KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, öncelikle Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bugün Avrupa Parlamentosunda Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki üyelik müzakerelerinin geçici olarak durdurulmasına dönük tavsiye kararını haklı ve doğru bir karar olarak kabul etmediğimizi; Türkiye'nin demokrasi mücadelesine destek veren bir karar olarak görmediğimizi, on bir yıldan beri topluluğun özgür ve demokratik bir üyesi olma konusundaki çalışmalara karşı da büyük bir haksızlık olduğunu beyan ediyoruz.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin Avrupa Birliği projesi sıradan bir proje değil. Türkiye'nin Avrupa Birliği projesi, aslında Avrupa Birliği kurulmadan, Roma Anlaşması imzalanmadan, Ankara Anlaşması'nın söz konusu olmadığı zamanda bile, 1926 yılındaki İzmir İktisat Kongresi'nden sonra -öndeki çalışmalar da dâhil- ortaya çıkan tarım politikalarının zamanında ortaya konmuş bir projedir. Ben şu iddiada her zaman bulunuyorum; lisansüstü eğitimimi bu alanda ve Strasbourg'da yapmıştım gençliğimde tabii; o zaman da onu söyledim...

SAMİ ÇAKIR (Kocaeli) - Bakanım, hâlâ gençsiniz.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim, sağ olun.

Sizin ortak tarım politikanız, bazı deyimleri değiştirmek koşuluyla, bizim 1920'lerde parasal ekonomiye geçiş sürecinde, 1929 Büyük Buhranı'nda ortaya koyduğumuz tarım politikalarının fotokopisidir. Piyasa düzenleyici kurumları, finansal kurumlar, destek kurumları, bütün kurumların hepsi o zamandan beri olmuş bir olay idi. Yani bizim bu anlamda bir demokratik geçmiş, bölgelerarası gelişmişlik farklılıklarını ortadan kaldıran çalışmalarımız, özellikle demokrasi ve demokrasiyle ilgili mücadelemiz böyle sıradan bir kavram değil. Dolayısıyla, biz, katılacak olan ülke değil, doğal kabul edilmesi gereken bir üyeyiz. Bunu bu şekilde görmemiz gerekiyordu her zaman için. Bunun başka bir şekli de yoktur zaten. Onların da durduk yere Ankara Anlaşması'yla Türkiye'nin buraya üye olarak kabul edilmesinin -ki ta 6'lar zamanında olan bir olgudur bu- nedenlerinin başında da bu yatar: "Burada bir potansiyel var. Burası Avrupa'dır ve şu anda içerisinde bulunduğu coğrafyadaki bütün ülkelerden farklıdır." Olay budur.

Ama bu süreç içerisinde, özellikle de üyelik müzakereleriyle ilgili Türkiye'nin değişik zamanlarında nereden kaynaklandığı belli olmayan -ben şuna gerçekten tanık oldum, raporu kendi gözlerimle gördüm- Türkiye'nin o zaman, yani 24 Ocak Kararlarından önceki ithal ikamesine dönük sanayi politikaları sırasında oluşturulmuş sanayisiyle kamu iktisadi teşebbüslerinin dönüşümüne ilişkin raporları bile hazırlamışlardı, 1979'lu yıllarda. Bunları görüyorsunuz. Dolayısıyla bunlar adım adım giderken belirli bir süre sonra bu yavaş yavaş -o zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu idi- Avrupa Birliğine doğru dönmeye başladığı andan itibaren bazı olaylar değişti. Yunanistan'ın, daha sonra da Kıbrıs Rum kesiminin üyelikleriyle beraber artık bunun tıkanacağı kesin olarak belli olmuştu. Tek bir vetoyla görüşmelerin yürütülemeyeceği bir ortamda Türkiye bu görüşmeleri yürütüp de sonuçlandırabileceğini nasıl düşünmüş olabilir ki? Her adımınızda, ilgisiz bir şekilde, -Sayın Bakanın şey yaptığı gibi- siz bilmem ne faslını konuşuyorsunuz, birdenbire Kıbrıs'taki bir sorun ortaya konuyor, "Bunu çözmeden biz bunu veto ederiz." diyerek karşınıza birisi çıkıyor. Bu olay olmuyor, bu olay kesin olarak olmuyor.

Şu anımı özellikle nakletmek isterim. Sınıfımızda 11 Yunan vardı, 1 de Güney Kıbrıslı, geri kalanı Alman, Fransız, bir tek de ben vardım. Bölgesel Coğrafya hocası bir gün geldi "Avrupa Ekonomik Topluluğunun kuruluş amacı Fransa ile Almanya arasında iki dünya savaşına neden olan kömür ve çelik, Alsas-Loren sorunudur. Avrupa Birliği, buraların artık birlikte, Birlik içerisinde işletilmesi, sorunların bu şekilde sona erdirileceği, dünyanın da bir daha dünya savaşı görmeyeceği varsayımıyla yapıldı. Hem Yunanistan hem Türkiye aday ülke. O zaman şu Ege Denizi'ndeki -madem burada bu kadar da öğrencisiniz- sorunu nasıl çözeceğinizi beraberce bir sonuca ulaştırın. Sizin de geçiş notunuz bu olacak." dedi. Müthiş kavga çıktı. Ben tek kişiydim ama sonuç olarak olmadı, bütün çabalarımıza karşın olmadı. Olması mümkün değil, olmayacağını görüyorsunuz zaten. Daha ne kadar zaman geçer, onu bilemem ama bunun ötesinde, bizim demokratikleştiğimiz kadar, bizim güven verdiğimiz kadar, bizim hemen kapı komşularımız da aynı güveni vermezlerse zaten bu işin olabilme olasılığı çok zordur ama bütün bunlara karşın bizim bir idealimiz var. Bu idealimizi gerçekleştirmek için, Avrupa Topluluğundan önce, Avrupa Birliğinden önce, bu Birliğin büyük ölçüde ilkelerini, vesairesini benimsemiş bir ülke konumunda olduğumuz gerçeğinden hareketle biz bunun içerisindeyiz. Zaten sık sık bütün yöneticilerin dile getirdiği bir kavram vardı: "Biz bu reformları kendimiz için yapıyoruz, sizler için yapmıyoruz." Biz gerçekten bu reformların hepsini kendimiz için yaptığımız andan itibaren, ister istemez şimdi geçici olarak durdurdukları görüşmelerin hepsi yeniden başlayabilir.

Dolayısıyla, bundan sonraki değerlendirmelerimizde iki konuya çok dikkat etmek gerekiyor. Böyle bir kararın -tavsiye kararıdır doğru- Avrupa Konseyi Zirvesi'nde onaylanması gerekir. Bütün bunların hepsi de doğru. Ancak bundan on bir sene 407 oyla aldığımız görüşmelere başlama kararının, şimdi 400 küsur oyla...

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - 479.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - 479 oyla, karşıtlıkla durdurulduğunu düşününce, Avrupa Konseyinin etkilenmeyeceğini düşünmek biraz saflık olur.

BAŞKAN - Tavsiye kararı yani.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Evet, yani bu tavsiye kararı üzerine kesin karar vermeyeceklerini düşünmek birazcık saflık olur. Oradan böyle bir karar çıkma olasılığı yüksek ama bütün bunlara rağmen, Avrupa Konseyinin mantıklı olacağını, daha sağlıklı düşüneceğini, bu tür etkilerden kararında mantıklı olmayan veya şimdiye kadar yürütülen ilkelere aykırı bir tavır takınmayacağını, "Ne derlerse desinler bizi ilgilendirmez." tavrı yerine böyle bir tavrın izlenilmesi bizim bu konudaki kararlılığımızı daha iyi ortaya koyacaktır. Bu, özellikle üzerinde durmamız gereken bir konu. Kararla ilgili görüşlerimizi söyledik. Böyle bir olaydır. Bu tür kararlar, bu tür görüşmeler -sizler içindesiniz, yani benim görüştüğüm zamanların üzerinden çok zaman geçti ama- hiç yabancı gelmiyor. Gelebilir, buradan böyle bir olay gelebilir. O insanların nelerden etkilendiğini biliyorsunuz, hangi etkiler altında kaldığını biliyorsunuz. Avrupa'da bir sürü lobi, bunların bırakın çocuklarını, eşlerini, torunlarını, torunlarının torunlarına kadar bütün herkesle ilişki hâlinde; onların doğum günlerini kutlarlar, konuşurlar, ederler, giderler, gelirler. Böyle bir olay karşısında etkilenmemeleri de mümkün olmaz. Böyle olaylarla karşı karşıyayız. Biz görevimizi yaparız, bu işleri hallederiz derken bu olaylar oralarda öyle yürümeye başlar. Kendi aralarındaki ilişkilerde de öyle yürür, sadece burada kalmaz. Onun için böyle bir olayla karşı karşıya kaldık. Benimsenecek bir olay değil. Hele Türkiye'nin geçmiş olduğu şu süreç içerisinde hiç değilse "Şu badireyi bir atlatıversinler, olağanüstü hâl süreci üç ay uzatıldı, üç ay sonra bitecek; bunlar bir bitsin, ondan sonra bunu değerlendirelim." deme nezaketini göstermeleri beklenir, demokratik olduğunu söyleyen ülkeler açısından. Görmedik. Hayal kırıklığı. Ama bu sınırsız bir şekilde saldırmak için bir neden olarak görülmezse önümüzdeki günlerde en azından biz haklıyken haksız duruma düşmemiş oluruz diyorum. Ülkemiz açısından elbette üzülecek bir olay ama bunun altından kalkılmayacak bir olay olarak da asla görmeyelim diyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.