| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/775) (S.Sayısı: 438) (Geçici madde 1) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 23 .11.2016 |
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda geçici maddeye eklenen fıkra üzerine hem Parlamento içinde hem Parlamento dışında önemli tartışmalar yaşandı. Bu tartışmalar sırasında düzenlemenin muhtevasına dönük, bizzat kendine dönük, içinde kullanılan kavramlara dönük çok ciddi eleştiriler, öneriler dile getirildi ve bu hem kendi içimizde hem de diğer kamuoyunda çok yoğun bir şekilde tartışıldı ve bu tartışmalar sonucunda bizim muradımız dışında bu eklenen fıkranın bir algı kurbanı olduğunu çok net bir şekilde görme durumu söz konusu oldu. Esasında, AK PARTİ hükûmetleri olarak biz, erken yaşta evlilikleri önleme konusunda cumhuriyet tarihinde en büyük reformları yapan hükûmetlerin başında geliyoruz. Çok ciddi adımlar attık. İzniniz olursa hem buradaki muradı açıklamak hem de Komisyona geri istememizin gerekçesini de değerli heyetle paylaşmak istiyorum.
Medeni Kanun'umuz, bilindiği gibi, 1 Ocak 2002'de yürürlüğe girdi. Eski Medeni Kanun'umuzda 14 yaşını tamamlamış olanlar hâkim kararıyla evlenebiliyordu. Ancak 2002'de yürürlüğe giren yeni Medeni Kanun'umuz 16 yaşını tamamlamış olanların mahkeme kararıyla, 18 yaşından gün almış olanların -diğer bir ifadeyle 17 yaşını tamamlayanların- ebeveynlerinin izniyle, 18 yaşını tamamlayanların da kendi rızalarıyla evlenmelerine imkân veren bir düzenleme getirmiştir; evlilik yaşını yükseltmiştir, olumlu bir gelişme ortaya koymuştur. Ancak Türk Ceza Kanunu'nda Medeni Kanun'daki bu düzenlemeye uygun düzenlemeler yapılamamıştır. 2005'in 1 Haziranında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu, bu anlamda, çok önemli değişiklikleri gündeme getirmiştir. Eski Ceza Kanunu'nda, 14 yaşını tamamlayan kişi mahkemeden izin aldığı zaman, evlendiği zaman ne yapılıyordu? Cezai takibattan kurtulabiliyordu, bu düzenleme vardı; bu, yeni Türk Ceza Kanunu'nda kaldırıldı. Eski Türk Ceza Kanunu'nun 423'üncü maddesinde, evlilik vaadiyle birlikte olma hâlinde, daha sonra evlilik gerçekleşmediği zaman da bir takibat yapılıyordu, cezalandırma vardı ama evlenme vuku hâlinde bu da ortadan kalkıyordu. Bunu da kaldırdık, bu da yeni Türk Ceza Kanunu'nda yok.
Türk Ceza Kanunu'nun 434'üncü maddesinde, burada ise yine aynı şekilde, tecavüz dâhil, yani halkın, hepimizin anladığı anlamda tecavüz fiilini işleyenler dahi evlenmiş olsa, evlenme vukuunda cezayı ve takibatı durduran bir düzenleme vardı. Bunlar, esasında, Türk Ceza Kanunu'ndaki utanç düzenlemeleriydi, bunu da biz yürürlükten kaldırdık.
Bir başka konu, yine kadınlar ve çocuklar için felaket olan bir başka maddemiz vardı: Namus için yeni doğan çocuğu öldürme; eski TCK 453'üncü madde iffetini, namusunu korumak için çocuğu öldürdüğü zaman sekiz yıldan başlayan bir hapis cezası öngörüyordu. Yani, çocuk masum, başkalarının kurbanı ama onu öldürüyor; Ceza Kanunu'muz bunu öldürene ödül veriyordu. Biz bunu ne yaptık? Kaldırdık, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gibi bir cezaya döndürdük. Bu utancı da yine, aynı şekilde, Ceza Kanunu'muzdan kaldırdık.
Türk Ceza Kanunu'nda yine öldürme suçları son derece önemli ve bu öldürme suçları içerisinde özel ağır tahrik düzenlemeleri vardı, buna uygulanan; kadınlar açısından biz bunu kaldırdık.
İkincisi: Yine, usul ve füruya karşı bir cinayet işlenirse ne yapılıyordu? Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası öngörüyordu. Ama daha çok eşe ve kardeşe karşı bu töre saikiyle cinayetler işlendiği için burada da bir boşluk vardı; o dönemde yapılan düzenlemelerle eşe ve kardeşe karşı işlenmiş cinayetleri de "nitelikli cinayetler" arasına koyduk ve cezasını ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yaptık ki töre saikiyle işlenen cinayetler bakımından son derece önemli. Bununla da yetinilmedi, töre saikiyle cinayet işlenmesini de yine aynı şekilde "nitelikli hâl" olarak ilk defa düzenledik. Türk Ceza Kanunu'nda töre saikiyle cinayet işlenmesi konusunu getirdik, kanunumuzun içerisine koyduk ve ağırlaştırılmış müebbet hapis yaptık.
Yine, kadına tecavüz edilmesi hâlindeki suçun düzenlendiği bölümün nitelendirilmesi çok ilginçti bizim eski kanunumuzda. "Adabı Umumiye ve Nizamı Aile Aleyhine Cürümler" bahsi altında düzenleniyor, "Irza Geçme, Irza Tasaddi" başlığı altında düzenleniyor. Esasında burada büyük bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç vardı. Bu işlenen suç adabıumumiyeyi bozduğu için, aile nizamının aleyhine olduğu için esasında cezalandırılıyor. Namus ve ırza tasaddi olduğu için esasında... Yani korunan şey bir noktada ırz, bir noktada adabıumumiye, bir noktada nizamıaile. Bu da bakış açısındaki yanlışlığı gösteriyordu ve yeni Türk Ceza Kanunu yapılırken esasında bu zihniyet dönüşümünü yaptık ve biz bunları "Kişisel Suçlar" kısmında, "Cinsel Dokunulmazlığa Karşı İşlenen Suçlar" bölümü içerisine almak suretiyle biz bu suçun adabıumumiyeyi veya nizamıaileyi değil veyahut da ırza karşı değil, doğrudan kadına karşı, kadının cinsel dokunulmazlığına karşı ve kişiye karşı işlenmiş bir suç olduğunu düzenledik ve gerçekten çok büyük bir zihniyet dönüşümünü Türk Ceza Kanunu'nda, bu anlamda, gerçekleştirmiş olduk.
Cezalar arasında, Türk Ceza Kanunu yapılırken bir denge oluşturuluyor. Tabii, ceza-adalet sistemine uygun bir dengenin oluşturulması son derece önemli, buna özen gösterildi. Belki bazı yerlerde kantarın topuzu kaçmış olabilir ama buna esas olarak özen gösterilmiştir.
Ceza Kanunu yürürlüğe girdiği zaman, beden ve ruh sağlığının bozulması hâlinde cezanın artırılacağına ilişkin bir düzenleme vardı. Yani hem cinsel saldırı veya cinsel istismar suçuna muhatap oluyor, ondan sonra bir de soruyoruz: "Beden ve ruh sağlığı bozuldu mu, bozulmadı mı?" Yani böyle bir soru sormak gerçekten bir utançtı, doğru bir şey de değildi. Ne yaptık? Bunu da kaldırdık ve böyle bir suça muhatap olan çocuk olsun, yetişkin olsun, bunlarla ilgili bir şeyi peşinen yasa kabul etmiş oldu. Yani, bunun bozulduğunu kabul etti ve bu cezayı artırıcı bir neden olarak düzenlenmişti. Bu artan kısmı temel cezaya yansıttık ve peşinen kabul ettiğimiz için temel cezaya biz bunu yansıtmış olduk.
Cinsel taciz suçunun çocuğa karşı işlenmesi hâlinde verilecek cezaları oldukça artırdık. Suçun işlenmesini kolaylaştıran vesayet, kamu görevi, koruyucu aile, kayın hısımlığı gibi bazı faktörler ağırlaştırıcı sebep olarak düzenlenmiştir. Yani, ensestin neredeyse bizim hukukumuzda cezası yok denecek kadar azdı. Enseste en ciddi ve ağır cezayı bu dönemde biz getirdik ve biz koyduk kanunumuza.
Eski Türk Ceza Kanunu, demin de söylediğim gibi, 14 yaşını tamamlayan kişilerin iradesini geçerli sayıp buna göre birtakım yaptırımlar bağlarken yeni Türk Ceza Kanunu'nda 15 yaşını tamamlamış olanın iradesine geçerlilik tanıyan bir düzenleme getirdik, yani 16 yaşın altında olanın iradesini geçerli saymadık, o irade sahibi çocuğa karşı işlenen herhangi bir fiil, geleneklere göre veyahut da kanunun izin vermediği yaştan önce yöresel törelere göre evlendirme olsa dahi burada bir mefruz cebirin var olduğu kabul edilmiştir. Cebir kanun tarafından doğrudan kabul edilmiş ve işin doğasında varlığı kabul edilerek bir cezai yaptırıma ne yapılmıştır? Bağlanmıştır ve bu açıdan da son derece önemli bir düzenleme getirilmiştir hukukumuzun içerisine. Bu da son derece önemli.
Ayrıca, bu suçların cezalarının artırılması da zaman içerisinde yapılmıştır. Örneğin, cinsel istismar suçu başlangıçta sekiz yılken daha sonra bu, on altı yıla çıkarıldı ve şimdi bu heyetin kabul ettiği kanunun zannedersem 13'üncü maddesinde de 12 yaşını tamamlamamış olanlara karşı işlenmesi hâlinde de on sekiz yıl olarak alt ceza, yani temel ceza belirlenmiş oldu, bu da ayrı bir artım.
Yine, infaz hukukunu da değiştirdik biz. İnfaz hukukunda, bildiğiniz gibi, bunların cezası infaz edilirken üçte 2'sini yattığı zaman şartla tahliye imkânı olduğunda dışarı çıkabiliyordu, şimdi biz bunu dörtte 3'e çekerek daha fazla infaz yapılmasını sağladık. Bu sebeple, çocuklara karşı işlenen bir suçtan dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar otuz yıl yerine otuz dokuz yıl, müebbet hapis cezası alanlar da yirmi dört yıl yerine otuz üç yıl yatmakta, süreli hapis cezaları alanlar da daha cezanın dörtte 3'ü kadarını içeride geçirmektedir.
Bütün bunları biz esasında bir farkındalık olmaktan öte, erken yaşta evliliklerin önüne geçilmesi, öte yandan kadının, çocuğun, bütün çocukların korunması maksadıyla yaptığımız düzenlemelerdir, cezaların caydırıcılığını hesap ederek yapılmış son derece önemli düzenlemelerdir. Ancak, Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; ceza kanunları ve diğer bütün kanunlar toplumlarda yeni kültürün oluşmasına, mevcut kültürün değişmesine ve geliştirilmesine şüphesiz büyük katkılar sağlamaktadır. Fakat, takdir edersiniz ki yüz yıllardır bizim toplumumuzda erken yaşta evlilik gerçeğini 2005'te yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu ile 2002'de yürürlüğe giren yeni Medeni Kanun'un birdenbire tamamen değiştirmesi ve herkesi aynı noktaya çekmesi oldukça güç bir durumdur. Bu kültür nasıl zaman içerisinde oluştuysa bunun değişmesi, geliştirilmesi, ortadan tamamen kalkması da bir zaman alacaktır. Bu kanunun yürürlüğe girdiğinde bir farkındalık toplumda oluştu mu yeteri kadar? Maalesef, oluşmadı. Başka maddeler tartışıldı, bu maddeler tartışılamadı. Ama uygulamada bu maddenin uygulaması çok büyük bir farkındalığı ortaya çıkardı. Nasıl çıkardı derseniz, bu maddenin uygulaması nedeniyle Türkiye'nin hemen hemen her ilinde, her ilçesinde, her beldesinde neredeyse bir vaka yaşandı ve bu vakadan dolayı soruşturma ve kovuşturmalar yapılıp ağır cezai yaptırımlar ortaya çıkınca hem velilerde hem de toplumda gerçekten erken yaşta evlilik hâlinde çok ağır cezalar var ve bunları aman yapmayalım şeklinde de bir kanaat ortaya çıktı. Rakamlara baktığınızda da gittikçe bunun aşağı doğru indiğini de görüyoruz. Bu, yeni bir farkındalık oluşturdu ama bu geçiş döneminde bu düzenleme ve bizim yüz yıllardır süregelen geleneklerimiz, kültürümüz, sahip olduğumuz diğer değerler bakımından hoş görülen bir şeyi tamamen ortadan, maalesef, kaldırmadı, kaldırması da zaten mümkün değil çünkü kolay değil bu, birden oluşmuyor, birden de kalkmıyor. Böyle olunca, bu konu toplumun gündemine gelmeye başladı. İşte, Türkiye Büyük Millet Meclisinde aile bütünlüğünü olumsuz etkileyen unsurları araştıran komisyonun raporunda bu konuya çözüm bulunması hususu dile getirilmiş, tartışılmış. Anayasa Mahkemesine açılan davalar sonucunda Anayasa Mahkemesi çok net bir şekilde yani 12/11/2015 tarihinde verdiği kararda -tümünü okumuyorum ama izniniz olursa sadece bir kısımnı paylaşmak istiyorum-" "Fiilin, farklı yaş kategorilerindeki mağdurlara karşı işlendiği veya failin de küçük olduğu ya da fiilden sonra mağdurun yaşının ikmaliyle fiilî birlikteliğin resmî evliliğe dönüşmesi gibi her bir somut olayın özellikleri dikkate alınarak ceza tayin edilmesi veya onarıcı adalet kurumunun uygulanması imkânı ortadan kaldırılmakta." diyor bu 103'üncü madde de verdiği iptal kararının gerekçesinde ve Anayasa Mahkemesi esasında 103, 102 ve bu konularla ilgili maddelerdeki cezaların yüksek olduğunu çok net söylüyor, verdiği bütün kararlarda söylüyor. Bunun, ceza adalet sistemine uygun bir şekilde yaşa göre kademelendirilmesini ve cezaların orantılılığını gerçekleştirmeyi Parlamentoya öneriyor. Onarıcı adaletin de bu iş yapılırken göz önüne alınmasını öneriyor ama toplumsal baskı nedeniyle biz, Anayasa Mahkemesinin esasında verdiği bu kararın gerekçesini tam yerine getirebiliyor muyuz? Getiremiyoruz. Ne yaptık şimdi? Biz esasında kademelendirmeyi yaptık ama cezaları çekebildik mi aşağıya? Çekemedik çünkü artırarak Anayasa Mahkemesinin dediğini yerine getirmek gibi bir zaruretle karşı karşıya kaldık, tabii toplumsal hassasiyetleri gözetmek suretiyle bunu yaptık. BİMER'e, CİMER'e bu konuda gelen yüzlerce mektup var; Bakanlığımıza doğrudan gelen yine yüzlerce mektup var; Aile Bakanlığına gelen mektup var ve bütün bunlar Türkiye'de bu anlamda ciddi bir sorun olduğunu gösteriyor. Siyaset de sorun çözme sanatıdır. Bir sorun varsa "Biz bunu görmezden gelmeyiz." diyemeyiz. Bu önerge, esasında, Aile Komisyonunun, Anayasa Mahkemesinin, BİMER'den, CİMER'den ve Bakanlığımızdan Aile Bakanlığına iletilen toplumsal, bireysel taleplerin, aynı zamanda ben bütün partilere gittiğini düşünüyorum çünkü bu sorun meydanda, bize de gelen bir sorun. Bizim yaptığımız şey, bu sorunu çözmeye dönük bir defa uygulanacak geçici bir düzenlemeydi, kesinlikle tecavüzcülere af getiren bir düzenleme değildi. Tecavüzcülerle alakalı bir düzenleme olmadığı hâlde maalesef kamuoyundaki tartışmalar nedeniyle biz meramımızı anlatamadık, başkaları daha iyi anlattı, şu oldu, bu oldu ama toplumda bu düzenlemenin yapılmaması konusunda gözle görülür bir şekilde bir konsensüs oluştu. Biz AK PARTİ olarak bugüne kadar toplumdan gelen her sese kulak verdik, adımlarımızı toplumun taleplerine, beklentilerine göre attık. Doğru olduğuna inandığımız adımları eğer topluma anlatamamışsak, toplum bunu yanlış görüyorsa o zaman yine toplumun sesine kulak verip geri adım attık. Bu konu da esasında iyi niyetle ve doğru olan bir düzenlemeyi, toplumsal bir sorunu çözen bir düzenlemeyi milletimizden gelen tepkiler, eleştiriler, önerileri dikkate almak suretiyle geri çekmek olarak gerçekleştiriyoruz. Esasında, biz burada milletimizin talebine, milletimizin emrine uyuyoruz, doğruyu yapmaktan vazgeçerek.
Teşekkür ediyorum.