KOMİSYON KONUŞMASI

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, sevgili arkadaşlar; geleceğimizi şekillendirecek, gelecek yüzyıllara bakışımızı ortaya koyan bir projeksiyon anlayışıyla mevcut sorunlarımızı giderecek bir anayasa çalışması yapıyoruz. Öncelikle, bu anayasa çalışmasını yaparken içinden geçtiğimiz koşulları bir kez daha anmak, hatırlatmak istiyorum.

Sevgili arkadaşlar, 2002'de 130 milyar olan Türkiye'nin brüt dış borcu 2006 yılının ilk yarısı itibarıyla 421,4 milyar dolara yükselmiş. OECD ülkeleri içinde eğitimde sonuncu bir Türkiye. 20 milyonu yoksulluk, 7 milyonu açlık sınırı altında olan bir halk. 200 binden fazla insan cezaevinde insani olmayan koşullarda bulunuyor. Son on dört yılda 18.502 işçi denetimsizlik yüzünden iş cinayetlerinde can vermiş. 18 yaşının altında 450 bin çocuğumuz doğum yapmış, 5.406 kadın cinayete kurban gitmiş. Devletin içinde yuvalanmış hukuk dışı yapıların vatandaşlarına hile yaptığı, tuzak kurduğu, mağdur ettiği kumpas davalarında binlerce masum insan mağdur edilmiş. Sadece bu yıl yüz binlerce çalışan muhalif kimlikleri nedeniyle darbe fırsatçılığı üzerinden işinden çıkarılmış, tüm muhalif dernek ve sendikalar kapatılmış, akademisyenler aynı anlayışla işinden edilmiş, 5 bin yargı mensubu ihraç edilip çoğu tutuklanmış, 150 medya kuruluşu kapatılmış. Türkiye rekor kırarak 147 tutuklu gazetecisini hapishaneye göndermiş.

Sevgili arkadaşlar, Türkiye güvensiz bir ülke hâline gelmiş. Turistler Türkiye'ye gelmek istemiyor, yatırımcı gelmek istemiyor, devletler ülkemizdeki elçiliklerinin çalışmalarını dönem dönem güvenlik kaygısıyla tatil ediyor. İnsanlarımız sokağa çıkmaktan endişeli, kalabalık yerlere gitmekten, duraklarda bulunmaktan korkuyorlar, endişe ediyorlar. Ülke genelinde bir korku ve endişe iklimi hâkim. Yurttaşlarımız yatağında dahi rahat uyumuyor. Kim hangi suçlamayla karşılaşıp karşılaşmayacağını bilemiyor. Gece kapısı çalınıp gözaltına alınır mı, tutuklanır mı, sabah işine gittiğinde işine son verilir mi, bilemiyor. Her gün patlayan bombalarla insanlarımız ölüyor, gençlerimiz ölüyor. İş kazalarında, güvenlik görevlisi olarak terör örgütlerinin eline düşüp kullanılarak genç bedenleri parçalanarak gençlerimiz ölüyor. Kadın cinayetlerinde, toplu katliama dönmüş trafik kazalarında binlerce yurttaşımız ölüyor. Üzerine yağan füzelerle ölüyor, sel felaketlerinde tedbirsizlikler, kâr hırsı dediğimiz, üzerine çöken toprak yığınlarıyla maden ocaklarında ölüyor. Ülkemizin dört bir tarafında, sınırlarımızın ötesinde her gün köylerimize, evlerimize gençlerimizin, şehitlerimizin tabutları geliyor.

Ülkemizin iyi ilişki içinde olduğu ülke kalmamış, uluslararası alanda itibarımız sıfırlanmış, ülkemizi temsil edenlerin her gün seslerini daha fazla yükselterek konuşmalarına rağmen konuştukça yalnızlaştıkları günleri görüyoruz. Sesleri yükseldikçe dinleyenleri azalıyor, artık duymazdan geliniyor. Ülkemizi yönetenlerin sözlerinin bir inandırıcılığı, dünya kamuoyu önünde bir itibarı kalmamış. Ülkemizin etrafı ateş çemberiyle çevrili ve biz bu ateş çemberinin içinde bir bilinmeze yürüyoruz. Yanımızdaki dost mu, düşman mı, bilemiyoruz.

Yine, devletin tüm kurumları cemaatlere ve tarikatlara teslim edilmiş. Devlet içinde yuvalanıp büyütülen bu yapılar devlete meydan okuyup ülkeyi ve devleti ele geçirmek üzere darbe girişiminde bulunmaya cüret ediyor. Şimdi bizler oturmuş Anayasa değişikliği adıyla bir rejim tartışması yapıyoruz. Bu tartışmaları günümüze getiren iktidar partisine sormak istiyorum: Ülkeyi bu koşullara değiştirmek istediğiniz parlamenter sistem mi getirdi, parlamenter rejimin nitelikleri arasında yer alan demokratik devlet anlayışı mı getirdi, hukuk devleti anlayışı mı getirdi, laik devlet ilkesi mi getirdi, devlet yönetiminde uygulanması gereken liyakat sistemi mi getirdi; kim getirdi bizi bu koşullara? On dört yılda sizler ne yapmak istediniz de parlamenter sistem buna engel oldu, demokratik sistem buna engel oldu, hukuk devleti buna engel oldu? Ne yapmak istediniz de yapamadınız, Meclis neye engel oldu, yargı neye engel oldu; bunların tamamı sizin talimatlarınızla çalışmadı mı? Her yetkiyi kullanmadınız mı, ötesini de kullanmadınız mı, hatta kötüye kullanmadınız mı? Son bir yılda dahi anayasal yetkiler kötüye kullanılarak Meclis feshedilmedi mi? Hükûmete darbe yapılıp seçimde de birinci çıkmış olan bir başbakan bir darbeyle bulunduğu koltuktan alaşağı edilmedi mi? Adli yargı yılı açılırken yüksek yargıya el pençe divan çektirilmedi mi?

Bu sorunun cevabı açık: Demokratik parlamenter sistemin ve hukuk devletinin sizin yapmak isteyip de size engel olduğu somut bir tek şey yoktur. Varsa çıkın bunu burada açıklayın, çıkın burada söyleyin; değilse vatandaşı aldatmayın, o zaman da gerçek niyetinizi söyleyin. On dört yılda bu değerlerin tamamın teker teker yok ettiniz, çürüttünüz, değersizleştirdiniz. Bu süreçte AKP iktidarının kendisi de çürüdü, şimdi tutunacak bir dal arıyor. Tutunacak bir dal yok; kendine zırh, kalkan ve koruma arıyor. Bu değişiklik önerisinin arkasında bu anlayış var. Yaptıklarının hesabını vermekten korkuyor, tüm diktatörlerin yaptığı gibi, despotların, darbecilerin yaptığı gibi kendini yargılanamaz hâle getirmek istiyor, bu açık.

Sayın milletvekilleri, anayasa metinleri toplumsal anlaşma, toplumsal sözleşme metinleridir, toplumsal mutabakat metinleridir. Anayasaların kendileri kadar yapım süreçleri de bu mutabakat kapsamında yürütülmelidir. Dönüp şimdi baktığımızda süreci irdeleyelim.

Ülkemizde anayasa yapma koşulları var mı? Bu konuda bir mutabakat kurabiliyor muyuz? Bizler AKP'nin siyaset anlayışını on dört yıldır tanıyoruz sevgili milletvekilleri. Sıkıştığı her anda "toplumsal mutabakat" kavramını öne çıkarıyor, bunu kutsallaştırıyor ve arıyor ve her sıkıştığı yerde toplumun tüm kesimlerinden, sivil toplumdan, meslek örgütlerinden, siyasal partilerden destek arıyor, mutabakat arıyor ancak bu desteği ve mutabakatı sağladığında da sorunları çözmek için değil, bugün bu önergeyle, bu değişiklik tasarısıyla gündeme gelen ve artık aleniyet kazanan ve cemaatle paylaştığı ama toplumdan gizlediği menzile doğru adım adım yürüyor. Bu mutabakatın temel ihtiyacı bu şekilde gideriliyor.

Sevgili arkadaşlar, daha dün İstanbul'da bombalar patlayıp gencecik güvenlik görevlilerini kaybettiğimizde yine mutabakat aradınız ve biz oraya diğer siyasi partilerle birlikte koşarak geldik. Biz biliyoruz ki terörle mücadele sadece iktidarın üstesinden gelebileceği, çözebileceği bir sorun değil. Elbette ki mutabakat gerekli; siyasi partilerin mutabakatı gerekli, sivil toplumun mutabakatı gerekli, toplumun tüm kesimlerinin mutabakatı gerekli. Bu da yetmez, uluslararası anlamda bir mutabakat gerekli. Biz bu mutabakatın içinde hep olduk, bu desteği hep verdik ve vermeye devam edeceğiz çünkü ayrımsız tüm terör ve şiddet yuvalarına karşı kararlı bir tutum sergiliyoruz. Hiçbirine hiçbir zaman övgüler düzmedik, hiçbirini meşru görmedik, kendileriyle görüşmedik, konuşmadık, onları ve eylemlerini mazur gösterecek sıfatlar kullanmadık.

Sayın milletvekilleri, elbette ki ülkemizi getirdiğiniz bu terör ve tedhiş iklimi içerisinde teröre karşı mutabakata ihtiyaç duyuyoruz ama bu mutabakat arayışı içerisinde bir sorumlulukla davranmak da gerekli. Toplumsal mutabakatımız sadece bu konuda değil, bizim toplumumuzun, ülkemizin, yurttaşlarımızın yüz yıllık, yüz elli yıllık mutabakatları var. Bizim demokrasi üzerinde, parlamenter sistem üzerinde, laik devlet üzerinde, hukuk devleti üzerinde mutabakatlarımız var. İşte siz "mutabakat" derken bir yandan bu tarihsel mutabakatlarımızı hedef alıyorsunuz, onlara saldırıyorsunuz. Bu Anayasa değişikliği, bu dediğimiz mutabakatlara net bir saldırı sevgili arkadaşlar.

Sadece terörle mücadele konusunda değil, darbe girişimi sonrasında da aynı talep içinde bulundunuz ve sizden önce bizler Yenikapı'da, Parlamentonun çatısı altında birlikte imzaladığımız metinlerde, topluma verdiğimiz mesajlarda bu mutabakatı ortaya koyduk ancak o zaman da bunu bir fırsat olarak görüp değerlendirdiniz ve bugün kurmak istediğiniz dikta sürecine ilişkin adımları ve değişiklikleri gerçekleştirdiniz. Şimdi bunun bir başka aşamasına, merhalesine gelmiş oluyoruz sevgili arkadaşlar.

Yapmak istediğiniz şey, çağdaş dünyayla beraber götürmek istediğimiz demokratik parlamenter sistemimizi sürekli yenileme, güncelleme ve çağın ihtiyaçlarına, çıkardığı sorunlara cevap verecek hâle getirme çabasının tersine dönüşüdür. Biz mutabakattan bahsederken görüyoruz ki bu konuda sizlerle mutabık değiliz. Bu söylediğimiz sözler konusunda, dediğim gibi, demokratik devlet konusunda, laik devlet konusunda, hukuk devleti konusunda mutabık değiliz, onu anlıyoruz. O hâlde, bunu açıklıkla söylemelisiniz.

Sayın milletvekilleri, anayasanın kendisi toplumsal bir anlaşma metni olmakla beraber, bu süreç elbette ki aynı şekilde bir mutabakatla götürülmelidir. Peki, bugün içinde bulunduğumuz süreçte böyle bir mutabakatımız var mı? Bu Anayasa'yı değiştirme konusunda mutabık mıyız? Ne yazık ki öyle değil. Çünkü, öncelikle bu çalışmaların hep beraber mutabık olacağımız bir siyasal süreç içinde şekillenmesi lazım. Türkiye'de bir Anayasa değişikliği yapacak iklim yok Sayın Bakan. Özellikle de içinden geçtiğimiz süreç, koşullar buna imkân vermiyor.

Hep birlikte hatırlayalım, görelim. Türkiye bir OHAL iklimi içinden geçiyor. Başta düşünce, örgütlenme, toplantı, gösteri yürüyüşü, seyahat ve diğer hak ve özgürlükler tamamen baskı altına alınmış durumda. Bu şartlarda bizler Anayasa'yı konuşabilir miyiz? Anayasa'yı tartışmak bir yana, herhangi bir konuda görüşlerini açıklayan bir gencin dahi gözaltına alındığı, soruşturulduğu ve kovuşturulduğu, tutuklandığı bir süreçte bizler Anayasa'yı konuşabilir miyiz? Ve keza meslek örgütlerinin tek tek kapatıldığı, üniversitelerin susturulduğu ve akademisyenlerin tutuklandığı bir süreçte sağlıklı bir şekilde bizler Anayasa'yı oturup konuşamayız sevgili arkadaşlar. Dolayısıyla, Türkiye, bu hâliyle, içerisinde sağlıklı bir anayasa tartışması yapacak koşulları bize ne yazık ki sunmuyor ve sizler de böyle bir mutabakat anlayışı içerisinde bu çalışmayı yapmak yerine, "Ben yaptım, oldu." anlayışıyla, bir dayatma anlayışıyla yapmış olduğunuz, parti mutfağında pişirdiğiniz Anayasa'yı 80 milyon yurttaşımıza dayatma çabası içerisindesiniz ve sadece kendinize has, kendinize özgü bir anayasa yaratma çabası içerisindesiniz.

Biz sizin Parlamento faaliyetlerinizde adrese teslim, kişiye özel, zamana özgü yasama çalışmalarınızı biliyoruz. Bu anlamda yapmış olduğunuz 2010 Anayasa çalışmasını da biliyoruz. Bu defa bunun bir başka tekrarını yaşıyoruz ancak şunu söylemek lazım: 2010 yılında yapmış olduğumuz değişiklik bizlere hayır getirmedi, sizlere hayır getirmedi, Türkiye'ye hayır getirmedi. O hâlde, oradan çıkaracağımız dersler olmalı sevgili arkadaşlar. Dönüp süreci bir kez daha sağduyuyla ele almamız, değerlendirmemiz gerekiyor.

Sevgili arkadaşlar, bu Anayasa'yla ne yapılmak isteniyor? Bunun da yukarıdan bir bakışla ele alınması gerekiyor. Yapılmak istenen şey, "kadirimutlak" diyebileceğimiz, öyle sıfatlandırabileceğimiz, her şeye hâkim, her şeye kadir, her şeye kudretli bir monark üzerinden siyasal sistemi yeni baştan şekillendirmektir. Böylesine bir kült yaratmak istiyorsunuz ve bu kültü halk egemenliğinin önüne koymak istiyorsunuz.

Gerçekten de bu anayasa çalışmasının temel karakteristiği halk egemenliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Halk egemenliği sadece beş yılda bir yapılan bir seçime indirgeniyor. Beş yılda yapılan seçimle oyunu kullanan yurttaşların artık bir daha iradesini siyasal sürece katma şansı elinden alınıyor. Onun yerine beş yıllığına yetki verdiği o monarkın tek başına toplumun tüm meseleleri üzerinden her konuda söz söylemesi ve irade koymasının yolu açılıyor. Böyle bir anlayış, doğallıkla, halk egemenliğinin temsilcisi olan diğer kurulların, Parlamentonun, yürütmenin diğer birimlerinin ve yargının da üzerine çıkarılmasını gerektiriyor. Siz de öyle yapıyorsunuz. Böyle baktığımızda bütün ulu sıfatlar, bütün yüce sıfatlar bütün yüksek makamlar, hepsi bu monarka atfediliyor. O nedenle "başkomutanlık" sıfatını dahi meclisin elinden almak istiyorsunuz. Oysa, sevgili arkadaşlar, bir hatırlatma yapmak isterim. "Başkomutanlık" sıfatı, tesadüfen Meclise verilmiş bir sıfat değildir. Bu sıfat, büyük bir kavganın, bir kurtuluş mücadelesinin, olumlu bir kavganın sonrasında Parlamentonun hak ettiği bir sıfattır ve dolayısıyla, bu sıfatı Parlamentoya yakıştırmayıp sadece o monarka atfetmek parlamentonun bu anlamdaki itibarını da azaltmaktır, küçültmektir. Ancak şunu söyleyeyim: Parlamento için "başkomutanlık" sıfatı Kurtuluş Savaşı'nda, bağımsızlık savaşında ne kadar anlamlı, değerli ve tarihsel idiyse ve bu anlamıyla da nasıl 1924 Anayasası'na bir tapu senedi gibi dercedilmiş idiyse, bunu onun elinden almak mümkün değildir. Dolayısıyla da ana sütü kadar ak ve helal olan başkomutanlık sıfatı alınıp da başka bir makama verilecekse verilecek makam için de bir o kadar da hak gasbı ve haramdır -bunun altını çizmek istiyorum- dolayısıyla buna itiraz ediyorum.

Sevgili milletvekilleri, küçültülmek istenen, sadece yasama kurumu değildir. Yargıya da aynı bakışla bakılmak isteniyor. Özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu içerisindeki "yüksek" kelimesinin çıkarılmak istenmesinin arkasındaki irade ve niyet de budur. Yükseklik sadece monarka ait olmalıdır. Egemenliğin diğer bir birimi olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bu "yüksek" sıfatını kullanmamalıdır çünkü bir tek yüksek vardır, bir tek yüce vardır, o da monarkın kendisidir.

Sadece Parlamentonun "başkomutanlık" sıfatı alınmıyor. Bunun yanı sıra, Parlamento monarkı meşru kılmak için tüm yetkileri elinden alınmakla bir sivil toplum örgütüne dönüştürülüyor. Eminim, inanıyorum ki süreç içerisinde "başkomutanlık" sıfatı alınmış olan Parlamentonun adı üzerinden "büyük"lük sıfatı da alınacaktır. Çünkü, büyüklük de sadece monarka ait olmak durumundadır. Parlamentonun tek işlevi onu meşrulaştırmak dolayısıyla bir monarkı, "monokrasi" diyeceğimiz bir sistem içinde tanımlamaya hizmet edecek bir konumdan ibarettir çünkü dönüp baktığımızda, tek tek, birazdan incelediğimizde göreceğimiz gibi, "Parlamento" sıfatı artık ortadan kalkmış, söylediğim gibi Parlamento bir sivil toplum örgütüne dönüştürülmüş durumdadır sevgili arkadaşlar.

Sevgili milletvekilleri, dönüp değerlendirmelerimizi tek tek kurumlar için sürdürecek olursak başta bu değişikliğin getirdiği sonuç şudur: Yetkili ama sorumsuz, hesap soran ama hesap vermeyen, denetlenemeyen bir cumhurbaşkanlığı anlayışıyla ele alınmış. Her ne kadar bu kavram, adı "cumhurbaşkanı" olarak tanımlanmış ise de "cumhur" sıfatı buraya sadece bir meşruiyet kazandırma anlayışıyla yerleştirilmiştir. Yoksa onun ötesinde cumhuru da yanına almak isteyeceğine asla ihtimal vermiyorum.

Sayın milletvekilleri, bu kişiye tanınan yetkiler öncelikle yürütme yetkisini tek elde toplamak şeklinde gerçekleştiriliyor. Bakanlar Kurulu kaldırılıyor. Bakanların tamamı birer devlet memuruna çevriliyor ve sadece onlardan hesap soracak olan, Cumhurbaşkanının kendisidir. Onu alt edecek, hükûmeti alacak, görevine son verecek, bakanlığını ihdas edip kaldıracak. Ve yine, bakanlar ve hükûmet için Türkiye Büyük Millet Meclisinin temel denetimi olan güven oylaması ortadan kaldırılıyor. Parlamentonun güvenini almasına ihtiyaç dahi duymuyor. Beş yılda bir aldığı yetkiyle dilediği kadar kabine değişikliği yapabilir, dilediği kadar bakan atayabilir ve dilediği kadar bakanlık kurup kapatabilir. Keza bunun yanı sıra, soru önergesi başta olmak üzere diğer denetim mekanizmaları da tek tek ortadan kaldırılıyor. Yargılanamayan, denetlenemeyen ve hesap sorulamayan bir cumhurbaşkanlığı anlayışı tam da tarif ettiğim monarkın harekete geçirilmesinin göstergelerini ortaya koyuyor.

Öyle bir cumhurbaşkanlığı yaratılıyor ki sadece ve sadece kendi partisinin cumhurbaşkanı olsun isteniyor. Ben buraya gelmeden önce bir milletvekili arkadaşımın odasında Sayın Gül'ün Cumhurbaşkanlığı dönemini gösteren bir albüm çalışmasına baktım. Kapağında şöyle yazıyordu: "Herkesin Cumhurbaşkanı." "Herkesin Cumhurbaşkanı" diyordu. Sanırım bu adla çıkmış olan son albüm olacak. Artık toplumun tamamına bir Cumhurbaşkanı değil, sadece bir siyasal partiye bir Cumhurbaşkanı aranıyor çünkü o cumhurbaşkanının bir siyasi partinin genel başkanı veya mensubu olmasında herhangi bir sıkıntı görülmüyor. Dolayısıyla da böyle bakıldığında herkes kendine bir Cumhurbaşkanı bulsun anlayışı belki de aranıyor. Öyle mi bakacağız? Yoksa bir gün içerisinde önce kendi partisinin MYK'sını, sonrasında grubunu, sonrasında diğer yetkili organlarını toplayan, partisinin yönetilmesine, sevk edilmesine müdahale eden, bununla kalmayıp HSYK üzerinde atamalar yapabilen, yargının yüksek mahkemesindeki insanların tayinlerini yapabilen, bununla da kalmayıp Bakanlar Kurulunu toplayabilen, bununla da kalmayıp Millî Güvenlik Kurulunu toplayan bir anlayışın, bir yönetim tarzının adı ne olabilir? Bu, sadece ve sadece bir parti devletinin inşası anlamında bir partili cumhurbaşkanının iradesinin toplumun tümüne dayatılması olabilir.

Ama bizler, biz Cumhuriyet Halk Partililer böyle bir anlayışı reddediyoruz. İnanıyorum ki bu anlayışı sadece bizler değil, diğer siyasi partilerin tabanı da, milletvekilleri de reddedecek. Bunun örneklerini şimdiden görüyoruz.

Ve sevgili arkadaşlar, biraz önce söyledim, yine, 2010'da yapmış olduğunuz yöntemi burada deniyorsunuz, yargının sıfatlarının önüne tarafsızlığı ekliyorsunuz. Bu da 2010'da yaptığınız gibi gerçekten de zehrin üzerini şeker kabuğuyla kapatmaktır. Böylesine, monarkın müdahalesine açık, denetimine, yönlendirmesine ve yönetimine açık bir yargının tarafsızlığından nasıl bahsedeceğiz biz? Bu sıfat burada sadece yazılı olarak kalacak. Bu bir aldatmacadır, bu bir yalandır, bu bir ikiyüzlülüktür; bu bir aldatmacadır, tekrar altını çizeyim. Dolayısıyla bunlara ihtiyaç yok. Siyaseti samimiyetle yapalım, mertçe yapalım. Ne yapmak istiyorsanız çıkıp söyleyelim.

Gerçekten de sizler tarafsız ve bağımsız bir yargı istiyorsanız yürütmenin yargıya bu denli müdahalesinin önünü neden açıyorsunuz? Bu kadar yetkiyi o monarka neden veriyorsunuz? Böyle bir anlayışla beraber Anayasa'ya yazdığınız tarafsızlık sıfatının, bağımsızlık sıfatının ne kadar önemi ve değeri var? Bunu da sormak durumundayız. Dolayısıyla toplumu hep aldatageldiniz, aldatmaya devam ediyorsunuz. Ancak, bu aldatma süreçleri sizin de aldanmanıza sebep oldu. 2010 sürecinin bedelini tek başınıza değil, tek başımıza değil, hep beraber ödedik. İnanıyorum ki bu süreç bize de büyük maliyetler getirecek, yeni baştan hepimize büyük maliyetler getirecek. Bunu şimdiden görmelisiniz. Bu sistem, demokratik mekanizmaların, katılımın, halk iradesinin önünü tıkıyor. Böyle baktığımız zaman sizler, yasaklanmış, baskılanmış bir toplum yapısını, kendisini ifade edemeyen bir toplum yapısını marjinaliteye itersiniz, illegaliteye itersiniz, dolayısıyla demokratik yollardan kendini ifade etmeyen toplum kesimleri başka yol ve yöntemler arar. Eğer süreç içerisinde bu zehirlenmeyle gücünüzü daha da fazla takip etmenin peşine düşerseniz, süreç içerisinde sadece ve sadece halka direnme hakkını meşru hâle getirmekten başka bir iş yapmış olmazsınız sevgili arkadaşlar.

İçine girdiğimiz süreç, yapılan çalışmalar ve bizim Türkiye'miz için öngörülen çalışma, süreç içerisinde mutlak bir şekilde Meclisi de tamamen ortadan kaldıran bir faşizmin, bir diktatörlüğün inşası şeklinde bize dönecektir, bunun uygulamasıyla dönecektir çünkü Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası, baraj sistemi hep birlikte düşünüldüğünde, bir siyasi partiyle ilintili devlet başkanı süreç içerisinde, bürokratik merkeziyetçi, antidemokratik, liderler sultasına dayalı Siyasi Partiler Yasası'ndan istifade ederek Parlamento grubunun tamamını kendi istekleri doğrultusunda şekillendirecektir ve bununla da kalmayacak bundan rahatsız olan hiçbir toplum kesiminin, siyasal kesimin yeni bir parti kurmasının olanakları da bulunmayacaktır bu baraj sistemi karşısında ve böyle bir durum ister istemez gücü daha da takip edecek, daha da kontrolsüz hâle getirecektir; süreç buraya doğru gidiyor. Sadece bakanlar memur olmuyor, milletvekilleri de kapı kulu olacaktır; milletvekilleri kapı kulu olmuş bir halk da bir tebaaya dönüşecektir, bunu görmeniz gerekiyor. Şu an bulunduğunuz yerler çok önemli ve kıymetli. Türkiye'nin seçilmiş 550 kişisinden birisiniz, yerleriniz çok önemli. Bunu anlamlı hâle getirmek durumundasınız. Buna anlam verecek olan, sizin tavrınız ve tutumunuzdur. Bakınız, gerçekten de, şu an için ihtiyaçlarınıza uygun, beklentilerinize denk düşen işler yapılıyor olabilir ama kontrol hâlâ ellerinizde, bu kontrolü elinizden bırakmayın; bıraktığınız gün, Türkiye'yi ta arkaik çağlarda kalmış yönetim anlayışıyla yönetilen bir ülkeye dönüştüreceksiniz. Bunun vebali omuzlarınızda. Ben, bu anlamda sizin vicdanlarınıza seslenmek istiyorum. Götürülmek istenen yer, artık güneşin doğmadığı, üzerinde sabahın olmadığı bir Türkiye'dir. Bunu görmek için gerçekten de falcı olmaya, kâhin olmaya gerek yok, istihareye yatmaya gerek yok. Bu sistem, bunun bunu getireceğini bize tüm çıplaklığıyla gösteriyor.

Ve sevgili arkadaşlar, bu oyu kullanılırken biliyorsunuz, hepiniz gidip o sandıklarda özgürce oyunuzu kullanacaksınız. Size özgürce oyunu kullandırmayan bir anlayış vatandaşlara özgürlük getirebilir mi? Sizin başınıza çavuş diken bir anlayış Türkiye'ye özgürlük getirebilir mi? Sizin milletvekilliğini bu kadar itibarsız hâle getiren bir anlayış Türkiye yurttaşlarının itibarını yükseltebilir mi? Sizler, bu anlamda attığınız her adımla Türkiye'yi geriye götürüyorsunuz ve Türkiye'nin üzerinde kurulup çalışacak bu karanlık düzenin meşruiyetini sağlıyorsunuz. Lütfen, elinizi vicdanlarınıza koyun, ben inanıyorum ki MHP'den de, AKP'den de, diğer partilerden de birçok milletvekili arkadaşım, onların bu ülkeye olan inancına, sevgisine, sahiplenmesine inanarak bu anayasaya "evet" demeyecek, ben buna inanıyorum ve kimsenin, kendi başında seyislik yapmasına, çavuşluk yapmasına izin vermeyecek, oyunu özgürce kullanacak, vicdanıyla kullanacak, çocuklarının geleceği için kullanacak; ben buna inanıyorum ve gerçekten de bunu yapacaksınız, sizlere güveniyorum. Biliyorum ki, inanıyorum ki bu tartışmaların her biri sizin zihninizde soru işaretleri yaratıyor. Siz gülümseseniz bile, tebessüm etseniz bile vicdanlarınızda bu yük yüklü, bunu yapacaksınız.

Sevgili arkadaşlar, Türkiye iki gündür yeni bir düzlemin içerisine girdi. Artık Türkiye, dünkü Türkiye asla olmayacak. AKP nasıl bir Türkiye tasarımı içerisinde bulunduğunu, Türkiye'ye nasıl bir gelecek biçtiğini ve tarif ettiğini bu anayasa değişikliği anlayışıyla ortaya koydu, gördük, deşifre oldu; artık buradan geri dönmesi mümkün değil, dönse bile bu ortaya koyduğu iradeyi gizlemesi mümkün değil, bunu milletvekilleri de gördü, halk da gördü. Eğer burada, sizler, basını sınırlasanız bile, televizyonlarda bu tartışmaları vermeseniz bile, muhalifler konuşamasa bile sokak sokak bunları anlatacağız, ev ev bunları konuşacağız. Ve inanıyorum ki Türkiye yeni bir Türkiye'ye doğru gidiyor, Türkiye yeni bir geleceğe evriliyor. Artık, düne kadar, sizin özgürlükçü, vesayetsiz, çağdaş dünyayla bütünleşme arzusu taşıyan anlayışınızın ne noktaya geldiğini, nasıl deşifre olduğunu herkes gördü. Bu saatten sonra yeni bir Türkiye kurulacak, o Türkiye bu anayasanın karşılığında kurulacak ve biz sizin tabanınızda milyonlarca yurttaşımızla bulacağız, biz, onlarla birbirimize kavuşacağız. Biz, MHP'nin tabanında bir dolu yurttaşımızla buluşacağız ve Türkiye'nin geleceğini onlarla beraber biz inşa edeceğiz, buna inanıyorum. Dolayısıyla da, bu süreçte, bu arkaik düzenin içinde kalmakta fayda görenler ile çağdaş, modern, hukuk devletine inanmış, parlamenter sistemi güçlendirmek isteyen yeni yapılanmanın içerisinde yer almak konusunda her bir milletvekilimiz de bir tercih kullanacak. Ben, öncelikle bu Komisyonda bulunan milletvekili arkadaşlarımın, bu, gerçekten de toplumsal barışı güçlendirmiş, ortak yaşama arzusunu güçlendirmiş ve geleceğe güvenle bakan, özgürlükleri vatandaşına laik gören bir anlayışla buluşmasını ve onların da bu sürece katkı vermesini bekliyorum. Tek tek hepiniz bunu yapabilirsiniz ve yapacağınıza inanıyorum. Şayet yapamadığı takdirde, inanıyorum ki sıkıştığı her yerde, engellenemeyen, set çekilemeyen tarihin akışı yine özgürlüklerden yana, demokrasiden yana, barış ve kardeşlikten yana, bilimden faydalanmadan yana işleyecektir. Bu despotik düzenin, kurulmak istenen despotik düzenin oluşturduğu setleri de bir gün mutlaka yıkacaktır. Nehirler tersine akmaz, gün mutlaka geceyi aşıp bizimle buluşacaktır. Bu anlayışla yapmış olduğunuz anayasanın sizleri de tatmin etmediğini biliyorum ama özgürleşmeye de bütün arkadaşlarımı davet ediyorum, lütfen, çocuklarımıza gelin beraber sahip çıkalım, geleceğimize beraber sahip çıkalım diyerek sizleri saygıyla selamlıyorum.