KOMİSYON KONUŞMASI

SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) - Demokrasiyi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen millet iradesini korudunuz, vatanın bölünmez bütünlüğüne katkıda bulundunuz. Siyasiler, iktidarıyla muhalefetiyle, sonra Türk Silahlı Kuvvetlerindeki sizin gibi sağduyu sahibi askerlerimiz, aynı zamanda emniyet yetkililerimiz birlikte mücadele verdik milletimizle birlikte. Çok teşekkür ediyorum katkılarınıza.

Biliyorsunuz, bu topraklarda güçlü ordularla kalırız, güçlü ekonomiyle ve büyük demokrasilerle kalırız. Geçmişte de bunun acılarını büyük imparatorluklar yaşadı, biz de aynısını yaşıyoruz. Bizim güçlü bir ordumuzun olması elbette ki hepimizin arzusu ama ordumuzda da şöyle bir sâri hastalık gibi bir gelenek de var, bir darbe geleneği. 1960'da darbe yaptılar seçilmiş iktidara karşı ve seçilmiş başbakanı astılar. Sonra 1962'de yine bir darbe girişimi, 2 asker, asıldı, idam edildi İnönü döneminde. Daha sonra 1971 oldu biliyorsunuz. Askerin siyasete karşı çok heveskâr olduğunu biliyoruz, nedense böyle bir heveskârlığı var. Zaman zaman cumhuriyeti kollama ve koruma adına ortaya çıkıyor, zaman zaman irticayı bahane ederek ortaya çıkıyor, zaman zaman siyasetçiyi beğenmeyerek ortaya çıkıyor. Bunları biliyoruz. 1971'de darbe olduktan sonra Sayın Süleyman Demirel, rahmetli, şapkasını alıp gittikten sonra 1971 yılında bir Hükûmet kuruldu, Nihat Erim Hükûmeti ve bu Hükûmete Sayın İnönü o zaman bakan verdi, Cumhuriyet Halk Partili bakanlar verdi ve Ecevit o zaman istifa etmek istedi, "Karaoğlan" diye, lakabı o zamanlar başlamıştı. Sayın Ecevit istifaya girince Reha İsvan aracılık yaptı, İnönü'ye gitti ve "Partimizin geleceği olan, istikbali olan bir şahıs istifa ediyor, Karaoğlan'a söyleyin, o bu işlerden anlamaz, eğer ben buraya Hükûmete Cumhuriyet Halk Partili bakanlar vermezsem bunlar çok uzun süre kalırlar ve Parlamentoda da demokrasiyi işler hâle getiremeyiz." dedi.

Siyasiler daima, işte böyle cuntacı askerlerin veya siyaset kurumunu beğenmeyen kişilerin Demokles'in kılıcı gibi başlarında durduğunu gördüler, korktular, çekindiler, zaman zaman ilmî siyaset yaptılar, zaman zaman yapmak istediklerini yapamadılar, çekindiler, bazen yapmak istediler çok ağır bedeller ödediler aynen Menderes gibi, Demirel gibi, Erbakan gibi, neler yaşadığını biliyoruz. Ben de 28 Şubat döneminde çok büyük bedeller ödedim. Aynı zamanda rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'yla beraber 28 Şubata kafa tutan kişilerden bir tanesiydim. O zaman "Tanklarını, namlularını milletine çevirmiş bir orduyu alkışlamayız." diyerek de meydan okumuştuk. 1980'de yine bir darbe oldu biliyorsunuz. Zaman zaman da Millî Güvenlik Kurulu kararlarıyla Türkiye'yi, siyaseti terbiye etmek istediler, tedip etmek istediler askerler. Tırnak içinde söylüyorum, demokrasiye ram olmuş askerleri tenzih ederim. "irtica" dediler. Millî Güvenlik Kurulunda millî görüşçüleri tehlike gördüler, ülkücüleri tehlike gördüler, Nakşileri tehlike gördüler. Sonra işte 2004'te yaptıkları gibi, Nurcular, Fetullah Gülen Hizmet Hareketi'nin takip edilmesini istediler ama bunun askerî ayağını gündeme getirmediler, bunun MİT ayağını gündeme getirmediler, bunun emniyet ayağını gündeme getirmediler nedense. Yani Hilmi Özkök Paşa burada onu söyledi "Evet, biz gündeme getirdik." dedi. Bununla bir noktada siyasi iktidarları terbiye etmek adına kullandılar, Fetullah Gülen argümanını kullandılar. Hatta şunu da söylemişti: "O zaman bu Fetullahçılık suç değildi." ifadesini kullandı.

Şunu söylemek isterim: Gerçi sorumun muhatabı siz değilsiniz ama 17-25 Aralık öncesi de, işte, bizi zaman zaman suçlayanlar, AK PARTİ iktidarını da "2004 yılında iktidara geldiniz bir şey yapmadınız..." Bir yıllık bir iktidardık zaten. Fetullah Gülen Hareketi 1970'lerde çıkmış; kırkyıllık bir hareketin, bugünkü durum, geçmişin toplamıydı. Bir yıl içerisinde bizim dönemimizde büyümediler. 17-25 Aralık öncesi Sayın Kılıçdaroğlu'nun da Amerika'da bu şahsa ait olan bir enstitüde görüşme yaptığını biliyoruz. 17-25 Aralıktan sonra siz MİT tırlarını bir darbe olarak değerlendirdiniz. 17-25 Aralığı darbe olarak değerlendirdiniz, 7 Şubat MİT operasyonunu bir darbe olarak değerlendirdiniz. Burada Cumhuriyet Halk Partisinin milletvekilleri de bunların televizyonlarına çıktı, görüştü bunlar olup bittikten sonra. Hatta, kayyumlar atandığı zaman...

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Davutoğlu dört buçuk saat görüşmüş Fetullah'ın evine gitmiş ya, dört buçuk saat!

SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) - ...buraya giderek, burada protesto ettiler, bunu yaptılar. Çok özür dilerim, sorumu size sormayacağım, sadece bir tespit yapmak için sordum, sorumun muhatabı siz değilsiniz.

ANKARA JANDARMA ESKİ

BÖLGE KOMUTANI TÜMGENERAL İBRAHİM AYDIN - Sağ olun.

SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) - Buraya eğer Birgül Ayman Güler Hanımefendi gelmiş olsaydı, kendisine niçin paralelle iş birliği yaptığını soracaktım ama gelmedi.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Bunu Davutoğlu'na soralım, Davutoğlu'na.

SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) - Gelmesini de çok arzu ediyorum hanımefendinin. Hatta bugün bir dilekçe yazdım Komisyonumuza, şunu yazdım.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Dört buçuk saat ne görüştü?

BAŞKAN - Sayın Tanrıkulu, dinleyin.

SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) - Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezine bir dilekçe gönderilmesini istedim. Birgül Ayman Güler'in disiplin dosyasının tamamının Komisyonumuza gönderilmesini istedim madem gelmiyor diyerek. Sorularımı sormak istiyorum sayın komutanım. 15 Temmuzdaki darbe girişimi ile daha önceki darbe girişimleri arasında bir fark gördünüz mü? Çünkü dediniz ki: "Hep egemen güçler var bu yapıların arkasında." Geçmişteki darbelerin arkasında da egemen güçler var mıydı?

İki: Terörle mücadelemizde...

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Davutoğlu dört buçuk saat ne görüştü?

BAŞKAN - Evet arkadaşlar, lütfen sükûnetle dinleyelim. Evet, uzman arkadaşlar da, danışmanlar da...

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Dört buçuk saat ne görüştü?

SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) - Onu da sorabilirsiniz. Sayın Davutoğlu da buna cevap verebilir, vermesini de isteriz. Sayın Davutoğlu'nu da aynı şekilde isteriz, Sayın Kılıçdaroğlu'nu da isteriz. O milletvekili arkadaşlarımızın da hangi saikle o televizyonlara çıktığını ve o protestoları yaptığını isteriz, sorarız neden, hangi saikle? Sadece "Düşmanımın düşmanı -tırnak içinde- dostum mu?" dediklerini sorarız veyahut da "Demokrasiye katkıda bulunuyorduk, televizyon kapatılıyordu, işte, bunların örgüt olduğunu bilmiyorduk, darbe yapacağını tahmin etmiyorduk." mu diyeceklerdi, onu da bilmiyoruz. Terörle mücadelede siz istihbaratta görev aldınız. Terörle mücadelede bu yapı acaba akamete uğrattı mı? Otuz beş yıldır kan akıyor Türkiye'de. PKK diye bir örgüt var, hain, alçak. Bugün de Adana'da bir bomba patlatıldı. Büyük bir ihtimalle yine fail bunlar olacaklar çünkü bunlar Türkiye'de otuz beş yıldır milleti bölmek istiyorlar, milletleşme sürecimizi dumura uğratmak istiyorlar. Bu konuda ne söylersiniz? Akamete uğrattılar mı? Sabote ettiler mi? Hrant Dink olayı yeniden inceleniyor, Muhsin Yazıcıoğlu olayı yeniden inceleniyor. Ne söyleyebilirsiniz?

Diğer bir sorum, beni bağışlayın, kusura bakmasın Başkanım da: 1970'li yıllarda faaliyete girdi bu yapı ve asker ve polis okullarında ilk nüvelerini, tohumlarını 1970'li yıllarda attılar. Bunu Zübeyir Kındıra polis okullarını, işte "Fetullah'ın Copları"nda belirtiyor. Yavuz Selim Demirağ da askerî okullardaki yapılandırmalarını söylüyorlar. Sizce en büyük kırılmaya sebep olan yapı hangisidir? Bürokratik yapılar mıdır, istihbarat örgütleri midir, askerî yapılanma mıdır, diyanet midir? Bu yapının büyümesindeki en büyük katkı kime aittir?

Biliyorsunuz, malum olduğu üzere Türkiye'de MİT şöyle diyor: "Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı, Jandarma İstihbarat Başkanlığı ve MİT istihbarat topluyor, 4 kurum istihbarat topluyor Türkiye'de. İstihbarat toplanması, MİT, Genelkurmay, Emniyet ve Jandarma arasında muhtelif münakaşalara sebep oluyor." Sizce istihbarat tek elde toplanmalı mıdır çünkü istihbaratta görev yaptınız? İkinci sorum bu.

Üçüncü sorum şu: Genelkurmay eski Başkanı General İlker Başbuğ buraya geldiğinde Millî İstihbarat Teşkilatının kendilerine bilgi vermediğini söyledi. Sonra eski MİT Başkanı Emre Taner Bey buraya geldiğinde şöyle söyledi: "Bizim askeriye içerisinde istihbarat toplama imkânımız yoktu, böyle bir görevimiz yoktu ancak askerî elemanlar kullanabilirdik, onlar da terfi ederler, tekrar askeriyeye giderler, bir daha da MİT'çi olarak kullanamayız onları, burada bir mevzuat problemi var."

ZEKERİYA BİRKAN (Bursa) - Sıkıntı yaşadık.

SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) - Sıkıntılar yaşadık.

Sizce Genelkurmay Başkanlığı Jandarma İstihbarattan istifade edemiyor muydu? Jandarma İstihbarat topladığı bilgileri kime verirdi? Millî İstihbarat Teşkilatından bilgi istemedi mi? Emniyetten bilgi istemedi mi? Veyahut da bu mevzuatın düzenlenmesi için niye bir çalışma içerisine girmediler? Bu benim dikkatimi çekiyor. Türkiye'de istihbarat kurumları arasında uyumlu bir çalışma mevcut değil miydi şimdiye kadar?

Son sorum şu: Biliyorsunuz, 1992 yılında diplomat Sönmez -Dışişleri eski görevlisi- MİT Müsteşarlığına atanarak ilk defa sivil bir müsteşar atandı. Bu sivil müsteşar atandıktan sonra eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ şöyle söylüyordu: MİT'in sivilleşmesinin hususi olarak askerî istihbaratın toplanmasında zafiyete sebep olduğunu iddia ediyor kendisi. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? MİT sivilleşince istihbarat toplamada bir zafiyet mi oluştu?

Bir de şunu söylemişti: "Eğer MİT'te bir yardımcımız asker olsaydı bu sıkıntıları yaşamazdık." dedi. 1971 muhtırası verildiğinde MİT Müsteşarı askerdi, 1980 darbesi olduğunda MİT Müsteşarı askerdi. Sayın İlker Başbuğ'un düşüncelerine katılır mısınız?

Teşekkür ediyorum.