakam; 4.052 kişinin de diğer mesleklere mensup kişiler olduğunu söyleyebiliriz.
Cezaevlerinde şu anda buradan tutuklu 36.951 kişi var yani bu saydığım unvanlar içerisinde. Bunun 6.288'i asker, 7.516'sı polis -tabii, kendi içerisinde unvanları, sınıfları ayrı var- 19 vali, 75 vali yardımcısı, 57 kaymakam, 22.996 da diğer olmak üzere 36.951. Sonuç itibarıyla, bugüne kadar haklarında işlem yapılmış şüpheli sayısı 92.607, bunların tutuklananı 36.951.
Şimdi, hâkim, savcılarla ilgili şeye gelirsek, şu ana kadar gözaltında 1 tane hâkim var idari yargıdan. Yakalama kararı verilip de aranan 285 kişi var, arama kararı var ama henüz bulunamamış. Bunun 30'u Yargıtay üyesi, 7'si Danıştay üyesi, 248'i de adli ve idari yargı, hâkim ve savcı. Tutuklu 2.410 kişi var ve bugüne kadar toplam 3.698 şüpheliyle ilgili adli işlem yapılmıştır. Yani FETÖ soruşturmalarında -hem üyelikten hem de darbe teşebbüsünden- toplam olarak şu anda içeride 39.378 tutuklu olduğunu buradan ifade etmek isterim.
UTKU ÇAKIÖZER (Eskişehir) - Kaç gazeteci var Sayın Bakanım? Gazeteci istatistiği var mı?
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Şu anda mesleği gazeteci olanlarla ilgili rakamlar var mı? Mesleği gazeteci olanlar var, onu ben hep söylüyorum ama sizinle anlaşamıyoruz orada.
NURETTİN DEMİR (Muğla) - "Mesleği gazeteci" ne demek Sayın Bakan? Böyle bir şey var mı?
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Adamın mesleği gazeteci ama diyelim ki onların içerisinde değişik sıfatlarla muhatap olan kişiler var. Onun için biz gazeteci olarak ifade...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakanım, süreniz tamamlandı...
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - İzniniz olursa son iki şey söyleyeceğim Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Buyurunuz.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Birisi, 299'uncu madde, Cumhurbaşkanına hakaret maddesiyle ilgili uygulamalar üzerine arkadaşlarımız eleştirilerini yaptılar. Şimdi, tabii, bu maddenin uygulaması çoğaldı ama bunun ana nedenini... Hem sosyal medya üzerinden hem de diğer şeylerden Sayın Cumhurbaşkanımıza hakaret konusunda gerçekten bir kampanya yürütülüyor. Ben şimdi sizlere geçen sefer de söyledim, öyle sinkaflı şeyler var ki siz okurken yüzünüz kızarıyor. Gerçekten yani çok ağır şeyler söyleniyor, bunların hiçbirisi düşünce açıklaması değil. Eğer birisinin ölmüş annesine, babasına, eşine, kızına, kendisine sinkaf etmek düşünce açıklamasıysa bizim ona diyecek bir şeyimiz yok. Yok eğer bunlar bizim Ceza Kanunu'muz anlamında suçsa ve toplum da bunları hoş görmüyorsa bunu yapanlar yaptıkları küfürleri ifade hürriyeti olarak takdim edemezler, etmemeleri lazım. Şimdi, bunu birbirinden ayırmak gerekiyor. "Bir mesaj attı böyle oldu." diyor ama mesajın içeriği ne, onu kimse söylemiyor. Mesaj attı diye hiç kimseye işlem yapılmıyor ama bir kişinin şahsına, eşine, çocuklarına sinkaflı küfür yaptığında siz nasıl rahatsız olup hemen savcıya müracaat ediyorsanız, herhâlde Sayın Cumhurbaşkanı, avukatlar da bunu takip edip bunları yapmaları son derece normaldir. Bunu buradan ifade etmek isterim.
NURETTİN DEMİR (Muğla) - AK trollerden az küfür yemiyoruz, her gün yiyoruz.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Tekrar, bütçemize katkı veren iktidar muhalefet bütün milletvekillerimize teşekkürlerimi sunuyorum.
Size de saygılar sunuyorum, sağ olun.