KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Aslında, normal günler yaşamıyoruz. Bugün Fırat Kalkanı harekâtında 3 şehidimiz, 10 yaralımız var. Adana Valiliğimizin önünde patlama var. 15 Temmuz darbe girişiminin etkileri hâlâ sürüyor. Bütün kamuda, kamu kurumlarında onun yarattığı tedirginliği de, oradan kaynaklanan olumsuzlukların giderilmesi için gereken çabaların henüz sonuçlandırılmaması nedeniyle oluşan tedirginliği de görüyoruz. Özellikle şehitlerimize Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar dileyerek başlamak istiyorum.

Aslında konuşulması gereken Tarım Bakanlığı bütçesi değil, Türkiye'nin bu duruma niye düştüğü, niye düşürüldüğü ve ne şekilde çıkacağımız konusu. Gündemimize ve önümüzdeki günlere daha sağlıklı olarak bakabilmenin yolu bu. Bunun içerisine, ondan sonra, bütün bakanlıkların faaliyetlerini çok rahat bir şekilde oturtabiliriz.

Bir taraftan, bugün, Avrupa Topluluğunda Türkiye'nin müzakerelerinin askıya alınmasıyla ilgili olarak karar taslağı görüşülüyor. Etkisi veya etkisizliği konusunu falan tartışmayacağız. Ciddi anlamda çevrilmeye başladık, ciddi anlamda çevrilmeye başladık. Dolayısıyla, bu durumda, "Şu nedenle oldu, nedeni şudur, suçlusu budur, yapılacak budur." diye emir kipiyle konuşmalar veya bu tür talimatlar yerine, bunun çok sağlıklı olarak tartışılması gerekiyor değerli arkadaşlar. Bunlar olmadan, bunlar yapılmadan burada alınan kararların falan zaten herhangi bir önemi falan da kalmıyor. Umuyoruz ki sağduyu galip gelecek, büyük bir hızla önceliklerimizi yeniden belirleyip hangi sorunları ne zaman ve ne şekilde çözeceğimizi net olarak ortaya koyacağız.

Değerli arkadaşlar, bu olaylardan sonra, aslında konuşmamın şeklini de değiştirdim bugün gelirken. Size 2 tane fabrikanın hikâyesini anlatacağım bugün. Bunlardan bir tanesi Sümerbankın Kastamonu Taşköprü'deki kendir fabrikası. Daha sonradan yapacağım kutlamaları Tarım Bakanlığına başlangıçta yaparaktan başlıyorum. Niye kutladığımı daha sonra göreceksiniz.

Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Dönemi'nin Kastamonu bölgesindeki ilk sanayi kuruluşu Taşköprü'deki kendir fabrikasıdır. 1942 yılında temeli atılıp 1947 yılında da üretime başlamış. Ciddi anlamda, o zaman, gereksinmemiz olan neredeyse bütün ip, urgan gereksinimini karşılamış, İzmir'deki kâğıt fabrikasının selüloz gereksinimini karşılamış ve bölgeye ciddi anlamda hem ekonomik olarak hem de üretim kapasitesi anlamında ciddi katkılar yaratmış bir fabrika. Bunu niye anlatıyorum? Orada üretilen kenevirin ne şekilde kullanıldığını hemen yanına yerleştirilmiş olan sanayilerle çok somut olarak görebilesiniz diye. Kendiri ürettiriyorsunuz, güzel, ama hemen akabinde bu kendiri işleyecek olan fabrikalara ihtiyaç var. Kendir ne işe yarıyor? Kendir, bitkinin üzerindeki lif tabakasıyla ciddi anlamda tekstil ham maddesi oluyor. Şile bezlerini bilirsiniz, hatta kot pantolonları bilirsiniz, kanvasları bilirsiniz; bütün bunların hepsinin temeli o. Şimdi de dünyada inanılmaz bir değişimle, pamuktan daha fazla olarak organik de olması nedeniyle buna doğru bir yönelim var, bunlar oluşturuluyor. Onun ötesinde, tohumlarından ciddi anlamda yağ çıkartılıyor ve şu iddia her zaman tıp dünyasında geçerli: Eğer kenevir yağı kullanılmış olsa insanların normal gıda rejimi içerisinde, kolesterol diye bir belayı toplumun yaşaması mümkün olmaz diyorlar, ki doğrudur, doğruluk payı kesin olarak yüksektir. Urgan... Kısacası aklınıza gelebilecek, şu anda naylonla yapılan, sentetik olarak yapılan bütün üretimlerin hepsini doğal olarak elde edilen bu üründen yapabiliyorsunuz. Yalıtım ürünleri... Petrol türevinden oluşan şu tepemizde bulanan yalıtım ürünlerinden kat kat daha sağlıklı, kat kat değil kıyaslanmayacak kadar sağlıklı yalıtım ürünleri bütün bunların hepsi. Bunları üretebiliyorsunuz. Bunu yapmak için bir fabrikaya ihtiyacınız var. Bu olmazsa eğer oradaki kenevirin hiçbir anlamı kalmıyor. Hiçbir anlamı kalmıyor, sadece atölyelerde yapılan, işte, gerilip de yapılan urgandan başka bir anlam ifade etmiyor. Dolayısıyla o fabrika yıllarca Türkiye'nin bu tür gereksinmelerini karşıladığı gibi ciddi anlamda da ihracat da yapabilecek bir duruma geliyor.

Kenevirin ikinci temel özelliği üstündeki lif tabakasının iç kısmında olan selüloz içeren gövdesi. Kavaktan neredeyse 4 kat daha fazla selüloz içeriyor yetiştirildiği alandaki verimlilik açısından. Kavağı yirmi yılda yetiştiriyorsunuz, keneviri dört ayda yetiştiriyorsunuz. İyi bakılırsa 4 metreye kadar hatta 7 metreye kadar boylanıyor. Bu selülozla bütün kâğıt gereksiniminizi karşılıyorsunuz. Onun için, uzağa gitmiyor, hemen geliyor Kastamonu'da SEKA bir de kâğıt fabrikası yapıyor. Bu kâğıt fabrikasında sigara kağıdı üretiliyor değerli arkadaşlar; sigara kâğıdı, filtreleri vesaireleri. Fabrikanın üretim kapasitesi 10 bin ton/yıl. Ayrıca, 4 bin ton civarında da selüloz üretiyor.

Peki, bu fabrikalara ne oluyor? Ve kendir üretimi Türkiye'de birdenbire pat diye niye duruyor? Duruyor. İlk olarak, selüloz fabrikasının, daha doğrusu SEKA'nın fabrikasının özelleştirildiğini görüyorsunuz. Özelleştiriliyor, özelleştirdikten sonra oradaki fabrika selüloz gereksinimini dışarıdan ithal ederek karşılamaya başlıyor. Dolayısıyla, selüloz üretimine ciddi anlamda bir darbe iniyor. Üretim düşmeye başladığı zaman, çünkü tek başına -kesin olarak- maliyetini kurtarmıyor bu üretim bütün her şeyle değerlendirilmediği takdirde, kenevir fabrikası da kapanıyor. Uzun süre boş kaldıktan sonra, 2010 yılında Kastamonu Üniversitesinin bir yüksekokuluna tahsis ediliyor, olay bitiyor. Kastamonu ve civarında kenevir olayı bitiyor, selüloz olayı bitiyor ve dünya için önemli olduğu kadar... Çünkü dünya için müthiş şekilde önemli. 1800'lü yılların sonlarına doğru, Amerika, kenevir ekmeyen çiftçilerini cezalandırıyor. "Ekmek zorundasınız, buna ihtiyacı var toplumun." diyor.

Peki, değerli arkadaşlar, bu niye kapanıyor gerçekten? Her zaman olduğu gibi bu tür olaylara karşı ciddi bir toplumsal korku yaratmak gerekiyor, "Kenevirden uyuşturucu yapılıyor." diyorlar. "Bu, uyuşturucuyla mücadele kapsamında, Türkiye Cumhuriyeti'nin de bu mücadeleye katılması kapsamında bu üretimi durdurun." diyorlar ve Türkiye de buna gönüllü olarak katıldığını iddia ediyor. Aslında büyük bir yalandır değerli arkadaşlar. Kenevirin veya bu kendirgillerden oluşan bu tür ürünlerin bir sürü türü vardır. Sadece taç yapraklarında ve çiçeklerinde uyuşturucu olur, yüzde 13 oranında, yüzde 15 oranında uyuşturucu vardır ama bunun kontrol edilmesi hâlinde kullanılması söz konusu değildir. Kaldı ki bazı türlerinde ta binde 4'e kadar düşer uyuşturucu oranı. Şimdi yeni türler geliştiriliyor dünyada, daha da düşük oluyor. Dolayısıyla, bunun uyuşturucuyla doğrudan ilgilendirilmesi mümkün değil. Eğer devletin böyle bir olaya gereksinimi varsa zaten bunu da engeller. Bunun 3 tane temel nedeni var, bunlardan bir tanesi: Amerika'da "basın kralı" olarak adlandırılan bir zatın selüloz üretmek için inanılmaz büyüklükte ormanları var, dünyaya selüloz hamurunu ihraç ediyor. İkinci önemli olay: Petrolle ilgili ve petrol devi olan bir şirket biyodizel üretimiyle ilgili olarak çok ciddi kuşkular taşıyor. Kenevirin tohumlarından elde edilen yağdan biyodizel olarak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Temizel, buyurun.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Petrol fiyatlarıyla ilgili ciddi şeyler yaratacağını düşünüyor, o nedenle onu durduruyor. Sonuç olarak, bir de sentetik ilaçlarla uğraşanların buradan üretilecek olan ürünler ve yağlarla ilgili olarak sağlayabileceği avantajlarla rekabet edemeyeceklerini düşünüyorlar. Sonra olay dönüyor dolaşıyor, bütün dünyada Kyoto Protokolü'yle beraber yeniden dönüyor.

Eylül ayı içerisinde Tarım Bakanlığımız bir tebliğ çıkartarak bizdeki bu yasağı da sona erdirdi. Kendilerini kutluyorum. Bunu inanılmaz derecede önemsiyorum. Ancak, bunun, yeniden bunu işleyecek olan tesisleri, bundan elde edilecek ürünleri işleyebilecek yatırımları yaratmadan verilmiş olan bir izin olarak hiçbir anlam ifade etmeyeceğini söylüyorum Sayın Bakanım; etmez. Ürettiler, ne yapacaklar? Tohumundan yağ elde etmiyorsanız, yağ elde edilen küspesini hayvancılıkta değerlendirmiyorsanız, gövdesinden selüloz elde etmiyorsanız, liflerinden değişik ürünler elde etmiyorsanız burada yapılacak herhangi bir şey yoktur. Bu ürünler o nedenle çok değerlidir.

İkinci fabrikamız da Afyon'daki Bolvadin'deki Afyon Alkaloidleri Fabrikamız. Biliyorsunuz, afyon da aşağı yukarı -zaman kıtlığı nedeniyle özetleyerek söyleyeyim- aynı olayların kurbanı olmuş bir üründür. Aslında, sadece kapsülün çizilmemesi suretiyle çözüleceği düşünülen bir sorun yerine, olduğu gibi, toptan yasaklamaya gidilmiş. Bölge halkının bütün ekonomik kaynakları ellerinden alınmış. Daha sonradan, 1974'teki koalisyon hükûmeti zamanında yeniden afyon ekimine başlanmış, daha sonradan Alkaloidler Fabrikası kurulmuş; kapsülü olduğu gibi işliyoruz.

Değerli arkadaşlar, afyonun çizilip de elde edilen sakızı Türk afyon sakızı olarak dünyadaki en kaliteli sakızdır. İçerisinde yüzde 13 oranında da morfin vardır. Kapsülden elde edilenlerde binde 4 oranında vardır. Oranını yükseltebildiler mi bilmiyorum, ciddi çalışmalar falan yapılacaktı. Çok şükür, bu fabrika henüz duruyor. Bu fabrika henüz duruyor, ancak Türkiye'deki afyon üretimiyle ilgili olarak verilere bakıyorum, Birleşmiş Milletler bize 700 bin dönümlük bir alanda ekim izni vermesine karşın, "Yapabilirsiniz." demesine karşın, ürettiğimiz alanlar 2014 verilerine göre sadece 266 bin dönüm civarında yani 700 bin dönümün üçte 1'ine anca bunları ekiyoruz, üretim yapılmıyor. Kaldı ki sadece ve sadece bu olguya yine uyuşturucu olarak da bakmamak gerekiyor. Afyonun içerisindeki tohumlardan elde edilen yağ... Bugün Afyon'da neredeyse yerli halkın, kırsalda yaşayan halkın hepsi hâlâ afyon yağını kullanırlar yiyecek olarak; kullanırlar. Bu önemlidir. Dolayısıyla, afyonun bütün türevlerinin hepsinin yani yağ türevlerini kastetmiyorum, türevlerinin hepsinin kullanılmasını, değerlendirilmesi bölge açısından, Türkiye açısından önemlidir.

Bizim yağ ithaliyle ilgili rakamlarımıza bakıyoruz, yılda neredeyse 2 milyar dolara yaklaşıyor. Sizi temin ederim değerli arkadaşlar, kenevir yağı, haşhaş yağı ve fındık yağı Türkiye'nin bu yağ gereksinimini -ki fındığın farklı kullanım alanlarına da gene izin vermek suretiyle- karşılar, hem de üstelik en sağlıklı şekilde karşılar. Yabana atılmaması gereken olay budur, değerlendirilmesi gereken olay budur. Türkiye tarımının, hele dünyada böyle çember içerisine alınmaya başlandığı bir dönemde gereksinim duyduğu tarım politikası budur. Asla ve asla sadece bir tarımsal üretim olarak bunu bırakmamamız gerekir. Türkiye'de tarımsal üretim açısından hiçbir sorun yoktur. Türk çiftçisi, Türkiye'nin tarım kapasitesi, istenilen her ürünün hem de istenilen kalite ve miktarda üretilmesine olanak tanır, önemli olan ikinci aşamasıdır. Bunu bir sınai girdisi olarak kullanıp kullanmayacağının konusudur bu. Bu iki olayı birbirinden farklı olarak düşündüğünüz andan itibaren buradan sorun çözmek ve sorunların ne şekilde bitirileceğini anlamak o kadar kolay bir olay değildir. Şu anda dünyadaki haşhaş ekim alanlarının yarısı Türkiye'ye ait. Haşhaştan elde edilen katma değerin ne kadarı bize ait, işte orada bir durmak gerekiyor. Daha önceden morfini de üretmiyorduk, bütün olanaklarıyla beraber, tamamen ham olarak ihraç ettiğimiz bu ürün şimdi hiç değilse kendi gereksinimimizi karşılayacak, ihraç edecek mamul maddeler hâline geldi. 30'a yakını alkaloid olan bir maddenin çok daha farklı bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor, bu şart. Şundan hiç kimse böyle bir sonuç çıkarmasın: Türkiye yeniden uyuşturucu maddeler üretmeye izin vermeye mi başladı? Asla. Asla izin vermeyecek ve izin vermesi de mümkün değil zaten. Ama teknolojideki gelişmelerle beraber artık, neredeyse bir buğday tarlasının içerisindeki sineği bile görebilen teknoloji kapsüllerin çizilip çizilmediğini, haşhaşların kaç tane kapsül verdiğini, ne yaptığını zaten bilir. Bilmemesi mümkün değildir. Bu konularda aynen Sayın Bakanlığın bu yıl davrandığı gibi yürekli davranmak gerekiyor ve dünyayı da ciddi anlamda -bu da Dışişleri Bakanlığımıza düşüyor- Birleşmiş Milletleri de bu konudaki aldığımız önlemler ve yapacağımız işlerle ilgili olarak herhangi bir tereddüt kalmayacak şekilde ikna etmemiz gerekiyor. Bunu inanılmaz derecede önemsiyoruz.

Ben, yeniden, kenevir ekimi nedeniyle, arkadaşlarımızı ve Sayın Bakanlığın bu işlerinden ötürü kutluyorum.

Değerli arkadaşlar, yağ ve yağlı tohumlar ithalatımızla ilgili her bütçede buralarda konuşma yapılır. Bizim bu ürünler için potansiyelimiz gerçekten vardır. Eğer ithalat yapıyor isek bunun nedenlerini sadece ve sadece bize dayatılan ya da "Dışarıda daha ucuz, ne yapalım, 'Buradaki destekleme kapsamındaki ürünlerden alacaksınız ya da almayacaksınız.' diye zorlayamayız ki." denir. Tarım Bakanlığının ciddi bir transfer bütçesi var artık. Zaten bu alan şu anda 7 tane bakanlık tarafından paylaşılıyor neredeyse. Herkes kıyısından, köşesinden sanayisine, vesairesine müdahale etmeye çalışıyor. Önceliklerini belirlediğiniz zaman bu transfer bütçesi bu sorunun çözümüne inanılmaz derecede hızlı çözüm olur. Çok hızlı olur, pek fazla sorun yaşamazsınız. O nedenle de Türkiye'nin yağ ve yağlı tohumlar konusunda dışa bağımlılığı konusunu kesinlikle halletmek gerekiyor. Sadece Trakya bile bu sorunu çözmeye yeter.

Değerli arkadaşlar, Tarım Bakanlığı 15 Temmuz iğrenç darbe girişiminden sonra ciddi anlamda personel tasfiye eden bakanlıklardan bir tanesi ve maalesef bu bakanlıkta transfer bütçesi yıllardan beri bu kadrolar tarafından kullanıldı. Buralarda gerçek anlamıyla amacına uygun teşvikler desteklendi mi, desteklenmedi mi; yoksa başka bir şeyler mi desteklendi onu zaman içerisinde göreceğiz büyük bir olasılıkla ama yeni teşvik politikalarını belirlerken, özellikle neyin desteklenmesi gerektiği konusunda yeniden bir değerlendirme daha yapılmasını müthiş şekilde önemli buluyorum.

Transfer bütçesi demişken, her ne kadar burada görmediysek de -Tütün ve Alkollü Ürünler Kuruluydu sanıyorum- Tütün ve Alkollü Ürünler Kurulunun bütçesindeki bu transfer kaleminin ne anlama geldiğinin de burada bir anlaşılması gerekiyor. Türkiye'nin bu kadar sorunu varken, kaynağa bu kadar ihtiyacı varken bu kurula milyarlarca liralık bir transfer bütçesi veriyoruz. Kime transfer ediyor, onu bilmiyoruz henüz. Ama bu transferlerin ciddi anlamda sorun yaratan ve bu tarım ve tarım politikalarıyla, tütün ve tütün politikalarıyla hiç ilgisi olmadığını ayrıntılı bir inceleme kesin olarak ortaya koyacaktır.

Sayın Bakanım, gıda güvenliği konusunu geçen sene de konuşmuştuk, bu sene de oldukça önemli bir şekilde duruyor. Gıda güvenliğiyle ilgili olarak pek fazla bir aşama katedilemiyor. Gıda güvenliğinde, işletmelerin doğru dürüst kurulması birinci aşama. Ancak, oradan çıkan ürünlerle ilgili olarak maalesef pek bir ilerleme kaydedilemiyor güvenlik konusunda. Sayın Sağlık Bakanı bütçesinin sunumu sırasında, bitkisel ürünlerin, ilaç olarak da kullanılan, gıda olarak da kullanılan ürünlerin içeriklerinin de mutlaka bundan sonra etikette bulunmasının zorunlu hâle geldiğini belirttiler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Temizel, lütfen toparlarsanız.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Bunun mutlaka ve mutlaka olması gerekiyor. Başka türlü bu gıda güvenliğini sağlayamazsınız. O işletmeler içerik bilgilerini etiketlere koyarlarsa, içerideki ürünün o etiketteki bilgileri yansıtıp yansıtmadığından sorumlu olurlar. Dışarıya şu kadar E vitamini deyip, içeride zerre kadar E vitamini bulunmazsa buna karşı sorumlulukları olur. Bunu etikete yazdırmıyor Tarım Bakanlığı. Niye yazdırmıyor onu anlamak mümkün değil. Akredite laboratuvarlarda insanlar ürünlerini test ettirmişler "Bizim ürünümüz güvenilir." diyorlar. Merdiven altında, şurada, burada ne idiği belirsiz ürünlerin ortalıkta sürünmemesinin tek yolu bu. Getirsinler ürünün içeriğine bir bakılsın. Bir üniversite, Türkiye'de üretilen badem yağları konusunda araştırma yapıyor, saf badem yağı var mıdır diye. 100 küsur tane işletmenin içerisinde sadece 2 tane çıkıyor değerli arkadaşlar. Yazsın etiketinin üzerine "İçerisinde yoksa budur." O kadar fazla uğraşmaya falan gerek yok. Bu böyle.

İnsanlar ürünleriyle ilgili olarak -sürekli gıda güvenliğiyle ilgili bir olay olduğu için özellikle yeniden dikkatlerinize sunuyorum- bazı özellikleri bildirmek istiyorlar. Bildirilmesi yasak. Endikasyon belirtiyorsunuz diye gerekli gereksiz getirip cezalandırıyorlar. Hatta, o kadar ileri gidiyorlar ki bununla ilgili olarak, yani ortaya çıkan olaylar burada anlatılmayacak kadar zavallı oluyor. Gerçek anlamıyla endikasyon bildirmeye hak kazanmış olan ürünler bunu yapamazlarken sabahtan akşama kadar televizyonlarda saçma sapan, inanılmaz bilgi kirliliklerine dayanan, halkı aldatmaya dönük reklamlar devam edip gidiyor. Bu çelişkileri ortadan kaldırmanız gerekiyor.

Son olarak, Sayın Bakanım, hayvan hastalıklarıyla ilgili verdiğiniz rapor bendeki verilerden çok daha çarpıcı. 500 bin tane hayvanımızın kaybedilmesi az bir olay değil. Sadece başka bir bütçe nedeniyle anlattığım bir olayı size nakletmek isterim. Biliyorsunuz, şimdi bizim yardımımızla neredeyse ayakta kalan Somali, bir zamanlar Afrika'nın en fazla hayvan üreten ülkelerinden birisiydi ve Arap Yarımadası'nın bütün canlı hayvan gereksinimi karşılardı. Sonra IMF programlarını uygulamaya kalktı. IMF programlarının 1'inci maddesi Somali'deki veterinerlik hizmetlerinin çok pahalı olduğu, dolayısıyla bunların özelleştirilmesiydi. İlk maddesi IMF programının. Öyle yaptılar. Sadece yedi buçuk ay sonra Somali'de sığır vebası başladı ve Somali'de et olayı bitti. Ha, "Bu niye yapıldı?" falan denir, tartışılır. Avrupa topluluğunun burada oynadığı rol falan filan ayrı bir olay. Ama bu oldu. Sizin özellikle bu veterinerler ve ziraat mühendisleriyle ilgili olarak yaklaşımınız çok doğru. Ama şu anda öyle bir mücadeleye katacak Türkiye'nin bir ordusu var ve...

BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen, milletvekillerimize boşaltır mısınız o sıraları.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - ...bu veterinerler ordusunun Tarım Bakanlığında özellikle bu mücadelede büyük bir hızla değerlendirilmesi sizin o sorununuzun çözümünde inanılmaz derecede önemli bir olaydır diye düşünüyorum.

Sanıyorum benim burada bitirmem mümkün değil konuşmamı ama burada kesmek zorundayım verdiğim söz gereği olarak.

Bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum. Ama öncelikle ve öncelikle ülkemizin başındaki bu belaları birinci sıraya koyarak ondan sonra bu politikaların o olayın içerisine oturtulması gerektiğini düşündüğümü bir daha belirtiyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.