KOMİSYON KONUŞMASI

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın Başkan, Komisyonun değerli üyeleri, Sayın Bakan; hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.

Bu Anayasa değişikliği teklifi üzerinde, gerçekten siyasi parti grubunun yöneticisi milletvekili arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Başlangıçta usule ilişkin açıklamalar da dâhil olmak üzere -her şey demokratik kurallar içerisinde- milletvekili arkadaşlarımızın, siyasi partilere mensup değerli milletvekillerinin meselelerini, bu konuyla ilgili sıkıntılarını dile getiren bir süreç yaşandı. Önce arkadaşlarımız usule ilişkin olmamakla birlikte, Sayın Tezcan'dan başlayarak diğer siyasi parti temsilcisi arkadaşlarımız da burada görüşlerini ifade ettiler ve Başkanın kameraları çıkarıp sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinin TV'sinin kamerasının kalması sonucundaki itirazlarda bunun demokratik bir hak ve yöntem olduğunu ifade etmek istiyorum ama Başkan nasıl ki Komisyonun gündemine hâkimse ve İç Tüzük'e göre de bu değerlendirmelerini yapıyorsa o şekilde değerlendirme oldu ve bundan sonraki süreçte inşallah, bilimsel bir tartışmanın... Hakikaten siyasi partiye mensup arkadaşlarımızın ifade ettiği gibi, sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini değil, 79 milyon insanı ilgilendiren bir Anayasa değişikliği teklifinin kamuoyuyla paylaşılması gerekiyor. Nitekim Sayın Başbakanımızın ifade ettiği gibi, bildiğiniz gibi, Anayasa'nın 175'inci maddesi Anayasa'nın nasıl değiştirileceğiyle ilgili hüküm ifade etmiş. 330 ve 367 arasındaki değişiklikler doğrudan doğruya referanduma gider, 367 üzerinde kabul edilen değişiklikler isterse Cumhurbaşkanı tarafından referanduma götürülür ama Anayasa değişikliği bir toplumsal sözleşme olması münasebetiyle biz her hâlükârda ister 367 olsun ister 467 olsun referanduma gitmeden Anayasa değişikliği teklifinin Anayasa gereğince kabul edildiği sayı olsa dahi milletin huzuruna, milletin hakemliğine götürelim diye ısrar ediyoruz. Tabii, buradan Cumhuriyet Halk Partisine ve diğer muhalefet siyasi partilerine diyoruz ki: Biz milletin hakemliğinden korkmayalım, milletin hakemliğinden kaçmayalım. Nasıl ki "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." diyorsak, 15 Temmuzda bu ülkenin sahibi milyonlarca insan sabahlara kadar yirmi sekiz gün meydanlarda durup "Bu ülkenin sahibi benim." diye savunduysa ve 15 Temmuzdan sonra artık bu ülkenin gerçek sahibinin yüzde 2'nin değil, yüzde 1'in değil, asker, sivil bürokrasinin değil... Bu ülkenin dağındaki çobanıyla üniversitedeki profesörünün eşit hissedar, eşit hak sahibi olduğu 15 Temmuzdan itibaren tescillenmiştir, ispatlanmıştır. Ondan önce, birileri düşünür millet buna uyardı ama şu anda millet diyor ki: "Getir çıkardığın kanunu, Anayasa değişiklik teklifini ben onaylayacağım." Milliyetçi Hareket Partisinin Genel Başkanı, Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanı ve tüm milletvekilleri... Millet iradesine sonuç ne olursa olsun saygı duymamız gerekir. Eğer Komisyonun değerli üyeleri, burada Parlamentoya indirme konusunda karar verdikleri takdirde, Parlamentodaki milletvekillerimizden 330 ve üzeri olduğu takdirde... Ki gönül ister 367, 377 milletvekiliyle birlikte halkın huzuruna götürelim, halkın hakemliğini isteyelim. Bu Anayasa değişiklik teklifine "evet" demek "Halkın hakemliğine ben taraflıyım, bu şekilde karşı çıkıyorum."

demenin bir eksiği, bir göstergesi olarak anlamak doğru değildir diye düşünüyorum.

Bakınız, biraz önce Levent Bey'in söylediği görüşlere, hassasiyete teşekkür ediyorum. Aynı hassasiyeti biz de yaşadık. 10 Aralık tarihinde Beşiktaşın oynadığı bir maç çıkışında daha önce adı "Beleş Tepe" diye ifade edilen, şimdi belediyenin aldığı çok güzel bir kararla "Şehitler Tepesi" diye ifade edilen yerde 44 yiğidimizin canı alındı, kimi 20 yaşında, kimi 23 yaşında, kimi 25 yaşında, Çevik Kuvvet mensubu değerli kardeşlerimiz şehadet şerbetini içtiler. Ertesi gün siyasi parti grup başkan vekilleri bir araya geldik, 3 siyasi parti bu haysiyetsiz, bu insanlık düşmanı terör örgütünü ve bütün teröristleri kınayan bir bildiriyi birlikte okuduk. PKK TAK terör örgütünün desteklediği, üstlendiği 10 Aralık tarihindeki Şehitler Tepesi'ndeki 44 yiğidimizin can verdiği süreçte birlikte bu acıyı yüreğimizde hissettik.

Bu hafta cumartesi günü ilim Kayseri'de bugüne kadar hiç toplumsal olayların veya şehit, terörist faaliyetlerin bulunmadığı, terörün birdenbire gerçekleştiği bir il olmayan Kayseri'de de maalesef komando tugayında çeşitli geri hizmetlerde lojistik destek sağlayan -kimi ulaştırmacı, kimi mutfakçı, kimi levazımcı çarşı iznine çıkan- 59 evladımızın gelerek çarşı iznine çıkıp o izni yaşamak için geldiği bir süreçte Erciyes Üniversitesinin önünde yine bir terör, alçak, 14 evladımızı şehit etti. O gün yaralıları ziyaret ettik, şehitlerimizi hem cumartesi günü hem pazar günü illerine uğurladık. Oradaki anaların, oradaki bacıların, oradaki kardeşlerin tamamı da bekârdı. Oradaki insanların ağıtları yüreklerimizi dağladı. Teröristlerin ve terör destekçilerinin umarım ki o nasırlaşmış vicdanları o görüntüleri gördükten sonra bir miktar yumuşar, bu teröristleri de lanetleyen bir noktaya doğru gelirler.

O günkü yaptığımız bildiride çok önemli bir sözcük, ifade vardı, "Hiçbir meşru talep terörizmi meşrulaştıramaz, teröristi de mağdur hâle getiremez." Önemli bir ifadeydi. Her türlü meşru talep sözle söylenebilir, Türkiye Büyük Millet Meclisinde ifade edilebilir ama bir meşru talebi ortaya çıkarırken arkasından gayrimeşru, insanlık dışı, ahlak dışı alçakça bir saldırıyı savunmak da herhâlde hiç kimsenin hakkında veya insan olduğunu ifade eden kişinin yerinde ve ifade tarzında olmaması gerektiğini düşünüyorum. Oradaki 44 şehidimize yüreğimiz hep beraber yandı, Kayseri'deki 14 evladımızın en büyüğü 1993 doğumlu, 1995 doğumlu, 1996 doğumlu, daha hayatının baharında o alçakların canlı bombayla o otobüsü patlatmaları ve evlatlarımızın şehit olmasına, şehadet şerbeti içmesine sebebiyet veren bu alçakça terör hepimizin yüreğini dağladı. Ama Sayın Gök'e katılmadığım önemli noktalardan birisi şu: Bakın, biz geçen hafta çarşamba günü veya perşembe günü siyasi parti gruplarıyla bu haftanın gündemini paylaştık. Dedik ki: Salı günü saat 13.00 veya 14.00'te Komisyon Başkanı gündemini, sürecini tayin ettikten sonra planımızı ifade ettik. Salı günü Komisyon Başkanının takdirinde olmak üzere Anayasa Komisyonu çalışmalarına devam etsin, bu süre içerisinde biz görüşelim ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde de Genel Kurulun 1'inci sırasında bulunan Sınai Mülkiyet Yasa Tasarısı'nın görüşmelerini tamamlayalım, arkasından Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşmekte olduğumuz Damga Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapan Kanun Tasarısı'nın, 30 maddelik kanunun, bunların büyük bir kısmının yılbaşından önce çıkmasının zaruret gerektirdiğini ifade ettik ve planımızı bu şekilde yaptık.

Dün yine alçakça bir suikast hadisesi yaşadık. Türkiye Cumhuriyeti'ndeki Rusya Federasyonu'nun Ankara Büyükelçisi bir suikast girişiminde hayatını kaybetti, tüm Rusya'ya acılarını paylaştığımızı, başsağlığı dileklerimizi ifade etmek istiyorum.

Bakınız, Cumhuriyet Halk Partisinin 11 Aralık Pazar günü bize bir teklifi oldu, "Terörle ilgili hangi yasal düzenlemeyi getiriyorsanız sonuna kadar destekleyeceğiz, hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonlarında ve Genel Kurulda en hızlı şekilde geçmesini sağlayacağız." dediler. Samimiyetlerinden şüphe duymuyoruz, kendilerine de teşekkür ediyoruz. Onu grup başkan vekilleriyle birlikte yaptığımız Meclis Başkan Vekilinin arka odasında ifade ettik. Şu anda Türkiye'nin millî birliğe ve bütünlüğe ihtiyacı var. Bir ve beraber teröre karşı tek vücut olarak durma, hasıl olma mecburiyetimiz var. "Eğer biz bunu gerçekleştirebilirsek terör ve terör yandaşlarının, terör destekçilerinin ellerindeki bütün imkânları ortadan kaldırırız ve Türkiye Büyük Millet Meclisini de çalıştırırız." diye ifade ettik. O gün sorduk, yine soruyorum: Eğer terörle ilgili şu anda bizim ifade ettiğimiz, bizim ortaya koyduğumuz yasal düzenlemelerin terörle mücadele konusunda -Adalet Bakanımız burada, herhâlde o konuda cevap verecektir- herhangi bir eksiğinin olduğunu düşünmüyorum. Geçen sene çıkardığımız İç Güvenlik Yasası'nın da terörle mücadele konusunda önemli bir düzenleme olduğu inancındayım ve 15 Temmuz hain darbe girişimiyle birlikte Anayasa'nın 120'nci maddesi uyarınca aldığınız olağanüstü hâl düzenlemesi veya Cumhurbaşkanlığı Başkanlığında toplanacak kanun hükmünde kararname çıkarma yetkilerinin de hem FETÖ terör örgütüyle hem PKK terör örgütüyle hem de diğer terör örgütleriyle birlikte mücadelede önemli bir düzenlemenin var olduğunu görüyorum. Ama yine tekrar altını çizerek söylüyorum ki 7 Ağustosta Yenikapı ruhuyla ortaya koyduğumuz birlik, beraberlik, bütünlük görüşmeleri Sayın Başbakanın daveti üzerine ve siyasi parti genel başkanlarına hem Sayın Kılıçdaroğlu'na hem Sayın Bahçeli'ye teşekkür ediyorum, çarşamba günü terörle ilgili bir araya gelerek uzun bir görüşme gerçekleştirdiler. Saat 10.30'da başlayan görüşme 13.30'da herhâlde nihayet buldu ve 3 siyasi parti genel başkanı yan yana durarak, bir ve beraber güç birliği göstererek terör ve terör heveslilerinin heveslerini kursağında bırakacak bir görüntüyü ortaya koydular, bu da bizim için önemli bir gelişmeydi.

Şimdi, bizim burada yapmamız gereken Rusya Büyükelçisine yapılan suikast girişimi sonucunda ortaya çıkan olumsuz hadise, Kayseri gibi "huzur şehri" diye ifade ettiğimiz bir yerde 14 şehit verilen terör saldırısı ve İstanbul'daki 10 Aralık tarihindeki yapılan terör saldırısı sonucunda biz bir ve beraber durmak mecburiyetindeyiz. Siyasi görüşlerimiz farklı olabilir, mesela bugün Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmeye başlanan diye tahmin ettiğim Damga Vergisi Kanununda ve Bazı Kanunlarda Yapılan Değişikliklerle ilgili Kanun Tasarısı görüşülürken "Biz teröre bir ve beraber olacağız." diye muhalefet partilerinin bizim getirdiğimiz teklife "evet" demelerini beklememiz mümkün değil, muhakkak ki arkadaşlarımız orada eleştirilerini dile getirecek. Bizim milletin hakemliğine müracaat ederek Hükûmet etme yöntemini bugüne kadarki geçtiğimiz badirelerden olumsuz sonuçlarını yaşayarak, bugüne kadar gördüğümüz meseleyi, demokrasiyi taçlandıracağız diye inandığımız, istikrarı güçlendireceğiz diye inandığımız, güvenin oluşacağını düşündüğümüz ve Parlamentonun gücünün daha çok artacağını düşündüğümüz bir Anayasa değişikliği teklifini değerli Komisyon üyelerinin huzuruna getirdik. Siz, bunun Anayasa'ya aykırı olduğunu ifade edebilirsiniz veya bunun milletin isteğine, ihtiyacına tercüman olmadığını, bunun milletin beklentilerini karşılamadığını ifade edebilirsiniz. Bizim, Komisyon üyeleri olarak ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak yapmamız gereken en önemli konu milletin hakemliğinden korkmadan milletin önüne götürebilmek. Tekrar altını çizerek söylüyorum: Nasıl ki 15 Temmuzda 79 milyon millet "Bu ülkenin sahibi benim." dediyse artık bizim bu Anayasa değişiklik teklifini milletten kaçırmaya, milletten saklamaya hakkımız yok. Millet ne derse o. Atatürk'ün ifade ettiği gibi, hâkimiyet bilakaydüşart milletindir. Biz, o millete bunu götürmekten çekinmemeliyiz, imtina etmemeliyiz.

Bakınız, değerli arkadaşlar, 1961 Anayasası'ndan itibaren Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürekli problem hâline gelmiştir. Siyaseti iyi takip edenler veya geçmişteki meseleleri inceleyenler genelkurmay başkanlarının Cumhurbaşkanı olması veya bir askerin Cumhurbaşkanı olması geleneğini bu memlekete kabullendirmişlerdi. Hatırlarsanız bir genelkurmay başkanı Cumhuriyet Senatosu üyesi olabilmek için istifa etmiş, arkasından Cumhuriyet Senatosu üyesi olmuş ve Parlamentonun dinleyici sırasındaki bütün koltukları rütbeli askerler tarafından doldurulmuş, iki siyasi parti birlikte hareket ederek baskıyla, zorla ifade edilen eski bir genelkurmay başkanının Cumhurbaşkanı olmasını engellemişlerdir ama sonuçta eski bir paşayı Cumhurbaşkanı seçerek Türkiye Büyük Millet Meclisinin dinleyici sıralarındaki o apoletlilerin etkisini, tepkisini önleme gayreti içerisinde olmuşlardır. Arkasından, 1982 Anayasası'yla birlikte daha farklı bir ortam ortaya çıktı. 1982 Anayasası'nın bu millete uymadığı, bu Anayasa'nın muhakkak değiştirilmesi gerektiği, 1983'ten itibaren siyasi partilerin yaşam bulmaya başladığı, artık -tırnak içerisinde söylüyorum- "demokratik siyasetin var olması" diye ifade edildiği 1983 seçimlerinden itibaren bu Anayasa'nın değişmesi gerektiği teklifleri hem içerideki siyasi parti temsilcileri yani siyaset yapma yasağı olmayan siyasi parti temsilcileri hem de dışarıda yasaklı olan siyasi parti temsilcileri tarafından gündeme getirilmiştir, ifade edilmiştir. Eğer rahmetli Özal olmasaydı -açıkça söylüyorum, ifade ediyorum- "Ben Cumhurbaşkanı adayıyım." demeseydi, birileri yine, 1970'lerde olduğu gibi "Apoletli birisini, en makul, en uygun birisini Cumhurbaşkanı seçelim mi?" diye ifade edeceklerdi. Rahmetli Özal, ilk defa sivil bir siyasetin, sivil bir kişinin Türkiye'de Cumhurbaşkanı olabileceğini ispatlayan birisidir ve ondan sonra sivil cumhurbaşkanlarının dönemi başladı. Ne zamana kadar? 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar. Hiç akılda bulunmayan, o zamanki dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanının "367 kararı hiç akla uygun değil ama eğer böyle bir şey gelirse biz Anayasa Mahkemesine gideriz." diye ifade ettiği -Aralık 2006 tarihindeki gazeteleri okursanız vardır bunlar- ve 27 Nisan tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde 358 milletvekilinin bulunduğu, Cumhuriyet Halk Partisinden de 15 milletvekilinin Genel Kurul içerisinde bulunup yoklamalara katılmadığı, sonradan yoklamaları terk edip 1 milletvekili arkadaşımızın olduğu, seçilmiş Cumhurbaşkanını Anayasa Mahkemesinin 96'ncı maddesindeki 367 garabetiyle birlikte seçtirmemesi, artık Türkiye'de Cumhurbaşkanı sorununun çözülmesi gerektiğinin mihenk taşlarından biri olmuştur. O gün, 2 Mayıs tarihinde, 27 Nisan e-muhtırasına, gece yarısı 23.13'de yayınlanan e-muhtıraya ilk defa bir hükûmet 27 Nisan tarihinde "Herkes görevini, Türkiye Büyük Millet Meclisi görevini yerine getirecektir." diye ifade etti ve erken seçim kararıyla birlikte Anayasa değişikliği paketini Türkiye Büyük Millet Meclisine sundu. Bu süre içerisinde, Anayasa değişikliği 21 Ekim 2007 tarihinde halk oylamasına sunuldu; tahmin ediyorum, yüzde 76 oyla birlikte artık millet kendi reisini seçecek, cumhurreisini seçecek yöntemi uygulanmaya başladı. O süreçten sonra rahmetli Özal'la başlayan, Sayın Demirel'in kısmen söylediği, bizim iktidara geldiğimiz andan itibaren Türkiye için en iyi yönetim tarzının başkanlık sistemi olduğunu ifade ettiğimiz bu süre içerisinde, en son Milliyetçi Hareket Partisinin Sayın Genel Başkanının çağrısı üzerine bu Anayasa değişikliği teklifine karar verdik. Arkadaşlarımız yoğun bir emek sarf ettiler, olağanüstü derecede ter döktüler, hassasiyetleri bilerek ve titiz bir çalışmayla önümüze bu Anayasa değişikliği teklifini getirdiler. Bu, değerli milletvekili arkadaşlarımızın, Komisyon üyelerinin huzurlarına da sunulacak.

Bakın, Sayın Gök'ün ifade ettiği, Anayasa'mızın 15'inci maddesinde vücut bulan olağanüstü hâl ve sıkıyönetimle ilgili düzenlemenin birinci fıkrasını okuyorum:

"MADDE 15- Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihmâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir."

Bizim, olağanüstü hâl süreci içerisinde -muhakkak Sayın Bakanım da herhâlde daha teknik bir şekilde onu ifade edecektir- bu söylediğiniz, sizin 13 maddeyle ilgili "askıya alma" diye ifade ettiğiniz konu "yaptım" değil "yapabilirim" anlamında ifade edilmiş, bazıları uygulanıyor, bazıları da uygulanmıyor olabilir.

Değerli arkadaşlar, konuyu ifade ederken açıkça söylüyorum, milletin kafasında istifham oluşturacak, farklı anlamlara gelecek ifade tarzının olmaması gerektiğini düşünüyorum. Bugün bu Anayasa Komisyonunun olması, terör heveslilerine, teröre heveslenenlere verebileceğimiz en büyük cevaplardan birisidir. Nasıl ki 10 Aralık tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi şehitlerimizin acısını hissederek, birlik ve beraberlik görüntüsünü nasıl verdiyse, 11 Aralık tarihinde 3 siyasi partinin grup başkan vekilleri hakikaten çok önemli bulduğum o bildiriyi Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden tüm dünyaya bir ve beraber olarak haykırdıysa... Kayseri patlaması cumartesi günü oldu, şehitlerimizi cumartesi günü verdik. Bugün, bizim, Türkiye'de bir kargaşa ortaya çıkarmaya çalışan, terör ortaya çıkarmaya çalışan terör heveslilerinin heveslerini kursaklarında bırakabilmemiz için bu Anayasa Komisyonu görüşmelerine devam etmemiz gerekir. Terörle mücadele terörle müzakereyle olmaz. Teröristin başını ezerek, inine girerek son bir terörist kalana kadar mücadele ederek, hep birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin, bu milletin temsilcileri olarak, bağrından çıktığı millete yakışır bir davranış sergileyerek Türkiye Büyük Millet Meclisini sonuna kadar çalıştırıp vatandaşlarımızın dertlerini, onların acılarını paylaşmak bizim esas ve temel görevlerimizden birisidir diye düşünüyorum. O anlamda, Sayın Gök'ün -dün gece görüştük kendisiyle- hassasiyetlerini anlıyorum, teşekkür ediyorum, iyi niyetle, samimiyetle söylenmiş bir hassasiyettir. Yani, o yiğitlerimizin acılarını yüreğimizde hissetmek hepimizin muhakkak ki önemli bir görevidir, borcudur ama Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışması, milletimizin bekası, milletimizin geleceği için... Bu Anayasa değişiklik teklifi bir bölünme değildir, bu Anayasa değişiklik teklifinde gidilecek referandum karpuz gibi Türkiye'nin ikiye parçalanması değildir. Bu Anayasa değişiklik teklifinin milletin huzuruna gitmesi milletin hakemliğine saygı duymaktır. Biz de milletin hakemliğine saygı duyan bir siyasi parti grubu olarak Genel Kurul ne teklif ederse, Genel Kurul neyi kabul ederse... Millet diyor ki bize gittiğimiz yerde: "Getir, bu kararı ben vereceğim." Bu kararı millete götüreceğiz, onların bütün görüşlerine saygı duymak siyasetçiler olarak, onların bağrından çıkan fertler olarak bizim görevimiz diye düşünüyorum.

Teklifi, imza sahibi olarak, Sayın Başbakandan sonra birinci imza sahibi olarak inceledim, irdeledim. Anayasa'yı da anayasa hukuku çerçevesinde az çok bildiğimi düşünüyorum. İktisatçıyım, maliyeciyim, hukukçu değilim ama anayasa hukuku konusunda az çok bir şeyler bildiğimi ifade ediyorum. Kamuoyunda iddia edildiği gibi "Bu, Türkiye'de bir diktatörlük ortaya çıkaracak.", "Tek adam rejimi ifa edilecek." şeklinde hiçbir düzenlemenin var olmadığını söylüyorum. Bunu aslında Cumhuriyet Halk Partisinin çok rahat bilmesi lazım.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Okumadınız siz teklifi herhâlde.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Okumadınız mı siz?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Bakın, 1947 yılına kadar Atatürk hem Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanıydı hem Cumhurbaşkanıydı.

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - 1947'ye kadar mı?

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Başbakan vardı ama o zaman.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - 1947'ye kadar, Cumhuriyet Halk Partisiyle ilgili söylüyorum, 1938...

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - 1938'de kaldırdık.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Kaldırmadınız. 1938 yılına kadar Atatürk hem Cumhurbaşkanı hem CHP Genel Başkanıydı.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Atatürk'le nasıl kıyaslıyorsunuz kendinizi?

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Atatürk'ün bile fesih yetkisi yoktu, siz veriyorsunuz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - 1947 yılına kadar Sayın İnönü hem Cumhurbaşkanıydı hem Genel Başkandı. 1946 seçimlerinde Demokrat Partinin gündeme getirdiği, Cumhurbaşkanıyla başbakan aynı olmasın, Cumhurbaşkanıyla parti genel başkanlığı aynı olmasın diye kerhen yapılan ve genel başkanlığa vekâlet eden birisi... 1947 yılında yapılmış ama bir kanun değişikliği, Anayasa değişikliği ihtiyacı hissedilmeden yürütülen bir süreç. 1961 Anayasası'na kadar Türkiye'de Cumhurbaşkanının partisinden ayrılmasıyla ilgili bir hüküm yok. Yani, Cumhuriyet Halk Partisinin buna baştan "evet" demesi lazım, "eyvallah" demesi lazım ama hem rahmetli İnönü'nün hem Atatürk'ün...

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - O zaman başbakan vardı, başbakan! Şimdi başbakan yok, onu ortadan kaldırıyorsunuz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - ...ifade ettiği gibi, buradaki yaptıkları görevi arkadaşlarımızın kabul etmeleri gerekir diye düşünüyorum.

AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Öyle bir tarihte bile başbakan var.

MURAT EMİR (Ankara) - Hukukçu olmadığınız belli oldu.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Bakın, değerli arkadaşlar...

BAŞKAN - Arkadaşlar, bir dakika, dinleyelim lütfen.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Biraz sonra siz de görüşlerinizi ifade ederken bunu söylersiniz. Bakın, Sayın Gök kırk beş dakika konuştu...

LEVENT GÖK (Ankara) - Olur mu canım?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Farkında değilsiniz.

Sayın Gök kırk beş dakika konuştu ama hiçbir arkadaşımız sözünü kesmedi.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Sayın Gök birleştirici bir konuşma yaptı ama.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Yani, ben fikirlerimi ifade ediyorum, yanlış olduğunu söyleyebilirsiniz. O fikirlerimi söylerken ben bir tarihî gerekçeyi ifade ediyorum. "Onları söylerken tarihi çarpıtıp farklı şeyler söylüyor." diyebilirsiniz. (CHP sıralarından gürültüler)

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Başbakanı ortadan kaldırıyorsunuz ya!

BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen hatibi dinleyelim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Onun için, değerli arkadaşlar, bakın, Cumhuriyet Halk Partisinin hiç yabancı olmaması gereken bir Anayasa değişikliği teklifini Cumhuriyet Halk Partisi "rejim değişikliği" diye ifade ediyor, ben hayretle dinliyorum, yadırgıyorum açıkçası, yadırgayarak dinliyorum.

Onun için, değerli arkadaşlar, bakın, bu değişiklik teklifinin milletin refahı, Türk devletinin bekası, milletimizin huzuru için çok önemli bir değişiklik olduğu kanaatindeyim. İnşallah Komisyon üyesi arkadaşlarımız da bu kanaatte oldukları takdirde Türkiye Büyük Millet Meclisindeki milletvekilli arkadaşlarımızın tercihlerine ve halkımızın hakemliğine hepimiz boynumuz kıldan ince diyeceğiz, ona götüreceğiz.

Hayır olsun inşallah diyorum, hepinize teşekkür ediyorum.