KOMİSYON KONUŞMASI

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Değerli Başkanım, teşekkür ederim.

Şimdi, öncelikle şunu söyleyeyim: Bizim bu restleşme, diyaloğu kesme, bunlarla köprüyü atma vesaire şeklinde herhangi bir şekilde niyetimiz ve açıklamamamız yok. Dikkat ediniz -ben bunu Avrupa yetkililerine de söylüyorum- bütün açıklamalarımız onların yaptığı ya da söylediği bir işe cevaptır. Ve arkadaşlarımız haklılar, iyi niyetle söylüyorlar "Diplomasinin, siyasetin bütün imkânlarını kullanıyor musunuz?" diye. Ben size burada bir iktidar muhalefet ilişkisi içerisinde değil, çok açık ve net bir şekilde söylüyorum. Hepsini kullanıyoruz.

Bakın, benim Adanalı olduğumu bile bilirler. Bugün birçoğu sırf o Adana'yı duyunca beni aradılar. Yani artık konuşmadığımız bir mesele yok. Baş başa da konuşuyoruz. Fakat çok enteresan... İsim vermemek için sayıyı biraz geniş tutarak söyleyeceğim, Avrupa Birliğinin kurumlarının ilk 10 kişisinden biri. Sayıyı mahsus geniş tutuyorum. Bir müddet önce baş başa görüştüm onunla. Türkiye'nin çok kıymetli olduğunu, Türkiye'nin Avrupa Birliğine alınmadan gümrük birliğine alınmasının ya da gümrük birliğine alındıktan hemen sonra Avrupa Birliğine alınmamasının ne kadar büyük bir yanlış olduğunu, Türkiye'nin yaptığı reformlarla ne kadar büyük bir devrimci olduğunu ve Avrupa'nın aslında Türkiye'yle kavga etmek yerine Türkiye'yi daha çok reform yapmak için desteklemesi gerektiğini söyledi. Bizim de söylediğimiz bu. Pozitif ajanda oluşturabiliriz. Ondan sonra başka şeyler de söyledi. İki gün sonra aynı kişi basın toplantısı yapıyor "Türkiye'de diktatörlük var." diyor, "Türkiye Avrupa değerlerinden koptu." diyor. Fakat bu benim başıma o kadar sık geliyor ki.

Problem şurada: Bir müddet sonra bakıyorum ki bunu söyleyen kişiler ya kendi ülkelerinde bir makama atanıyorlar. Bakın, Bratislava'da 2-3 Eylülde Avusturya Dışişleri Bakanı bana geldi ve dedi ki: "Siz niçin Efes kazılarını durdurdunuz?" Dedim ki: Siz ırkçılık yaptığınız için durdurduk. Sen niye böyle konuşuyorsun? "Ama bizde yakında seçim var." dedi ve devam et dedim. "Yarın bir dakika görüşebilir miyiz?" dedi, hayır dedim. Yani burada bizi eleştirin, buna bir şey demiyorum ama karşımızda rasyonel muhataplar olduğunu düşünmeyin.

Bakın, biz müzakere tarihi aldığımızda, o zamanki karşımızdaki bir Dışişleri Bakanı çok yanlış yaptı ve biz o odayı terk ettik. Odayı terk ettiğimizde... İngiltere'nin Büyükelçisi. O bizi gördü "Ne oluyor?" dedi. Biz dedik ki ona: "Hristiyan kulübünüz hayırlı olsun. Biz ayrılıyoruz." "Bir dakikanızı rica ediyorum." dedi. Beş dakika sonra odaya Berlusconi, Schröder, Tony Blair ve diğerleri geldiler "Bu böyle olmaz." dediler, olaya el koydular. "Bizim Türkiye'yle olumlu bir sayfa açmamız lazım." dediler.

Şimdi şunu görelim: Avrupa'da müthiş bir lider yoksunluğu var. Bakın tek tek bütün açıklamalarına bakıyoruz. Kendi iç siyasi hesapları bu duruma getiriyor.

Ha, ben şöyle bir şey düşünüyorum: Elimizdeki fırsat ve mekanizmalarla ve anlatım gücümüzle, gücümüzün yettiği yere kadar onları da buradan çıkaracak bir şey yapalım, bir irade ortaya koymaya çalışalım. Ama burada zorlukla ilerleniyor, onu söyleyeyim.

Tabii, haklı olarak arkadaşlarımız da sordular, "Siz niye Avrupa Birliği hakkında böyle konuşuyorsunuz?" diye. Ben, arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin Bakanıyım ve Türkiye'nin Başmüzakerecisiyim. Burada talep ettiğim 2 şey var bunlardan: Müzakerelerde hakkaniyet. Onlar diyorlar ki: "Siz ayrıcalık istiyorsunuz." Kaç kere söyledim, tenzilat istemiyoruz ama zam da istemiyoruz. Biz buna hazırız.

Bakın, son ilerleme raporunda bir ton eleştiri var. Ne diyorlar biliyor musunuz? "33 vasılda uyum seviyesi iyidir." diyorlar. Niye açmıyorsunuz fasılları o zaman uyum seviyesi iyiyse.

Şimdi, evet, doğru söylüyor arkadaşlarımız. Tarihsel olarak doğrudur. Yavuz Sultan Selim'e gelinceye kadar Türkiye'nin devlet yazımında Orta Doğu yoktur, bir Avrupa devletidir Türkiye. Devlet yazılımı Yavuz Sultan Selim'den sonra başlamıştır. Avrupa'daki düzen fikri... Esasında Brexit sonrası İngilizlere de söyledim ben. "Ya bu Avrupa'daki düzen fikri sizin fikrinizdi. Napolyon Avrupa'yı altüst ettikten sonra sizler dediniz ki: 'Bir daha Avrupa'nın sınırları değişmesin. Yeni bir düzen fikri oluşturalım.' ve ilk bu düzen fikrî böyle başladı." Daha sonra genç Henry Kissinger Avrupa'daki bu düzen fikrini aldı, doktora tezinde işledi ve Milletler Cemiyeti dediğimiz, Birleşmiş Milletler dediğimiz düzenin ortaya çıkmasına şey yaptılar.

Şimdi Brexit'le birlikte Avrupa'daki düzen fikrini en çok savunan kurum, yer, odak, bunu reddediyor.

Şimdi şunu da söyleyeyim size: Çoğu kişiyle özel dostluğumuz da var. Resmî görüşmeyi bitiyoruz, arka tarafa geçiyoruz. Adam benden daha çok şikâyet ediyor standartsızlıklardan, iki yüzlülüklerden vesaire.

Ha, şuna katılıyorum bakın: Avrupa'nın günahlarını saymamız otomatikman bizim her işi doğru yaptığımız anlamına gelmiyor. Ben bunu bilecek kadar bu siyasi ayrımların farkında birisiyim. Ama hiçbir arkadaşımız da bizim Hükûmetimizin yaptığı işleri Avrupa'nın raporları üzerinden değerlendirmesin. O raporların, arkadaşlar, nasıl yazıldığı...

Bakın, Kati Piri'den bahsettiniz. Ben, ziyaret ettiğinde Bakanlıkta bazı arkadaşlar kabul etmediler kabul ettim. Doğru düzgün bir şekilde anlattım ona. Döndüğünde bir açıklama yaptı bu anlattığımız çerçevede, iki gün sonra sistematik olarak yalan söyleyen, Türkiye'yi tanımayan birisi.

İlerleme raporunda bu Avrupa Birliği'nin karar tasarısından daha ağır ifadeler var, mantıksız ifadeler. "Güneydoğuda savaş koşulları var." diyor ya da PKK'ya karşı orantılılıktan bahsediyor. Reddederiz, ilerleme raporu İnternet sitemizde duruyor. Reddettik, bu ifadeler doğru değil dedik, çöpe atıyoruz demedik. Ama, keşke üzerinde faydalanabileceğimiz bir rapor oluştursaydınız da biz buna bakabilseydik dedik. Öyle bir şey yok.

Şimdi, evrensel insanlık değerlerinden kopmayalım. Çok doğru. Yani bunların insan hakları, hukuk devletini istismar etmesine bakıp da hukuk devleti ya da insan hakları konusunu kendimize bir hasım hâline getirirsek bu, Türkiye'ye yapacağımız en büyük kötülük olur. Biz insan hakları, hukuk devleti, demokrasi gibi kavramlarla hasım değiliz, hısımız. Ve biz, Avrupa'nın içerisinde kesinlikle bir misafir gibi konuşmayacağız. Ya bütün bu kavramlar konusunda daha ileriye gidelim, nasıl olur, ona bakacağız.

Ayrıca, bu sadece Türkiye meselesi de değil. Biz görmüyor muyuz bunu. Avrupa düzeni bu şekilde aşırı sağa teslim olursa Avrupa'daki Türk varlığı, Avrupa'daki Müslüman varlığı bu çetelerin hedefi hâline gelecektir. Balkanlarda yepyeni savaşlar çıkacaktır. Sadece Türkiye olarak düşünün. Türkiye'nin millî çıkarlarına aykırıdır bu.

Şöyle bir şey yok tabii ki: Dünyadan kopuk bir millilik yoktur arkadaşlar. Dünyanın içerisinde olur millilik. Yani dünyadan kopmamız diye bir şey söz konusu değil. Ama dünyadan gelen her şeye teslim olarak da herhangi bir siyaset yürütmek mümkün değil.

O sebeple, benim bu ifadelerim, "Biz bu kararı tanımıyoruz..." Evet, tanımıyoruz. Bakın, buradaki gruplar da söylüyor ne kadar yanlış bir karar olduğunu. Bunu, Avrupa'da konuştuğum herkes de söylüyor.

Burada şu ortaya çıkmıştır, onlar şöyle düşünüyorlar: Yani biz bu şekilde iktidarı köşeye sıkıştırırız ya da birileri onlara diyor ki: "Türk halkının talebi bu." Ama keşke Parlamentodaki gruplar tek tek bu eleştirilerden ve içerikten ayrı olarak, onunla ilgili herkesin değerlendirmesi farklı olabilir, Avrupa Parlamentosuna, Türk Parlamentosu adına "Müzakereleri kesme kararın yanlıştır. Bu dondurma kararın yanlıştır." deseler ve "Ne konuşacaksan müzakere çerçevesinin içinde konuş." deseler. O zaman ellerinden bu istismarı alırız. Evet, biz bu konuları konuşmalıyız. Dünyada hiç kimse bu konularda mükemmel değil ama dediğim gibi, onların eline bu şekilde koz kullanacak şekilde bunun verilmemesi.

Ha, burada da çok büyük bir duyarlılık var hakikaten, büyük bir uzlaşma var burada bu kararın basiretsizliğiyle ilgili. Kararın içeriğine atıflar konusunda anlaşmazlıklarımız var, evet ama sonuç olarak gelin bu mesajı verelim gruplar olarak Avrupa Parlamentosuna. "Bu aldığın kararın sonucu yanlıştır -içeriğinden bağımsız olarak- bunu kesmen doğru bir karar değildir." diyerek burada da görsünler bütün bir Parlamentonun kararı. En azından burada 3 parti var, 3 partinin kararı bu şekilde tecelli ettiğinde bu mantıksızlığı, bu vizyonsuzluğu görmeleri lazım. O sebeple, ben bunu söylemek zorundayım. Ben bunu sadece Türkiye için değil Avrupa için de söylüyorum. Bu büyük bir vizyonsuzluktur ve bu karar yok hükmündedir, yok hükmünde olmalıdır. Avrupa tarihi açısından da yok hükmünde olmalıdır.

Şimdi, Avrupa tarihi açısından baktığınızda, hakikaten, bakın, 1914 öncesi bütün kriptolara bakın, elçiliklerin merkezlerine geçtiği kriptolara, diyorlar ki: "Önümüzdeki yirmi yıl boyunca hiç savaş yok." Avrupa'da hatta öyle küreselleşme var ki bazı ekonomi uzmanları mukayeseli olarak 1914 şartlarında elde edilen kaynakların hâlâ yerine koyulamadığını, mukayeseli olarak hâlâ yüzde 70'inin yerine koyulduğunu söyler. Üç ay sonra savaş patladı.

Şimdi, Otuz Yıl Savaşları gibi dünyada birtakım terör odakları çıkarken son derece yanlış bir biçimde, dünyayı İkinci Dünya Savaşı'na doğru götüren birtakım siyasi akımların kışkırtılmasına ana akım siyasiler çanak tutuyorlar. Bu konuda uyarıyoruz onları.

Bana sürekli olarak şunu söylüyorlar: "Bizim kamuoyumuz var. Kamuoyuna dikkat etmek zorundayız." Açıkça söylediğim şudur: Kamuoylarını kendileri zehirlediler her biri, şimdi o kamuoyunun oluşturduğu kısır döngünün içinden de çıkamıyorlar.

Yani Türkiye meselesi -onlara da söyledim- kapandığı zaman bu burada durmayacak. Siz o zaman güneydoğu Balkanlarla ilgili olarak da bu süreci kapatacaksınız, Avrupa'nın güneyindeki ülkelerle de ilgili bu süreci kapatacaksınız.

Şu tespit önemlidir ve bunu söylemek zorundayız: Biz kendi onuruna düşkün bir devlet ve millet olarak, evet, Türkiye toplama kampı değildir. Türkiye sizin boks torbanız değildir. Türkiye sizin savaş partneriniz değildir. Paylaştığımız ortak değerler adına bu mükellefiyetleri paylaşıyoruz. Eğer bu mükellefiyetleri paylaşmayacaksak o zaman bu değerleri paylaşmanın bir şeyi yok.

Kuşkusuz bu şeylerle ilgili arkadaşlar... Bakın, şimdi, tamam, suçu kendimizde de arayalım ve bunu yapmamız da lazım. Şimdi, laiklikten bahsediyoruz değil mi? Atina'da cami yok, bir Avrupa Birliği ülkesi bu. Laik bir devlet güya. Avrupa Birliği laikliği savunuyor.

Bakın, demokrasiden bahsediyoruz. Türkiye'yi demokratik olarak bu milletvekili tutuklamaları falan etrafında eleştiriyorlar. Şu anda İspanya'da 250 belediyede 450'ye yakın kişi hakkında terör örgütüne üyelikten ve destek vermekten soruşturma yürütülüyor, tutuklananlar var belediye başkanlarından.

Batasuna kararını biliyorsunuz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İspanya Yüksek Mahkemesinin kararını onayladı. İçinde ne var biliyor musunuz? Bir milletvekilinin İspanya'nın içinde de değil, Venezüella'da terör örgütünü destekleyen bir mitinge katılması. O zamanki ETA'nın Sosyalist Partiyi tehdit etmesi karşısında Batasuna Partisinin buna itiraz etmemesi ve milletvekillerinin terörist cenazesine katılması. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İspanya Yüksek Mahkemesinin bu kararına ne dedi? "Doğru bir karardır. Teröre karşı alınmış etkili bir tedbirdir." Keşke biz Parlamentomuzda bu çerçevede... Belediyelerimizde belediye araçlarıyla terör örgütüne silah taşınması, hendek kazılması gibi konulara şahit olmasaydık. Ama keşke bir gün özel bir oturum olsa şu çözüm sürecini bir konuşsak. Ben bunun her safhasını gördüm ve burada ne kadar büyük bir iyi niyetle, meselenin demokratik yollarla yani terör meselesiyle kimlik meselesinin nasıl ayrıştırıldığını çok net bir şekilde gördüm ben. Ama burada bunun nasıl sabote edildiğini de gördüm ve burada bir bakıma, çok net bir şekilde...

Bakın, hukuk devleti meselesinden bahsediyoruz. Avrupa Birliği diyor ki Polonya'ya: "Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde ürettiğin kapasite yeterli değil, yanlış. O zaman seni AB'nin bazı ayrıcalıklarından engelleyebilirim." Ama demiyor ki Polonya'ya seni Avrupa Birliğinden, Avrupa Birliği üyeliğinden çıkartırım.

İdam tartışması... Ya bu bir tartışma. Şu anda tartışmayı kim yürütüyor Avrupa Birliğinde? Macaristan Başbakanı Orban yürütüyor. Bir kişinin katili karşısında halkın gösterdiği feverana "İdam getirebiliriz." dedi. Kimsenin ağzından çıkıyor mu Avrupa Birliği üyeliğinden atalım diye? Neyi tartışacağımıza bile karar vermek istiyor.

Vatandaş 15 Temmuz saldırısında kendisini yalnız bulmuş, dünya karşısından yalnız hissetmiş, kimse dayanışma göstermemiş. Böyle bir tepki ortaya koyuyor. Macaristan'da da aynı şey tartışılıyor.

Son deprem meselesinde Avrupa Birliği hemen gelip yardım etmedi diye İtalya Başbakanı Renzi bütün kurumlardan AB bayraklarını indirdi.

Şimdi, dolayısıyla, AB'ye üye olmuş ülkelere bile göstermedikleri tepkileri Türkiye'ye gösteriyorlar.

Dediğim gibi, evet, bu eleştiriler üzerinde çalışalım hep beraber. Ama zannetmeyin ki siz bu aldıkları kararın gerekçesi budur. Bütün bunların tek tek bu dosyalarla ilgisi yok. Ha, bu tek tek dosyaların ötesinde ifade hürriyeti ve diğer konularda tabii ki çalışalım, tabii ki daha çok ilerleyelim.

Siyasetle terörün sınırı nedir? Terörü desteklemekle ifade hürriyetinin ve basın hürriyetinin sınırı nedir? Bu konuda bir olgunlaşmaya ihtiyacımız olduğu açıktır ama bu her kesim açısından geçerli bir olgunlaşmadır. Bakın, bana gazeteci diye getiriyorlar. Bu saydığınız isimlerle ilgili tek tek dosyalara girmeyeceğim. Bana gazeteci diye getirdikleri ismin yazısını gösteriyorum onlara. Bakın, bu yazı şu gazetede çıkmış ve köşe yazısında şunu diyor diyorum. Bu saydığınız isimlerden bahsederek söylemiyorum, içeride olan birisinden. Diyor ki: "PKK'nın savaş stratejisi yanlış. Sadece güneydoğuda resmî güçlere saldırmak yanlıştır. Onun yerine batıda AVM'lere ve turistik yerlere saldırmasıdır." Böyle köşe yazısı olur mu? Koyuyorum önlerine: Bunu bana gazeteci diye getirmeyin. Ya da, darbeden iki hafta önce adamın biri çıkmış "Ben keşke profesör olmasaydım da albay olsaydım, ülkeme daha çok hizmet ederdim." demiş. Spiker soruyor: "Ne demek istiyorsunuz?" Diyor ki: "Ne demek istediğimi yakında anlarsınız." Twitter'da var videosu. Şimdi, bu adamı benim önüme akademisyen olarak getirmeyin. Tek tek dosyalarla ilgili... Bütün dosyalar böyledir de demiyorum. Yani tartışmamız gereken, konuşmamız gereken alanlar vardır diyorum. O bahsettiğiniz şey, söylerken de atıf yaptım zaten, Yüksek Temsilci Mogherini'nin açıklaması. Yani o, Avrupa Birliğinin yazılı açıklaması değil, Mogherini'nin açıklamasıyla ilgili söylemiştim.

Şimdi, bir arkadaşımız güzel söyledi, dedi ki: "Bütün partilerin seçmenleri zenofobik değil." Evet, zenofobik değil ama ortada bir durum var. Arkadaşlarımız da burada çok güzel analizler yaptı. Esasında, karşı karşıya oldukları krizi... Biz bu krizi tanıyoruz. Bu, orta sınıfta niye patlıyor? Çünkü bir neoliberalizim krizidir, bir modernite krizidir bu. Bunu yönetemedikleri zaman burada oluşan demokrasi açığını Türkiye gibi ülkeler üzerinden kapatmaya çalışıyorlar.

Esasında bunu, mesela göç meselesinde de olduğu gibi, Avrupa'nın yaşlanan nüfusuna karşı göç meselesini yeni bir dinamizm hâline getirecekken bir tepkiye çevirdiler bunu ve şimdi seçmen giderek, aynı o Kanadalı düşünür Charles Taylor'ın dediği oldu, sadece öfkeyle oy kullanıyor, sadece öfkeyle hareket ediyor. Şöyle bir şeyimiz de yok: Yani biz Batı, Doğu dilemması içeresinde sıkışacak bir ülke değiliz. Batı'ya da hâkimiz, Doğu'ya da hâkimiz ama unutmayalım ki AK PARTİ Hükûmetleri döneminde Avrupa Birliği Bakanlığı kurulmuştur, Avrupa Birliği projesine verilen önemin çerçevesi içerisinde bu bakanlık faaliyet... Dünyadaki başka bir birlikle ilgili böyle bir bakanlık yok ama gelinen noktada çok daha uzun sayabilirim. Yani hem kendi işlerinde... Sayın milletvekilimizin sorduğu gibi, "değerler krizi" dediğim şey de bu. Her olayda başka bir standart üretiliyor. Hâlbuki Avrupa'nın, Avrupa Birliğinin özelliği, bu standartların genel geçer kurallar hâline getirilmesidir ve şu anda en çok tartışılan şey şudur: Avrupa kurumları Avrupa halklarının tepkilerini, toplumsal taleplerini, arzularını yansıtma konusunda bir yetersizlikle karşı karşıya. Yoksa, emin olun, bu yetersizlikler olmasaydı Türkiye'yle ilgili eleştirilerin dozu yükselebilirdi, başka şeyler olabilirdi ama kimsenin aklına müzakereleri keselim gibisinden mantıksız bir laf gelmezdi. Nitekim, o oylamada gümrük birliği meselesi de -arkadaşlarımız gümrük birliğiyle ilgili çok sordular- gündeme getiriliyor ama gümrük birliğinin bu işin içine katılması orada reddediliyor. Bu kadar bu Parlamentonun şeyi içerisinde.

Şimdi, bu şey doğrudur, ben kişisel olarak kimlik siyasetini sevmeyen birisiyim. Kimlik siyaseti meşrudur demokrasi içerisinde, bunu sevmeyen birisiyim. Yani kimlik siyaseti yapan kimlikçi partiler de olabilir ama sonuç olarak demokratik alanı tahrip ettiğini düşünüyorum. Burada da Avrupa Birliğiyle ilgili tartışmaların bu kimlik krizlerini aşma konusunda da iyi bir referans ürettiğini görüyorum. Ama biraz bu konuda fazla şey gidiliyor... Yani burada mesela tartışılır, işte, "Bir uzlaşma nasıl sağlanacak?" "Evet, uzlaşma sağlanır." derler, işte, Habermas falan söyler fakat o kadar aşırı bir uzlaşma şeyine gider ki mesele, o zaman da, işte, Chantal Mouffe gibi siyaset bilimciler de diyor ki: "O kadar uzlaşmanın tabiatı da kendisi gereği antidemokratiktir." Yani, her tartışmadan da çekinmemek lazım. Ben de isterim ki belli meselelerde ortak akıl oluşsun ama ortada bir şey var. Bu sadece AK PARTİ'nin meselesi de değil, başka örnekler de verebilirim size. Hatta hayatta en çok şaşırdığım, en çok üzüldüğüm örneklerden bir tanesidir. NATO Parlamenter Asamblesinde komisyon üyesiydim. CHP'li bir milletvekili arkadaşımız, çok da saygı duyduğumuz bir arkadaşımız, akşamları biz 2-3 AK PARTİ'li yemeğe gidiyorduk, akşamları birkaç kere bizimle yemeğe geldi, daha sonra partisi tarafından uyarıldı "Sen gezdiğin bu toplantılarda niçin AK PARTİ'lilerle takılıyorsun?" denilerek. Şimdi, bu herhangi bir partinin problemi değil, Türkiye'deki genel paylaştığımız siyasi kültürle ilgili bir problem. Bu da herhangi bir partinin gayretiyle aşılabilecek şey değil. Uzlaşmayı zorlayan belki de birtakım mekanizmaların üretilmesi gerekiyor, uzlaşma kültürünün oluşması için bu mekanizmaların üretilmesi gerekiyor.

Şimdi, biz hiçbir şekilde Avrupa Birliğine, Türkiye... Onlar bazen sorarlar, hatta bazı küçük ülkeler "Ya, siz bu kadar büyük bir stratejik ülkesiniz, bu kadar büyük bir stratejik ülke niçin girmek istiyor?" diye. Biz hiçbir zaman "Büyük stratejik ülkeyiz." diyerek herhangi bir fasılla ilgili, herhangi bir kriterle ilgili hiçbir ayrıcalık istemedik Türkiye'ye özel bir şey yapın diye. Şu anda müzakerelerin fiilen durmuş olması tamamen Avrupa Birliği tarafından kaynaklanan şeylerdir. Bu bahsettiğiniz konular yani eleştiri olarak getirdiğiniz konular... Zaten bu konuların aşılması için, bu konularda bir olgunlaşma sağlanması için katılım müzakereleri vardır. Oturacağız, katılım müzakerelerini de konuşacağız. Katılım müzakereleri sadece mekanizmaların olgunlaştırılması meselesi değildir, siyasi algıların olgunlaştırılması meselesidir. Mesela, basit bir iş birliği örneği söyleyeyim size Avrupa Birliği raporlarından, diyor ki: "Türkiye'deki yargıçların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konusunda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi konusunda eğitimine bir fon ayrıldı. Bu eğitimin neticesinde çok olumlu sonuçlar alındı. Türkiye'deki yargıçların bu eğitim ve kurslar sonunda -kurslar düzenlendi- kararlarında AİHM kararlarına daha çok atıf yaptığı gözlemlendi. Burada ciddi bir kalite artışı oldu." Benim kastettiğim budur, pozitif ajanda üreteceksiniz. Yani mesela "Türk yargısında şu konuda kalite eksiği var." ya da "Siyaset kurumunda şu konuda kalite eksikliği var." diyor. Bütün dünyada var bu. Bütün dünyada bunu aşmak için ne yapıyorsunuz? Kurumlar üretiyorsunuz, kurslar üretiyorsunuz, mekanizmalar üretiyorsunuz. Türkiye'yle ilgili hiçbir üretime girmiyorsunuz, sadece eleştirecek şekilde Türkiye'yi bu kavramlar üzerinden köşeye sıkıştırmaya çalışan bir şey.

Bakın, Rasmussen Danimarka'da Başbakandı, o zaman ilk görüşmelerimizde, hiç unutmuyorum, şöyle bir şey söyledi: "Her şeyi yerine getirse bile Türkiye'nin bölgeler arasındaki gelir dağılımı eşitsizliğini kaldırması lazım." Şimdi, bunun konuyla ne alakası var? Ha, biz her zaman şunu söyledik: Tek tek Avrupa Birliğindeki bu siyasetçilerin basiretsizliğine takılmayalım. Büyük resme bakalım. Türkiye'nin bu yürüyüşünde Avrupa Birliği projesinin bir çıpa olarak Türkiye'yi dönüştürmesi, Türk insanına giden hizmetin kalitesini artırması konusuna odaklanalım diye aynı şeyi de sürdürmeye çalışıyoruz. Bugün de söylüyorum, açıkça da çağrı yapıyorum: Gelin, Türkiye-Avrupa Birliği zirvesi düzenleyelim -onlara söyledim en son Brüksel'e gittiğimde- ve bundan sonra nasıl ilerleyeceğiz bir karar verelim. Hep şunu söylüyorlar: "Türkiye bir karar versin." "Türkiye karar versin." dediklerinde... Tek taraflı irade olmaz ama karşı tarafta irade yok. bana defalarca sordular. Bakın, dediler ki: "Bu, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini sabote edecek. Bu, devlet görevlileri tarafından şu adreste işkence görüyormuş." Hurşit Külter meselesinde. Dedik ki: "Böyle bir şey yok. Verin bilgi, gösterelim." "Mardin'de insanlar katlediliyormuş." Farazi şeyler. Ondan sonra götürüyorsun, önüne koyuyorsun: "Bak, bu adam şurada çıktı." "Tamam, bu faslı geçtik, başka bir fasla geçiyoruz." Her eleştirileri yanlıştır da demiyorum ama bu eleştirilerin bir manivela gibi kullanıldığını da görelim. Dolayısıyla, bizim bunu aşmamız için ben onlara diyorum ki: "Fasılları açalım. Türkiye-AB arasında nasıl enerji diyaloğu meselesi kendi ritmi içerisinde işliyor..." Özellikle onların çıkarlarını doğrudan ilgilendiren meselelerde bu ritim gayet iyi işliyor. Dişliler son derece iyi bir şekilde çalışıyor ama siyasi meseleler, demokrasiyle ilgili meseleler geldiğinde bu ritmi çalıştırmakta zorlanan bir zihniyet var ve bu Avrupa'nın içine düştüğü değerler krizi ve zihniyet kriziyle ilgili bir tablo olarak ortaya çıkıyor. Yoksa hiçbiri söylemiyor ki "Türkiye'yle biz enerji diyaloğunu keselim." ya da "Ekonomik diyaloğu keselim." Bizim, tabii ki, ekonomimize katkısı var, tabii ki ekonomimize katkısı olduğu için bu süreci de sürdürdük, tabii ki millî çıkarlarımızı düşüneceğiz, tabii ki bu kopmasın diye uğraşacağız ama Avrupa Birliğinin bu olumsuz tavırlarına karşı ortak akıl üretebilirsek Mecliste, ben bundan memnuniyet duyarım, bundan da gurur duyarım. Hatta, arkadaşlarımızın konuşmalarında öyle dinledim, diyorlar ki: "İşte, bir B planı olsun, başka bir şey olsun." Bunun üretilmesiyle ilgili de yani o gözle de bakıyorum. Nasıl yapabiliriz, ne yapabiliriz? Çünkü Avrupa Birliği Bakanlığı hepimizin geleceğini ilgilendiren bir işe imza atıyor. Birincisi, ben görevimin farkındayım ve bu görevimi büyük bir güçle yerine getirmeye çalışıyorum, büyük bir gayretle. Ben nihayetinde bu Bakanlığın bakanı olarak Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üye olması perspektifini kovalıyorum. Karşı tarafa da bunu söylüyorum ama emin olun arkadaşlar -yani çok özel şeylere de girmeyeyim- her detayı konuşuyoruz, her siyasi şeyi konuşuyoruz. Sayın Bakanımız konuşmasının başında da söyledi, o zihniyet henüz aşılabilmiş değil. Ya, Türkiye'nin önüne Güney Kıbrıs'ın blokajı çıkarılacak iş midir dünyada bu kadar mesele olurken? Ya da herhangi bir meselede işte, "Fransa istemiyor." diye önümüze bir mesele geliyor. Bakın, basit bir şey söyleyeyim size, Brexit konusunda bir tartışma var değil mi? Bazı ülkeler diyor ki: "Hemen çıksın." Bazı ülkeler diyor ki: "Yavaş çıksın." Emin olun burada bile ilke yok. "Hemen çıksın." diyenler İngiltere'den boşalacak pazarlara el koymak üzere hazır duran ülkeler. "Hayır, geç çıksın." diyenler de o pazarları onlara kaptırmak istemeyen ülkeler. Ha, bunlara kızacak mıyız? Hayır. Dünyanın -tırnak içinde- raconu bu, dünya böyle işliyor, biz de bu oyunu bu şekilde, iyi bir şekilde sürdürmek zorundayız.

Şimdi, bu şey meselesinde, nedir o? İki de bir bu söyleniyor, bu beni çok rahatsız ediyor. Sorunlarımızı tartışalım fakat gençlerin de bilinçaltına yerleşiyor. Ülkemizin geleceğiyle ilgili Suriye, Irak senaryolarını bence ağzımıza almayalım. Hatta ben "Suriye ve Irak olmayacağız." demek şeklindeki bir senaryonun bile birtakım bir altyazı olarak bilinçlere yerleşmesinin doğru olmadığını düşünüyorum. Biz G20 içerisindeki pozisyonumuzu yükseltmek zorundayız, demokratik standartlar konusundaki pozisyonumuzu yükseltmek zorundayız ve bilinçaltı mesajı olarak da sürekli bunu vermek zorundayız. Türkiye'nin Suriye ya da Irak olması gibi bir şey hiçbir zaman söz konusu olamaz, böyle bir senaryo yok. Biz bunu aşacak kapasitede bir ülkeyiz. Türkiye'yi Irak ile Suriye gibi yapmak istediler darbe girişimiyle, millet onlara cevabını verdi ve bu şekilde gerçekleşti her şey.

Şimdi, Anayasa ve başkanlık sistemiyle ilgili arkadaşlarımız söylediler. Ben altı, yedi yıldır bu Anayasa işiyle uğraşıyorum. Bizi partideki komisyonun başkanlığını da yürütüyorum. Partileri de ziyaret ettik 2011 seçimlerinden sonra. Tartışmanın şuradan yürümesi lazım: Parlamenter sistem de meşru bir sistemdir, başkanlık sistemi de meşru bir sistemdir. Herkes kendi siyasal kültürüne göre bir sistem seçer. Bizim ihtiyacımız olan şey hangi sistemle biz daha iyi kuvvetler ayrılığı getiriyoruz, hangi sistemle denge denetleme mekanizmalarını iyi getiriyoruz, hangi sistemle hukuk devleti meselesini iyi getiriyoruz? Etiketleri çarpıştırmak bizi içerik konusunda bir seviyeye, bir kapasiteye ulaştırmıyor. Dolayısıyla, tartışmanın buradan yürümesi lazım. Eğer muhalefet partilerimiz başkanlık sisteminin konuşulmasından rahatsız oluyorlarsa ya da bu şekilde konuşulmasından rahatsız oluyorlarsa o zaman kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti, demokratik düzenin sağlanması, denge kontrol mekanizmaları konusunda kendilerine göre onu aşan teklifler getirmeleri bence tartışmayı daha sağlıklı bir hâle getirir.

Şimdi, bu meseleyi Avrupa Birliğinde de konuşuyoruz. Aslında arkadaşlar, çoğumuz kendi hayatınızda karşılaşıyorsunuz. Bakın, bu byLock'tur, öteki işlerdir, bu kadar insan nasıl atıldı, nasıl yapıldı, nasıl edildi diye. Ama emin olun biz bunu bakanlıklarda da gördük. Yani belli bir örgütlü yapı içerisinde nasıl çalışıldığını, özel kalemlere, bilgi işlem sistemlerine, başka yerlere yerleşildiğini, özel şirketlere yerleşildiğini, kendi sosyal hayatınızdan da görüyor olabilirsiniz ve bunların çoğu da dikkat edin, hiçbir şekilde... Aslında, mesela Genelkurmay Başkanının yaverinin anlattıklarına bakın, HSYK üyesinin itiraflarına bakın, bazı gazetecilerin söylediklerine bakın, belki de tablo şu an bizim gördüğümüzden daha vahim bir düzeyde yani bambaşka bir şeye dönüşmüş durumda. Devletin bütün damarlarına girmiş ve burada bir itiraf beni çok etkilemişti. Birisi diyor ki; "Biz evliyiz bilmem kaç yıldır, ben kocamı Kemalist zannediyordum FETÖ'cü çıktı." Yani kendini saklama kabiliyeti açısından böyle bir müesses ikiyüzlülük yoktur dünyada.

Şimdi, bütün günahların Avrupa Birliğine yüklenmesi şeklinde bir şey tabii ki yanlış. O bizi evrensel değerlerden koparır. Şöyle bir yanlışın içerisine düşüyoruz: Zekeriya Bey güzel söyledi "Haklıyken haksız duruma düşmeyelim." diye. Şimdi, bunlar Türkiye gibi ülkeleri değerlendirirken, doğrudur, oryantalist yaklaşımdan kurtulamamışlar. Yani buralarda demokrasinin gerçekleşebileceği konusunda, insan hakları konusunda, standart oluşabileceği konusunda Avrupa merkezci yaklaşımı aşamamışlar. Bunun karşısında tabii ki oryantalizmin bir benzeri olan yani Şarkiyatçılığın bir benzeri olan, Garbiyatçılık diyeceğimiz bir oksidentalizm de üretmemek lazım. Bütün günahların sebebi de burasıymış gibi. Hayır, dünyanın başka yerlerinde de, başka ülkelerde de sıkıntılar oluyor. Avrupa Birliği içerisinde ayrıca çok iyi dostlarımız var. Türkiye'yi çok iyi anlayan, hakikaten evrensel vizyona sahip olan son derece demokrat kimlikli insanlar var. Onlar da çok korkuyorlar Türkiye'ye karşı yürütülen bu tavrın, siyasetin aslında arkasında -ben bunu pek çok Avrupalı siyasetçiden duydum- esasında bu aşırı sağcı ve ırkçı itkinin olduğunu ve bunu nasıl yönetebilecekleri konusunda da ciddi bir kaygı ve kriz içerisinde olduklarını onlar da ifade ediyorlar.

Gümrük birliğiyle ilgili konuyu söyledim.

Terörle ilgili konu ortadadır. Yani bu meselede arkadaşlarımız iptal edelim vize anlaşmasıyla ilgili konuyu diyorlar. Zaten bu yıl sonuna kadar bir şey gerçekleşmezse o kendiliğinden ortadan kalkmış olacak. Evet, tabii ki AB'ye mahkûm değiliz ama Türkiye Avrupa Birliğine tam üye olsa devletimizin çıkarları açısından, milletimizin geleceği açısından son derece iyi bir zemin yakalamış oluruz. Ama onun dışında Türkiye AB'ye üye olmazsa ne olur, ilişkiler koparsa ne olur? Ben bunu arzu etmem, benim Bakanlığımın varlık sebebi bu ama dünyanın sonu değildir. Şunun için: Türkiye bugüne kadar Avrupa Birliği üyesi olmadan geldi, demokrasisini, ekonomisini büyütebileceğini gösterdi. Keşke olsa, keşke böyle bir vizyon üretilse ve Türkiye bugün Avrupa Birliğinin bir üyesi olarak bu meseleler üzerinde, Avrupa'nın geleceği hakkında katkılarını ortaya koyabilse. Ben bu konuda çok büyük bir katkı ortaya koyabileceğimizi söylüyorum. Sayın Bakanımızın ta 1926'dan itibaren Türkiye'nin bu dönüşümü gerçekleştirmesi konusunda söylediği şey de o zamandan beri devlet adamlarının aslında bunu gördüklerini gösteriyor.

Şimdi, bunun da temeli budur yani katılım müzakerelerinin sürmesi konusunda bu ivmenin devam etmesi. Bu sürmezse bu ivmeyi nasıl sürdüreceğiz? Yani biz tek başımıza bu her söylenen söze, her söylenen söz karşısında "Hadi devam edelim." dediğimizde, emin olun o şekilde de devam etmez bu. Ayrıca, Türkiye, hepimiz bu konuda hemfikiriz, onurlu bir devlettir, egemen bir devlettir. Biz değerler Avrupa'sının tam bir üyesi olmak istiyoruz ama Sarkozy'nin kafasındaki Avrupa'nın ya da Cameron'ın bahsettiği Avrupa'nın ya da bugün Türkiye'ye karşı bu ırkçı yaklaşımları üreten Avrupa'nın hiçbir şekilde üyesi olabilecek olsak bile, bizi oranın bir parçası yapacak olsalar bile ben Türkiye'nin AB Bakanı olarak çıkarım derim ki Türkiye'nin böyle bir AB'de yeri yok. Gerçekten AB değerleri siyasi değerler bakımından adalet, insan hakları, hukuk devleti bakımından yetkin bir Avrupa'nın parçası olmak istiyoruz. Dolayısıyla, Avrupa da tek bir Avrupa değil, orada da bu tartışma sürüyor.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, son sözlerinizi alayım lütfen.

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Şimdi, Sayın Adıgüzel Suriyelilere yönelik 3 milyarlık harcama durumunu söyledi. Burada 2,24 milyar avrosu programlandı bunun ama nasıl harcanacağı belirlendi. Programlanan rakamın 1,25 milyar avrosu sözleşmeye bağlandı, bu miktarın 676 milyon avrosu ilgili kurumların, uluslararası kuruluşların ve STK'lara aktarıldı. Sahada fiziki olarak harcanan para 179 milyondur, bunu size ayrıntılı olarak ileteceğim, burada bir çelişki yoktur.

Gümrük Birliğini askıya almak gibisinden bir niyetimiz yok, onlar da böyle bir niyetleri olmadığını söylediler.

Son ilerleme raporunda Türkiye'nin 33 fasıldan 30'unda genel uyum düzeyinin iyi olduğu söylendi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Bu Lozan meselesinde de yani AB kurulmadan önce ortaya çıkmış bir anlaşma AB müktesebatının niye parçası oluyor? Tartışmaya tek tek devletler, Yunanistan katılıyor, başkaları katılıyor. Türkiye'deki her tartışmanın niye bir parçası olmak... Bunun AB'nin müktesebatıyla bir ilgisi yok ki. Türkiye'de bir mesele tartışmaya açılmış, haklı bulanlar var, haksız bulanlar var. Yunanistan'dan açıklama geliyor, başka yerden, anlaşmaya taraf olanlardan haklı bulan oluyor, haksız bulan oluyor. Yani bunun bir raporda yer almasının mantıksızlığının altını çizmek isterim burada.

Şimdi, işkence iddialarıyla ilgili... Arkadaşlar, bakın, burada çok açık bir şey var. Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi başta olmak üzere tüm uluslararası kuruluşların ve bağımsız gözlemcilerin ziyaretlerine açığız. Bunu da ifade ettik biz. Dolayısıyla, bu işkence iddialarıyla ilgili somut delil ortaya koymaları lazım. Sadece 15 Temmuz gecesi, çatışma gecesi ortaya çıkan birtakım görüntüleri gösteriyorlar. Bir tanesi mesela helikopterle kaçmak istemiş, üstteki helikopter üste gelip durunca helikopter sert bir iniş yapmış, o şekilde yakalanmış bir paşa. O sert iniş sırasındaki yaralanmasını işkence gibi sunuyorlar ama başka bir şey varsa Türkiye Cumhuriyeti'nde işkenceye herhangi bir tahammülümüz yoktur. İşkenceye sıfır tolerans ilkemiz bu şekilde sürmektedir.

Olağanüstü hâl konusunda standart bir düzenleme yoktur, bu gözaltılar konusunda. Avrupa Birliğinin her yerinde farklı şeyler vardır, farklı değerlendirmeler vardır.

Bu tutukluluklar konusunda, akademisyenler ve gazeteciler konusunda her bir dosyanın farklı değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Nihayetinde OHAL meselesinin anayasal teminat altında olduğunu söyledik. Bunu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 15'inci maddesindeki delegasyona atıf yaparak bulduk. OHAL döneminde görevden uzaklaştırılanlarla ilgili yargı yolu kapalı değildir, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu açıktır.

Avrupa Birliği tarafından finanse edilen sınır ötesi iş birliği programlarında fon akışı sağlamaya kadar programın yürütebilmesi için AB'den fon geldiğinde tekrar genel bütçeye iade edilmek kaydıyla kurum bütçesinden harcama yapılmasına imkân sağlamak üzere 2017 yılı bütçe kanunu (E) cetveline Sayıştayın önerisi ve Maliye Bakanlığı tarafından yasal dayanak oluşturmak üzere 81'inci madde eklenmiştir bu bütçe kanunu (E) cetveli 81'inci maddesiyle ilgili sorulan soruya karşılık olarak.

Yine, (E) cetveli, 79'uncu maddeyle ilgili olarak... Bu madde kurumların bütçesindeki transfer kalemlerine konulan AB hibelerinin karşılıklı bütçelerde yer alması gereken ulusal katkı paylarının ilgili fon hesaplarına aktarılabilmesi için gerekli yasal dayanak olup ilgili bütün kurumları kapsayan genel bir maddedir. Bu yetki maddesi daha önceki yıllarda bütçe kanunu içerisinde yer almaktayken son yıllarda (E) cetveline eklenmiştir.

ABİS faaliyetleri, Avrupa Birliği İletişim Stratejisi bakımından, Sayın İsmail Faruk Aksu'nun...

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Cevaplar yetersiz oldu Sayın Bakanım (E) cetveliyle ilgili. Sayıştay raporuyla birlikte onların değerlendirilmesi gerekiyor.

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Biz size ayrıntılı bilgi verelim, görüşümüzü.

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Uygulaması (E) cetvelindeki harcamaların "uygun değil" diyor Sayıştay.

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Yani bizim uygulamamız bu şekilde. Bu söylediğiniz soruyu da içerecek şekilde bir cevap hazırlayalım size; uygun mudur, değil midir diye resmî görüşümüzü iletelim mutlaka.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - O zaman Sayın Başkan, son, diğerlerini vereceğiz.

Sabahleyin burada da karamsar bir tablo çıktı Türkiye'nin geleceğiyle ilgili. Türkiye'nin en çok da kriz zamanında daha çok uğraşmamız lazım, koşmamız lazım. Sabahleyin bu Komisyondaki tartışmaları Dışişleri Bakanlığı ve Enerji Bakanlığının tartışmalarını da okudum, çok da faydalandım. Enerji konusunda Sayın Bakanımızın yaptığı analizler, yine hanımefendinin yaptığı analizler, bunları çok etkileyici buldum, başka arkadaşlarımızın şeyini.

Bu Komisyon bizim için çok kıymetlidir, bir beyin fırtınası komisyonu gibi. Diğer bakanlıklarınkini de okuyorum faydalanmak için. Ama dediğim gibi, en zor zamanda en çok umudu göstermemiz lazım Türkiye'yi geleceğe daha iyi taşımak için.

Sabahleyin yaralanmış birisini görünce, aklımda, kafamın içerisinde bir şiir döndü, Nazım Hikmet'in bir şiiri. Onu okuyayım ve bu geceyi bitirelim bu şekilde:

"Düşmezse düşmesin / Yakamızdan ölüm / Bizim de üstümüze / Güneş doğacak / Gülüm / Gülüşüne bir kurşun / Sıksa da ölüm / Unutma ki umuda / Kurşun işlemez / Gülüm"

Çok teşekkür ediyorum.

Saygılar sunuyorum.