KOMİSYON KONUŞMASI

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, on güne yakındır burada, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisinin üzerinde uzlaşmış olduğu Anayasa teklifiyle ilgili görüşlerimizi ifade etmeye çalışıyoruz. Ben muhalefet partilerinden arkadaşların söylemiş olduklarından oldukça fazla şey öğrendim ama üzülerek söyleyeyim, iktidar partisindeki arkadaşlarımızın ifade etmiş olduğu görüşlerin büyük bir kısmı muhalefetin dile getirmiş olduğu eleştirilere doyurucu bir cevap vermek yerine, daha çok, hamasetle örülü nutuklar atmak yönünde olmuştur ki umarım, bundan sonraki konuşmalarda daha tutarlı ve yapılan eleştirileri ortadan kaldıran ya da tatmin eden cevaplar verilebilir.

Değerli arkadaşlar, şu ana kadar konuşan arkadaşlarımız olayı gerek anayasa hukuku çerçevesinde gerek anayasa tarihinde ya da tarihsel örnekler boyutunda ele aldılar. Ben o bölümlere çok girmeyeceğim ama ortada çok açık bir şey var ki bu teklifte, güçler ayrılığı yerine güçler birliğini doğrudan sağlayan bir sistem söz konusu ki bizim en büyük eleştirilerimizden bir tanesi de bu. Burada şöyle net bir durum var: Partinin genel başkanı olacak olan bir başkan ya da cumhurbaşkanı, o partinin, bizim şu ana kadarki siyasal sistemimize göre ya da Adalet ve Kalkınma Partisinin şu ana kadar uygulamış olduğu yönteme göre milletvekillerini de belirler aynı zamanda, kimlerin milletvekili olacağını da belirler yani milletvekili listesini partinin genel başkanı belirler. Bu, bazı diğer partilerde de böyledir. Aynı gün yapılacak olan bir seçimde, bir partinin genel başkanı olan cumhurbaşkanı milletvekili listesini de belirlediği için eğer o kişi cumhurbaşkanı seçilirse onun partisinin de orada çoğunluk sağlayacağı söylenebilir, zaten maddeye bunun için konulmuş büyük ihtimalle. Şimdi, böylece, yasamayı o cumhurbaşkanı ele geçirmiş oluyor, o belirlemiş oluyor. E, yürütmenin zaten başında. HSYK'yı da, Anayasa Mahkemesini de çoğunlukla kendisi belirlediği için yargıyı da ortadan kaldırmış oluyoruz, onu da tek bir kuvvete bağlamış oluyoruz. Dolayısıyla, aslında, güçler birliğini uygulamış oluyoruz. Şimdi, güçler birliğini uyguladığınız zaman ne olur? Ortaya şöyle bir durum çıkar: Türkiye, Dünyanın, Avrupa'nın gelişmiş demokrasilerinden ayrışmaya başlar. Bu, bizim zaten düşük olan tasarruf oranlarımızı etkiler, ekonomimizi etkiler. Diyeceksiniz ki "Başkanlık sistemiyle ekonominin ne ilgisi var?" Hatırlayın, şu son birkaç ay içerisinde dolar kurunun en yüksek zıpladığı dönem, olağanüstü hâlin tekrardan ilan edildiği ve açıklandığı gündü. Yani, aslında, Amerika'daki seçimden ya da onun dışındaki birçok gelişmeden etkilenmedi mi? Evet, etkilendi, sonra tekrardan yerine geldi. Ama olağanüstü hâlin uzatıldığının açıklandığı gün dolar kuru çok ciddi bir reaksiyon gösterdi, o gün bugündür de belli bir seviyenin altına düşmüyor. Türkiye'ye gelen dış yatırım azalıyor, hatta, bir miktar yatırım tekrar Türkiye'nin dışına çıkıyor. Türkiye'de perakende sektöründe ciddi sorunlar var. Yani, şunu ifade etmeye çalışıyorum: Yanlış bir dış politika Antalya'ya gelen turist sayısını nasıl etkiliyorsa ya da Kilis'e düşen füzelere neden oluyorsa yanlış bir sistem değişikliği, Anayasa değişikliği, başkanlık sistemine geçiş de Türkiye'nin ekonomisine ciddi zararlar verebilir.

Şimdi, bu aynı zamanda, sizin şu ana kadar getirmiş olduğunuz yani 2002 yılından beri getirmiş olduğunuz siyaset diline ya da ilk başta kullanmış olduğunuz dile ve iddialarınıza da aykırı. Şöyle aykırı, Adalet ve Kalkınma Partisi ilk kurulduğu yıllarda hep şunu söyledi, burada partinin kurucusu olan ya da o yıllardan beri milletvekili olan arkadaşlarımız da var: "Biz vesayetle mücadele ediyoruz. Biz statükoyla mücadele ediyoruz." "Askerî vesayet" dedi, "yargı vesayeti" dedi, "bürokratik vesayet" dedi vesaire. Ama şu ana kadar söylemiş olduklarınızla, daha doğrusu, ilk kuruluş sırasında söylemiş olduklarınızla daha sonra yapmış olduklarınız arasında ciddi bir makas açıklığı var. Ben oturdum -daha önce okumuştum ama- sizin parti programınızı tekrardan okudum, 2002 yılındaki Adalet ve Kalkınma Partisinin programını. Burada size açık bir şekilde, o gün yazdıklarınız ile daha sonra uyguladıklarınız ve bugün yapmaya çalıştıklarınız arasındaki açık çelişkileri müsaade ederseniz göstermeye çalışacağım. Örneğin, "temel hak ve özgürlükler" bölümünde -biraz o bölümü hızlı geçeceğim- diyorsunuz ki: "Esasen, laiklik, her türlü din ve inanç mensuplarının ibadetlerini rahatça icra etmelerini, dinî kanaatlerini açıklamalarını, bu doğrultuda yaşamalarını ancak, inançsız insanların da hayatlarını bu doğrultuda tanzim etmelerini sağlar." İleri bir şey söylüyorsunuz ama bunu lütfen, biriniz gidin, İsmail Kahraman'a söyleyin. Meclisin, sizin oylarınızla seçilmiş olan Başkanı bir kere değil, iki kere değil, defaatle Anayasa'dan laikliğin kaldırılması gerektiğini söyledi; parti suçudur arkadaşlar. Yani, eğer Adalet ve Kalkınma Partisinde gerçekten, iyi işleyen bir disiplin mekanizması olsaydı İsmail Kahraman'ın bugün ihraç edilmiş olması gerekirdi.

BAŞKAN - Sayın Salıcı, siz lütfen, madde gündemine ilişkin konuşun, AK PARTİ'yle ilgili, lütfen, o kısımlara girmeyin çünkü cevap hakkı doğmasın.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, gelip cevap hakkı kullanabilirler ama ben kimseyi rencide edici bir dil kullanmıyorum.

BAŞKAN - Ama şu an, insicamı bozmayacak şekilde, lütfen, madde gündemiyle ilgili konuşalım.

Devam edin.

Gündeme devam ediyoruz.

AYTUĞ ATICI (Mersin) - Ne konuşacağımıza da mı siz karar vereceksiniz ya!

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, dokuz günden beri buradaki hazırun bir çalışma yürütüyor, bu çalışma sırasında tansiyonun ciddi şekilde yükseldiğine tanık da olduk. Dikkat ediyorsanız, ben belli bir nezaket çerçevesini aşmadan...

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum, doğru söylüyorsunuz.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Aynı zamanda, "Bu bunu söyledi, şu şunu söyledi."ye de girmeden, parti programı üzerinden, yazılı...

BAŞKAN - Ama şimdi, "parti disiplini" falan dediğiniz zaman o başka bir noktaya gidiyor.

Siz lütfen, devam edin.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, ben neyin nereye gittiğini fark edebilecek durumdayım.

Yazılmış, üzerinde tartışılmış, bir kurucular kurulu tarafından kayda geçirilmiş ve bir siyasi partiyi bir arada tutan ana metin de parti programıdır zaten. İnsanlar o parti programına güvendikleri için, inandıkları için üye olurlar, onun için parti programından tek tek aldım.

BAŞKAN - Sayın Salıcı, siz lütfen devam edin.

Buyurun.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Devam ediyorum.

"Partimiz, bütün vatandaşlarımızın özgür haber alma ve düşüncelerini yansıtma hakkını kabul eder. Çağımız demokrasilerinin vazgeçilmez koşullarından biri özgür medyanın varlığıdır." Adalet ve Kalkınma Partisi programı. Şimdi, arkadaşlar, bununla ilgili ne söyleyeyim, 150'yi geçti tutuklanan gazeteci sayısı, Türkiye'de "havuz medyası" diye bir kavram sizin zamanınızda icat oldu. Bunun finansmanının nasıl sağlanacağıyla ilgili de işte, ortaya dökülen bir sürü konuşmalarda vesairede hepimiz tanıklık ettik bir sürü tatsız şeye. "Parti içi demokrasi, bireyin ve azınlık görüş sahiplerinin hukuku ve demokratik yarışma hakları sağlanarak geliştirilecektir." diyor. Sayın Davutoğlu'nun bir gecede bir saatlik bir görüşmenin sonucunda Başbakanlıktan ve parti genel başkanlığından ayrıldığını ve şu andaki Sayın Binali Yıldırım'ın göreve geldiğini hep beraber biliyoruz. Daha ilginç bir şey söyleyeyim. "Parti adaylarının tespitinde tüm üyelerin katılımıyla yapılacak ön seçim sistemi esas alınacaktır." diyor Adalet ve Kalkınma Partisinin programında. 2002 programını gelmeden kontrol ettim, şu anda hâlihazırda geçerli olan programınızda da aynen yazıyor. "Milletvekili ve bakanların yargılanmaları önündeki anayasal engeller kaldırılacak; dokunulmazlık, tüm kamu görevlilerinin yargılanabilmeleri önündeki engeller ve ayrıcalıklarla birlikte ele alınacak ve milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerine inhisar ettirilecektir." 4 tane bakanın yargılanmamak için dokunulmazlıklarının kaldırılmadığını sizlere hatırlatırım. Yani buradan şuraya geliyoruz aslında, 2002 yılında siz bir sistem eleştirisi yaparak toplumun karşısına çıkmışsınız o sistem eleştirisinde var olan yapıyı statükoculukla suçlamışsınız, onu değiştireceğinizi ifade etmişsiniz, toplum da size ilk seçimde yüzde 34 civarında oy vermiş ama ondan sonraki gelen durumda öyle bir hâle gelmiş ki toplum sizin söylediklerinizle yaptıklarınız arasında bir uçurum oluşmuş ve Adalet ve Kalkınma Partisinin 2002'de kendi programına yazdığı sözler geçerli olmakla birlikte uygulama maalesef çok daha geriye dönmüş. Bir örnek vereyim isterseniz...

ÇETİN ARIK (Kayseri) - Doğru söylüyorsunuz, biz de şahidiz.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Tabii tabii, bir örnek vereyim isterseniz. Şimdi, değerli arkadaşlar, ne söyleniyor? 2002, 2003, 2004 yıllarında o günün Başbakanı ya da parti sözcüleri tarafından sıkça ifade edilen bir durum vardı, denirdi ki: "Türkiye tüm Orta Doğu'ya model ülkedir, hem demokratiktir hem laikliği esas alır hem de bir İslam ülkesidir -yani Müslümanların büyük bir çoğunlukla yaşadığı bir ülkedir- bir model ülkedir." Daha sonra denildi ki: "Türkiye lider bir ülkedir." Daha sonra dendi ki Türkiye önümüzdeki yıllarda dünyanın en büyük ekonomilerinden bir tanesi olacaktır." Bu son bir ay içinde yapılan bir iki açıklamayı okuyayım size, söyleyeyim isterseniz. Sayın Binali Yıldırım dedi ki: "Eğer bu anayasa geçmezse ülke bölünecektir." dedi, bir. İkincisi: Yine, parti sözcülerinden hatta Cumhurbaşkanı da söyledi: "Bugün itibarıyla Türkiye'nin beka sorunu vardır." dedi. Şimdi, beka sorunun ne kadar facia bir şey olduğunu yani ülkenin varlık yokluk tehlikesi altında olduğunu biliyoruz. Şimdi, 2003 yılında model ülkeydi, lider ülkeydi, 2015-2016 yıllarında beka sorunu var ve parçalanma tehdidiyle karşı karşıya. Değerli arkadaşlar, bu arada başka kimse iktidar olmadı ki, bu arada Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarı devam etti. Dolayısıyla buradan yapılacak olan çıkarım bu işin faturasının aslında sizin iktidarlarınız döneminde yapılmış işlerden kaynaklandığını, belki siz bunu böyle yapmak istemediniz ama yapmış olduğunuz işler ülkeyi böyle bir noktaya doğru getirdi.

Gelelim anayasayla ilgili bölüme. Programda Anayasa'yla ilgili gayet güzel sözler var. Diyor ki: "Özgürlükçü, tüm toplumun ihtiyaçlarına cevap veren, demokratik hukuk devleti ilkesine ve demokratik ülkelerin standartlarına uygun, toplum ile devlet arasında yeni bir toplum sözleşmesi kurmayı hedefleyen, tümüyle yeni bir anayasa önerisi hazırlayacaktır. Bu öneri, yeni bir anayasal mühendislik denemesi değil, -yani şu anda yapıldığı gibi değil, bu tam bir anayasal mühendislik denemesidir- halkın iradesini ve taleplerini demokratik temelde devlet yapısına yansıtan bir belge olacaktır. Kısa, öz ve açık biçimde açıklanacaktır. Kuvvetler ayrımı ilkesi hassasiyetle uygulanacaktır." Baştan beri eleştiriyoruz, burada kuvvetler ayrımı yok, bununla ilgili tatmin edici bir açıklama yapılsın diye, maalesef yapılmıyor. "Yasama, yürütme ve yargı güçleri arasında ve denge denetim sağlanacaktır." diyor sizin programınızda arkadaşlar. Şimdi, ben bundan sonra dönüp şu anda sizin yaptığınız şeyler, sizin 2002'deki kendi programınıza da aykırı dersem haksız mı olurum?

BAŞKAN - Sayın Salıcı, toparlayalım lütfen.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - "Partimiz sadece kendi içinde değil, parlamento ve toplum içinde de kolektif iradenin tekil iradelerin yerini almasını sağlayacaktır." "Tekil iradelerin yerini almasını sağlayacaktır." demek bir kişinin değil, birkaç kişinin değil, tüm toplumun iradesi ortaya konacaktır demek ki dokuz gündür burada yapılan eleştirilerin temel noktalarından birisi de budur. "Bu nedenle partimiz, hazırlayacağı yasa tekliflerini sivil toplum kuruluşlarının değerlendirmelerini alarak oluşturacaktır." Değerli arkadaşlar, baştan beri bunu söylüyoruz, sivil toplum örgütleri niye yok, üniversitelerden ya da sendikalardan, farklı yerlerden neden görüş alınmıyor, bunu sorguluyoruz, sizin programınızda da bunun böyle yapılması gerektiğini zaten siz yazmışsınız ama yazmış olduğunuz şeylere riayet etmediğiniz bir durumla karşı karşıyayız. "Yüksek mahkeme üyelerinin belirlenmesi usulü, mahkemelerin bağımsızlığı, mesleki ölçütler ve seçim yapacak organlar demokratik ülke deneyimleri dikkate alınarak yeniden düzenlenecektir." Bizim tartıştığımız sistemin adı ne? Türk tipi başkanlık. Hani demokratik ülkelerin deneyimleri?

BAŞKAN - Sayın Salıcı, lütfen toparlar mısınız.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Hani bunlardan biz ders alacaktık? Farklı tercihlerin rekabeti, sağlıklı bir demokratik sistemin vazgeçilmez unsurlarındandır. Bu yarışta çoğunluğun oyunu alanlar iktidara gelir, tüm ülkenin ya da yerel yönetimlerin sorumluluğunu üstlenirler." Buraya kadar sorun yok. "Ancak yarışı kazanmak ve iktidara gelmek çoğunluğun iradesini mutlaklaştırmaz." Arkadaşlar, aynı şeyi söylüyoruz, çoğunlukçuluk değil, çoğulculuk olsun diyoruz, 2002'de yazmışsınız ama yapılan uygulama bambaşka bir şey. "Partimiz, teröre tepki olarak maksadını aşan ve bölge halkını rahatsız eden bazı uygulamaların terk edilmesi ve yıllardır devam eden OHAL uygulamasının tamamen kaldırılmasını hedeflemektedir." Buna açıklama yapmaya gerek duymuyorum, konu gayet açık zaten. "Kamu personelinde kariyer ve liyakat esasını temel alacak ve eleman alımlarını bu kıstasa göre yapacaktır." Arkadaşlar, Yenikapı'da Sayın Genel Başkan çıktı dedi ki: "Şu liyakat şimdiye kadar olmadı belki ama bundan sonra şu liyakati bir göz önünde bulunduralım." dendi ama yapılan, verilen ifadeler bu FETÖ soruşturması kapsamında ortaya çıkardı ki 2010 yılındaki referandumda ayan beyan bildiğiniz cemaatle, belki o zaman terör örgütü olduğunu bilmiyordunuz ama aleni pazarlık yapılmış, bildiğiniz cemaatle yapılmış. "108 verelim." denmiş, öbür taraf demiş ki "Hayır, 140'dan daha aşağı olmaz." demiş, 2002'de programınıza "liyakat" yazmışsınız liyakati hak getire.

Değerli arkadaşlar, YÖK'le ilgili de çok ilginç şeyler var. Şimdi, şunu söylüyor Adalet ve Kalkınma Partisinin liderleri ya da sözcüleri. YÖK hep bir eleştiri konusuydu Adalet ve Kalkınma Partisi kurulduğunda. "YÖK, bir koordinasyon kuruluna dönüştürülmesi gerekir." yazıyordu burada, gittikçe daha da güçlendirdiniz, her rektör seçiminde seçilen rektör...

BAŞKAN - Sayın Salıcı, lütfen toparlayın.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, ekonomiyle bile alakası vardır diyorum, sizin programınızın da alakası var doğrudan.

BAŞKAN - Sayın Salıcı, lütfen toparlayın...

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Peki, hızlandırayım, anladım hızlandırayım.

BAŞKAN - Sayın Salıcı, benim için sorun yok, biz Başkanlık Divanı olarak bu işi yürütmeye kararlıyız ama...

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Peki, Sayın Başkanım.

BAŞKAN - ...sizin arkadaşların söz talebini yerine getirme gayretiyle hareket ediyorum, takdiri size bırakıyorum.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Anladım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Biz Başkanlık Divanı olarak icraatımızı yaparız.

Teşekkür ederim.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Anladım.

Şöyle söyleyeyim. Programınızdan verilmesi gereken örnek çok uzun ama kısaltarak vereyim. Şimdi, YÖK'le ilgili hep şu söylendi: "YÖK diye bir şey olmaz, yanlıştır. Üniversite rektörleri arasında seçim yapılıyor, bu seçimde birinciye riayet etmiyorsunuz." dendi, vesaire vesaire birçok şey dendi. Arkadaşlar, Dicle Üniversitesi Rektörü şu anda FETÖ suçlamasıyla içeride, bir hanımefendi, altıncı sıraya geldi oylamada, YÖK bunu 3'e düşürdü, 3 kişinin arasından Sayın Cumhurbaşkanı birinci olarak atadı, bugün FETÖ'den içeride. Boğaziçi Üniversitesi Rektörü, -başka arkadaşlarımız da söyledi- yüzde 86 oy aldı ama bugün yerine aday bile olmayan birisi atandı. Bunlar sizin söylemiş olduklarınızla yapmış olduklarınız arasında yaşanmış olan en büyük çelişkilerden bir tanesi.

Değerli Başkan, diğerlerine, sansürle ilgili, basın özgürlüğüyle ilgili vesaire başka şeyler de var, onlara çok fazla girmeden sözümü tamamlayayım isterseniz. Şimdi, şöyle bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Siz bir anayasa teklifi getirdiniz, bu anayasa, eğer toplumun tamamını kucaklayan, mümkün olduğunca geniş bir uzlaşmaya dayanan bir anayasa olmazsa belki Meclisten geçer, -biz geçeceği kanaatinde değiliz- belki referandumdan da geçer yüzde 51'le, -biz ondan da geçeceği kanaatinde değiliz- ama geçtiği zaman bir yasallık elde eder ama bir meşruiyet elde edemez. Yüzde 92'yle gelen...

(Gürültüler)

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Arkadaşlar, ben ne söylediğimi biliyorum, yasallık elde eder, meşruiyet elde etmez diyorum, gayet açık.

BAŞKAN - Sayın Salıcı, lütfen toparlayın.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Yok, hiç öyle değil, hiç öyle değil arkadaşlar...

BAŞKAN - Sayın Salıcı, lütfen toparlayın. Sayın Salıcı...

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Hayır, hayır, müsaade edin, bitireyim.

BAŞKAN - Sayın Salıcı, toparlayın...

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Hayır, bitiriyorum, son cümleyi...

BAŞKAN - Hayır, bakın, şu an...

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Son cümleyi söyleyeceğim, tıpkı...

BAŞKAN - Şu anda arkadaşlarınızın konuşma hakkından alıyorsunuz, devam edin.

CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) - Bizim muvafakatımız var efendim.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, tıpkı 1982 Anayasası'nın referandumdan yüzde 92'yle geçmiş olmasına, yasallık kazanmasına ama daha sonra o Anayasa'yı yapanlar dâhil olmak üzere bir tek kişinin arkasında durmadığı, değiştirilmekten yamalıklı bohçaya dönen Anayasa'nın düştüğü duruma düşer. Böyle bir Anayasa'nın Türkiye'nin istikrarına, ekonomisinin gelişmesine, siyasi partilerin daha demokratik bir noktada olmasına, hak ve özgürlüklere, basın hürriyetine hiçbir faydası olmaz. Tartışmalı bir anayasa Türkiye'yi daha iyi bir noktaya götürmez, sizin çok sevdiğiniz iktidara da götürmez arkadaşlar.

Teşekkür ediyorum.