| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733) ve Sayıştay tezkereleri a) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı b) Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 24 .11.2016 |
LALE KARABIYIK (Bursa) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Öncelikle Adana Merkez Seyhan ilçesindeki hain saldırıda yaşamını yitiren vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum. Cumhuriyeti koruyacak ve yaşatacak nesiller yetiştirme mücadelesi veren, geleceğimizi şekillendiren tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü'nü kutluyor, atanamayan öğretmenlerimizin ve 15 Temmuz sonrası açığa alınmış veya ihraç edilmiş mağdur öğretmenlerin de bir an önce öğrencilerine kavuşmasını diliyorum.
Sayın Bakan, öncelikle gıda enflasyonu, TÜFE'yi son derece olumsuz etkiliyor bildiğimiz gibi. Ama yine altını çizerek belirtmeliyim ki, gıda enflasyonu asla üretim ve arz kaynaklı değil, aslında bu yükseliş dağıtım kanalları ve perakende zincirinden geliyor çünkü oralarda kâr payı çok yüksek. Şimdi, dikkatle şu rakamlara baktığımda: Tarım üretici fiyat artışı on ayda eksi 0,26 yani aslında olumlu etkiliyor. Ama TÜFE'deki gıda grubu fiyat artışı -yani TÜFE'yi azdıran bu zaten- 2,60. Yani üreticiden gelen bir fiyat arttırıcı etki yok, zaten üretici de kazanmıyor.
Şimdi, oranlara dikkatinizi tekrar çekmek istiyorum. On iki yıllık dönemde baktığınızda tarım üretici fiyatı yüzde 158 artmış ama buna karşın tüketici fiyatı yüzde 236 yükseliş göstermiş. Ki hatırlarsak önceden gıdanın TÜFE'deki payı yüzde 30'du, şimdi artık yüzde 24 olarak hesaplanıyor ve Sayın Bakan, bu önemli bir sorun ve bu konuda yapılması gerekenler son derece acil diye düşünüyorum.
Diğer taraftan, maalesef, özelleştirme ve tarımsal girdi piyasasının uluslararası tekellere bırakılması 1980'lerle beraber reform, yeniden yapılandırmalarla tarımı geliştirme hamleleri olarak sunuldu. Sonuçlara bakıldığında ise tekel karşıtı rekabeti yaşatmayı amaçlayan yasa ve uygulamaların da gerçek hayatta işlemediği açıktır. Günümüz ekonomisini, piyasa ekonomisi ve özellikle de serbest piyasa ekonomisi olarak isimlendirmenin de olanağı maalesef yoktur. Bir ürün piyasasında 4 firmanın yüzde 50 ve üzeri pay aldığı bir ekonomi nasıl serbest bir piyasa ekonomisi olarak tanımlanabilir ki zaten.
Bu durumun en açık yaşandığı alanlardan birisi de zaten tarımsal girdi piyasaları. Küresel ölçekte 4 firmanın piyasayı kontrol düzeyleri tohumda yüzde 58,2, tarımsal kimyasallarda yüzde 61,9, gübrede yüzde 42,3, hayvansal ilaçlarda yüzde 53,4'e çıkıyor. Hayvansal üretime baktığınızda da tavukçulukta yüzde 97, domuz ve sığırda yaklaşık yüzde 66 kadar. Şimdi, bu durumun dünya gıda sistemi için oldukça zararlı, dünya gıda güvenliği açısından da kabul edilemez olduğunun altını burada çiziyoruz ve Türkiye'nin burada önlem alması gerekiyor. Tabii, ancak kimyasal girdiler ve özellikle son yıllarda üretimi ve dağıtımı yaygınlaştırılan, genetiği değiştirilen, tohum ve hayvansal materyal pazarındaki tekelleşmelerin bunların kullanımında çevre ve insan sağlığı açısından yaratılan tehdidi de burada gözden kaçırmamak gerekiyor Sayın Bakan.
Diğer taraftan, tarımda artık gerekli ve ayrıntılı verilere sahip olan, yeterli ölçüde bölgesel ve ürün bazında envantere sahip olan ülkeler, yine aynı zamanda teknolojiyi doğru kullanarak arazilerin hoyratça kullanımının önüne geçebilen ülkeler başarı sağlıyor. Bu nedenle yapılacak olan araştırmanın ve bilgi bankasının son derece değerli bir birikimi ve faydayı yaratacağını da unutmayalım. Aynı zamanda gıda tedarik zincirinde uzaktan algılama ve mekanizmalarda artık böyle bir sistem kullanılmaya başlamış, üretim teknolojileri bu şekilde ilerlemeye geçmiştir.
Şimdi, bu konuda ben bazı üniversitelerin ve Boğaziçi Üniversitesinin de olmak üzere çalışmalarını çok değerli buluyorum. Yine buradan şu sonucu çıkartmamız lazım: Tarım işletmesi küçük de olsa büyük de olsa aslında geleceğini teknolojinin kullanımında aramak lazım. Bu konuda da birtakım girişimlerin artırılması gerektiğini düşünüyorum.
Diğer taraftan, ilişkilerimizin iyice gerildiği Avrupa Birliği Komisyonunun hazırladığı Türkiye 2016 İlerleme Raporu'nda zaten bildiğimiz gibi siyasi temel hak ve özgürlükler, yargı, basın özgürlüğü konusunun içeriği çok sert bir şekilde eleştiriliyor, bunu hepimiz biliyoruz. Ancak, tarımla ilgili olarak orada üç tane fasıl var: Biri, gıda güvenliği, veterinerlik ve bitki sağlığı politikası. Biri, tarım ve kırsal kalkınma faslı. Biri de balıkçılık. Şimdi, bu rapor incelendiğinde beş yıl önceki rapora göre bir ilerleme kaydedilmediğini ifade ediyor. Ama benim burada özellikle dikkatimi çeken şu, benim konuşmamın başında da üzerinde durduğum nokta: Türkiye'nin tarım sayımının, envanterinin yetersiz olduğu olgusu. İşte, burada çok önemli çalışmalara ihtiyaç var ve burada geri kaldığımızı düşünüyorum Sayın Bakan.
Diğer taraftan, Avrupa Birliği Katılım Öncesi Yardım Fonu'ndan daha fazla yararlanılması gerektiğini düşünüyorum. Şimdi, biz daha önce Avrupa Birliği Yardım Fonu toplantısına Cumhuriyet Halk Partisinden ben ve iktidar partisinden de iki kişi katılmıştı, Sayın Ergün Taşcı da burada, Belgrad'da yapılan bu yardım fonu toplantısında bize şu söylenmişti: Özellikle, bu fondan Türkiye tarımda daha fazla yararlanabilmeli ve yetersiz olduğunu ifade etmişlerdi. Bu programın sadece 42 il yerine, ülke genelinde kullanılabileceğinin de altını çizmişlerdi. Bunu da burada belirtmek isterim. Yetersiz bir kullanım, aslında kullanıldığında istihdamı artıran bir özellik sergilediğini de ifade etmişlerdi.
Yine, raporun gıda güvenliği, veterinerlik ve bitki sağlığı politikası alanında hazırlıkların da yetersiz düzeyde olduğu vurgulanıyor Sayın Bakan. Bu alandaki Avrupa Birliği müktesebatının tam olarak uygulanması için özellikle de hayvansal yan ürünler, hayvan refahı ve hayvanların kimliklendirilmesi ve kayıt altına alınması ile hareketlerinin kontrolü konularında kayda değer ilave çabaların ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Gelecek yıl özellikle gıda işletmelerini Avrupa Birliği standartlarını karşılayacak şekilde geliştirmek ve hayvansal yan ürünler ve hayvan refahına ilişkin kuralların uyarlanması ve uygulanmasına yönelik daha fazla adım atılması gerektiğini düşünüyorum. Gıda işletmelerinde ise kayıt ve onayında yeni kuralların uygulanması için hâlâ önemli çabalara ihtiyaç var diye düşünüyorum.
Sayın Bakan, diğer taraftan, 2010 yılında hayvan ithalatına başlanmıştı çünkü 2008'de çiğ süt fiyatının düşürülmesi sonucunda başlayan kriz sebebiyle 1 milyon baş süt ineği kesilmişti. Hayvan varlığının azalması sebebiyle de 2009'da kırmızı et fiyatının yükselmesi ve sütteki kriz kırmızı ette de yaşanmaya başlanmıştı, bu tarihi biliyoruz. Ancak, en fazla desteklenen ve en çok kredi ve hibe verilen hayvancılık sektörü olduğu hâlde Türkiye neden Amerika'dan sonra hâlâ en çok sığır ithal eden ülke konumunda ve buradaki amaç ithalatı azaltmak ve üretimi artırmak değil miydi? Şimdi, tabii Avrupa Birliğinde de şunu biliyoruz: Yani "İthalatı açın." diyorlar. "Daha çok ithalat yapın." diye dışarıdan bir baskı var. Bunun etkisi mi var, yoksa -Millî Tarım Projesi'nde açıklanan hayvan üretimini artırmak diye biliyoruz amacı- bu uygulamada bazı yanlışlıklar mı var? Hani bunu da aslında sormak istiyorum Sayın Bakan.
Sonuç olarak hayvancılıkta yazboz tahtasına dönüşen bir politika söz konusu. İthalat artıyor, tarım politikamız millî olsa da hayvanlarımız maalesef ithal. Oysa, Mustafa Kemal Atatürk'ün daha 1925 yılında hayvan ıslahı ve üretimi için başlattığı çalışmaları unutmayalım, hatırlayalım.
Teşekkür ediyorum.