| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 23 .12.2016 |
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Sayın Bakanım, değerli Komisyon üyeleri, değerli milletvekilleri, değerli basın mensupları; her şeyden önce, konuşmama başlamadan, hepinize en içten sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum.
Tabii, özellikle son dönemde ülkemizde yaşanan terör olayları sonucu veya Suriye topraklarında yaşanan olaylar sonucu şehitlerimizin olduğunu biliyoruz. İşte, on günde 75 şehidimiz var. Şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı diliyorum; yaralı askerlerimize de Allah'tan acil şifalar diliyorum.
Yine bir başka konuşmak istediğim mesele, Rize Belediyesinin yapmış olduğu uygulama. Özellikle, Atatürk büstünün yerine çay bardağı koymak istemesi hepimizin içini sızlattı. Maalesef, bu dönemin ruhuna da uygun bir uygulama yani Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı, yeni bir rejimin inşa edilmeye çalışıldığı bir dönemin ruhuna uygun bir uygulama. Bunu da buradan kınıyorum. Daha sonradan bundan vazgeçmeleri, tepki üzerine vazgeçmeleri niyetlerini ortadan kaldırmıyor.
Tabii, Sayın Başkanım, ilk gün özellikle bu Anayasa değişikliklerinin Anayasa'ya aykırı olduğu yönünde ve değiştirilemez denilen ilk 3 maddeye aykırı olduğu yönünde görüşlerimiz vardı. Bu görüşlerimizi biz size anlatmak istedik. Grup başkan vekillerimiz konuştu, Komisyon Başkanımız konuştu, Komisyon üyeleri konuştu ama Komisyon üyeleri dışında kalan milletvekillerine -4 milletvekili arkadaşımız vardı- söz vermediniz, bu çok yanlış olmuştur. Çünkü, Anayasa'ya aykırılık iddiası çok ciddi bir iddiadır, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddelerin değiştirilmeye çalışıldığını iddia ediyoruz. Hukuki bir durum tespitinde bulunacaktık, maalesef, buna izin vermediniz ve bir oldubittiyle oylama yaptınız, açıkça İç Tüzük hükümlerini ihlal ettiniz. Bu şekilde 79 milyonu ilgilendiren bir konu var, hepimizi ilgilendiren bir konu var, benim çocuklarımı, torunlarımı ilgilendiren bir konu var ve ben halkın iradesiyle seçilmiş bir milletvekiliyim, halkın iradesinin tecelli ettiği bir Meclisin şerefli bir üyesiyim ama siz bize söz vermediniz ve dediniz ki: "Biz bunu geneli üzerinde konuşalım." Ama, zaten bu konunun oylama yapılmadan önce görüşülmesi gerekiyordu, bizim görüşlerimizin oylama yapılmadan önce alınması gerekiyordu. Bu şekilde İç Tüzük ihlali yapılmıştır açık ve net bir şekilde.
Şimdi, tabii, siz o zaman ifade etmiştiniz, "Anayasa'ya aykırılık iddianızı sonra belirtiniz." demiştiniz. Ben öncelikli olarak o konu üzerinde konuşma yapacağım, daha sonra da geneli üzerinde görüşlerimi ifade edeceğim.
Bir defa, bu Anayasa teklifinin getiriliş biçimi son derece yanlış olmuştur. Bakın, ilk gün gazeteciler dışarı çıkarıldı, basın dışarı çıkarıldı; burada sivil toplum örgütleri, sendikalar, yargı mensupları ve toplumun değişik kesimlerinden kişilerin görüşlerini ifade etmesi gerekirken bunlar engellendi; bunların şu anda hiçbir şekilde görüşlerine başvurulmadı. Siz ifade ettiniz, sanırım "2011 yılındaki Anayasa değişikliklerini aynen getirdik." dediniz ama biz şu anda 2016 yılındayız. Bakın, o tarihte FETÖ yoktu, ortaya çıkmamıştı, çıkarılmamıştı. Şimdi, Anayasa'nın bu değişikliklerinin meşruiyet dayanağının, en önemli dayanağının hem Milliyetçi Hareket Partisi hem de sizin tarafınızdan özellikle 15 Temmuz darbe girişimine dayandırıldığını görüyoruz. Temelinin buradan geldiğini söylüyorsunuz ama 2011'de bunlar yoktu. Bakın, 2011'de terör olayları bu kadar şiddetlenmemişti, böyle bir ortam yoktu. Dolayısıyla, bu yanlış olmuştur yani "Biz 2011 yılında sivil toplum örgütlerinden görüşleri aldık, yeterince dinledik, bu yeterlidir, kâfidir." demek son derece yanlış olmuştur.
Peki, buraya bu şekilde getirilen Anayasa değişikliği Anayasa'nın ilk 4 maddesine nasıl aykırı? Bakın, burada bir rejim değişikliği söz konusu. Yani, bu rejim değişikliğini size ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, bir defa, bugün bu konuştuğumuz Anayasa değişikliği Saray'dan gelen, üst akıldan gelen talimatla hazırlanmıştır. Bunu hepimiz biliyoruz, görüyoruz çünkü üst akıl yıllardır bunu söylüyor açık ve net hep "Başkanlık istiyorum." diyor. Şimdi, doksan üç yıllık parlamenter rejim geleneğinin değiştirileceği, Saray vesayetinin tesis edileceği ve Türkiye'yi yüz yıl geriye götürecek, doksan üç yıllık cumhuriyet kazanımlarının, demokrasinin yok edileceği, kuvvetler ayrılığının yok edileceği, hukuk devletinin yok edileceği, yargı bağımsızlığının tamamen bitirileceği, başbakanın yok edileceği, ortadan kaldırılacağı, bakanların ise bir sekretere dönüşeceği ve millet egemenliğinin en üst tecelli ettiği yer olan Millet Meclisinin bir tabelaya dönüşeceği, milletvekillerinin ise bir muhtar kadar yetkisinin kalmayacağı ve milletvekillerinin bir bankamatik memuru olacağı, hepimizin bir bankamatik memuru olacağı, Türkiye'yi geri götürecek ve bölecek, Türkiye'yi geri kalmış bir Orta Doğu ülkesine dönüştürecek, Afrika ülkesine dönüştürecek bir diktatörlük rejimini konuşuyoruz. Bakın, burada, millî egemenliğin Meclisten alınıp Saray'a verileceği ve yürürlükteki Anayasa'ya da açıkça aykırı olan Anayasa değişikliklerini görüşüyoruz ve geri dönüşü olmayan bir yolun başındayız maalesef.
Değerli arkadaşlarım, AK PARTİ'li milletvekili arkadaşlarım, MHP'li arkadaşlarım, bizimle aynı düşünmeyen arkadaşlarım; bakın, anayasalar kutsal kitaplar değildir; anayasalar toplumsal mutabakat metinleridir, bunu hepimiz biliyoruz, uzlaşma metinleridir. Koşulları olursa elbette değiştirilebilir, değiştirilmelidir, buna hiçbir itirazımız yok. Bakın, daha önce 1982 Anayasası'nın birçok maddesi değişti ama şu anda toplumda bu yönde bir talep yok, şu anda Anayasa değişikliğini yapacak bir iklim yok, böyle bir ortam yok, böyle bir hava yok arkadaşlar. Ne toplumsal iklim var ne sosyolojik iklim var ne ekonomik iklim var ne psikolojik iklim var. Böyle bir iklim yok arkadaşlar, böyle bir ruh da yok. Maalesef, toplumda böyle bir talep de yok yani toplumda ben bugüne kadar "Yeni anayasa isterim." diyen, ortalığa dökülen, bunu ısrarla belirten bir toplum kesimi de görmedim. Yani, bunun içinde AK PARTİ'lilerin de olduğunu düşünüyorum. Milliyetçi Hareket Partililerin zaten böyle bir şey istemediğini biliyoruz, tabanlarının istemediğini biliyoruz. Şimdi, toplumda böyle bir hava olmamasını, ruh olmamasını bazı örneklerle anlatmaya çalışacağım sizlere.
Türkiye'nin dört bir tarafına her gün şehit ateşi düşüyor ve 3 terör örgütüyle, PKK'yla, FETÖ'yle ve IŞİD'le mücadele ediliyor. Bakın, böyle bir ortamdan geçiyoruz.
Şimdi, dış politikaya bakıyoruz, dış politikada da büyük hatalar yapılmış ve maalesef bu hataların ağır faturasını ödüyoruz ve en sıkıntılı günlerden geçiyoruz.
Şimdi, ben özellikle bu terör örgütüyle ilgili konulara da değinmek istiyorum. Şimdi, PKK'nın durumu belli, tutumu belli. Sürekli eylemler yapıyor, toplumda bir korku havası oluşmuş durumda. Bakın, FETÖ'nün yine aynı şekilde eylemleriyle toplumda bir korku havası oluşmuş durumda. Yine, IŞİD'in eylemleri belli, toplumda bir korku havası oluşmuş durumda. Bir korku ikliminin içinden geçiyoruz.
Burada meşruiyetini 15 Temmuza dayandırmaya çalıştığınız o geceyi tekrar anlatmak istiyorum. Bakın, bombalar üzerimize yağmaya başladığında Sayın Ahmet İyimaya'yla aynı yerdeydik, sığınaktaydık. Kendisini ben yıllardır tanırım, Ankara Barosunun çok saygın bir üyesidir ve özellikle panellerine elimden geldiğince gitmeye çalışırım. Çok saygın bir isimdir kendisi ve o gece beraberdik. Yine, Sayın Bakanımız, Sayın Bozdağ yukarıdaki konuşmasını yaptıktan sonra sığınakta beraberdik, o da geldi, bir on beş-yirmi dakika uğradı, konuştuk hep beraber. Yine, diğer AK PARTİ Genel Sekreteri Sayın Abdülhamit Gül'le beraberdik o gece ve kol kolaydık Sayın Ahmet İyimaya. Yani bizim Cumhuriyet Halk Partili diğer milletvekillerimiz de oradaydı, Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlarımız da oradaydı, AK PARTİ'liler de oradaydı yani beraberdik, hep beraberdik, kol kolaydık. Niçin kol kolaydık? Bu Meclisi, bu Parlamentoyu savunmak için hep beraberdik, açık ve net.
Burada o gün akşam konuştuğumuz konu şuydu AK PARTİ'li arkadaşlarla: Bu gece öncesine kadar hep Başkanlık getirmeye çalışıyordunuz, Parlamentonun içini boşaltmaya çalışıyordunuz, bakın, bu gece Parlamento çok önemli bir görev yaptı. Meclis Başkanımız, bütün grup başkan vekillerimiz çıktılar ve açıklamalarda bulundular, ortak metin açıkladılar ve ne oldu, bütün milletimize, bütün halkımıza moral verdik, Parlamentonun, Gazi Meclisin, savaş dönemlerinde çalışan Gazi Meclisi bir kez daha çok iyi bir sınavdan geçirdik. Bakın, o günden sonra bir mutabakat havası vardı, toplumsal bir uzlaşma havası vardı ama şimdi geldiğimiz noktaya bakıyoruz, bu hava kalmadı. Bakın, bir korku iklimi var. Ben açık konuşuyorum, belki diğer arkadaşlarım farklı düşünebilirler. Ben Kızılay'a gidemiyorum, Sayın Bakanım korkudan gidemiyorum başıma bir iş gelir mi diye. Eşimi göndermiyorum, kayınvalidemi göndermiyorum, herkese de gitmeyin diyorum. Belki bunu başkaları yapabilir ama bakın, böyle bir ortam var. Bakın, sadece burada değil, Ankara'da değil, Türkiye'nin dört bir tarafında bir korku iklimi var, insanlar korkuyor. Bakın, insanların öncelikli olarak can güvenlikleri sağlanmadığı gibi yine aynı şekilde özgür iradelerinde tam anlamıyla ifade edemedikleri bir korku iklimi var. Bakın, bakkala soruyorsunuz, telefonla konuşuyorsunuz, arıyor, bir şey söylüyorsunuz, "Sayın Vekilim, aman bunu telefonda konuşmayalım, korkuyorum. Telefonlarımız dinleniyordur." diyor. Bunlar Türkiye'nin gerçekleri.
Bakın, her gün Sayın Bakanımız hâkimlerle, savcılarla iç içe. Bizim de hâkim, savcı olan arkadaşlarımız var, Yargıtay üyesi olan arkadaşlarımız var, avukat olan arkadaşlarımız var. Yargıç korku içinde, Yargıtay üyesi korku içinde, savcı korku içinde, avukatlar korku içinde. Bakın, böyle bir korku ikliminin içerisinde bu şekilde meşru bir anayasa yapma şansı yoktur. Çünkü böyle bir korku ikliminde insanların iradeleri fesada uğratılabilir, "irade fesadı" dediğimiz olay hatayla, ikrarla iradenin değiştirilmesidir, hukuki bir terim kullanıyorum burada ama maalesef, hukuki terim toplumun tüm katmanlarına yayılmış durumda. Böyle bir iklimde böyle bir anayasanın, rejimi değiştirecek bir anayasanın yapılamaması gerektiğini düşünüyorum.
Yine, bir başka konu, burada Sayın Şentop ifade etti: "Bir kurucu iktidar, asli kurucu iktidar anayasa yapabilir, bir de tali kurucu iktidar anayasa yapabilir." Evet, aynen katılıyorum. Bakın, asli kurucu iktidarlar savaşlardan sonra ortaya çıkar, dış savaş da olabilir bu, iç savaş da olabilir ya da darbelerle ortaya çıkar asli kurucu iktidar. Tali kurucu iktidar ise bunun türevidir. Anayasal düzen çerçevesinde bu şekilde işlemler yapılabilir ama bakıyoruz, Türkiye'de asli kurucu iktidar 29 Ekim 1923'te kurulmuştur, bir kurucu irade vardır. Bu kurucu iradenin en temel özelliği de millet iradesinin tescil ettiği, millî egemenliğin tescil ettiği Meclistir. Burada bunu özellikle göz ardı edersek, millet iradesinin tecelli ettiği Meclisi göz ardı edersek bu iş olmaz, Anayasa'ya aykırı olur.
Bakın, 1982 Anayasası'nın başlangıç hükümlerinde şöyle bir ifade var, Sayın Şentop her şeyden bahsetti ama bundan bahsetmedi: "Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun bu Anayasa'da gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı..." ve bunların üzerine inşa edilen 1'inci madde var: "Türkiye devleti bir Cumhuriyettir." Yine, cumhuriyetin nitelikleri 2'nci maddede sayılmış, 3'üncü maddede devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı vesaire sayılmış ve demiş ki en son: "İlk 3 madde değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez." Bakın, burada bir kişiye verilen yetkiler millet iradesinin Meclisten alınıp o kişiye verilmesidir. Burada getirdiğiniz Anayasa değişikliğinin en temel özelliği maalesef budur. Çünkü cumhuriyetin getirmiş olduğu en önemli kazanım budur, millet iradesidir, kayıtsız şartsız hâkimiyetin millete ait olduğudur ama bu sözü beğenmiyorsunuz. Neden beğenmiyorsunuz? "Hâkimiyet milletindir." diyorsunuz. Bakın, kayıtsız şartsız milletindir. "Kayıtsız şartsız"ı ortadan kaldırıyorsunuz, "Hâkimiyet milletindir." diyorsunuz. Doğru bir cümle ama eksik bir cümle, kayıtsız şartsız milletindir. Şimdi, burada hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu bir şeyi maalesef bir kişiye... Ha, burada kastettiğimizi de çok açıklıkla ifade etmek istiyorum, Sayın Erdoğan değil. Bakın, Sayın Erdoğan da defalarca ifade ettiğimiz gibi bir fani ve seçimi kazanıp kazanmayacağı da belli değil. Seçimi biz de kazanabiliriz, bir başka parti de kazanabilir, bir başka kişi de kazanabilir. Bu önemli değil ama burada beş yıl sonra, on yıl sonra, elli yıl sonra bunları düşünmemiz lazım. Çünkü rejimi değiştirecek, bütün yetkileri bir kişiye verecek bir düzenlemeyi konuşuyoruz. Türkiye'deki bütün uygulamaları, anayasal düzeni, hukuk düzenini temelinden sarsacak bir olayı konuşuyoruz. Türkiye'nin belki üniter yapısını ortadan kaldırma ihtimali olan bir yasayı konuşuyoruz, Anayasa değişikliğini konuşuyoruz.
Dolayısıyla, burada bu konuları özellikle görüşmemiz gerekirdi. Ben Anayasa değişikliği teklifinin bu yönüyle Anayasa'nın ilk 3 maddesine, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ilk 3 maddesine aykırı olduğunu düşünüyorum. Bunun da öncelikli mesele, ön mesele olarak görüşülmesi gerekirdi ama maalesef Sayın Başkan, getirmek istediği diktatöryal bir anlayışla burada Başkanlığını yaptı ve bizi burada susturdu, 4 milletvekili olarak biz görüşlerimizi ifade edemedik.
Evet, burada, tabii, anlatmaya çalıştığımız çok önemli hususlar da var, yasanın kendi içerisinde de birtakım eksiklikler ve hatalar da var; onlara da zaman zaman değineceğim.
Bakın, değerli milletvekilleri, 1982 Anayasası'nın birçok maddesi değişti ama ilk 4 maddenin dışında ikinci değişmeyen en önemli maddeler Cumhurbaşkanının yetkilerine yönelik olan maddeler. Bu maddeler değişmedi. Şimdi, peki, şu an Cumhurbaşkanı hangi maddeleri kullanıyor? Bu maddeleri kullanıyor, darbeci Kenan Evren'in kendisi için getirmiş olduğu yetkileri kullanıyor. Öyle değil mi? Ve hatta Cumhurbaşkanı ne yapıyor? Bu yetkileri beğenmiyor, yetersiz görüyor, çiğniyor, aşıyor o yetkileri ve sonra siz de, o da aynı şeyi söylüyor, siz de aynı şeyi söylüyorsunuz "Fiilî bir durum var." diyorsunuz. Öyle değil mi? Şimdi, bunu da...
ALİM TUNÇ (Uşak) - Seçimle gelmiyor mu?
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Seçimle gelmesi önemli değil, aslolan Anayasa'dır, yetkilerdir; burada herkes hukukla bağlıdır. Siz nasıl hukukla bağlıysanız, ben nasıl hukukla bağlıysam Sayın Cumhurbaşkanı da bir fânidir, o da hukukla bağlıdır; bağlı olmak zorundadır. Bakın, yüzde 51'le seçilmek milletin tamamı değildir, yüzde 100'le seçilseniz de Anayasa'yla, hukukla bağlısınız, olmalısınız. Eğer öyle bir şey olacaksa o zaman Sayın Cumhurbaşkanı fâni değil demektir.
Bakın, bu da yetmiyor, şimdi bakın, getirmek istediğiniz maddeler darbeci Kenan Evren'in yetkilerini fersah fersah aşan maddeler. Şimdi, bakın, arkadaşlar, Türkiye demokrasisinin Osmanlı'dan gelen yüz elli yıllık bir parlamenter rejim geleneği var. Öyle değil mi? Bunu kabul ediyoruz ama cumhuriyetin kurucu iradesi, bunu da yanlış anlamayın lütfen, burada Mustafa Kemal Atatürk liderimiz ama bu cumhuriyeti birlikte kurduk, burada bu masanın etrafında bulunan herkes kurdu; 79 milyonun cumhuriyeti bu. Yani burada "Biz kurduk, vay siz kurmadınız." böyle bir şey yok, burada hepimiz kurduk bu cumhuriyeti; bütün dedelerimizin, bütün Türkiye'nin vatandaşlarının bu cumhuriyette çok büyük bir eseri var ve bakın, onun için kurucu irade 1923'te kurulmuştur, toplumsal mutabakattır bu, hepimizin ortak mutabakatıdır yani cumhuriyet hepimizin ortak mutabakatıdır ama tersini düşünelim, Atatürk belki isteseydi başkanlık rejimini kurabilirdi arkadaşlar, buna bir engel var mıydı? Zaten padişahlıktan geçmişiz, monarşiden geçmişiz, halkın psikolojisi de uygun, bunu yapabilirdi. Bakın, ne yaptı? Bunu yapmadı arkadaşlar. Daha sonra cumhuriyet kurulduktan sonra ilerleyen yıllarda, 30'lu yıllarda -biliyorsunuz faşist yönetimlerin olduğu bir dönemdir bu dönem- İspanya'da Franco, İtalya'da Mussolini, Rusya'da Stalin ve Almanya'da Hitler'in sahneye çıktığı bir dönemdir. Bakın, böyle bir dönemde Mustafa Kemal ne yapıyor? "Hayır, parlamenter rejime devam edelim." diyor. Şimdi, yine aynı şekilde parlamenter rejim darbe dönemlerinde kesintiye uğramıştır ama darbeciler bile 1960 darbesinde, 1971 muhtırasında, 1982 darbesinde ne yapmışlardır? Millet iradesini kesintiye uğratmışlardır ama tekrar parlamenter rejime geri dönüş yapmışlardır. İşte, darbeci Kenan Evren'in kurmuş olduğu sistem gibi.
Şimdi, bakın, burada bazı arkadaşlarımız şöyle itirazlarda bulundular, dediler ki: "Ya, işte, Atatürk de partili Cumhurbaşkanıydı.", "Ya, işte, Celal Bayar da partili Cumhurbaşkanıydı." Arkadaşlar, o dönem ile bu dönemin farklı olduğu şey şudur, yani sizin getirmek istediğiniz düzenlemeyle arasındaki fark şudur: Bakın, o tarihte Atatürk Cumhurbaşkanıyken İsmet İnönü Başbakandı, Celal Bayar Cumhurbaşkanıyken Adnan Menderes Başbakandı. Daha öteye gidelim, darbeci Kenan Evren bile Cumhurbaşkanıyken, Hükûmet Başkanıyken Bülent Ulusu, Turgut Özal Başbakandı. Başbakan vardı arkadaşlar. Şimdi, ne yapıyoruz? Başbakanı ortadan kaldırıyoruz; bu olmaz arkadaşlar. Bizim yüz elli yıllık Osmanlı'dan gelen parlamenter rejim geleneğimize uymaz. İşte, onun için biz diyoruz ki: Bu, rejim değişikliğidir. Bu, başka bir şey değildir arkadaşlar ve bunu kullanan bir fâni. Burada bakın isim de vermiyoruz, Sayın Cumhurbaşkanını da kastetmiyoruz. Burada bunu kullanan fâni bizim Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da olabilir. Bu düzenlemeler onu da diktatör yapar. Bakın, Sayın Ahmet İyimaya'nın hukukla nasıl bağlı olduğunu iyi bilirim, Sayın Ahmet İyimaya da olsa o da diktatör olur. (Gürültüler) Evet, ileride olursa olur, samimi söylüyorum. Ben de olurum, Sayın Başkanım, ben de olurum.
(Oturum Başkanlığına Sözcü Abdurrahman Öz geçti)
BAŞKAN - Sayın Demirtaş, sataşma var, Ahmet Ağabey isterse cevap verebilir ama Ahmet Ağabey cevaba başladı mı ne zaman bitirir bilemediğim için... İsterseniz tavzih edin, isterseniz...
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Şöyle söyleyeyim: Tabii genlerimi hiçbir iştiha değiştirmeye muktedir değildir.
BAŞKAN - Sayın İyimaya'ya teşekkür ediyorum.
Evet, Sayın Demirtaş, devam edelim lütfen.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Evet, değerli arkadaşlarım, bizim bu şekilde bu noktada derin kaygılarımız ve endişelerimiz var.
Şimdi, ben tabii, burada parlamenter rejim ne getirmiş? Bu değişiklik olduktan sonra Türkiye'de ne gibi değişiklikler olacak? Halkın bu konuda... Yani bu değişti, yönetim değişti, halka ne gibi sirayet edecek? Bazı örnekler vermek istiyorum, bazı ufuk açıcı görüşler sunmak istiyorum. Bakın, ne olacak? Şimdi, sistem değişti, rejim değişti, yine iki yıl boyunca yönetimde siz kalacaksınız, Sayın Cumhurbaşkanı devam edecek. Bakın, millî gelir şu anda 11 bin dolar, TÜİK verilerine göre 11 bin dolar, artırıldı biraz, böyle kâğıt üzerinde bir şey yapıldı, 11 bin dolar. Millî gelir 40 bin dolara mı çıkacak? Böyle bir şey mi olacak? Millî Eğitimin çözülmeyi bekleyen birçok sorunu var, Millî Eğitim çok daha iyi mi olacak? Veya bir bakalım adalet sistemimize, yargı sistemimize, Sayın Bakanımız da burada, bakın, nisan ayında, darbeden önce Yargıtay Başkanı Sayın İsmail Cirit şöyle bir açıklama yapmıştı, "Yargıya olan güven yüzde 30'lara düştü." demişti. Açık ve net. HSYK Başkan Vekili Sayın Mehmet Yılmaz "Yargıya olan güven yüzde 70'lerden yüzde 30'lara düştü. İktidarın bir sopa gibi kullandığı yargı sistemi doksan üç yıllık Cumhuriyet Dönemi'nde hiç olmadı." dedi. Bu ifadesi aynen kulaklarımda, hafızalarımda yer etmişti benim. Şimdi, bakıyoruz, bu değişiklikle yargı daha mı iyi olacak, daha mı özgür olacak? Hâkimler, savcılar, şu anda korkan "Başıma bir iş gelir mi?" diye karar veremeyen, endişe içinde olan, korku ikliminden fazlasıyla zarar görmüş olan ve yargıyı, adaleti temsil eden bu hâkim, savcılar daha mı özgür olacak? Ama maalesef, bakıyoruz, bu hâliyle bu getirdiğiniz düzenleme gerçekleşirse eğer yargı da tamamen o bir tek kişinin iradesine bağımlı kalacak; hukuk üstünlüğü, yargı bağımsızlığı kâğıt üzerinde kalacak.
Yine, toplumun başka sorunları var, işsizlik, çok derin yani çok büyük kaygı taşıyorum, işsizlikten dolayı insanlarımız son derece mutsuz ve önümüzde bir ekonomik kriz var. Yani işsizlik mi çözülecek veya ekonomi daha mı iyi yönetilecek? Bakın, ekonomik sonuçlarının ağır bir tahribatı olur bu değişikliklerin. Hiç kimse, dışarıdan... Bakın, sıcak parayla dönüyoruz, hani insanların üzerinde şöyle bir algı oluşturdunuz, hatırlıyor musunuz bilmiyorum, borçlarımızı ödedik, insanlar zannediyorlar ki IMF'ye borç ödenince Türkiye'nin borcu yok. Geçen, iki hafta önce Maliye Bakanı Mecliste Türkiye'nin borçlarıyla ilgili ve genel maliye politikasıyla ilgili, 2016 bütçesiyle ilgili bir kitap sundu, o kitapta Türkiye'nin dış borçlarını net olarak yazmışlar. Bakın, 123 milyar dolar devletin, kamunun borcu var; 290 milyar dolar özel sektörün borcu var. Bunun da büyük bir çoğunluğu Hazine garantisi kapsamında ve bir yıl içerisinde ödememiz gereken dış borç stoku 160 milyar dolar, cari açıkla beraber 200 milyar dolar gibi bir paraya ihtiyacımız var ve bakın, böyle tek adam yönetiminin olduğu bir şeye hiç kimse parasını vermek istemez. Hukuk güvenliğinin olmadığı, adaletin olmadığı bir ülkeye kimse yatırım yapmak istemez, sıcak parasını bile göndermez; açık ve net. Bakın, Türkiye ekonomisini de felakete götürecek bir uygulamadır bu. Bir daha Türkiye'ye yabancı sermaye gelmez, bunu özellikle ifade etmek istiyorum.
Yine, baktığımız zaman, terör sorunu... Bakın, şu anda terörü engellemeniz için hiçbir engel yok, biz istediğiniz zaman desteğe hazırız Cumhuriyet Halk Partisi olarak. Genel Başkanımız, grup başkan vekillerimiz bu konuda defalarca açıklamalar yaptılar. Yine aynı noktadayız, terörü önleme noktasında her türlü desteği vermeye hazırız. Ama maalesef, bakın, bu sistem, bu getirmeye çalıştığınız, hatta Türkiye'ye dayatmaya çalıştığınız sistem bu sorunların hiçbirisini çözecek bir sistem değil. Bakın, altını önemle çiziyorum, tam tersine, Türkiye'yi işin içinden çıkılmaz bir hâle getirecek sistem.
Çünkü bakın, bu hâliyle Meclisin içini boşaltıyoruz. Az önce ifade ettim, bizler milletvekilleri olarak sadece ve sadece burada bir tabela milletvekili olacağız, bir bankamatik milletvekili olacağız. Niye? Çünkü bütçe yetkisini almışsınız, olduğu gibi o kişiye, tek kişiye veriyorsunuz. Bütçe yetkisi olmayan bir Meclis koskoca bir hiçtir arkadaşlar. 79 milyonun rızkını, çoluğunun çocuğunun rızkını bir kişiye teslim etmek kadar yanlış bir şey olamaz. Bakın, bunu yapıyorsunuz burada. Soru önergesi veremiyoruz ve ben bakıyorum, başka yetkiler de var yani elimizden alınan. Dediğim gibi, kâğıt üzerinde bir Meclis olacak burası. Belki bu konuşmaları bile yapamayacağız, açık ve net. Böyle bir ortam dahi olmayacak. Bir kişi dinleyecek... Yanlış anlaşılmasın, Sayın Cumhurbaşkanını kastetmiyorum "bir kişi" derken, o tarihte yönetimde olan kim varsa onu kastediyorum; ben de olabilirim, Yakup Bey de olabilir. Onun için bunları özellikle... Üstüne üstlük ülkemizin geleceğini ilgilendiren bir olay. Şimdi, çocuklarımıza, torunlarımıza kadar sirayet edecek olan bir olay, anlık bir şey değil.
Daha sonra şu da olabilir arkadaşlar, bu bir öngörüdür: Oraya bu yetkiler Anayasa değişikliği gerçekleşirse eğer, ki ben umuyorum gerçekleşmeyecek, bunu Mecliste de inşallah engelleyeceğiz, olmadı halk buna "Dur." diyecek ama varsayalım ki geçti -yani bir ihtimal olarak düşünüyorum ben bunu- böyle bir durumda bakın, Türkiye'nin hâlini düşünemiyorum. Bir de dayanaklarımızdan birisi şu yani sizin dayanaklarınızdan birisi şu: Birisi 15 Temmuz, ikincisi Cumhurbaşkanının hukuki duruma, anayasal duruma uymaması, fiilî bir durum yaratması. Bu değişiklikler geçtikten sonra bakın, Cumhurbaşkanını yeniden fiilî durum yaratmaya engel olacak bir mekanizmanız var mı, freniniz var mı? Yok, yok arkadaşlar. Bu yetkiler alındıktan sonra yeni fiilî durumlar yaratılma olasılığı çok yüksek. Bakın, belki diktatörler bile kıskanacaklar bu yetkiler o kişiye verildiğinde, bu değişiklik geçtiğinde diktatörler bile kıskanacaklar "Ya, bu yetkiler bizde niye yok?" diye, öyle bir düzenleme içeriyor bu tartışma.
Şimdi, bir başka boyutu -dediğim gibi- ekonomik boyutu, onu da ifade etmek istiyorum. Bakın, elimde 5/11/2015 tarihli Sabah gazetesi var, hani bizim bu "havuz medyası" dediğimiz bir gazetenin kupürü var. Bakın, burada "Başkanlık sistemiyle yönetilen ülkeler, devletler hangileridir?" diyor. Bakın, başkanlık sistemiyle buraya aldıkları 43 ülke, daha fazla ama ben size örnekler veriyorum: 1'inci sıraya Afganistan'ı yazmışlar, alfabetik sıraya göre düzenlenmiş, 2'nci sıraya Amerika Birleşik Devletleri'ni koymuşlar. Başkanlık sisteminin uygulandığı ve başarılı olduğu tek ülke Amerika Birleşik Devletleri, bunu ayrı tutuyorum. Ama diğer ülkelere bakıyorum, bakın, Bolivya var, Dominik Cumhuriyeti, Ekvador, El Salvador, Guatemala, Haiti, Honduras, İran, Kenya, Kolombiya, Kosta Rika, Liberya, Nikaragua, Nijerya, Peru, Seyşeller, Sri Lanka, Tanzanya, Uganda, Venezuela ve Zambiya. Arkadaşlar, bu sayılan ülkelerin Amerika Birleşik Devletleri dışındaki tamamı üçüncü dünya bile demiyorum, dördüncü dünya ülkeleri. Dördüncü dünya ülkeleri arkadaşlar yani başkanlık sisteminin, tek adam sisteminin getirdiği model bu model. Şimdi, burada tabii, başka kriterler de var. İnsani gelişmişlikte ilk 20 sırada olan ülkeleri sayıyorum size, insani gelişmişlikte dünyanın en medeni, insanların en rahat yaşadığı, en zengin yaşadığı ilk 20 ülkeyi sayıyorum size, bakın: Bunlardan 16'sı parlamenter rejimle yönetiliyor. Bakın, kim var burada? Norveç var, 1'inci sıraya konulmuş. Avustralya var, Hollanda var, Almanya var, Yeni Zelanda var, Kanada var, İrlanda var, İsveç var, Birleşik Krallık var, Güney Kore, Hong Kong ve Fransa, yarı başkanlık sistemi o. Bakın, ilk 16 ülke insani gelişmişlikte parlamenter rejimde, hatta güçlendirilmiş parlamenter rejimle yönetiliyor. Ama bir de son 20'yi, insani gelişmişlikte, bakın, 187 ülke, 187 ülkeden başkanlık sistemiyle yönetilen, bunlardan da sanırım 20 ülkeden, son 20'den 18 tanesi de başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Kim var burada? Bakın, Liberya var, Mozambik var, Burundi var, Eritre var, Kongo Demokratik Cumhuriyeti var, Cibuti var ve Nijer var. Bakın, arkadaşlar, bizim insanımız bu şekilde üçüncü dünya değil, dördüncü dünya ülkesi olmayı hak etmiyor. Buranın, bu tek adam rejiminin getireceği sonuç budur, açık ve net. Yani uygulamaları var. Yani tekrar Roma'yı keşfetmeye gerek var mı bilmiyorum, birileri keşfetmiş, durum ortada.
Şimdi, tabii, meselenin bir başka boyutu da burada geri kalmış ülkelerden Suriye, bakın, Suriye'yle ilgili bir örnek vereceğim size. Şimdi, bakın, Suriyeli insanlar ülkelerinden bir iç savaştan kaçıyorlar, değil mi arkadaşlar? Neredeyse 3,5 milyon Suriyeliye kapımızı açtık, insani sebeplerle açtık bunu. Milyonlarca dolar da para onlar için ödedik, ödemeye de devam ediyoruz ve buraya geldiler, bir şekilde Türkiye'yi gördüler. Şimdi, ben buradan Suriyeli vatandaşların durumunun şöyle bir fotoğrafını çekmek istiyorum. Bakın, bu insanlar Türkiye'ye kaçtı. Neden Türkiye'ye kaçtı? Çünkü Türkiye'de güvenlik var, özgürlük var, hürriyet var kendilerine göre, Suriye'ye göre, Avrupa'ya göre değil. Ama nereye kaçmadı bunlar? Bakın, Arap mı bu arkadaşlarımız? Arap. Müslüman mı? Müslüman. Niye Suudi Arabistan'a kaçmadı bunlar? Niye Katar'a kaçmadı? Niye Kuveyt'e kaçmadı? Oralarda da Araplar, Müslümanlar ama oraya gitmek istemediler arkadaşlar, Türkiye'ye geldiler ve hatta başka bir şey söylüyorum size, Türkiye'yi de beğenmiyorlar arkadaşlar. Bir adam eşi ve çocuklarıyla beraber bütün varını yoğunu satıyor, paraya dönüştürüyor, insan kaçakçılarına 10 bin dolarlarca para veriyor ve yüzme bilmediği hâlde Ege'nin kıyılarından ne yapıyor biliyor musunuz, geçmeye çalışıyor, belki kimisi geçemiyor, yaşamını yitiriyor ve nereye kaçmaya çalışıyor bu adam? Yunanistan'a kaçmaya çalışıyor. Yunanistan'ı beğeniyor mu arkadaşlar? Yunanistan'ı da beğenmiyor, nereye gidiyor bu adam, nereye gitmek istiyor? Yürüyorlar, günlerce yürüdüler. Almanya'ya gitmek istiyor, Danimarka'ya, Hollanda'ya gitmek istiyor. Bu ülkeler nasıl ülkeler arkadaşlar? İşte, parlamenter rejimle yönetilen ülkeler. Bakın, bizim vatandaşlarımız da oraya gitmek istiyor. Bugün kapılar açılsa bizim vatandaşlarımızın çoğu oraya gitmek ister. Neden? Çünkü, parlamenter rejimin vermiş olduğu bir özgürlük ortamı var, hukuk devleti var, hukuk güvenliği var, can güvenliği var, ekonomik güvenlik var arkadaşlar, bunları unutmayalım.
Şimdi, tabii, başkanlık rejiminin getireceği sıkıntılar bunlar. Ancak, ben burada bir şeyi daha ifade edeceğim. Burada, sonuç olarak, tabii, madde madde konuşmamız gereken hususlar var. Onları da sizlere ifade edeceğim, özet bir şekilde ifade edeceğim.
Bakın, bu şekilde, darbeler dönemi devam ediyor arkadaşlar, bunu önemseyin lütfen. Bu iş, darbeler döneminin devam ettiğini gösteriyor; maalesef acı gerçek bu. Bu teklif, Anayasa'yı fiilî duruma uydurma çabasının net bir örneğidir. Anayasa'yı çiğneyip fiilî duruma uygun hâle getirmek tipik bir darbe yönetimidir. Bu teklif, 12 Eylül, 12 Mart darbecilerinin dahi vermedikleri yetkiyi bir kişiye verme projesidir. Aslında bu süreçte de bir dizi darbe sonucu ortaya çıkmıştır. Bakın, Saray darbesi olmuştur önce, Sayın Davutoğlu devrilmiştir; ardından gelen 15 Temmuz darbe girişimi ortak bir direnişle püskürtülmüştür ve bu noktaya taşınmıştır.
Yetkili ama sorumsuz, hesap vermeyen bir Cumhurbaşkanı var arkadaşlar, yargılanmayan Cumhurbaşkanı ve bakanlar var, partili bir cumhurbaşkanı var. Bakın, partili meselesi çok önemli. Tarafsız diyoruz, tarafsızlık yemini edecek diyoruz ama Cumhurbaşkanı partili oluyor. Bu olmaz arkadaşlar. Yani, bugün Kemal Kılıçdaroğlu da, Genel Başkanımız da bu yemini etse, partisiyle bağı devam etse tarafsız olmaz, Sayın Devlet Bahçeli de tarafsızlık yemini etse ve partili olarak partisinin başında kalsa tarafsız olmaz. Bakın, bu -yanlış anlamayın ama biraz ağır olacak- bizim aklımızla alay etmektir. 5 yaşındaki çocuk bile buna inanmaz arkadaşlar.
Yine, yasamaya hâkim bir Cumhurbaşkanı, yargıyı dizayn eden bir Cumhurbaşkanı. Teknik konularına girmeyeceğim, Sayın Sözcümüz Bülent Tezcan ve grup başkan vekillerimiz bunların detaylarını anlattılar. Denetim yetkisi sıfırlanmış bir Meclis, kanun yapma yetkisi gasbedilmiş bir Meclis, fesih tehdidi altında Meclis.
Evet, bu, fesih meselesi de çok önemli arkadaşlar. Burada, dün Çankırı Milletvekilimiz vardı, iki saat konuştu, çok keyifle dinledim kendisini. Kendisi aynen şunu ifade etti arkadaşlar, Sayın Akbaşoğlu dedi ki: "Ben Anayasa'yı Sayın Burhan Kuzu Hoca'mızdan öğrendim, anayasa hukukunu ondan aldım ve onun görüşlerini çok önemsiyorum." minvalinde bazı şeyler söyledi.
Bakın, şimdi, bakıyoruz, Sayın Burhan Kuzu'nun kitabı burada arkadaşlar. Sayın Burhan Kuzu'nun kitabında başkanlık sisteminin tanımı ve temel unsurları olarak (a) bendi var, bunu okuyorum sadece. Bakın, diyor ki: "Birbirinin yetki sahası sert çizgilerle belirtilmiş yasama organı, yürütme organını düşüremediği gibi yürütme organının da yasama organını fesih yetkisi yoktur. Buna karşılık, kuvvetler arasındaki kontrol sayesinde organların mevcudiyetleri tehlikeye girmemektedir." Bu ne demektir? Sizin getirdiğiniz taslakta fesih yetkisi var yani bir kişi 600 milletvekilini... Bakın, o bir kişi belki yüzde 50,001'le seçilecek ama halkın yüzde 100'üyle seçilen... Sadece bir partiyi kastetmiyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bütün partilerin tamamını, Meclisi feshetme yetkisi olacak, yüzde 100'ünü. Yüzde 50,001'le yüzde 100'ü feshetme yetkisi olacak, bu olmaz ama oluyor. Bakın, Burhan Hoca diyor ki: "Bu olmamalı." Ama siz getirmişsiniz.
Yine, bakıyoruz, bakın "Başkanın Kongreye Karşı Yetkileri" diye bir başlık açmış Burhan Hoca, diyor ki: "Başkan, kongreye rapor verir yani Meclise rapor verir, mesaj gönderir. Başkanın veto hakkı vardır, olağanüstü hâllerde Meclisi toplantıya çağırır." Yetki olarak bunları yazmış. Amerika'daki sistemin, başkanın yetkileri bunlar. Peki, kongrenin başkana yani Meclisin başkana yetkileri? Bakın "Kanun çıkarma yetkisi münhasıran sadece kongreye aittir." diyor. Burada ne olmuş? Kanun hükmünde kararnamelerle Cumhurbaşkanına veriliyor, Meclisin yasama yetkisi Cumhurbaşkanına devrediliyor. Temel hak ve hürriyetlerin dışındaki tamamında cumhurbaşkanı kanun çıkarabiliyor; isterse getirmez, önümüze de koymaz. Bir engel var mı? Yok. Yani yasama yetkisi tamamen Cumhurbaşkanının tekeline bırakılıyor, Meclisin içi boşaltılıyor, baypas ediliyor.
Bakın, ikinci önemli mesele: "Kongre, başkanı suçlandırıp mahkûm edebilir." diyor Burhan Kuzu Hoca, buraya yazmış. Bizim böyle bir şeyimiz var mı? Şu getirdiğiniz sayısal oranlara baktığımızda bizim böyle bir şey getirme şansımız sıfır. Yani, Meclisin o tek kişiyi yargılama, suçlama imkânı sıfır.
Yine, bakıyoruz "Kongre, icra ve idare işleri hakkında tahkikat açar." Bizde böyle bir yetki var mı? Maalesef sıfır. Bakın, en önemli yetki "Kongre bütçeye hâkimdir." diyor. Bizde böyle bir şey var mı? Şu anda bütçeyi, Mecliste olan bütçeyi, Meclisin en temel görevi olan bütçeyi olduğu gibi Cumhurbaşkanına veriyorsunuz. Bu kabul edilemez bir şeydir. Bunu nasıl kabul ediyorsunuz? İçi boşalıyor Meclisin, açık ve net, tabelaya dönüşüyor.
"Senato, Amerika'nın dış siyasetinde son karar mercisidir." Bakın, dış siyaseti dahi senatoya vermişler. "Son merci" diyor, bakın, bizde o yok. "Başkanca yapılan tayinlerin tasdiki..." Bakın, başkanca yapılan tayinlerin tasdiki dahi Meclise aittir. Bizde var mı öyle bir şey? İstediğini atıyor, istediğini alıyor, istediğini gönderiyor. Zaten bakanlık müessesesi kalmamış durumda, bakanların elinden de yetkiyi almış durumda, bakanlar sekretere dönmüş durumda.
Bakın, arkadaşlar, ben bu kitabı sizlere hediye etmek isterim, dağıtmak isterim. Burhan Hoca'yı okuyun, öğrenin bunu. Yaptığınız işler yanlış.
Ben son kez bir şey daha söyleyeceğim arkadaşlar ve kapatacağım. Sabrınız için de çok teşekkür ediyorum.
FATMA KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli) - Daha yeni başlıyoruz.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Bu kadar. Diğer aşamalara, maddelere saklıyorum kendimi.
Bakın, Türkiye'yi ben bir düdüklü tencereye benzetiyorum arkadaşlar. Bakın, Türkiye'nin düdüklü tenceresinde 4, 5 tane, 6 tane, 7 tane düdük var. Bakın, kaynadıkça toplumun bir yerinde bir sorun olduğunda, bir problem olduğunda o düdüklerden birisi öter ve oraya müdahale edilir. Şimdi, bakın, iktidarınız maalesef, bu düdük, uyarı olan mekanizmaları kapattı, tıkandı. Burada, bakın, tıkalı olmayan bir iki şey kaldı; basın da bunlardan birisi, basını da kapattınız. 4 kişiden 1'inin oy verdiği Cumhuriyet Halk Partisi kaldı ve bazı sivil toplum örgütleri ve şeyler kaldı. Bakın, bu tıkalı mekanizmayı açmanız gerekirken şimdi bu Anayasa değişikliğiyle tamamen kapatıyorsunuz. Bir yandan da doğal gazı açıyorsunuz arkadaşlar, doğal gaz açılıyor ve fokurduyor. Bakın, Türkiye bunu kaldırmaz, bunu bu şekilde götüremeyiz. Bakın, bu şekilde, tencere patlayacak, yüzümüze patlayacak, hepimizin yüzüne patlayacak ve ağır bedeller ödeyeceğiz.
Beni sabırla dinlediğiniz için çok çok teşekkür ediyorum.
Saygılarımı sunuyorum.