KOMİSYON KONUŞMASI

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla, hürmetle tekrar selamlıyorum.

Şimdi, mevcut olan bu teklifin, hem grup başkan vekillerimiz hem parti sözcümüz, genel başkan yardımcımız bunun Anayasa'ya aykırı olduğunu söylediler; gerek 2'nci madde, 10'uncu madde, burada 2'nci madde, Başlangıç maddeleri. Fakat burada hiçbir şeyin gözden kaçmasını ben istemiyorum çünkü mevcut olan Anayasa'mızın 176'ncı maddesi Anayasa'nın "Başlangıç ve kenar başlıklar" ibaresini taşır. 176'ncı maddesi aynen şu şekilde: "Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten başlangıç kısmı, Anayasa metnine dahildir." Yani 176'ncı madde Anayasa'nın Başlangıç hükümlerinin Anayasa'ya dâhil olduğunu söyler.

Şimdi, Başlangıç kısmının üçüncü, dördüncü paragrafına baktığımız zaman "Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu..." Yani işte, yürütme maddesi, 7, 8; yasama 9, yargıyla ilgili, bunların hiçbirinin birinin üzerinde astlık ve üstlük olmadığı, aralarında bir medeni iş birliğinin olduğu ve bunun astlık, üstlük anlamına gelmeyeceğini vurgular.

Mevcut olan düzenleme buna aykırı. Aynı şekilde Başlangıç bölümünde belirtildiği gibi, yine Anayasa'nın 6'ncı maddesinde "Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir." Sayın Uğur Bayraktutan Bey ilk günkü konuşmasında buna vurgu yapmıştı ve 6'ncı maddesinde "Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir." demişti Sayın Uğur Bayraktutan Bey. Aynı zamanda egemenliğin kullanılması yani 6'ncı maddenin son fıkrasında "Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye -altını çizerek- zümreye veya sınıfa bırakılamaz." der. "Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz." Yani burada mevcut olan teklifle egemenliğin kullanılmasını bir kişiye bırakıyoruz. Bu, gerek Anayasa'mızın 6'ncı maddesi gerek 6'ncı maddesine bir benzeri, aynı zamanda Başlangıç kısmının üçüncü paragrafında geçer. Başlangıcın üçüncü paragrafında "Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi -yani bunun altını kalın çizgilerle belirtiyoruz, daha doğrusu belirtilmiş Anayasa'nın hem 6'ncı maddesinde hem Başlangıç kısmında- ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı"nı söyler.

Ve aynı Başlangıç kısmında, yine burada karşılıklı sevgi ve kardeşlik duygularını belirtir. Burada karşılıklı sevgi ve kardeşlik duyguları, getirilen teklifle kardeşlik sona erdiriliyor, ötekileştiriliyor, çatışma getiriliyor yani mevcut olan teklif hem Anayasa'mızın 176'ncı maddesinin yollamasıyla mevcut olan Başlangıç kısmına, Anayasa'nın 6'ncı maddesine, 2'nci maddesine, 10'uncu maddesine, 4'üncü maddesine ve bunların hepsine aykırı. Ve bununla birlikte Anayasa değişikliği yaptığınız zaman, biliyorsunuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de aynı zamanda, bu da bir uluslararası sözleşme, bir üst normdur; burada imtiyaz yasağı var, 14'üncü maddesi, burada bir imtiyaz da getiriliyor.

Şimdi, "Yapılmak istenen bir hükûmet sistemi değişikliği midir veya rejim değişikliği midir?" sorusuna, yapılmak istenen bir rejim değişikliğidir, egemenliğin tek bir elde toplandığı otoriter rejime geçiştir. Türkiye'de siyasal rejim demokrasi eksikleri olmakla birlikte demokratik cumhuriyettir. Bu değişiklik demokrasi eksikliğini gidermeye dönük yapılmıyor, tam tersine eksik demokrasiyi de sonlandırıp otoriter, totaliter bir diktatörlüğün anayasal zemini oluşturuluyor.

Cumhuriyet rejimi kurulduğu günden bu yana egemenliği saraydan alınıp halka verme ve demokratikleşme çizgisini benimsemiştir. Bu ise açık bir karşı devrim hareketi olarak egemenliği tekrar halktan alıp Saray'a, bir kişiye verme girişimidir; demokrasiye yönelen gidişin kesintiye uğrayıp diktatörlüğe yönelmesidir. Bu nedenle, yapılmak istenen basit bir Hükûmet değişikliği değil, rejim değişikliğidir.

"Cumhurbaşkanını halk seçiyor. O hâlde, egemenlik neden halktan alınmış olsun?" Egemenliğin halka ait olması için seçim tek başına yeterli bir mekanizma değildir. Egemenliğin yansıması olan erklerin -yasama, yürütme, yargı- kullanılma biçimi en az o kadar önemlidir.

"Cumhurbaşkanı geçerli oyların çoğunluğuyla seçilir." Bu milletin yüzde 51'inin altındaki bir temsil oranıyla dahi seçilebileceği anlamına gelir. Ayrıca, partili sıfatı ve yürütme organının başı olması nedeniyle milletin tümünü değil, belirli bir siyasi görüşe sahip kısmını temsil edeceği açıktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi iktidar ve muhalefetiyle her zaman milletin çok daha büyük bir kesiminin iradesini temsil eder. Bu çerçevede, milletin egemenliğini en geniş şekilde yansıtabilen araç da Meclistir. Ayrıca, egemenliğin millete ait olmasının bir diğer güvencesi de egemenliğin kullanımının erkler arasında, yasama, yürütme, yargı arasında dağıtılmış olmasıdır. Yasama, yürütme ve yargı erkleri birbirini denetleyecek şekilde ayrılıp anayasal zeminde birbirini denetleyebildiği ölçüde egemenliğin tek elde toplanması önlenir. Bu da egemenliğin millete ait olmasının güvencesidir. Yapılan teklifte, tek elde toplanan egemenlik artık millete ait değildir, şahsa aittir. Peki, güçler ayrılığı korunuyor mu bu teklifte? Bu rejim, güçler ayrılığı rejimi değildir. Güçleri bir kişinin yani Cumhurbaşkanın elinde toplayan bir rejimdir. Cumhurbaşkanının hem yürütmeyi hem yasamayı hem de yargıyı eline geçirdiği bir dikta rejimidir. Peki, bu rejimde, denge ve denetleme mekanizmaları var mıdır bu değişiklikle? Denge ve denetleme mekanizmaları kurulmamıştır. Tam tersine, başkanlık sistemlerinde denge ve denetleme mekanizması olarak çalışan Meclisin onama yetkileri Meclis ve başkan seçimlerinin ayrı tarihlerde yapılması, fesih ve veto yasağı, bağımsız yargı gibi kurumlar sistemin tıkanma sebebi olarak görülüp yok edilmiştir. Mevcut olan bu teklifte yürütme yetkisi kimde? Mevcut olan durumda Bakanlar Kurulu ve Başbakandayken getirilen teklifle Cumhurbaşkanı yürütmeyi tek başına temsil ediyor. Bugünkü sistemde yürütme yetki ve görevi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu, Başbakan ve bakanlar tarafından paylaşılıyor. Hükûmet sorumlu ise Bakanlar Kurulunda, getirilen sistemde ise hükûmet etme yetkisi Cumhurbaşkanına veriliyor. Devletin yönetimi tek başına Cumhurbaşkanına devrediliyor. Peki, getirilen, mevcut olan bu teklifte Başbakan ve bakanlar ne olacak yani teklifte Başbakan ve bakanlar korunacak mı? Bu sistemde Başbakanlık kalkıyor yani lağvediliyor. Bakanlar Kurulu da kalkıyor, bugünkü anlamda bakanlıklar kalmıyor ancak hani, "Başkan, bakanları seçer." diyor. Aslında, seçtikleri, onun adı bizde, Türkiye'de "bakan" adı öyle ağır geliyor ama aslında kendisine danışman atıyor, sekretarya alıyor. Yani, onların her biri bir sekretaryadır, her biri bir sekreterdir, her biri Cumhurbaşkanının danışmanıdır, hiçbir özelliği, bir yetkisi olmayan kişidir. Yani, orada sekretarya vazifesini görür. Burada milletvekili arkadaşlarımızın nasıl bir sekretaryası varsa oradaki... Siz bakmayın, adı "bakan" geçiyor, öyle biraz ağırlığı, muhteşem bir şey görünüyor ama öyle bir şey yok. Sekretaryasıdır, sekretaryayı istediği zaman alır, istediği zaman gönderir, hiçbir şeyi yok yani.

"Cumhurbaşkanı istediği kişileri Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atayabilecek." Doğru. Burada "bir ve birden fazla" denilmesi de Türkiye'deki tüm muhtarları Cumhurbaşkanı yardımcı olarak atayabilir veya Türkiye'de gayet rahat, gidip tek tek seçmenle uğraşacağınıza tüm cemaat liderlerini veya sanayi odalarını, ticaret oda başkanlıklarını; hepsini yardımcı olarak atayabilirsiniz, bunun bir mahzuru yok. Yani, tabii ki bahsetti arkadaşımız, Cengiz İnşaat filan atanabilir, mahzuru yok. Burada herkesi atayabilir; FETÖ'yü de atayabilir, Apo'yu da atayabilir, hiç kimsenin bir engeli yok burada. Netice itibarıyla bu yetkisi var yani. Burada Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar kime karşı sorumlu olacak? Meclisin bunları onaylama veyahut da denetleme yetkisi olacak mı, Cumhurbaşkanı yardımcılarını ve bakanları? Yani, burada "bakanlar" diyor, ben buna sekretarya diyorum, danışman diyorum değerli arkadaşlar. Aslında, doğrusu da bu çünkü başkanlıkla ilgili yazılan, okuduğumuz tüm bu eserlerin hepsinde "sekretarya" veya "danışman" diyor. Hiçbirinde böyle bizimki gibi kavram olarak "bakan" vesaire demiyor. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar sadece Cumhurbaşkanına karşı sorumlu olacaklar, atanmaları ve görevden alınmaları tamamen Cumhurbaşkanının yetkisinde olacak. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bunların atanmalarında hiçbir onama yetkisi yok.

BAŞKAN - Sayın Tanal, ben bir araya gireyim.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Buyurun Başkanım.

BAŞKAN - Şimdi, "FETÖ'yü, Apo'yu atayabilir." derken...

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Engel, bir kısıtlama yok.

BAŞKAN -...bir şairlikten mi kaynaklanıyor bilmiyorum ama sabıkalı kişi zaten Cumhurbaşkanı adayı da olamaz, Başkan adayı da olamaz yani böyle bir başkan yardımcısı da olamaz, bakan da olamaz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bana burada bir şey gösterir misiniz şu anda, bir engel, bir şey gösterir misiniz?

BAŞKAN - Anayasa...

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Yazıyor burada.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bir dakika, neresinde yazıyor, bir madde söyleyin arkadaşlar.

BAŞKAN - Cumhurbaşkanı olmanın, bakan olmanın şartlarında...

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bir dakika, bakın, Sayın Başkan, bu konuya girmek istemezdim. Siz hukukçusunuz. Peki, bir dakika, FETÖ olmaz da FETÖ hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararınız var mı? Yok.

BAŞKAN - Şimdi, kafiye olarak söyledin de Apo, FETÖ diye, Apo zaten mahkûm. Şu anda mahkûmiyeti yemiş, yatıyor.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Ama burada atanacak olan bakan yardımcılarının ve danışmanlarının şeyi aranmıyor yani 657 sayılı...

CAHİT ÖZKAN (Denizli) - Şimdi atanabiliyor mu?

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Burada yok. Cumhurbaşkanının af yetkisi de var. Cumhurbaşkanı affederse ne yaparsınız?

BAŞKAN - Hayır, şimdi siz hukukçu olarak...

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Ben de onu diyorum, hadi diyelim ki Cumhurbaşkanı bu mahkûmiyete rağmen kalktı -ya, bu tartışmaya girmek istemezdim ama özür dilerim, siz açtığınız için- bunları affetti. Affettikten sonra burada atayabilir mi, atayamaz mı? Bana söyleyin. Bakın, kesildiniz. Ya, bu kadar işte. Bak, dostum yani...

BAŞKAN - Sayın Tanal, varsayımlar üzerinden değil, mevcut gündemimizdeki mevzuat üzerinden söylüyorum.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Sayın Başkan, konuyu oraya çekmeyelim. Mevcut olan Anayasa benim elimde. Mevcut olan bu Anayasa'da Cumhurbaşkanının af yetkisi var mı kardeşim? Var. Cumhurbaşkanı kalktı, bunların hepsini affetti ve kalktı bunları kendine yardımcı olarak atadı, ne yaparsınız? Nitelik de yok yani şimdi, vasıfları da yok. Yani, atanacak olan kişinin sabıkasız olması gerekir. Öyle bir nitelik de yok.

BAŞKAN - Hepsi yazılı.

Devam edin.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Nerede yazılı?

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Burada yazılı değil. Sadece "bakanlık" yazıyor.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Şimdi, Sayın Başkan, bana bunu gösterin, ben hemen burada milletvekilliğinden istifa dilekçemi size sunacağım, siz de ilgili yerlerde bunu bitirin. Bana sunar mısınız? Bu kadar açık ve net. Büyük konuşuyorum beyefendi. Bunun iradesi bana ait. Bakın, Bakanlık yetkilileri de burada. Ya, kardeşim, yani bana bulun bir tanesini ya, bulun, bulun. Affederse ne yaparsınız ya? Neyse...

Şimdi, değerli arkadaşlar, getirilen bu teklifle Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar kime karşı sorumlu olacak? Meclisin bunları onaylama ya da denetleme yetkisi olacak mı? Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar sadece Cumhurbaşkanına karşı sorumlu olacaklar. Atanmaları ve görevden alınmaları tamamen Cumhurbaşkanının yetkisinde olacak. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bunların atanmalarını hiçbir onama yetkisi yok. Ayrıca, görevden alınmaları isteme, düşürme ya da başka bir şekilde denetleme yetkileri de yok. Meclis Cumhurbaşkanını denetlemeyecek, hesap da soramayacaktır. Cumhurbaşkanı hiç kimseye karşı sorumlu değil, kimseye hesap vermeyecek, ayrıca denetlenmeyecektir.

Peki, mevcut olan bu teklifte güvenoyu veya gensoru olacak mı, getirilen teklifte? Hükûmetin kurulması ya da göreve devam etmesinde Meclisin onayı anlamına gelen güvenoyu kurumuyla, Başbakan veya bakanların güvensizlik oyuyla düşürülmeleri imkânını sağlayan gensoru kurumu kaldırılıyor yani gensoru kurumu yok. Meclisin Hükûmeti en güçlü denetim yolları olan güvenoyu ve gensoru kaldırılıyor.

Getirilen teklifle Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar suç işlerse ne olacak? Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanların suç işledikleri zaman yargılanabilmeleri için önce Meclisin 301 milletvekilinin üye tam sayısının salt çoğunluğuyla soruşturma açılmasını istemek gerekecek. Sonra, Meclisin 360 milletvekilinin -3/5 çoğunluk- soruşturma açılmasına karar vermesi gerekecek. Daha sonra da Yüce Divana sevk için Meclisin 400 milletvekilinin -yani 2/3 çoğunluk- karar vermesi gerekecek. Bu oranlar sağlanmazsa işlediği suç nedeniyle Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların yargılanması mümkün olmayacak.

Getirilen bu teklifle Cumhurbaşkanı, mevcut Anayasa'ya göre neredeyse sorumsuz olduğu bu düzenlemeyle sorumlu hâle getirildiği söyleniyor. Bu doğru mudur acaba? Bu doğru değil. Öncelikle mevcut Anayasa'daki Cumhurbaşkanı ile değişiklikten sonra ortaya çıkan Cumhurbaşkanı aynı Cumhurbaşkanı değil. Bu nedenle, sorumluluklarını kullandıkları yetkiye orantılı olarak ele almak gerekir. Mevcut Cumhurbaşkanının yetkileri sınırlıdır, siyasi sorumluluk hükûmettedir, cezai sorumluluğu da tarafsız, yetkileriyle sınırlı Cumhurbaşkanı esasına göre belirlenmiştir. Getirilmek istenilen Cumhurbaşkanı ise bütün yürütme erki ve görevini elinde toplamış, parti genel başkanlığı yapabilecek, yasama ve yargıya müdahale edebilecektir; şu andaki Başbakan ve bakanların kat kat üstünde yetki kullanabilecek ama sorumluluğu onlardan daha hafif olacak.

Karşılaştırma yapılacaksa bugünkü Hükûmet üyelerinin sorumluluğuyla karşılaştırılmalıdır. Şu anda Başbakan ve bakanların işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle Meclisin 55 milletvekilinin yani yüzde 10'un imzasıyla soruşturma açılması istenebiliyor, basit çoğunlukla, 138 bile olabilir, Meclis soruşturması açılmasına karar verilebiliyor ve 276 oyla yani salt çoğunlukla Yüce Divana sevk edilebiliyor. Teklifte ise çok daha fazla yetki verilen Cumhurbaşkanının sorumluluğunu sağlamak ve denetlemek neredeyse imkânsız hâle getirilmiştir. Yüce Divana sevk için sırasıyla 301, 360, 400 milletvekilinin oy vermesine ihtiyaç vardır. Parti genel başkanı sıfatıyla Meclis grubunu da kontrol eden Cumhurbaşkanını Yüce Divana sevk için bu oyları bulmak neredeyse imkânsızdır.

Bakanların sorumlulukları mevcut Anayasa'dan farklı mıdır? Yani yeni düzenleme ile, getirilen düzenleme ile mevcut olan Anayasa'yı karşılaştırdığımız zaman bakanların yani sekretaryanın sorumlulukları mevcut Anayasa'dan farklı mıdır? Evet farklı, onlar da işledikleri suçlar nedeniyle neredeyse yargılanamaz hâle getirilmişlerdir. Şu anda bakanların işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle Meclisin 55 milletvekilinin -yüzde 10- imza isteğiyle soruşturma açılması istenebiliyor. Basit çoğunlukla yani 138 bile olabilir Meclis soruşturması açılmasına karar verilebiliyor ancak 276 oyla, salt çoğunlukla Yüce Divana sevk edilebiliyor. Getirilen sistemde ise Cumhurbaşkanı gibi Yüce Divana sevk için sırayla 301, 360, 400 milletvekilinin oy vermesine ihtiyaç vardır.

Getirilen değişiklikle Cumhurbaşkanı, yardımcıları ve bakanlar denetlenebilecek mi? Hiçbir denetim mekanizması getirilmemiş. Meclisin güven oyu, gensoru gibi denetim mekanizmaları yok. Meclis soruşturmasıysa neredeyse imkânsız hâle getirilmiş. Meclis sadece genel görüşme ve Meclis araştırması yoluyla denetleyebilecek, bunların da yaptırımı yok. Ayrıca, Meclis getirilen yeni yapısıyla doğrudan Cumhurbaşkanının iradesine bağlı hâle geleceğinden etkisiz olan bu denetim yollarının da kullanılması mümkün olmayacak. Yargı da tamamen Cumhurbaşkanının etki ve kontrolü altında olacağından yargısal denetim yolları da kapalı. Bu sistemde Cumhurbaşkanı ve yardımcıları ile bakanların denetim yolları tamamen kapatılmıştır.

Cumhurbaşkanı bu sistemde neler yapabilecek? Yani bu değişikle getirilen sistemde Cumhurbaşkanı neler yapabilecek? Bütün yönetim işlerini yapabilecek; bugün Başbakan ve bakanların kullandığı bütün yetkileri kullanabilecek; bakanlıkları, kamu idaresinin tamamını istediği gibi kararnamelerle düzenleyebilecek; bakanlıkları, devlet dairelerini, kurumları kuracak, kaldıracak, görevlerini belirleyecek, atayacak, azledecek, soruşturma yapacak, disiplin işlerini düzenleyecek, ihale yapacak, bölgesel yönetimler kurabilecek, ne kadar devlet yetkisi varsa kullanacak. Partili Cumhurbaşkanı sıfatıyla milletvekili adaylarını belirleyecek, Meclisin oluşumuna müdahale edecek, Meclisi feshedebilecek, Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yasama yetkisine ortak olacak, kanunları veto edebilecek, yüksek mahkemelere, Hâkimler ve Savcılar Kuruluna üye atayacak, yargıyı belirleyecek; bütün bunları yaparken hiçbir şekilde hesap vermeyecek, sorumlu olmayacak. Herkese dokunabilen ama kendisine dokunulamayan bir kadirimutlak kişi olacak.

Peki, Cumhurbaşkanı parti genel başkanı olabilecek mi? Partili olmasının sakıncası var mı, yok mu? Cumhurbaşkanı hem parti üyesi hem de isterse genel başkan olabilecek. Parti genel başkanı olarak milletvekili listesini yapabilecek. Partisinin Meclis grubunun başkanı olacak. Bu şekilde Meclisi istediği gibi şekillendirme ve etkileme imkânına sahip olacak. Parti başkanı olarak aynı zamanda yüksek yargıçları atayabilecek, yargı siyasetin emrine girecek. Ayrıca, parti başkanı sıfatıyla cumhurun başkanı olmasına engel olacak, sadece kendi partililerinin başkanı olacak. Milleti temsil etmesi söz konusu olmayacak. Partili olması nedeniyle tarafsız olması mümkün olmayacak. Cumhurbaşkanının yemin etmesini düzenleyen 103'üncü madde de aynen duruyor. Orada tarafsızlık üzerine yemin edecek ancak partisinin genel başkanı sıfatıyla partiyi yönetecek. Biz de yemin ederken burada milletvekili olarak tarafsız kalacağımıza yemin ediyor muyuz? Yok çünkü her birimiz bir siyasi partinin milletvekili, siyasi partimizin programı, politikaları doğrultusunda çalışıyoruz. Burada Cumhurbaşkanı da partili olunca nasıl olacak bu? Hem tarafsız olduğuna yemin edecek hem de partinin programlarını anlatacak. Yani buna, kimse kendi üstüne alınmasın, yalan yere yemin etmek derler, yalan yere yemin etmek de Türk Ceza Kanunu'na göre suçtur. Yani bu, gerçekten Ceza Kanunu'ndaki yalan yere yemin etmeye de tam kalıp olarak, şablon olarak oturuyor. Devlet düzeninin parti düzenine, devletin de parti devletine dönüşmesine anayasayla izin verilmiş olacak.

Getirilen teklifle Cumhurbaşkanı seçimi ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçiminin aynı gün yapılmasının sakıncası var mıdır, yok mudur? Cumhurbaşkanı seçimi ile milletvekili seçimi aynı gün yapılırsa parti genel başkanı olan Cumhurbaşkanı adayı aynı zamanda partisinin milletvekillerini de belirleme imkânı bulacak, -bu düzenlemeyi Suriye'den almamışsınız, bu düzenlemeyi Şili'den almışsınız arkadaşlar. Yani bu düzenleme Latin Amerika ülkelerinde, geri kalmış olan o ülkelerde var- burada aday gösterme yetkisi nedeniyle milletvekillerini ismen belirleme imkânı olacak hem de aynı anda yapılan seçimlerde seçmen Cumhurbaşkanı ile onun partisine oy vereceğinden siyasi olarak da Meclis çoğunluğuna hâkim olacak, böylece, seçilen Cumhurbaşkanı fiilen yasama organının da çoğunluğunu belirleyip kontrol edebilecek. Meclisin Cumhurbaşkanını denetleyebilmesi fiilen mümkün olmayacak. Bu, güçler ayrılığını da yok edecek. Oysa seçimlerin farklı zamanlarda yapılması millî irade denetiminin işletilmesini sağlar, arada denetim yolu açar, Cumhurbaşkanını seçen irade aradan bir süre geçtikten sonra yönetimden memnun olmazsa bunu Meclis seçiminde sandığa yansıtıp iktidarı denetleyebilir. Aynı anda seçim bu arada denetim yolunu ortadan kaldırır. Getirilen düzenleme bir anlamda bir dayatma düzenlemesidir. Millete "Kimi Cumhurbaşkanı seçiyorsan onun partisinin milletvekillerini de seç ve beş yıl onlara katlan." demektir. Demokratik başkanlık sistemlerinde başkan seçimi ile meclis seçimleri ayrı tarihlerde yapılır.

Şimdi, aynı zamanda değerli arkadaşlar, mevcut olan Anayasa'mıza göre seçim kararları alındığı zaman biliyorsunuz üç bakanın bağımsız kalması gerekiyor, Adalet Bakanı, Ulaştırma Bakanı ve İçişleri Bakanı; bu düzenlemeyle bunlar da kaldırılmış oluyor. Hatta bununla ilgili ben size bir anımı anlatayım: Türkiye Barolar Birliği delegesiydim, mali kongre vardı, Nevşehir'de bir akşam kokteyli vardı ve o akşam kokteylinde o dönemde -bu tabii, 2007'deydi- rahmetli Özdemir Özok, Türkiye Barolar Birliği Başkanımızdı, hatta o dönemde Anayasa Mahkemesine üye olarak seçilmişti ve Cumhuriyet Halk Partisi olması nedeniyle "Ben partiliyim..." Bu kimlik nedeniyle istifa etmişti. O dönemde seçim kararı alındığı için üç bakan değişmişti: Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı ve Ulaştırma Bakanı. 1968 kuşağında avukat Nizar Özkaya, İstanbul Barosu avukatlarından bir ağabeyimiz, dedi ki: "Mahmut Bey, ben bu akşam bakan olmak istiyorum." "Nizar Ağabey, nasıl bakan olacaksın?" dedim. "Benim dediklerimi yap, ben bakan olacağım." dedi. "Peki." dedim. "Gittiğimiz yerde sen benim kapımı aç, önünü ilikle -hepimiz de takım elbise giymişiz- zaten şu anda da seçim kararı alınmış, bu bakanlar da değişmiş, sen kapıyı açarken önünü de ilikle, 'Buyur Sayın Bakanım.' de, sen gerisini bırak." dedi. Gittiğimizde tabii, vadilikte heyet duruyordu, yol kapalı olduğu için biz oraya kadar gidemedik. Masanın şu ucundan diğer ucuna, Sayın Başkanın bulunduğu yere kadar arkadaşlar vardı, biz bu uçta durduk. Ben de önümü hemen ilikledim, indim hızlı bir vaziyette, "Buyur Sayın Bakanım." dedim. Oradan birisi bize koştu, o "Sayın Bakanım" kelimesini duyunca hemen elini öptü Nizar Ağabeyin, geri gitti; herkes geldi, elini öptü vesaire. Meğer oradaki bürokratlar, herkes bakan, ne bakanıdır bu, neyin, kimin bakanıdır, o dönemde seçim kararı alınmış. Sonra "Nizar Ağabey, herkes arkamızdan geliyor yani bu sıkıntı yaratır." dedim. Elini cebine koydu, orada vadilik var, keçiler vadilikte gayet rahat otlanıyor, döndü bana dedi ki: "Sayın Müsteşarım, bu keçiler orada ne arar?" Bana söylüyor, beni de müsteşar yaptı hemen ayaküstü ve orada belediye başkanı... Meğer orada karşılayan belediye başkanı ve kaymakammış. O keçiler oradan düşmesinler diye keçileri hemen, bir an önce oradan gönderdiler. O gece kalktım "Nizar Ağabey, böyle gitmez." dedim. "Sen git, İstanbul Barosu heyetine de söyle, kimse 'Nizar, Nizar' diye bağırmasın, herkes 'Bakanım' desin." dedi. O gece netice itibarıyla işin şakası vesairesi öyle gitti. Erdener Yurtcan Hoca dedi ki: "Çocuklar, siz farkında mısınız? Siz Hükûmetin unvan gasbını ihlal suçunu işliyorsunuz burada." Dedik ki: "Biz burada bir menfaat temin etmedik. Bu işin gırgırı ve şamatası vesairesi." Şimdi, bu anıyı da, bu üç bakanın görevden alınması o dönemde bunu da yaşamıştık gerçekten. Unutulan bir olay değil, bunu da burada hatırlatmış olayım.

Şimdi, Meclis, evet, fiilî durum yaratılıp Anayasa değiştirilebilirdi, Ali Bey doğru söylüyor yani aslında fiilî durum. Fiilî durumu keşke bize göre de böyle bir Anayasa değişikliği yapmış olsaydınız, bu fiilî durum bugün anayasal duruma dönüşmüş olurdu, işin doğrusu bu.

Peki, Meclis aynı konuda kanun çıkarırsa kararname hükümsüz olacağına göre Meclis isterse kararname çıkarmayı engelleyemez mi mevcut olan, getirilen düzenlemede? Hayır, engelleyemez çünkü Meclisin çıkardığı kanunu Cumhurbaşkanı veto edebilir, veto ettiğinde de Meclis bunu ancak salt çoğunlukla, 301 oyla tekrar kabul edebilir, aksi hâlde kabul edilmez. Partili cumhurbaşkanı, kontrol ettiği Mecliste aynı konunun salt çoğunlukla geçmesini engelleyip fiilen yasa çıkarma yolunu tıkayarak kararname yolunu açacaktır. Bu, kanunlarla değil, kararnamelerle Türkiye'nin yönetileceği anlamına gelir. Bu durum, açıkça millî irade gasbıdır.

Peki, mevcut düzenlemeyle veto yetkisi şimdi var mı? Olmasının sakıncaları nelerdir, ne olabilir? Veto yetkisi parlamenter demokrasiye özgü bir yoldur. Elinde yürütme yetkisi yoğunlaşmamış, sınırlı yetkiye sahip cumhurbaşkanlarına verilmiş bir denge- denetim mekanizmasıdır. Başkanlık sistemlerinde veto yetkisi yoktur. Hele getirilen değişiklikle diktatörlük yetkilerinin verildiği bir tek adamın elinde veto yetkisi olması yasama organını tamamen sembolik hâle getirir.

Getirilen düzenlemeye yasama tekelinin Mecliste olmasının, elinden alınıyor mu veya yasama tekelinin Mecliste olmasının bir önemi var mıdır? Millî egemenliğin şartı olmasıdır. Egemenliği halka ait kılan en önemli unsur kanun yapma tekelinin milletin meclislerinde olmasıdır. Egemenliğin krallardan halka geçmesi sürecinde en önemli kavşak noktası yasama tekelinin milletin seçtiği meclislere verilmesidir. Demokrasiler, egemenliğin saraydan, krallardan alınıp halka verilmesi sürecidir. Bu anlamda fermandan kanuna geçmeyi ifade eder. Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama tekelini kaldırmak, tek adama kararname çıkararak buna ortak olma yetkisi vermek kanundan fermana, millî egemenlikten krala geçmektir.

Şimdi, değerli arkadaşlar, millî egemenlik konusunu işlerken Rusya Büyükelçisinin burada öldürülmesiyle ilgili soruşturmanın ve delillerle ilgili telefonların Rusya'ya götürülmesi, soruşturmanın yabancı bir devlete verilmesi mevcut olan Anayasa'mızın hükümleri uyarınca bir egemenlik hakkımızın da ihlalidir. Egemenlik hakkını Türk milleti adına yargı kullanır. Burada, Anayasa'mızın 9'uncu maddesi: "Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır." Yani yargı yetkisini Rusya'ya bu şekilde bizim vermemiz egemenlik hakkımızın da ihlalidir. Herhâlde, tarihte buna benzer bir örnek var mıdır, yok mudur, Bakanlık temsilcileri bu konuda bize bilgi verirlerse biz de öğrenmiş oluruz ama benim bilebildiğim kadarıyla yok.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Mavi Marmara.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Mavi Marmara'yı Türkiye'de yargıladık. Mavi Marmara'yla ilgili, o da çok enteresan yani parayı basan, davadan kurtulur. Mavi Marmara da Mecliste geçen, İsrail'le yapılan bir protokol var. İsrail'le yapılan o protokolde 20 milyon dolar orada "tazminat" diye geçmiyor, orada bir "lütuf", bir "bahşiş" olarak geçiyor. O, bahşiş ve lütuf olarak da gerçekten ülkenin onuruyla, haysiyetiyle oynanan bir husustur. Yani birisi beni öldürürse, benim aileme gidip parayı öderse, ailem davadan vazgeçerse mahkeme kararı düşürebiliyor mu? Düşüremiyor. Maalesef, burada, Mavi Marmara'da bu hadiseyi biz yaşadık ki bu, kabul edilebilir bir durum değil. Onun için, Mavi Marmara olayında vatandaşlarımız kaybetti. Bu işin kazananı kim oldu? İsrail oldu. Kazananı İsrail oldu, kaybedeni vatandaşlarımız oldu.

Burada şunu kabul etmek lazım: Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarda olmasıyla kim kazanıyor? İsrail kazanıyor. AKP iktidarda olmadığı dönemlerde o İsrail'le o coğrafyadaki tüm ülkeler düşmandı ama AKP iktidara geldikten sonra hepsi şu anda İsrail'le dost oldu. Yani bu iktidarın Türkiye'de devam etmesi, sürecini devam ettirmesi İsrail'in yararınadır.

Mevcut olan teklifte, Cumhurbaşkanının Meclisi fesih yetkisinin ne sakıncası var, şu anda bu yetkisi yok mu? Cumhurbaşkanı da Meclis de halk tarafından seçiliyor. Meclisin halkı temsil oranı tüm partiler temsil edildiğinden her zaman Cumhurbaşkanından daha yüksektir. Milletin seçtiği Meclisi yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanının feshetmesi yürütmenin yasama üzerinde tahakküm kurmasına neden olur. Cumhurbaşkanı hiçbir gerekçe göstermeden Meclisi feshetme yetkisiyle donatılıyor, bu, hoşuna gitmediği anda Meclisi ortadan kaldırma yetkisi demektir. Örneğin, işlediği bir suç nedeniyle Cumhurbaşkanı zorda olsa, 301 imzayla hakkında soruşturma açılması istenen Cumhurbaşkanı, henüz soruşturma açılmadan önce Meclisi feshedip soruşturma açılmasını engelleyebilir. Yani Cumhurbaşkanı suçu işledi ve zor durumda, 301 imzayla soruşturmanın açılabileceğini biliyor ve bunu engellemek için Meclisi feshedecek, bu soruşturmanın açılmasından da kurtulmuş olacak ve bunu engelleyebilecek ya da vetoya rağmen 301 oyla kanun yapıp kararname çıkmasını önleyen Cumhurbaşkanının istediği gibi hareket etmeyen Meclisi Cumhurbaşkanı gerekçe göstermeden feshedebilir de. Yani Cumhurbaşkanının Meclisi feshetmesinin herhangi bir gerekçesi aranmıyor, hoşuna gitmediğinde "Feshediyorum." diyebilir. Cumhurbaşkanının fesih yetkisi, parlamenter sistemlere özgü bir mekanizmadır, belirli şartlara bağlıdır. Şu anda bizdeki yetki sadece hükûmetin kurulamaması hâlinde verilmiş, şartları da Anayasa'da gösterilmiş bir yetkidir ama getirilen düzenlemede herhangi bir şartı yok, burada çok keyfî olarak kullanılabilecek olan bir yetki. Tarihimizde Büyük Atatürk'e dahi bu yetki verilmemiştir. Atatürk bütün millî mücadeleyi ve sonrasındaki devrimleri milletin Meclisiyle birlikte yapmıştır. Demokratik başkanlık sistemlerinde başkana bu yetki tanınmaz. "Başkanlık" adı altında bozulmuş sistemlerde ise bu tip yetkilerin verildiği görülmüş ve hepsinde de rejimi otoriterleştirmenin aracı olmuştur.

Burada şu deniliyor: "Giyotin sistemi." Ayrıca, Meclisin ve Cumhurbaşkanın azil yetkisi var. Bunlar güvence ve denge unsuru değil midir? Değil. Giyotin sistemi, Cumhurbaşkanı ve Meclisin diğerinin görevine son vermesi hâlinde kendi görevinin de sona ermesini ifade ediyor ancak Cumhurbaşkanı bu kararı tek başına verebilirken Meclis ancak 3/5, 360 oy çokluğuyla Cumhurbaşkanının görevine son verebiliyor. Yani işlemesi Meclis açısından son derece zor, Cumhurbaşkanı açısındansa çok kolay bir sistem. Buna giyotin sistemi değil ancak Cumhurbaşkanı lehine işleyen -Genel Başkan Yardımcısı Sayın Bülent Bey'in deyimiyle- satır sistemi demek mümkündür buna. Kaldı ki karşılıklı dahi olsa milletin seçtiği ve temsil oranı daha geniş olan Meclisi Cumhurbaşkanının neden fesih yetkisi olsun? Bunun tek bir gerekçesi olabilir, o da Cumhurbaşkanının denetleyecek bir güce izin vermeme anlayışıdır.

Cumhurbaşkanının 2 dönemden fazla seçilmesi kesin olarak engellenmiş midir getirilen teklifle? Hayır, getirilen teklifle Cumhurbaşkanının 2 dönemden fazla seçilmesi kesin olarak engellenmemiştir. Kural olarak 2 dönem seçilebilir ancak partili Cumhurbaşkanı ikinci döneminin sonuna yaklaştığında Meclisin 3/5 çoğunluğunu denetleyebilirse seçimlerin yenilenmesi kararını aldırarak bir dönem daha seçilebilir.

Getirilen teklifle Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinden alınıyor mu? Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurulduğu günden bu yana tartışmasız ve mutlak olarak Meclise ait olmuştur. Millî Mücadele Dönemi'nde Gazi Mustafa Atatürk'e dahi geçici ve Meclisi temsilen verilmiştir. Mevcut Anayasa'da Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Başkomutanlığı temsil yetkisi bulunmaktadır. Değişiklik teklifiyle "Türkiye Büyük Millet Meclisi adına" kısmı çıkarılmış, sadece "Başkomutanlığı temsil eder." denmiştir. Her ne kadar mevcut 117'nci maddede "Başkomutanlık Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi varlığından ayrılmaz ve Cumhurbaşkanlığı tarafından temsil olunur." hükmü bulunmaktaysa da "Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi adına bu görevi yerine getireceği" ifadesinin çıkarılması Başkomutanlığı Meclisten alıp doğrudan Cumhurbaşkanına bağlama adımıdır.

Meclis bütçeyi reddederek Cumhurbaşkanını denetleyemez mi? Hayır. Meclisin bütçe hakkı fiilen elinden alınıyor. Değişiklik teklifinde bütçeyi Meclisin kabul edeceği yazılmış ancak Cumhurbaşkanının bütçe teklifini Meclisin kabul etmemesi hâlinde bir önceki yılın bütçesinin yeniden değerleme oranına göre artırılıp otomatik olarak yürürlüğe gireceği de getiriliyor. Yani Meclisin bütçeyi reddetmesinin Cumhurbaşkanı üzerinde hiçbir zorlayıcı etkisi olmayacak. Bu, bütçe hakkının da Meclisin elinden açıkça alınması demektir. Oysa demokratik başkanlık rejimlerinde meclisin bütçeyi reddetme yetkisini kullanarak yürütmeyi denetleme gücü bulunmaktadır. Değişiklik teklifinde bu imkân da ortadan kaldırılmaktadır.

Getirilen teklifle yedek milletvekilliğinin ne sakıncası var? Getirilen değişiklik teklifinde yedek milletvekilliği getirilmiş, bunun sakıncaları ise: Yedek milletvekilliği millî iradenin ara denetim olanağını ortadan kaldırır. İki seçim arasında milletin iradesinde değişme olduğunda bunu sandığa yansıtarak partileri uyarma olanağı kalmaz. Ara seçimler halka o zamana kadar yanlış yapan iktidarları sandık yoluyla denetleme imkânı verir. Bunun en somut örneği 14 Ekim 1979 ara seçimleridir. 1979'da 5 seçim çevresinde ara seçim yapılmış, tümünü muhalefet partisi olan Adalet Partisi kazanmış, iktidardaki CHP hükûmeti de istifa etmiş ve sonuçta 42'nci Hükûmet düşmüş, 43'üncü Hükûmet kuruluştur. Yedek milletvekilliği sistemi milletin iktidarı denetlemeye dönük bu mekanizmayı da elinden alacaktır.

Değerli arkadaşlar, ayrıca, burada yedek milletvekilliğinin bir sakıncası daha var, o da şu: Diyelim ki yedek milletvekilisiniz, direkt kendiniz esas seçilebilecek konumda iseniz yedek vekil olarak, orada yerine gelebilecek olan kişi bir trafik kazası süsü verilerek öldürülebilir. Bunlar Türkiye'de maalesef yaşanabilen olaylar. Hatta, daha ötesi yapılabilir, 15 yaşında veya daha küçük bir kişinin eline silah verilebilir, yaşı küçük vesaire... Türkiye'de çünkü milletvekilliği çok cazibe alanı olan bir iş olduğu için ve burada bu imkân, bu fırsat ve böyle bir sakıncalı bir yol da var. Bence bu yedek milletvekilliği olayını...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Mahmut Bey, YSK'nın yedek milletvekili öldürülebilir diye içtihadı var MHP'nin başvurusu üzerine.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Olabiliyor, değil mi böyle?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Var, var.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Yani burada ne olacak? İşte temyiz kudretine sahip olmayan -hatta o da yapılabilir- bir kişiyi veyahut da bir trafik kazası süsü verilebilir ve bundan sonra milletvekilleri, hele hele bu yedek milletvekilini seçerken arkanızdan gelebilecek olan yedek milletvekilinin çok dikkatli seçilmesi lazım.

İLHAN CİHANER (İstanbul) - Cumhurbaşkanının niye yedeği yok?

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Yani bence onu da yapsınlar ama başkan yardımcıları var.

Bu da Anayasa'nın 10'uncu maddesindeki eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ediyor. Aslında burada bir kayırmacılık var. Yani aslında hem uluslararası sözleşmeler hem Anayasa'mız kayırmacılığı da yasaklıyor. Mademki arabanın yedeği var, milletvekilinin yedeği var Cumhurbaşkanının da yedeği olması gerekir sanki.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Asıl da kendisi, yedek de kendisi.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bu değişiklikle nasıl bir meclis yaratılıyor?

Sizi ikna edersem herkes ikna olacak Başkanım, sizin de sohbetleriniz devam ediyor. Tabii, insani bir şey konuşuyorsunuz, normal.

BAŞKAN - Dinliyoruz, dinliyoruz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bu değişiklikle nasıl bir meclis yaratılıyor? Yetkisi ve etkisi sıfırlanmış âciz bir meclis yaratılıyor. Güvenoyu ve gensoru gibi denetim mekanizmaları olmayan, yürütme üzerinde hiçbir etkili denetim imkânı kalmayan, yasama tekeli elinden alınmış, yasama yetkisi sıfırlanmış, fesih tehdidi altında âciz bir meclis yaratılıyor. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisini tabuta koyup üzerine son çiviyi çakma projesidir.

Bu değişiklikle milletvekillerinin durumu nedir, milletvekillerinin durumu ne olacak? Daha etkisiz ve yetkisiz milletvekilliği dönemi başlar. Vatandaşın hiçbir sorununa çözüm bulamayan, yürütme üzerinde hiçbir etkisi kalmayan milletvekillerinin halk nezdinde hiçbir itibarları kalmaz. Hem halk hem bürokrasi hem bakanlar tek bir kişiyi çözüm merkezi görür, Cumhurbaşkanı, onun dışında hiçbir temsil görevinin önemi kalmaz.

Yargının yasama ve yürütmeyi denetleme imkânı yok mu getirilen değişiklikle? Mevcut Anayasa'mızda idarenin her türlü eylem ve işlemleri yargı denetimine tabidir. Hatta, 1961 Anayasası'na çok kızılıyor ya, yani eğer gerçekten 1924 Anayasası'nda Anayasa Mahkemesi olmuş olsaydı belki 1960 darbesi olmayabilirdi. Biliyorsunuz, Anayasa Mahkemesi 1961 Anayasası'yla birlikte getirildi. O dönem iktidar freni başlamış gibi gidiyordu aynen bugünkü gibi yani yargı hiç olmazsa onu frenliyordu ve bizim mevcut olan yargımız da bir dönem idarenin yaptığı hukuka aykırı eylem ve işlemlerinden dolayı da gerçekten yürütmeyi en azından o frenleme imkânını, denge-fren görevini görebiliyordu ama tamamen artık yargının içerisine siyaset girince burada bu görevini yapamaz duruma geldi. Çok güzel de bir söz var: "Eğer siyaset duruşma salonuna girerse adalet oradan kaçar." deniliyor ama Türkiye'nin geldiği konum bu.

Burada, mevcut düzenlemeyle yargının yasama ve yürütmeyi denetleme imkânı yok mu? Yok. Yargı tamamen siyasetin emrine girecek, güçler ayrılığı ve denge- denetleme mekanizmalarının en önemli unsuru olan bağımsız yargı denetimi fiilen imkânsız hâle gelecektir. Tüm yüksek yargıçlar ve yüksek yargı kurulu doğrudan veya dolaylı olarak Cumhurbaşkanı ve onun hâkim siyasi anlayışına göre şekillenecektir. Bu nedenle, denetim imkânı da kalmayacaktır. Yargı, tümüyle Cumhurbaşkanının emrindeki bir organ olacaktır; adalet dağıtmayacak, Cumhurbaşkanının sopası olarak kullanılacaktır.

Hâkimler ve Savcılar Kurulu nasıl oluşacak mevcut olan, getirilen bu değişiklikle? Hâkimler ve Savcılar Kurulu 12 üyeden oluşacak, Cumhurbaşkanı kurulun 6 üyesini, Adalet bakanı ve 5 üyeyi doğrudan belirleyecek, kalan 6 üyeyi de "parti başkanı" sıfatıyla kontrol ettiği Meclis aracılığıyla seçtirecek. Bütün yargı örgütünün başı olan kurul böylece Cumhurbaşkanına ve onun siyasi anlayışına uygun oluşacaktır.

Hâkim ve Savcılar Kurulu hep bugüne kadar tartışılır, denilir ki: "Bu kurulun içerisinden Adalet bakanı çıkarılsın, müsteşar çıkarılsın, siyasetten arındırılsın." Bunlar hep tartışılıyor, kitaplarda çok yazılıp çiziliyor ama maalesef, mümkün olduğunca siyasetin tam göbeğine konuluyor. Yani burada eğer bir ülkede düzeni bozacaksanız, düzeni yıkacaksanız adaleti yıkın. Onun için, biz düzeni bozmayalım, düzeni koruyalım. Eğer düzeni koruyabilirsek, adaleti tecelli ettirebilirsek gerçekten ülkemizde düzeni de hâkim kılmış oluruz ama maalesef, bu gidişatla düzeni kendi ellerimizle yıkmış oluyoruz. Buna izin vermemek lazım. Hepimizin bu düzene ihtiyacı var çünkü hep birlikte bu gemideyiz, eğer bu gemi batarsa hep birlikte batmış olacağız. İnşallah, öyle bir şey olmaz, temennimiz o.

Getirilen bu düzenlemeyle, değişiklikle Anayasa Mahkemesi üyeleri nasıl seçilecek? Cumhurbaşkanı 15 üyeli Anayasa Mahkemesinin 12 üyesini bizzat kendisi belirleyecek -hani, biraz önce Suriye Anayasası'yla ilgili karşılaştırma yapmıştım ya, oradakinin aşağı yukarı aynısı, benzer- 3 üyesi de partisi aracılığıyla kontrol ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi eliyle belirlenecek. Bu Anayasa Mahkemesi yarın "Yüce Divan" sıfatıyla, kendisini seçen Cumhurbaşkanını, yardımcılarını ve bakanlarını yargılayacak. Buna inanılır mı? Bunu sizin vicdanlarınıza bırakıyorum.

Cumhurbaşkanının yüksek yargıda başka seçim yetkisi var mıdır? Danıştay üyelerinin dörtte 1'i ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve başsavcı vekillerini seçme yetkisi var. Cumhurbaşkanının seçtiği Danıştay üyeleri, Cumhurbaşkanının temsil ettiği idarenin eylem ve işlemlerini denetleyecek. Ayrıca, Yargıtayın ve Danıştayın kalan üyelerini Cumhurbaşkanının belirleyeceği Hâkimler ve Savcılar Kurulu atayacak.

Şu anda Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve Hâkim Savcılar Yüksek Kuruluna atama yetkisi yok mu? Var. Ancak, bu Cumhurbaşkanı başka, teklif edilen anayasal değişiklikteki Cumhurbaşkanı başka. Bu Cumhurbaşkanının yetkileri parlamenter sisteme göre fazla dahi olsa, getirilen sisteme göre yok denecek kadar sınırlı. Değişiklikte tarif edilen Cumhurbaşkanı bütün yetkileri elinde toplayan bir kişi olacaktır. Dolayısıyla, gerçek bir yargı denetimi için Cumhurbaşkanının yargı alanında hiçbir yetki kullanmaması gerekir.

Peki, mevcut, getirilen bu Anayasa teklifiyle üniter devlet tehlikede midir? Evet, Cumhurbaşkanına kararname çıkararak merkezî idare kapsamında bölgesel yönetim birimleri, bölgesel yapılar, bölgesel kamu kurum ve kuruluşları oluşturabilme yetkisi verilmektedir. Bu, federasyona geçiş hazırlığıdır. Bununla ilgili de yine biraz sonra o açıklamaları da yapacağım ben.

Bu Anayasa değişikliği geçerse ne olur? Anayasa'yla bir diktatör yaratırız. Her şeye dokunan ama kendisine dokunulmayan bir diktatör ortaya çıkar. Demokratik rejimlerden tamamen ayrılıp otoriter bir rejim kurulur. Hiçbir vatandaşın can, mal ve hukuk güvenliği kalmaz. Her kişi, kurum ve kuruluş tek bir kişinin, bir diktatörün vicdanına terk edilir. Yönetimi denetleyecek hiçbir güç kalmaz. Devlet yönetiminde ve ülkede zorbalık hâkim olur. Hatta zorbalık hukukuyla ilgili Sami Selçuk'un çok güzel bir kitabı var, onu da öneririm değerli arkadaşlar. Bir kişi hem hükûmet hem Meclis hem mahkeme olur. Yasama, yürütme ve yargı tek bir elde toplanır. Etkisiz, yetkisiz, âciz ve sembolik bir Meclis ortaya çıkar. Meclisi mezara, demokrasiyi tarihe gömeriz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, tüm bu tartışmalarda şu deniliyor: Rejim tartışmaları; Türkiye için başkanlık mı, yarı başkanlık mı, parlamenter rejim mi? Yani bugünlerde en çok tartışılan konu bu; başkanlık veya yarı başkanlık sistemine mi geçsin, yoksa parlamenter sistemde mi kalsın? Bu, bilimsel, bağımsız ve objektif olarak... Şimdi, bu görüşlerimi de sizlere sunmaya çalışacağım değerli arkadaşlarım.

Başkanlık sistemi nasıl bir başkanlık sistemi? Birkaç temel tespit yaparak başlayalım.

1) Başkanlık sistemine geçiş köklü bir sistem, yani rejim değişikliği gerektirir, işte bugün ülkemizde olan bu. Kutuplaşma ve ortak aklın yeterince aranmadığı, tüm seslerin duyulamadığı bugünkü Türkiye'de böyle köklü bir değişikliğe gidilmesi risk arz etmektedir.

2) 2012 sonu hazırlanan başkanlık sistemi taslağı, demokratik bir sistem öngörmemektedir ve kesinlikle dikkate de alınmamalıdır ama mevcut olan bu teklif -çünkü o tasarı da bende var- ondan daha katı bir vaziyette başkanlık sistemini öngörmekte.

3) Dünyada başkanlık sistemini istikrarlı demokrasiyle bağdaştırmayı başarmış neredeyse tek ülke Amerika Birleşik Devletleri'dir. Amerika'daki sistemin istikrarlı işlemesinin ise birçok sebebi vardır. Türkiye birçok alanda köklü reform yapmadan, Amerika Anayasası'nı aynen kopya etse bile istikrarlı, demokratik bir yapı kuramaz. Yani Amerika Anayasası'nı alalım, aynısını Türkiye'ye getirelim, burada Amerika'daki istikrarlı bir yapıyı kuramayız. Denge- denetim mekanizmaları kâğıt üzerinde kalır, uygulamaya gerçek bir güçler ayrılığı yansımaz çünkü bizde liyakat esası yok. Sait Güran idare hukuku hocamızdı -Sait Güran Hoca hayatta- onun liyakat sistemiyle ilgili bir doktora tezi vardı. Her şeyin başı liyakat sistemidir ama zaten ülkemizde eğer liyakat sistemi uygulanmış olsaydı 15 Temmuz darbesini de yaşamamış olacaktık. Orduda hep liyakat sisteminden ayrılıp kayırmacılık sistemine gittiğimiz için 15 Temmuz darbe girişimini de yaşadık.

4) Başkanlık sistemi esasen federasyonlar için tasarlanmıştır. Yani başkanlık sistemi, federasyon olan sistemlerde başarıya ulaşır, federasyonlara uygundur. Üniter yapıda başkanlık kurulacağı söylense dahi, başkanlık sistemine geçiş ileride Türkiye'de bir federatif yapıya yol açabilir. Başkanlık sistemine geçiş köklü bir sistem, rejim değişikliğidir. Reform doğru şekilde yapılmazsa güçlü bir başkan ve zayıflamış bir demokrasi ortaya çıkar. Zaten bugün tasarlanan, getirilen teklif de bu şekilde. Ve istihdam için her yıl milyarlarca lira yatırıma ihtiyacı olan Türk ekonomisi böyle bir hatayı kaldıramaz. Ortak aklın yeterince aranmadığı bugünkü Türkiye'de doğru ve sağlıklı reformun tartışılıp yapılması zor gözüküyor.

2012 sonu hazırlanan başkanlık sistemi taslağı dikkate alınmamalı ve bugün getirilen öneri de dikkate alınmamalı, bunlar geri çekilmeli yoksa çok yanlış bir reforma yol açar. Bunun adına reform değil, aslında "deform" denilebilir. Sadece en çarpıcı örnekleri vermek isterim. Taslakta, işte burada başkanın Meclisi feshetme yetkisi, Hâkim Savcılar Kurulunun seçimi, Danıştayın seçimi yani yargıçların seçimi, üst bürokratların seçimi, azil yetkisi, bunların hepsini tek tek tekrar yine saymayayım. Burada "Başkanlık sistemini istikrarlı demokrasiyle bağdaştırabilmiş neredeyse tek ülke Amerika'dır." dedik. Bunun özel birçok sebebi vardır. Bu unsurlar Türkiye'de yok, birkaç Anayasa maddesi tadiliyle kurulması da mümkün değildir. Amerika'da katı güçler ayrımı vardır. Biz, mevcut olan teklifle burada zaten birleştiriyoruz; tam tersi ama başkanlık sistemi olup da birleştiren sistemler de var mıdır? Var, daha kötüye gidiyor.

Başkan, hiçbir şart altında Meclisi feshedemez Başkanlık sisteminde, kontrol edemez; tam tersi, Meclis, Başkanı kusurlu hareketten dolayı bile görevden alabilir ama bizde getirilen bu teklifle bunların hiçbirisini yapamaz. Yasama organı Cumhurbaşkanına karşı yani başkana karşı daha zayıf, daha güçsüz, Cumhurbaşkanı -daha doğusu başkan diyelim- daha güçlü ve kusuru da olsa süre dolmadan kimse görevden de alamayacak. Burada denge- denetim vardır. Amerika'daki başkanlık sisteminde başkanın neredeyse tüm kararları, tüm atamaları Meclis denetimi ve onayına tabidir. Getirilen teklifle bu, Meclisin onayına ve denetimine tabi değil değerli arkadaşlarım. Gerçekten, Amerika'daki başkanlık sisteminde güçlü yasama vardır ama bizde getirilen teklifte güçlü yasama yok, zayıflatılmış bir yasama var. Meclis üyeleri seçim sisteminden dolayı, dar bölge, tek aday, iki yılda bir seçim... Yani Amerika'daki o milletvekili seçimi, Amerika Başkanı parti yönetiminde olmadığından, parti kontrolü ve disiplini güçlü olmadığından, gerçekten güçlü ve bağımsızdır. Türkiye'de ise seçim ve siyasi partiler reformu yapılmadan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TANAL (İstanbul) - ... Amerika'daki Başkan, parti yönetiminde olmadığından, parti kontrolü ve disiplini güçlü olmadığından, gerçekten güçlü ve bağımsızdır. Türkiye'de seçim ve siyasi partiler reformu yapılmadan, Amerika'daki gibi denge- denetim sistemleri kurulsa dahi kâğıt üzerinde kalır. Güçlü parti lideri kontrolü yüzünden yasama gerçekten bağımsız olamaz. Uygulamada yasama başkanın sözünden çıkamaz.

Gerçekten güçlü yargı vardır Amerika'da. ABD Başkanı federal yargıçlar hariç yargıda herhangi bir atama yapamaz. Ortalama fiilen her başkan bir Anayasa Mahkemesi üyesi ve düşük oranda federal yargıç atama şansı yakalar. Bu yargıçlar ömür boyu atandıkları için ayrıca, ABD'deki çoğu yargıç, eyalet yargıçları başkanın tamamen alanı dışında, yargıyı şekillendiren, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu tarzı yürütmenin etkin olduğu bir yapı yok orada.

Gerçekten güçlü medya vardır Amerika'da. ABD'de medya tam koruma altındadır ve önemli denge- denetim mekanizmalarından biridir.

Gerçekten güçlü eyaletler vardır Amerika'da aynı zamanda. Kendi yönetimleri vardır, başkan sadece bir nevi dış dünyaya karşı koordinatör olarak düşünülmüştür ve federasyonlara uygun bir rolü vardır. Halkı ilgilendiren çoğu konu eyalet seviyesinde kararlaştırılır, başkanın gücüne çok önemli bir sınırlamadır, bu yüzden, demokratik başkanlıkların çoğunluğu federasyondur.

Başkanlık sisteminin istikrarlı demokrasi getirmesi son derece zordur.

Yukarıda saydığımız 6 tane temel şart, eğer tam kurulur ve demokratik bir sistem oluşursa, çok partili sistemlerde katı güçler ve karşılıklı veto haklarından dolayı çok sıkı kitlemeler yaşanabilir. Sistem, demokratik dengelerle kurulursa hızlı karar almaya kesinlikle müsait değildir. Amerika'daki istikrarın, sistemin kilitlenmemesinin en önemli sebebi birbirine yakın iki partili sistemdir yani iki partili sistemde görüşleri birbirine yakındır iki siyasi partinin, o sebeplerden dolayı kitlenmemektedir. Latin Amerika'da, bizdeki gibi çok partili sistemlerde başkanlık sistemi Meclis nezdinde ve Başkanın kabinesinde çok sıkı koalisyonlara yol açmıştır.

Yukarıda saydığımız 6 temel şart böyle kurulmaz ise o zaman da otoriter bir Başkanlık ortaya çıkar ve yine demokrasi açısından istikrarsızlık oluşur. Tam 190 Anayasa denemesi yapan, sayısız erken seçim, sayısız koalisyon ve sayısız darbe yaşayan başkanlık sistemli Latin Amerika ülkeleri de bu tespitlerimin canlı kanıtlarıdır.

Başkanlık sistemi federasyonlar için uygundur. Yukarıda izah etmeye çalıştığımız üzere, başkanlık sistemi federasyon yapısı varsa göze alınabilecek riskli ve zor bir sistemdir.

Eğer tabii, siyasi iktidar da Türkiye'de bir federasyon yapı kurmak istiyorsa, zaten bu bölgesel yönetimler kurma yetkisinin verilmesi herhâlde bu amaca yönelik yani bunu öngörüyorlar, gizli amaçlardan bir tanesi de bu. Nitekim, sistem, dünyada ağırlıklı federasyonlarla uygulanıyor. ABD'deki federasyon Latin Amerika...

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - İyi bir şey, kötü bir şey değil ki. Demokrasi oluşuyor.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Yani, burada yetki var.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Keşke burada da olsa.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bilemem.

Latin Amerika'nın nüfusunun 3/2'si federasyonlarda, G20 ülkelerinden sadece 6'sında Başkanlık sistemi var, hepsi federasyonla idare ediliyor.

Federasyonlarda halkı ilgilendiren çoğu konu, eyaletler seviyesinde kararlaştırıldığı için federal seviyede bir kilitlenme ülkeyi tamamen felç etmiyor. Ayrıca, eyaletler, başkanın da aşırı otoriterleşmesini frenleyen bir güç dengesi, başkanlığa geçiş zamanla Türkiye'de federasyon düşüncelerine bir zemin hazırlar. Sistemin daha rahat işlemesi için bu fikirlerin öne sürülmesine yol açabilir. Bu risk ciddiyetle düşünülmelidir. Zaten, herhâlde bu riski de aşabilmek için bölgesel yönetimler konulma maddesi getirilmiş durumda. Yani bunu bir arkadaşımız çıksın da hangi ihtiyaca cevap olarak bu bölgesel yönetimler değişikliği getirildi.

Yarı Başkanlık sistemi Türkiye'de zaten bugünkü mevcut fiilî uygulama mıdır? Hemen burada söyleyelim ki yarı başkanlık esasen, özünde bir parlamenter bir rejimdir -tablosunu biraz sonra göstereceğim- sadece halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının daha etkin kullandığı yetkiler vardır. En tipik yarı başkanlık sistemi olarak görülen Fransız sistemi ile Türk sistemi son derece benzerdir, Cumhurbaşkanının konumu da aynıdır. Taraflar üstü yani partili değil... Türk sistemi zaten bir yarı başkanlık sistemine zemin vermektedir, sadece uygulama, teamül ve Anayasa Mahkemesinin içtihatları doğrultusunda bugüne kadar klasik parlamenter yorumla yapılmıştır. Bugün, ilk defa, Fransa'daki gibi bir yarı başkanlık gibi fiilen uygulanmaktadır. Bu sebeple, Anayasa reformu yapıp yarı başkanlık amacıyla Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına ek yetkiler tanımaya kesinlikle gerek yoktur.

Fransa, 2007'de Anayasa reformu yapıp Cumhurbaşkanını sorumlu hâle getirmiştir ama biz sorumsuz hâle getiriyoruz. Fransız Cumhurbaşkanı, eskiden, aynen şu an bizde olduğu gibi sadece vatana ihanetten siyasi olarak sorumlu tutulabiliyordu. Şubat 2007'de yapılan anayasal reformla artık Fransız Cumhurbaşkanı vazifelerini, görevlerini, bariz ihlal ve ihmalden dolayı yüksek mahkemede, toplanan Meclis tarafından 3/2'yle azledilebiliyor. Özetle, Cumhurbaşkanının siyasi sorumluluğu artık son derece geniş tutulmuştur Fransa'da. Bu, önemli bir yeniliktir. Zira, hukuk devletinde hem çok yetki kullanıp hem de hesap verilme imkânı olmaması bir çelişkidir. Fransa bunu düzeltmiştir. Biz bu yanlışlığın arkasındayız şu anda ve burada hem yetkileri vereceğiz, çok yetki vereceğiz hem de hesap sorulmayacak, hesap sorma imkânı olmayacak. Bu bir çelişkidir. Bu, hukuk devletiyle bağdaşan bir husus değil. Fransa'nın 2007 reformunda cumhurbaşkanının tek başına kullanacağı yetkiler çok dar şekilde tanımlanmıştı. Daha etkin bir Cumhurbaşkanımız oldu ancak Anayasa'mıza göre hâlen sorumsuz bir Cumhurbaşkanıdır, üstelik tek başına alacağı kararlara karşı yargı yolu da kapalıdır. Fransa gerekli reformu yapmıştır. Cumhurbaşkanının alabileceği kararları son derece Fransa dar tutmuştur. Birçok yetkisine Bakanlar Kurulu kararı veya Meclis denetimi onayı gereğini getirmiştir Fransa. Bizde aynı şekilde özellikle eğitime, YÖK üyelerine, yargıya, buradaki tüm bürokratların atanması, onanması hepsi Cumhurbaşkanının elinde. Burada, bu atamalarla ilgili Parlamentonun veya Bakanlar Kurulunun -Bakanlar Kurulu gerçi yok ama- bakanların, hiç kimsenin onaması yok.

Yasama ve yargı yürütmeden tam bağımsız hâle getirilmelidir. Bir nevi fiilî yarı başkanlık uygulamasına geçildiğine göre bu sistemin temel gereği olan daha katı bir güçler ayrılığı, etkin denge sistemi uygulanmalıdır. Ama, getirilen bu düzenlemeyle etkin denge sistemi yok. Burada kuvvetler birliği var, güçler birliği var, tamamen, tabii, güçler birliği, hukuk devletinin unsurlarına baktığımız zaman idarenin her türlü eylem ve işlemleri yargı denetimine tabidir, kuvvetler ayrılığı vardır, bu burada ihlal edilmektedir. Fransa milletvekillerinin daha güçlü olmasını sağladığı dar bölge seçim yöntemi yani tek aday iki turlu, bakan atanan milletvekilleri Meclisten istifa etmeli. Fransa'da yürütmenin yargı üzerinde etkisi yoktur ama getirilen bu düzenlemelerle bunlar var değerli arkadaşlarım.

Türkiye'ye hangi sistem en uygundur yani Türkiye'ye en uygun olan sistem hangisidir? Parlamenter sisteme aslında devam etmekte yarar var. Bu iyileştirilmelidir. En uygun sistem parlamenter sistemdir. Parlamenter sistemin devamı gerekir. Avrupa'daki neredeyse tüm demokrasiler parlamenter rejimle idare edilmektedir. Parlamenter rejim mükemmel olmasa da bilinen, denenmiş, en standart demokratik rejim türüdür. Başkanlık rejimini ABD hariç neredeyse hiçbir ülke tam istikrarlı demokratik şekilde uygulayamamıştır. Bu sebeple benim bu belirttiklerimle denenmiş ve demokrasiyle en bağdaşan sistemin devamı tercih edilmelidir.

Tarihimize, teamüller ve içtihatlara baktığımızda, Anayasa'mızın yine klasik parlamenter yorumla uygulanması en doğrusudur. Burada benim gördüğüm en önemli husus cumhurbaşkanının tarafsızlık sorumluluğudur. Cumhurbaşkanı, taraflar üstü, tüm milleti temsil eden, birleştirici bir akıl gibi düşünülmüştür. Bugünkü kutuplaşmış Türkiye'mizde birleştirici, kucaklayıcı ve tarafsız bir cumhurbaşkanına ihtiyacımız her zamankinden çok daha fazladır. Ama, getirilen bu düzenlemeyle neler yapılıyor? Gerçekten burada kutuplaşmayı getiriyor, çatışmayı artırıyor, şiddeti getiriyor, gerginliği artırıyor, ayrıştırmayı körüklüyor, aşırı uçları besliyor, liyakatsizlik yerine keyfiliği getiriyor, diyaloğu bitiriyor, partizan kadrolaşmayı getiriyor, uzlaşmanın önüne engeller konuluyor, hukuk güvenliğini bitiriyor, güçler ayrılığını bitiriyor, bu değişiklik ülkemizde kaos yaratıyor. Yani, onun için gerçekten tüm milletvekili arkadaşlarımızın millî birlik ve beraberliğimiz için bu tasarıya "ret" oyu vermelerini, bu tasarıyı geri çekmeleri hususunu da istirham ediyorum ben.

Ancak parlamenter sistemimiz muhafaza edilirken yasama, yargı, medya, ifade özgürlüğü güçlendirilmelidir. Yani, burada bu önerilerimizi sunuyoruz, sadece mevcut olan değişikliğin kötü yönlerini söylemekle kalmıyoruz. Burada bu parlamenter sistemin muhafaza edilerek yasama, yargı ve medya, ifade özgürlüğü de güçlendirilmelidir, bu konuda acil bir reform yapılmalıdır. Cumhurbaşkanına siyasi sorumluluk getirilmelidir, ortak akıl aranmalı, cumhurbaşkanının tek başına kullanacağı yetkiler Anayasa'da dar tutulmalı, neredeyse tüm kararlarına Bakanlar Kurulu veya yasama denetimi getirilmelidir. Seçim kanunları, dar bölge yani tek aday ancak bölgeler şeffaf ve adil bir süreçte belirlenmeli. Bu şekilde seçim kanunları değiştirilerek siyasi parti kanunları liberalleştirilerek, baraj düşürülerek seçmen, seçilen bağı güçlendirilmesi ve yasama daha güçlü ve bağımsız bir hâle getirilmelidir. Siyasi Partiler Kanunu da daha çağdaş ve liberal hâle getirilmelidir. Yargıyı tam bağımsız kılacak reformlar yapılmalıdır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda Adalet Bakanlığı ve Müsteşarlığı üyeliği ve etkisi tamamen bitirilmelidir, üye seçimlerinde yürütmenin etkisi azalmalıdır. Venedik Komisyonu raporları doğrultusunda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve genel olarak yargı tekrar yapılandırılmalıdır. Anayasa Mahkemesi üyeleri seçiminde nitelikli çoğunlukla Meclis atamaları ön planda olmalı, düşük sayıda üye cumhurbaşkanı tarafından atanmalı. Anayasa Mahkemesinin yetkileri kesinlikle daraltılmamalıdır. Medya ve ifade özgürlüğüne Amerika Anayasası ve Amerika üst mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarındaki gibi tam koruma sağlanmalıdır. Tüm bunların yanı sıra, eğitim standardı güçlendirilmeli, gerçek bir eğitim ve AR-GE politikası başlatılmalıdır. Avrupa Birliği süreci ülke menfaatleri doğrultusunda akıllıca müzakere edilerek canlandırılmalıdır. Son söz, ekonomide katma değerli üretime dayalı, cari denge açığı yaratmayan, sürdürülebilir bir büyüme yakalamalıyız ve bunun için tek çözüm uzun vadeli özellikle üretime ve AR-GE'ye yönelik yerli ve uluslararası yatırımların artmasıdır. Tabii, uzun yıllardan beri yapmış olduğumuz hukuki danışmanlık gereğince yatırım ortamı için ne gerekiyor? Çok fazla şey aslında gerekiyor. Orta Doğu kaosundan uzak, yönünü Avrupa'ya dönmüş bir Türkiye ve güvenilir, istikrarlı bir hukuk devleti, politik iktidarlardan bağımsız, güvenilir bir adalet sistemi.

Avrupa Birliği için müzakere tarihi aldığımızdan itibaren Türkiye'nin yatırımları yılda 1,7 milyar dolardan, yıllık 22-25 milyar dolar bandına çıkmıştı. Ancak son yıllarda yaşanan Avrupa'dan uzaklaşma yani Avrupa Birliğinden uzaklaşma ve demokratik standartlardaki gerilemelerden dolayı yatırımlar yıllık 10-12 milyar dolar civarlarına gerilemiştir. Yanlış bir sistem kurulursa Türkiye'nin ekonomisi zarar görür ve bu da insanlarımızın fakirleşmesine, işsiz kalmasına, enflasyonun ve faizin altında daha fazla ezilmesine yol açabilir. Türkiye son beş altı yıldır kişi başına 9-10 bin dolar bandında tıkanmıştır, son altı yıldır en zengin ve en fakir yüzde 20 arasındaki uçurum konusunda kayda değer bir ilerleme kaydedilmemiştir. Bu yüzden demokrasi ve ekonomi açısından riskli rejim değişikliklerinden uzak durmalıyız. Reformlar yapılacaksa da ortak akılla doğru şekilde yapılmalıdır. Hepimizin sorumluluğu büyüktür. Çocuklarımıza bırakacağımız tek kalıcı miras tarihin doğru tarafında yer almaktır.

Değerli arkadaşlar, başkanlık sistemi...

Evet, yeni gelen haberlere göre 2 askerimiz şehit olmuş, şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum, ulusumuza sabırlar diliyorum. Tabii, terör insanlık suçunu işliyor. İnsanlık düşmanıdır terör, toplumu korkutmaya, sindirmeye yöneliktir. Yani, bu anlamda konuşulacak çok şey var aslında ama bilemiyorum. Burada, iktidarın kendisini sorgulaması lazım, işin doğrusu bu. Bu anayasa değişikliği bu terörü bitirebilecek mi, barışı getirebilecek mi, işsizliği bitirecek mi, istihdam yaratabilecek mi? Bu açıdan, lanetliyorum terörü.

Başkanlık sistemi, nasıl bir başkanlık sistemi, birkaç tane tespit yaparak tekrar yine buradan devam edeyim. Başkanlık sistemine geçiş köklü bir sistem, rejim değişikliğini gerektiriyor ve burada da bize de sunulan bu. Kutuplaşmış ve ortak aklın yeterince aranmadığı, tüm seslerin duyulmadığı bugünkü Türkiye'de böyle bir köklü değişikliğe gidilmesi risk arz etmektedir ve hazırlanan başkanlık sistemi taslağı demokratik bir sistem öngörmemektedir, kesinlikle dikkate alınmamalıdır. Dünyada başkanlık sisteminin istikrarlı demokrasiyle bağdaştırmayı başarmış neredeyse tek ülke Amerika'dır. ABD'deki sistemin istikrarlı işlemesinin birçok sebebini yukarıda belirttim. Türkiye'de birçok alanda köklü reform yapmadan Amerika'daki anayasanın aynısı kopya edilip eğer getirilirse, bu denge- denetim mekanizmaları olmazsa ve güçler ayrılığı olmazsa biz bunu yakalayamayız. Başkanlık sistemi esasen federasyonlar için tasarlanmıştır ve burada Latin Amerika ülkelerinde başkanlık sistemi istikrar değil, tam tersine, istikrarsızlığa, demokrasinin sürekli kesintiye uğramasına yol açmıştır. 190 anayasa denemesi olmuştur, bazı başka ülkelerde ise demokratik bir başkanlık iddiası dahi yoktur. OECD araştırmalarına göre başkanlık sistemiyle gelişen demokrasiler parlamenter rejimlerle gelişen demokrasilere göre 2 misli daha fazla darbe kesintisine uğramıştır. Başkanlık sistemine geçiş, köklü bir rejim sistemi değişikliğidir. Reform doğru şekilde yapılmazsa güçlü bir başkan, zayıflatılmış bir demokrasi ortaya çıkar ve istihdam için her yıl milyarlarca lira yatırıma ihtiyacı olan Türk ekonomisi böyle bir hatayı kaldıramaz.

Şimdi, bu temel hususlar demokratik bir başkanlık sistemiyle kesinlikle bağdaşmıyor. Bırakalım ABD'yi, Latin Amerika ülkelerinde dahi başkanlarda bu kadar geniş yetkiler yoktur. Demokratik başkanlık sisteminde katı güçler ayrımı vardır. Başkan kesinlikle hiçbir şart altında meclisi feshedemez, yargıyı şekillendiremez. Bizdeki feshediyor, yargıyı şekillendiriyor, demokratik başkanlık sisteminde tam tersi. Meclis, Başkanı görevden alabilir, başkan tarafından her an feshedilme riski altında bir meclis, güçlü, bağımsız olabilir mi? Başkanın şekillendirdiği bir yargı, bağımsız bir erk olabilir mi? Başkanın şekillendirdiği yargı, bağımsız bir erk olamaz. Bir kişinin hiçbir denetim mekanizmasına tabi olmadan yargıyı, kabineyi, diplomasiyi ve eğitimi şekillendirebilmesi sağlık mı? Bu, sağlıklı değil değerli arkadaşlar. Bu başlıklar altında izah ettiğimiz de, başkanlık sisteminin istikrarlı bir demokrasiyle bağdaştırılabilmiş neredeyse Amerika dışında başka bir ülke yok. Bunun Amerika'ya özel birçok sebebi vardır, bu unsurlar Türkiye'de yoktur, birkaç anayasa maddesi tadiliyle kurulması da mümkün değildir. Bu konuları daha detaylıca incelediğimiz zaman, sistemin olmazsa olmazları buradan parlamenter sistemin ülkemiz açısından hayırlı olduğudur. Amerika'daki örneğinde güçlü ve bağımsız bir yasama var, başkan meclisi feshedemez. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı hiçbir şart altında meclisi feshedemez. Meclis-Kongre esasına tabidir, iki meclistir, ABD'de Temsilciler Meclisi ve Senatodan ibarettir. Meclis, Başkanı azledebilir. Amerika'daki başkanlık sisteminde meclis görevden alma prosedürüyle Başkanı bir kusurlu davranıştan dolayı bile görevden alabilir ama bizdeki mümkün değil. ABD'deki azil sebepleri vatana ihanet, rüşvet alma veya suç veya kusurlu harekettir. Bırakın kusurlu hareketi, bizde kusurlu hareketten devlet memurları bile görevden alınamıyor arkadaşlar. Çok ağır kusuru olacak yani hafif kusurdan dolayı alınamıyor, Amerika'da kusurdan dolayı Başkan görevden alınabiliyor. Kongre, Başkanı baskı altında tutmaktadır, Amerika Başkanı ise Kongreyi hiçbir şart altında feshedemez. Zaten ABD'nin anayasasının ilk maddesi de kongre ayrılmıştır. "Kongre, Amerika Birleşik Devletlerindeki demokrasinin bekçisidir." denmiştir, bu, son derece önemli bir noktadır. Somut bir örnek vermek gerekirse, Bill Clinton, ABD'deki en popüler ve güçlü başkanlardandır ama sadece bir davada bir şahidi yalan ifade vermeye teşvik ettiği iddiasından dolayı neredeyse başkanlığı kaybediyordu. Meclis ABD'deki Başkanın birçok kararını veto edebilir, örneğin Senato kabine üyeleri dâhil, Başkanın neredeyse tüm atamalarını veto hakkına sahiptir. Amerika'daki Devlet Başkanı sadece bir sefir atamak için bile Senatonun sefir adayını uzunca sorguladıktan sonra onaylamasını ümit etmelidir. Karşılıklı veto konularında Meclis yine Başkandan bir adım önde. Amerika Devlet Başkanı bir kanunu veto etse dahi Meclis aynı yasayı 2/3 çoğunlukla geçirebilir.

Milletvekilleri Amerika'da çok güçlü. Amerika'da elli yıldır dar bölge, tek aday sistemi uygulanmakta ve iki yılda bir temsilciler seçilir ve yine, iki yılda bir Senatonun 1/3'ü seçime gider. İki yılda bir halk kısmen yoklanmaktadır. Bu da iki sonuca yol açıyor. Bir, milletvekilleri seçilmek ve tekrar seçilmek için tek yapmaları gereken seçmenleri memnun etmektir. İki, sıkça halka gidildiği için akıllarında sürekli seçmenlerine hesap verme düşüncesi hâkimdir. Başkanın talimatlarına göre hareket etmek gibi bir düşünceleri milletvekillerinin yoktur. Ayrıca Başkanın icraatından dolayı olarak da iki yılda bir baskı altındadır. Başkandan memnun olmayan halk iki yıl sonunda Meclis çoğunluğunu değiştirebilir ve Başkana karşı duracak bir Meclis oluşturabilir. Yani şu anda baktığımız zaman gerçekten, şimdi, eğer halka hesap veren milletvekili olsa, halk milletvekilini seçse, bu şekilde diyelim ki Meclis oluşturan milletvekilleri Başkana karşı gelemiyorsa halk da memnun değilse o iki yıl seçimden sonrası yeni oluşturulacak olan Parlamentoyla gayet rahat Başkana karşı dik durabilecek olan Meclis oluşacak ama getirilen bu sistemde bu yok değerli arkadaşlarım.

Amerika'daki devlet başkanının milletvekilleri üzerindeki parti kontrolü yok ama bizde getirilen bu düzenlemeye baktığımız zaman bu düzenlemeyle milletvekilleri üzerinde parti kontrolü de var. ABD başkanı partilidir, ancak partinin lideri, genel başkanı değildir. Bizdeyse güçlü, disiplinli parti modeli olduğundan cumhurbaşkanı veya başbakan büyük ölçüde kendi partisine mensup milletvekillerinin nasıl oy vereceğini kontrol ediyor. Milletvekilleri, Türkiye'de parti disiplini içinde oy veriyor, bu, yasamanın yürütmeden gerçekten bağımsız olmasını engelliyor. Bizde seçim, siyasi parti reformlarıyla milletvekillerinin bağımsızlığı sağlanmadan sağlıklı ve demokratik bir başkanlık sistemi kurulması imkânsız. Denge-denetim mekanizmaları kurulsa dahi kâğıt üzerinde kalır. Bu konuda Meksika örneği var, başkanlık sistemi hakikaten orada da krizleri sürekli gündemde tutuyor.

Yeri gelmişken bir başka önemli not: "Başkanlık sistemi hızlı karar alma, uygulama ve istikrar için önemli." deniyor. Esasen, demokratik bir başkanlık sisteminde tam tersidir. Başkan ve Meclisin karşılıklı veto hakları ve katı güçler ayrımından dolayı esnekliği olmayan bir sistem, karar alma mekanizmaları uzamaktadır, hatta bazen kilitlenmelere, çıkmazlara yol açmaktadır. Onun için, bu getirilen bizdeki sistemle hızlı karar alınacak vesaireyse... Eğer demokratik olursa demokratik yöntemlerle kurum ve kuruluşlarla karar alırsa maalesef öyle değil ama onun gerekçesi tam bir dikta rejimini anlatıyor yani o anlamda doğru bir gerekçe değil.

Şimdi, burada Amerika'daki başkanlık sisteminin istikrarlı ve devam etmesinin önemli sebebini biraz önce bahsetmiştim, birbirine çok yakın siyasi görüşleri olan iki partili bir sistem olması. Bizde evet, birbirlerine yakın görüşlü siyasi partiler yok ve partiler o anlamda uzlaşma zeminini yakalayabilseydi ve uzlaşma kültürü olmuş olsaydı bu şekilde iki parti tarafından gizlice bu Anayasa değişikliği teklifi hazırlanıp Parlamentoya sunulmazdı.

Amerika Birleşik Devletleri'ndeki başkanlık sistemindeki seçimlerde eyaletleri kazanan her şeyi alır, uygulama bu şekilde yani seçimi kazanan her şeyi kazanır, kaybeden de komple kaybeder. Demokratlar ve cumhuriyetçiler her zaman orta yolu bulabilmişlerdir yani bu uzlaşma kültürünü bulabilmişlerdir. Böylece başkan ve Meclis farklı çoğunlukta olsa bile uzlaşabiliyorlar, bizdeki parti sayısı ve çok farklı görüşlerle bu uzlaşı kolay olmuyor. Bu mevcut olan, getirilen teklifle herhâlde Türkiye'de iki partili bir sisteme geçilir ama olması gereken, bizim önerdiğimiz ve değer kazanması gereken, Mecliste grubu bulunan hatta Mecliste grubu bulunmayan tüm siyasi partilerin anayasa çalışmalarında yer almasıydı, en azından tartışmalara katılmasıydı, kapalı kapılar arkasından yapılmamış olsaydı, bir uzlaşma kültürü açısından bir basamak oluşurdu ama maalesef işte anayasaların yapılışıyla ilgili uzlaşmacı tavır, çatışmacı tavır derken çatışmacı tavır burada ön plana çıktı.

Amerika'da güçlü ve bağımsız bir yargı var. ABD'de yargı tam bağımsızdır. Amerika devlet başkanının Anayasa Mahkemesinin federal yargıçları ataması dışında yargıya ilişkin herhangi bir yetkiye sahip değildir. Bu atama hakkı da senato tavsiye ve onayına tabidir, ayrıca federal yargıçlar ömür boyu atandıkları için ortalama her başkan sadece bir Anayasa Mahkemesi yargıcı ve düşük oranda federal yargıç atayabilmiştir, diğer tüm yargıçlar ilgili eyalet kanunlarına göre atanmakta ve seçilmektedirler. Üstelik Amerika'daki bağımsız halk jürisi, yargının kilit bir unsurudur, özetle Amerika Birleşik Devletleri'ndeki başkanın ABD yargısı üzerinde önemli bir şekillendirici etkisi yoktur.

Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yargı güçlüdür, insan hakları ve demokrasiyi her zaman korumuştur. Hep söylenir, "Ne güzel Amerika Birleşik Devletleri Anayasası, ne kadar kısa?" diye gerçekten de sadece 7 madde ve 24 tadil maddesinden oluşur, dünyanın en kısa Anayasası'dır. Buna rağmen sistemini iki yüz yılı aşkın süredir, 1789'dan bu yana iyi işlemesinin esasında görülmeyen önemli bir sebebi de vardır. Anayasa Mahkemesi içtihatlarıdır, esasen bugünkü Amerika Birleşik Devletleri'nin Anayasası aksi takdirde birkaç maddeyle iki yüz yıldır bu boyutuyla bir ülkede sistemin işlemesi, gelişen ihtiyaçlara ve sorunlara cevap verebilmesi düşünülebilir mi? Önemli bir örnek verelim, Anayasa ilk tadili ek 1 şöyle der özetle: "Meclis -kongre- görüşü ifade etme özgürlüğünü veya basın özgürlüğünü veya toplanma özgürlüğünü kısıtlayan bir yasa geçiremez." Amerika Birleşik Devletleri'ndeki üst mahkemesi, bu bir cümlelik madde bazında onlarca çok önemli karar almıştır ve her zaman Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlarının hak ve özgürlükleri korunmuştur. Güçlü ve bağımsız medya düzenlemesinden Amerika Birleşik Devletleri'nin Anayasası'nda yukarıda belirttiğimiz Anayasa Mahkemesi ve içtihatlarından buraya geçişi yapmak istiyorum çünkü bağlantılı iki konudur. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yargının ifade özgürlüğü ve medya korumasından dolayı örneğin WikiLeaks ve Edward krizleri yaşandı, yüzlerce devlet sırrı gazetelerde yayımlandı ama bunları yazan hiçbir gazeteci Amerika'da bu yüzden hapse atılmadı ama bizde olmuş olsaydı zaten haber yapan, "tweet" atan herkes içeride.

Güçlü demokrasi ve insan hakları olan ülkelerde üç güç arası ayrım ve denge- denetim dışında dördüncü güç de son derece önemlidir. Medya gücü, neticelerde demokrasilerde bağımsız ve dürüst bir medya, halk adına en önemli denetim mekanizmalarından biridir. Yönetimin şeffaflığı açısından neredeyse tek kaynaktır, getirilen düzenlemeyle ilgili olarak da medyayla ilgili yine bir düzenleme yok tabii, gittikçe de daha da baskıcı bir düzenleme, temel hak ve özgürlüklere bir kısıtlama getirilmekte.

Başkanlık sistemi, federasyonlara uygun bir sistemdir dedik. Güçlü ve bağımsız eyaletleri doğurur dedik. Bu açıdan bize uygun bir sistem değildir dedik. Demokratik başkanlık sistemlerinin büyük çoğunluğu federasyonlarda bulunur, bu bir tesadüf değildir, başkanlık sistemi federasyonlar için tasarlanmıştır. Zaten herhâlde bölge yönetimleri kurma maddesi de herhâlde bu federasyonları kurmak için tasarlanan bir maddedir, hangi ihtiyaç için yoksa olacak, bunun açıklamalarını istirham ediyoruz. Federasyonlarda eyaletlerin bir nevi koordinatörü ve dış dünyaya karşı temsilcisi olarak bir figüre ihtiyaç duyulur, bu, sebeple de yaşatılması zor başkanlık sistemi, her şeye rağmen tercih edilir. Aynı zamanda federasyonlarda başkanlık sisteminin otoriterleşmesini önleyen hayati bir unsur da yine eyaletlerdir. Zira halkı ilgilendiren çoğu konu, eyaletler seviyesinde başkana hiçbir etkisi olmayan bir şekilde düzenlenir. Her eyaletin kendi seçilmiş yönetim, yasama ve yargı kadrosu vardır, sadece bazı alanlar ve özellikle dış politika, savunma, eyaletler arası ticaret, tüm eyaletleri ilgilendiren konular ve benzeri konularda başkan ve ulusal meclise bırakılmıştır. Bu önemli hususu göz ardı etmek tüm sistemi yanlış anlamaya yol açar. Özetle, demokratik bir başkanlık sistemi için katı güçler ayrımı, başkan hiçbir şart altında Meclisi feshedemez, kontrol edemez, tam tersi Amerika Birleşik Devletleri'nde Meclis, başkanı kusurlu hareketten dolayı bile görevden alabilir. Denge- denetim, başkanın neredeyse tüm kararları, atamaları, Meclis denetimi ve onayına tabidir ama bizde getirilen düzenlemelerde hiçbir denetime tabi değil, hiç kimsenin onayına tabi değil.

Güçlü yasama, Meclis üyeleri iki yılda bir tek aday, dar bölge seçim sisteminden Amerika Birleşik Devletleri başkanı parti yönetiminden olmadığından parti kontrolü güçlü olmadığından gerçekten bağımsızdır. Seçim ve siyasi partiler reformu yapılmazsa denge- denetim sistemleri kurulsa dahi kâğıt üzerinde kalır. Güçlü parti lider kontrolü yüzünden yasama gerçekten bağımsız olamaz.

Güçlü yargı... Amerika Birleşik Devletleri'nde federal yargıçlar hariç yargıda herhangi bir atama yapamıyor. Ortama fiilen her başkan bir Anayasa Mahkemesi üyesi atar dedik. Yargıyı şekillendiren Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu tarzı bir yürütmenin erki olduğu bir yapı yok değerli arkadaşlar. Güçlü medyası tam koruma altındadır ve demokrasinin bekçilerinden biri de medyadır. Bizde medya havuz medyası diyoruz ve gerçekten ilanlardan besleniyor. Evet, iyi nitelikli görevini tam yapan basın mensupları da yok değil, benim bu sözlerim, çalışan emekçi basın mensubu arkadaşlarımıza değil. Güçlü eyaletlerin kendi yönetimleri vardır, başkan bir nevi dış dünyaya karşı koordinatör olarak düşünülmüştür, federasyonlara uygun bir rolü vardır, halkı ilgilendiren çoğu konu, eyalet seviyesinde kararlaştırılır, başkanın gücüne çok önemli bir sınırlamadır, bu yüzden demokratik başkanlıkların çoğu federasyondur değerli arkadaşlarım. Özetle, başkanlık sisteminin istikrarlı demokrasi getirmesi son derece zordur. Zaten hep "İstikrar getirecek, istikrar." deniliyor; vallahi değerli arkadaşlar, anlattığım bu konulardan görebildiğimiz kadarıyla bunun istikrar getirmesi mümkün değil, sıkıntılı.

"Başkanlık sistemi federasyonlara uygundur." dedik. Burada hep yukarıdan beri izah etmeye çalıştık. Federasyon yapısı varsa göze alınabilecek, riskli ve zor bir sistemdir. Yani eğer biz bu sistemi kabul ediyorsak yani federasyonu getirmek istiyorsak açık ve net olmak lazım- burada bu değişiklik buna uygun ama federasyonu getirme gibi bir niyetiniz yoksa da bu değişiklik buna uygun değil. Aslında bu federasyonlara özgü bir değişiklik değerli arkadaşlar.

ABDURRAHMAN ÖZ (Aydın) - Mahmut Bey rekor sizde şu an.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Estağfurullah, rekor için değil. Temennim ve arzum, isteğim, bunu hep birlikte, gerçekten, çok samimi olarak söylüyorum bunu...

Zaten burada başkanlık sisteminde geçiyor ki, müzakere yapılırsa, eğer oylamaya sunulursa 1 "hayır", 7 "evet"ten daha güçlüdür diyor. Siz başkan olarak kalın, sizin zaten "evet"iniz hepsini götürür. Yani onun için benim sizden ricam yani bu sistem zaten bunu getiriyor.

Sistemimiz şu an fiilen yarı başkanlık gibi uygulanmakta zaten. Bakanlar Kurulu, başkanlığı... İki başlılık meselesi getiriliyor. Fransız Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulunun başkanıdır. Türkiye'de ise Bakanlar Kurulunun başkanı Başbakandır. Cumhurbaşkanı gerekli gördüğü hâllerde Bakanlar Kuruluna başkanlık eder. Elbette bu, önemli bir yaklaşım farkıdır ancak uygulama göstermiştir ki, Fransa'daki sistem sonuçta bir parlamenter sistemdir. Fransa'da birlikte yaşama dönemlerinde Parlamentoda Cumhurbaşkanına muhalif bir çoğunluk vardır. Fransız Cumhurbaşkanı, tamamen formalite olarak Bakanlar Kuruluna başkanlık etmiştir ve hiçbir yorumu dikkate alınmamıştır. Özünde parlamenter rejim olduğundan kimin Parlamentoda çoğunluğu varsa düdüğü o çalar. Ayrıca Fransız Anayasası'nda bizdeki gibi ülke politikasının Hükûmet tarafından belirlenip icra edileceği ve Hükûmetin icrasını Başbakanın yürüttüğü açıkça öngörülmüştür. Kaldı ki, bizim mevcut sistemimizde de bir Cumhurbaşkanı, yerleşmiş uygulamanın aksine, "Gerekli gördüm, başkanlık edeceğim bu toplantıya." dediği andan itibaren bunu engelleyebilecek hiçbir hüküm ve düzenleme yoktur.

İki başlılık meselesi: Başkanlık sistemi savunucuları, Meclis sistemimizde Başbakan farklı partiden olursa iki başlılığın risk olduğunu söylüyorlar. Oysa böyle bir risk yoktur. İzah ettiğim üzere, birincisi -baştan ben bahsettim- eğer Cumhurbaşkanı farklı bir partiden Parlamento Başbakan farklı bir partiden; bu, iki başlılığı getiriyor, bu riskli ise getirin Cumhurbaşkanını Parlamento seçsin, eski sisteme dönelim, bu iki başlılığı da bitirelim, bu karışıklığa da son verelim, ülkemizi böyle bir riske götürmeyelim değerli arkadaşlar. Yani açık ve net öneriyi sunuyoruz. Bu, yanlış bir uygulama, gittiğimiz yol doğru bir yol değil. Oysa böyle bir risk yoktur yine, eğer böyle de olsa böyle bir risk yok çünkü Fransa'da bu örnek var. İzah ettiğim üzere, sistemimiz Fransa gibi özünde parlamenter olduğundan Başbakandan farklı siyasi görüşten olursa Cumhurbaşkanı yetkilerini klasik parlamenter yorumla kullanacaktır. Kısıtlı şekilde taraflarüstü denetim mekanizması olarak Fransa'daki en önemli sorun, bugüne kadar hiçbir sorun yaşanmadı ancak bu Türkiye'de neden yaşansın bilemiyorum. Yani sadece, bence bir varsayımdan hareket edilerek bu riskli bir sisteme geçiş yapılma talebi vardır.

Meclisi fesih yetkisi iki anayasada da var, Fransız Cumhurbaşkanının Meclisi fesih yetkisi bizdekinden biraz daha geniştir. Elli beş yılda sadece 5 kez bu yetki kullanılmıştır. En son 1997'de kullanılmıştır. Neredeyse yirmi yıldır bu yetkiyi Fransa'daki Cumhurbaşkanı kullanmamıştır. Esasen fesih yetkisi bizim Cumhurbaşkanı yetkisinden daha geniş gözükse de aynı durumlarda kullanılabilecek bir yetkidir. Bizim Anayasa'mıza göre de diyelim ki Meclis Başkanına muhalif bir çoğunlukta Cumhurbaşkanı kendisine yakın bir ismi Başbakan atarsa doğal olarak bu Başbakan Meclisten güvenoyu almazsa Anayasa'mızın 116'ncı maddesi işler, Cumhurbaşkanı Meclis seçimlerinin yenilenmesini isteyebilir. Bu da sonuç itibarıyla bir nevi Meclisi fesih yetkisidir. Burada örnek olarak, 7 Haziran seçimleri sonrası, Cumhurbaşkanı biraz daha süre kalmasına rağmen hükûmet kurmayı denemesi için ikinci siyasi parti genel liderine görev vermedi, doğrudan seçimleri yeniledi. Özetle, aynı durumda Cumhurbaşkanı teorik olarak Fransız Cumhurbaşkanıyla aynı silaha sahiptir. Ancak Fransa'da görüldüğü üzere, bu devirde olgunlaşmış demokrasilerde bu silah artık kullanılmamaktadır ve kullanılmamalıdır ancak Türkiye'de bu kullanıldı. Yani bu, tamamen bir demokrasi kültürüyle, uzlaşma kültürüyle alakalı olan bir husustur.

Fransa'nın 2007'de Anayasa reformu yapıp Cumhurbaşkanını sorumlu hâle getirdiğini söyledik ve tek başına kullanabileceği yetkilerde oradan daha etkin bir Cumhurbaşkanımız oldu ancak Anayasa'mıza göre hâlen sorumsuz bir Cumhurbaşkanıdır. Üstelik tek başına alacağı kararlara karşın yargı yolu kapalıdır. Bu sebeple artık imza kuralı daha kapsamlı uygulanmalıdır. Anayasa'mızda Cumhurbaşkanının tek başına kullanabileceği yetkiler maalesef gri bir alandır, net bir listesi yoktur. Fransa'dakindeyse gerekli reform yapılmıştır, Cumhurbaşkanının tek başına yapabileceği işler, alabileceği kararlar son derece dar tutulmuştur ancak bizdeki mevcut olan Anayasa'da ve getirilmek istenilen değişiklikle yetkiler sınırsız bir şekilde Cumhurbaşkanına verilmektedir değerli arkadaşlar.

Fransa'da Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı başkanlık etmez, üye dahi değildir. Bizde Anayasa'mızın ilgili maddelerinde bahsettiğim şekilde, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan gerek Adalet Bakanlığı Müsteşarının çıkarılması, Venedik Komisyonu raporları doğrultusunda tadil edilmelidir dedik değerli arkadaşlar.

Evet, anlatılacak şeyler çok fazla. Ben diğer tüm haklarımı saklı tutmuş olayım. Umarım ve dilerim sizleri ikna edebilmişimdir ama aynı şekilde, sizin de bu getirdiğiniz teklifle ilgili beni ikna etmenizi istirham ediyorum.

Şimdi, burada aynı zamanda dış politika açısından da getirilen teklifle Türkiye, Avrupa ve Avrupa Birliği kurumlarına büyük ölçüde angaje olmuş durumdadır. Avrupa Birliğine üye ülkeler arasında parlamenter sistem kural iken yarı başkanlık veya başkanlık sistemi istisnadır. Avrupa Birliği içinde, Amerika Birleşik Devletleri'nin uyguladığı biçimde bir başkanlık sistemi de yoktur. Bu rejim değişikliği ile hükûmet sistemi değişikliği aslında aynı şeydir. Mevcut olan bu teklif, ülkemizde terörü bitirmeyecektir, işsizliği bitirmeyecektir, istihdamı artırmayacaktır, adaleti tesis etmeyecektir, hukukun üstünlüğünü egemen kılmayacaktır, öğrencinin, öğretmenin sorununu halletmeyecektir, emeklinin sorununu halletmeyecektir, 4/C'lilerin sorununu halletmeyecektir, taşeronun sorununu halletmeyecektir. Aslında bu getirilen teklif gücü yozlaştırır, bozar; yozlaşan güç zamanla kendini yok eder.

Sabrınız için teşekkür ediyorum, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.