KOMİSYON KONUŞMASI

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Değerli Başkan, sevgili arkadaşlar; gerçekten gecenin ilerlemiş bir saatindeyiz, aynı zamanda gecenin ağırlaşmış bir saatindeyiz. Acaba gecenin mi yoksa günlerin mi ağırlaşmış saatlerindeyiz?

Biraz önce arkadaşlarımızın konuşmaları sırasında, bugün yitirdiğimiz insan sayısı verilirken bugünlerde sıkça anımsadığım Nazım Hikmet'in şu dizeleri geldi aklıma:

"Günler ağır

Günler ölüm haberleriyle geliyor

Düşman haşin, zalim ve kurnaz

Ölüyor insanlarımız oysa nasıl da hak etmişlerdi yaşamayı."

Şimdi, her gün ölüm haberleriyle karşılaştığımız bir ortamda biz burada Anayasa için görüşlerimizi ifade etmeye, Anayasa üzerine konuşmaya çalışıyoruz.

Biraz önce düşündüm bir kadın, bir anne ve bir insan olarak; acaba bugün askerde olan çocukları ya da savaşmak için gitmiş olan çocukları, bunları yitirmiş olan annelerin yüreği şimdi ne kadar yanmaktadır, ne kadar acı çekmektedirler? Onlar acaba suya, ayrana, ekmeğe ulaşabiliyorlar mı, ellerini uzatmak istiyorlar mı yoksa onlar için yaşam, çocuklarının ölümüyle birlikte, yakınlarının ölümüyle birlikte sonlandı mı?

Aslında bu soruyu, ülkemizin her yerinde, İstanbul'unda, Ankara'sında, Kayseri'sinde, Diyarbakır'ında patlamalar olduğu zaman, o patlamalardan sonra ölen ya da yaralanan insanların anneleri, babaları için de düşündüm. Türkiye uzun zamandır bir yangın yerine dönmüş durumda. Biz o yangının içinde, yangından doğrudan etkilenmeyen insanlar çalışmak için Meclisteki odalarımıza gittiğimizde, evlerimize gittiğimizde ya da halkla buluşmak üzere sokağa çıktığımızda onların acılarını unutuyoruz ama o acıları unutmayan bir halk var, yüreği yanıyor ve bugün bizden istediği tek şey, "Bizi yaşatın, yaşayalım, yaşama hakkımızı koruyun." Tek şey, bu sevgili arkadaşlar.

Şimdi bugün üzerinde konuşacağımız Anayasa konusunun, birçok arkadaşım geçmişine yönelerek nereden geldiği, nasıl bağıtlandığı, nasıl anayasalar ortaya çıktığı, hangi koşullarda çıktığı, bunlarla ilgili tarihî süreçten söz ettiler. Tarih ortak tarihimiz, insanlığın tarihi. Sadece bize özgü bir tarih değil, sadece Osmanlı'da ya da sadece Türkiye topraklarında filizlenmiş bir haklar zinciri değil Anayasa. Anayasa, iktidarın ortağa çıktığından beri halk ile iktidarlar arasında bir bağıtlanma, bir sözleşme düzenlemesi olarak karşımıza çıkmış. Sened-i İttifak var. Sened-i İttifak nereden kaynağını almış? Magna Carta'dan kaynağını almış. Magna Carta, oldukça eski bir tarihe sahip, 12'nci ya da 13'üncü yüzyıllara doğru gidiyor.

Bakıyoruz, aralarında neredeyse beş yüz, altı yüz yıl fark olan iki sözleşme arasında büyük benzerlikler var; avcılıktan söz ediyorlar, ticaretten söz ediyorlar, yönetenlerin kendi tebaalarını, kendi halklarını acaba nasıl onların mı haklarını koruyacaklar, koruyabilecekler, bu konudaki düzenlemeleri getiriyorlar. İşkence konusunda önemli saptamalar var. İnsanların yönetme ve yönetilmeleri konusunda hakların eşit olduğu, yöneten ile yönetilenin arasına bir sınır çizmek gerektiği, bu sınırın temel insan hakkı düşüncesinden kaynaklandığını ifade ediyorlar.

Arkadaşları iki gündür dinliyorum, daha önce Türkiye Büyük Millet Meclisinde çokça dinledim. Arkadaşlarımın yani iktidardaki arkadaşlarımızın şöyle bir nitelemeleri var: Tarihin bir dönemine sahip çıkıyor gibiler, ulusalcılıktan söz ediyorlar, ulusal iradeden söz ediyorlar, Osmanlı'dan söz ediyorlar. Bunlar hepimizin ortak tarihi. Biz, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarıyız ve geçmişimiz Osmanlı tarihine, daha da eskilere doğru götürebiliriz tarihsel süreci. Bütün bu tarihsel süreç içinde kazandığımız ne varsa, bunların ortak olduğu bilinciyle de hareket etmeliyiz ve en yakın ortağımız, biraz önce Nurhayat arkadaşımın konuşmasında birkaç kez altını çizdiği gibi, Kurtuluş Savaşı'mız emperyalizme karşı verilmiş bir savaş. Emperyalizmi topraklarımızdan kovalamak için hepimizin dedesinin, atasının, ninesinin, hepimizin kanını döktüğü, canını verdiği bir savaş. O savaş sonrasında, o savaştan önce de başlamış olan padişahın yetkilerinin sınırlandırılması konusunda halkın hak arama mücadelesi... Hani Jön Türklerden söz edebiliriz, örneğin Jön Türklerin mücadelesi, bu dönemde anayasa arayışları, bütün bunlar, bir toplumda insan haklarına sahip olarak yaşayabilsin, yönetenler yukarıda bir yerde durmasınlar, hakları gasbetmesinler, emreden olmasınlar... Padişah tek adamdı biliyorsunuz, yanında veziriazamı vardı, halifesi vardı belki ama bu "Osmanlı tebaası" diye andığımız... Ki tebaa olmaktan çıkmakla övünüyoruz biz Kurtuluş Savaşı mücadelemizden sonra cumhuriyeti ilan etmekle. Bu mücadele hepimizin mücadelesi, iktidarda olan arkadaşlarımızın da biz muhalefette olan arkadaşlarımızın da. Bugün bu Misakımillî sınırları içinde kendi egemenliğimizi, kendi varlığımızı sürdürdüğümüz, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak sıfat kazandığımız, hep beraber... Bir arkadaşım "Biz bu Anayasa'da vatan kokutacağız." dedi, "Biz bu Anayasa'da bayrak kokutacağız." dedi. "Bayrak" nedir? Bayrak egemenliğin işaretidir. Egemenlik hepimizi kapsar. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olan hepimizi kapsar ve cumhuriyetin ilanından başlayarak ilk anayasalarımız, 1921 Anayasamız, 1924 Anayasamız, bunlar o hepimizin ortaklaşa verdiği mücadeleyle kazanılmış olan vatan toprağı üzerinde yurttaş olarak, onurlu bir yurttaş olarak yaşayabilme ve yaşama hakkımızı bağıtladığımız anayasalarla ortaya çıkar. Anayasalar iktidarı sınırlarlar sevgili arkadaşlar. Anayasalar iktidara güç vermezler, iktidarı yüksek bir yere koymazlar, iktidarın güç zehirlenmeleri karşısında halka yapacağı eziyetleri engellemeye çalışırlar.

Bir arkadaşımız 1961 Anayasası'na atıfla -pardon, nasıl ifade etti- dedi ki: "Olağanüstü dönem Anayasası'dır." Böyle bir cümle kullandı, özür dilerim, "Darbe Anayasasıdır." dedi.

Şimdi, bir darbe anayasasıydı 1961. Evet, bir darbe gerçekleşti ama 1961 Anayasası'na baktığınızda, bu Anayasa'nın bir darbe ürünü olmasına karşın hem 1921'in hem 1924'ün derslerinden yararlanmış ve hak ve özgürlüklerin genişletilmesi yolunda bize ilk kez geniş alanlar açmış olan yasama, yürütme ve yargıyı ayrı erkler olarak birbirini denetleyebilecek ve Parlamentoyu denetleyebilecek erkler olarak iktidarı denetleyebilecek erkler olarak koymuş olan bir Anayasa.

Şimdi, 1961 Anayasası... Ben bunu yaşadım. 1960 ihtilalinde çocuktum, beni çok ilgilendiriyordu, o akşam Paydos piyesinde Munise'yi oynayacaktım, Paydos piyesi yapılamadı, paydos oldu piyesimiz. O gün duydum, öğrendim, evet, bir şey olmuştu Türkiye'de; birileri çok sevindiler, birileri çok üzüldüler ama sonra ben, öğretmen okulu sınavlarına girerken 1961 Anayasası'ndan sorularla karşılaştım. Anayasa meselesiyle ilk karşılaştığım zaman oydu. Hangi temel hak ve özgürlükleri getirdiği yolunda sorular vardı. Ben de ezberlemiştim doğrusu o zaman neler olduğunu, bunları yazmaya çalıştım. Sonra 82 Anayasası geldi. Ben o Paydos piyesinde Munise'yi oynayamayan, ondan mahrum kalan Şenal, 80 darbesinde işkenceyle ve cezaeviyle karşılaştım. Bu bir darbeydi, bu da bir darbeydi. Bu darbe bütün aydınlarımızı, düşünen, ülke üzerine fikir ifade eden ve kendisini "yurtsever" ya da "milliyetçi" diye ifade eden herkesi kendisiyle çelişkili görüyor ve onu zindanlara atıyordu. Üç yıl, az bir zaman değil ve otuz beş gün, işkencede az bir zaman değil. Devletin ne kadar zalim olabileceğini ve darbelerin insanları nasıl kanatabileceğini çok yakından gördüm. Okul arkadaşım, yanı başımdaki arkadaşım idam edildi, arkadaşlarım idam edildi. Kimisi vuruldu. Bunları gördüm. "Defol Amerika." diyorlardı, söyledikleri buydu sadece. Emperyalizmin Türkiye içini kanatmasına izin vermek istemiyorlardı, yurt sevgisiyle doluydular ve hepimizden, belki hepimizden çok daha vatanseverdiler, ulusalcıydılar, ülkenin çıkarları için yaşamlarını vermekten hiç çekinmiyorlardı. Kürt'tüler, Türk'tüler, Laz'dılar, Abaza'ydılar ama hep bir arada ülkenin çıkarları için mücadele ediyorlardı. 61 Anayasası bol geldi, 82 Anayasası daraldı.

82 Anayasası'na, o dar Anayasa'ya karşı biz yıllardır mücadele ediyoruz, hep birlikte mücadele ediyoruz. Darbeciler de hepimizin, buradaki, iktidarda olanlar ve olmayanlar hepimizin yakınlarıydılar, hepimizin dostlarıydılar, akrabalarıydılar, bizim insanlarımızdı ama yanlış yapıyorlardı ve Anayasa'yı esas olarak yok hâle getiriyorlardı ya da Anayasa'yı kendi emirlerine uygun bir hâle getiriyorlardı. Anımsayacaksınız çok yakında o kendisini zırh içine almış, 12 Eylülün bütün bir sistemi değiştiren, bütün insanlara kötülük yapan o yönetimin sahipleri kendilerine bir sorumsuzluk tanımışlardı, sorumsuz olacaklardı, yaptıkları işler nedeniyle yargılanmayacaklardı. Ama halkın mücadelesi, bizim hep beraber verdiğimiz demokrasi mücadelesi onları mahkeme önüne getirdi. SEGBİS sistemleriyle yaptıkları bir hastanede, daha doğrusu kaçarak yaktıkları bir hastanede görüntüleriyle bizim yargılandığımız salonlara onları da getirdi ve yargılandılar.

Hiçbir zalim zulmün hesabını vermekten kaçınamaz sevgili arkadaşlar. Tarih öyle bir tarihtir ki ve o tarihi halklar yazar, tarih herkese dersini verir. Şimdi, biz, iyi kötü 1923'lerden bu yana ya da 1921'lerden bu yana birlikte yaşayan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak, hele biz milletvekilleri olarak nasıl bir görevle karşı karşıyayız. İleriye doğru mu götüreceğiz tekerleği, geriye doğru mu çekeceğiz? Diyalektik "Hep ileri gider." der ama bazen halklar teslim olurlar ve geri de çekerler. Bazen bir ölü toprağı düşer insanların üstüne ve insanlar gerçeği göremezler. Şimdi, ben hepimize bu ölü toprağından uzak bir yerde durmayı öneriyorum. Şimdi, ben hepimize lafla değil gerçek anlamda ortak bir tarihi, ortak bir mücadeleyi, ortak bir ileri hattı kazanmış arkadaşlar olarak bugüne sahip çıkarken bugünü yarına daha çağdaş, daha ileri ve esas olarak insan haklarına dayalı bir hukuku inşa edecek, insan haklarına dayalı bir anayasayı inşa edecek bir çalışma için kol kola olmayı öneriyorum.

Bugün ne yapıyoruz Genel Başkanımızın deyimiyle? "Karpuz" gibi bölünmüş olan bir görüntüyle hem Türkiye toprakları üzerinde hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde sanki birbirimizle karşıtmışız gibi, sanki ortak bir ülkenin geleceğini düşünmüyormuşuz gibi birbirimizi gözü, kulağı ve yüreği kapalı olarak dinliyoruz.

Muhalefet, bu Anayasa değişikliğine karşı çıkıyor. Neden karşı çıkıyor? Ben şunu çok arzu ederdim: Şimdi, biz, her şey güzel olsaydı, dışarıda bahar olsaydı, yani çocuklarımız ölmeselerdi, yani insanlarımız yazan, düşünen, düşüncelerini açıklayan, eleştiri hakkını kullanan insanlarımız cezaevine gitmeselerdi, aramızdan 12 milletvekili arkadaşımız cezaevine kapatılmış olmasaydı yani bahar olsaydı, işte, biz o zaman oturup bu 1982 Anayasası kalıntısı olan Anayasa'mızı oturup karşılıklı tartışarak, karşılıklı birtakım hukuksal belgeleri inceleyerek, halkın taleplerine kulak vererek, halkla beraber yeniden yazamaz mıydık sevgili arkadaşlar? Hepimiz çok da mutlu olurduk. Bu bir psikolojik mesele aynı zamanda. 82 Anayasası'ndan kurtulmak bir psikolojik rahatlık getirirdi bize. Hepimiz "Oh be..." derdik. Kısa da olmazdı. Bakın, onun da modası geçti biliyorsunuz, kısa anayasalar döneminin, uzun bir anayasa yazardık. Bütün hakları ayrıntılı bir şekilde tartışan, koruyan bir anayasa yazardık. Bu, bizim hepimizin gönlünü açardı, hepimiz bundan mutluluk duyardık.

Şimdi, bakın, size, izin verirseniz, birkaç bana gelen, "mektup" mu diyeyim, "ileti" mi diyeyim, "ileti" demek daha doğru belki, oradan bölümler okumak istiyorum. Hani arkadaşlarım dediler ya biraz önce iktidar tarafından konuşan arkadaşlarım "Biz katılımcı bir iş yapıyoruz." dediler. Ben soruyorum, katılımcılık bu Anayasa çalışmasının neresinde arkadaşlar? Hangi hukuk örgütlerine, örneğin, Türkiye Barolar Birliğini, örneğin, baroları, örneğin, akademisyenleri, kapatılmış olan YARSAV'ı, kapatılmış olan YARGI-SEN'i, onun başkanlarını, bu alandaki uzmanları, halkı, sivil toplum örgütlerinin temsilcilerini, kadın gruplarının temsilcilerini buraya çağırdık mı, sorduk mu?

"Bürokrat bir Cumhurbaşkanından kurtuluyoruz." dedi bir arkadaşım, cümleleri not ettim. Bürokrat bir Cumhurbaşkanlığı, bürokrat bir, adı neyse onun yarı başkanlık mı, Cumhurbaşkanlığı mı, yeni bir şey kuruyoruz ve diyoruz ki bu, aslında bürokrat değildir ama bürokratlar hazırlıyor. Bürokratlar oturuyorlar bir yerde yazıp çiziyorlar, biz de zaten hiçbir şeye vakti olmayan milletvekilleri olarak o yazılmış, çizilmiş şeyleri hiç okumadan ya da okuduğumuza dikkat edemeden, hatta içindeki çelişkileri ancak yayınlandığı gün görerek, yanlışları yayınlandığı gün görerek bir maddenin iptal edilmişken 21 sona o maddenin eklenmiş olduğunu bir fıkrasının o sırada görerek diyoruz ki biz siyaseten yetişmiş bir Cumhurbaşkanı sistemi kuruyoruz. Siyaseten yetişmiş bir Cumhurbaşkanımız zaten var, eski Genel Başkanı AKP'li arkadaşlarımızın, zaten var, çok deneyimli, pratik zekâsı çok yüksek. On dört yıldır da bir deneyim kazandı, belediye başkanlığından, yerel yönetimlerden geliyor, gerçekten çok deneyimli, tartışılmaz ama biraz önce arkadaşlarım ifade ettiler, o da bir ölümlü, o da bir fani. Oysa anayasalar uzun zaman doğru düzgün kullanılabilsinler diye yazılırlar, uzun zaman bütün insanların haklarını korusunlar diye yazılırlar.

Şimdi, evet, okuyacağım dedim, onları buraya davet etmediğimiz için şimdi İstanbul Kadın Kuruluşları Birliğini size aslında -bana değil- gönderdiği iletiden bir iki bölümü izninizle okuyacağım. Diyor ki: "Anayasa değişiklik teklifi genel gerekçede yazıldığı gibi bir sistem değişikliği değil, parlamenter rejimin kaldırılıp yerine Türk tipi -ünlem konulmuş- adı verilen bir rejim değişikliğine yol açacak nitelikte hükümler getirmektedir." Devam ediyor. "Demokratik, laik hukuk devletlerinin en önemli özelliği, egemenliğin kayıtsız, şartsız ulusta olması, egemenliğin kullanılmasının hiçbir surette hiçbir kişiye bırakılmamasıdır. Değişmemiş olan Anayasa'mızın değiştirilmesi ve önerilmemiş olan Anayasa'mızın 6'ncı maddesi, eksiksiz demokrasi için kuvvetler ayrılığı ve denetleme mekanizmasını tam anlamıyla işlemesi gerekir." Kuvvetler ayrılığına değiniyor, Cumhurbaşkanına geniş yetki verildiğine değiniyor ve diyor ki: "Anayasa bir toplumsal sözleşmedir ve toplumsal mutabakat olmadan değiştirilmemelidir. Bu Anayasa'ya mutabakatımız yoktur." Kadın Kuruluşları Birliğinin sözcüsü olan ve kendisi de bir hukukçu olan Nazan Moroğlu'nun sesini size, buraya yansıtıyorum ve bakınız, ne diyor arkadaşlar: "Özellikle ülkenin OHAL'le yönetildiği, terör saldırılarının arttığı, can aldığı, her geçen gün şehitler verildiği, toplumun acılarla kahrolduğu, güvenlik sorunları yaşandığı bir dönemde, ülkemizin, milletimizin, cumhuriyetimizin bekası adına Anayasa değişiklik teklifinin geri çekilmesini talep ediyoruz."

Başka bir metin daha okuyacağım, bu da yanında staj yaptığım Avukat Turgut Kazan'ın. Buradaki birçok arkadaşımızın Baro Başkanlığını yapmıştır ya da hukuki ilişkileri olmuştur, herkesin tanıdığı bir arkadaşımızdır Turgut Kazan, ustamdır. Şöyle diyor: "Ayrıca -yine ayrıntıyı okumuyorum- hükümdara, krala, padişaha karşı parlamentoculuğun çıkış ve varlık nedeni olan, bütçeyi kabul eden ve ret yetkisi veren bu sistem, esas olarak Parlamentonun içini boşaltmaktadır. Bütçeyi Cumhurbaşkanı hazırlıyor ama Parlamento reddetse bile önceki yıla ait bütçe artırılarak uygulanacağı için Cumhurbaşkanına dilediği gibi harcama imkânı veriyor." Teknik eleştiriler var, onları okumuyorum çünkü onlar burada da çok dile getirildi birçok arkadaşımız tarafından ama son paragrafı okumak isterim, tesadüf, farklı tarihlerde yazılmış.

Değerli arkadaşlar, bizi dinlemeyip konuşursanız, gerçekten, ne kulağınız ne de vicdanınız ses alabilir.

Değerli Başkanım, uyarır mısınız lütfen.

BAŞKAN - Uyarıyorum, uyarıyorum, söylüyorum ama tabii, herkes de kendisi karar verecek dinleyip dinlemeyeceğini ama gürültü yapılmamasını sükûneti sağlamak üzere uyarıyorum.

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Şimdi, son paragrafı okuyacağım dedim, biraz önce okuduğum paragrafla neredeyse örtüşen bir paragraf.

"Toplumumuzun önemli bir kesiminde demokrasi, şeffaflık, hesap sorulabilirlik ve hesap verilebilirlik açısından çok derin kaygılar yaratan bu teklifin anayasal yönteme uygun oylanabilmesi gerekir. Fakat, bugün içinde bulunduğumuz koşullarda ne Anayasa teklifinin Parlamentoda tartışılması ne oylanması ne de referanduma götürülmesi olanaksızdır çünkü OHAL bütün hakları gasbetmektedir."

Ve son bir metin, kısa süre önce aramızda milletvekili olarak bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yargıcı ve CHP Milletvekili Değerli Rıza Türmen'in bir gazeteciyle yaptığı konuşma. Diyor ki: "Bugün bağımsız yargıdan söz etmek mümkün değil, yargı tamamen yürütmenin kontrolünde. Yargı, yürütme ve yasamanın sınırlarını çizer ve diğer erklerden yararlanmaya yönelirseniz, bu, kuvvetler ayrılığı konusunda problem ortaya çıkarır." Soruyorlar: "Avrupalı hukukçular nasıl bakıyor bu yasa değişikliğine?" "Büyük bir endişe var. Biz Türkiye'ye karşı yapılmış bir komplo olarak görüyoruz bu endişeyi ve ben bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Demokratlar grubunda olmak istiyorsanız bu standartlara uygun davranmak zorundasınız. Mevcut otoriter yönetimi yasal düzenlemeye taşıyacak bir öneridir, kuvvetler birliğine yol açacaktır ve bu, diktatörlük demektir." diyor.

Değerli arkadaşlar, arkadaşlarım sıkça ifade ettiler, "Diktatörlük kavramına lütfen takılmayınız." dediler. Sayın Genel Başkanımız dedi ki: "Böyle bir Anayasa değişikliğinden sonra bu yetkiler bana verilse ben dahi diktatör olabilirim."

Şimdi, başka bir konuya geçeceğim. Bir yasa önerisi elimize geldiği zaman önce neye bakarız? Gerekçelere bakarız değil mi arkadaşlar, madde gerekçelerine bakarız, ne diyor diye. Biraz önce, ben çok can kulağıyla dinlemeye çalıştım bütün arkadaşları, bütün arkadaşlarım aynı özenle dinlediler mi bilmiyorum ama dinlediğim, daha doğrusu biraz önceki konuşmalardaki saptamalar ile buradaki saptamaları karşılaştırmak istiyorum.

Şimdi, diyor ki genel gerekçe, hepiniz okudunuz, oradan okunabilirse, ben buradan okuyamıyorum ama elimizde de var zaten, şöyle diyor: "Anayasalar, toplum tarafından devleti hukukla sınırlamak için hazırlanan metinlerdir." Evet, bu konuda bir tartışma yok. Ülkemizde anayasalar, toplum ve temsilcileri tarafından değil, vesayetçi zihniyete sahip elitler tarafından devleti sınırlamak için değil, toplumu hizaya sokmak için hazırlanmış metinler olmuştur.

Şimdi, sevgili arkadaşlar, soruyorum: Peki, ülkemizdeki anayasalar toplum ve temsilciler tarafından hazırlanmadı da şimdi bu 21 maddelik anayasayı siz topluma sordunuz mu, temsilcilere sordunuz mu? Konuşmamın başında anımsattım, dedim ki: Bu konuda bir dolu uzman insan var, bunlardan yararlandık mı, buraya davet ettik mi? Sanıyorum, bu toplantının başında değerli arkadaşım bir talepte bulundu, dedi ki: "Onlardan görüş alalım. Biz hep kendimiz anlatıyoruz ama bu konunun uzmanları var, gelsinler bize. Kim doğrudur, kim yanlıştır, gereksiz endişeler mi duyuyoruz, yoksa bunu kabul etmemiz daha mı doğru olur, bunu bize anlatsınlar, aydınlanalım." Devam ediyorum. Şimdi "Vesayetçi zihniyete sahip elitler tarafından..." Vesayetçi zihniyete sahip elitler... Biz şimdi vesayeti kime veriyoruz arkadaşlar? Bir kişiye. Cumhurbaşkanı, hepimizin üzerinde vesayet yetkisine sahip oluyor. Arkadaşlarım çok ayrıntılı anlattığı için girmiyorum. Biz parlamenterler -beni bağışlayın- sadece bir senaryonun sahneye konuluşunda oyun olarak yerleşmiş insanlar olacağız. Böyle bir parlamentodan, her şeyin Cumhurbaşkanının eline verildiği bir parlamentodan herhangi bir biçimde millet iradesini çıkarmak mümkün olmayacak.

Şimdi, şöyle diyor, devam ediyor: "Gerek 1961 gerek 1982 Anayasaları, esasen millete, millî iradeye ve seçimle oluşan iktidara güvensizlik üzerine bina edilmişti." Peki, şimdi iktidarda siz varsınız arkadaşlar. İktidara bir güvensizliğiniz var mı, bilmiyorum. Olması lazım aslında çünkü -beni bağışlayın- özellikle 5 Hazirandan bu yana Türkiye'nin âdeta bir yanardağa dönmüş olmasında, bizim hiçbirimizin can güvenliğinin olmamasında -bizim derken parlamenterleri kastetmiyorum, bütün halkı kastediyorum- bütün ölümlerde iktidar bir sorumluluk hissetmiyor mu? iktidar bu konuda, kendisiyle yüzleşme konusunda ne yapıyor? Yeni bir Anayasa yapmaya çalışıyor. Türkiye'de güvenlik sağlandı, can güvenliği sağlandı, özgürlükler geldi, herkes özgür, istediği gibi düşünüyor, yazıyor, çiziyor. Tabii, bunların da başına geçecek bir yeni kişi, daha doğrusu yeni kişi değil de genişletilmiş yetkileri olan bir kişiyi görevlendirmeye çalışıyor. Devam ediyorum: "Vesayet sistemiyle millet iradesine ve iktidara ortak olmak isteyen çevreler seçimle oluşan iktidarı bölmek ve zayıflatmak düşüncesiyle hareket ettiler." Değerli arkadaşlar, iktidar, Parlamento, Hükûmet; Cumhurbaşkanı bunun arasında nerede yer alıyor? İktidar kim? İktidar, Hükûmet mi yani Parlamento içinden çıkmış olan yöneticiler mi, yoksa halkın seçtiğini ifade ettiğimiz tek yönetici mi oluyor? Devam ediyorum: "Daima kendini iktidarın asıl sahibi olarak gördüler geçmişte." diyor ve devam ediyor "Bürokrat kökenli bir kişi olarak tasarlanan Cumhurbaşkanının -1961'e atıf yapıyor- konumu ve yetkileriyle ilgili bir gelişme dikkat çekicidir. Önce sembolik yetkilere sahip olan Cumhurbaşkanının 1982 Anayasası'nda yetkileri çok önemli derecede artmıştır."

Şimdi, 1982 Anayasası'nda Cumhurbaşkanının yetkileri artmış da bu 2016 değişikliğinde yapılmak istenen ne arkadaşlar? Çok affedersiniz; bu, ne perhiz, bu, ne lahana turşusu diye bir halk deyimi var. Bu, nasıl bir gerekçe? Neyi koruyor? Ne söylüyor ve ne yapıyoruz? İçindeki 21 madde ne yapıyor? Ve şimdi merak ediyorum; bu Anayasa değişikliği -samimi bir şekilde biraz önce görüşlerini ifade eden arkadaşlarıma soruyorum- halkın talebi ise bu değişiklik düzenlemesinde halk nerede? Halkla ilgili hangi hak koruması var? Sadece yönetecek olanın yetkileri genişletilmiş oluyor ve çok mahcup bir şekilde başkanlık mı yarı başkanlık mı, bu konuda nitelemede bile arkadaşlar bir sıkıntı içindeler. Biri konuşurken diyor ki: "Evet, yarı başkanlık sistemi, yetkileri genişletilmiş Cumhurbaşkanlığı sistemi..." "Bunu niye yaptık?" dedi arkadaşlar. Şöyle bir gerekçe söylediler, dediler ki: "Biz Türkiye'de refahın artmasını istiyoruz." Ben de baktım gerçekten başkanlık sistemi ya da yarı başkanlık sistemi refahı artırıyor mu arkadaşlar?

Şimdi, bazı rakamlar var; Dünya Bankası verileri. Biliyorsunuz, bunlar son derece ciddi veriler, 2014, daha yakınını bulamadım. Yönetim sistemine göre ülkelerin ekonomik gelişmişlik düzeyi sıralama ortalamasında 1'inci sırada parlamenter sistem var. 2'nci de başkanlık, 3'üncü de yarı başkanlık var, sonlara doğru gidiyor. Ekonomik gelişmişlik düzeyleri bağlamında en iyi 50 ülkenin yönetim sistemlerine göre dağılımı şöyle: Yüzde 52 parlamenter sistem, yüzde 28 başkanlık, yüzde 8 yarı başkanlık, yüzde 12 diğer.

Devam ediyorum: "Ekonomik gelişmişlik düzeyi sıralamasına göre dünya sıralamasında ilk 10 sıralamaya giren ülkelerin 6'sı parlamenter sistemle yönetilirken ilk 10'da sadece bir ülke başkanlık sistemiyle yönetiliyor." Buraya da sıralamış; İsviçre, Singapur, Norveç, bunlar parlamenter sistem, Kanada, Japonya, Almanya, Güney Kore 9'uncu sırada başkanlık sistemiyle. Yine, devam ediyorum: "Ekonomik Gelişmişlik Endeksi'ne göre 142 ülke arasında son 10 sıralamaya giren ülkelerin 9'u başkanlık sistemiyle yönetilirken son 10 ülke içerisinde parlamenter sistemle yönetilen hiçbir ülke bulunmuyor." Okuyorum arkadaşlar: "Haiti, Suriye, Sudan, Malavi, Yemen, Afganistan, Burundi, Gine, Sierra Leone ve Liberya." Evet, hepsi başkanlık, sadece Suriye yarı başkanlık görünüyor.

Değerli arkadaşlar, yine, devam ediyorum: "Yönetim sistemine göre ülkelerin refah düzeyi -hani refahı artacak ya bu anayasal düzenlemeyle, bakıyoruz- en yüksek olan yüzde 93'le parlamenter sistem, yüzde 49'la diğer, yüzde 56 yarı başkanlık -sona doğru gidiyor yani son sıralamalarda- başkanlık da 82'nci sırada. Şimdi, bu tablo karşısında sevgili arkadaşlar, biz acaba ne yapmak istiyoruz? Gerçekten bizim elimizdeki olanaklar nedir ve bugün bizim Anayasa konusunda değişiklik yapmak gibi bir sorumluluğumuz, bir acil işimiz var mıdır? Bunun yanıtlarını da size bazı rakamlar vererek vermeye çalışacağım. Sabahleyin Sezgin arkadaşımız kimi rakamlardan söz etti.

Şimdi, devlet aslında boşalmış durumda arkadaşlar. Neden boşaldı? 15 Temmuz sonrasında getirilen OHAL ilanıyla Türkiye yeni bir sıkıyönetim yaşıyor. Bunun adı OHAL falan değil, bunun adı sıkıyönetim, yeni bir sıkıyönetim yaşıyor. Anlatacağım neden böyle? 12 Eylülle mukayeseler yaptım ama burada çok zaman almamak için 12 Eylül rakamlarını size söylememeye çalışacağım. Sevgili arkadaşlar, 71.274 kişi gözaltına alınmış, 36.951 kişi tutuklanmış, 107.813 kişi açığa alınmış, 98.417 kişi ihraç edilmiş, 12.794 kişi sadece açığa alınanlardan göreve iade edilenler. Cezaevlerinde 17 kişi intihar etmiş, bunlar genel olarak asker kökenli insanlar. Haber ajansları; 5 haber ajansı kapatılmış, 62 gazete, 16 televizyon, 19 dergi, 29 yayınevi, 24 radyo. 1.325 dernek kapatılmış ve biz hangi dernekleri kapattık biliyor musunuz? Biliyorsunuz tabii, hepimizin basından haberi var ama çocuk derneklerini kapattık; çocuk derneklerini, çocuk haklarını savunan dernekleri. Biz Çağdaş Hukukçular Derneğini kapattık, YARGI-SEN'i kapattık, YARSAV'ı kapattık.

NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) - Biz kapatmadık Hocam, onlar kapattı.

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Biz kapatıyoruz sonuçta. Hepimizin sorumluluk, biz de engel olamayarak sorumlu olduk. Belki haklısınız ama biz de engel olamayarak sorumlu olduk.

Devam ediyorum arkadaşlar: 4.100 subay, 60.532 öğretmen, 3.839... Şimdi o, 3.840 oldu, İbrahim Kaboğlu'nu bugün görevden aldılar, görevine son verdiler. İbrahim Kaboğlu'nu size hatırlatıyorum. Sizin İnsan Haklarından Sorumlu ilk Bakanınız Ertuğrul Yalçınbayır döneminde İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanlığına kamu görevlileri ile sivil toplumun yasaya göre ortak seçtiği, hepimizin ona güvendiği bir başkandı. Ben de onun başkan yardımcısıydım, ben de öyle bir güveni almıştım kamu kesiminden ve sivil toplumdan.

Şimdi, arkadaşlar, kürsülerinden öğretmenleri almaya başladığınız zaman orada toplumun çürümesi başlar. Biz bu sözü, "kürsülerinden alınan öğretmenler" ağıtlarını 12 Martlarda ve 12 Eylüllerde çok söyledik. Belki aranızda da var bu acılardan geçen arkadaşlarımız. Bakınız, ne kadar felaket bir durum: En fazla görevden alınan sayısı yani 60.532'yle öğretmenler. Demek ki uçakları onlar uçuruyorlardı 15 Temmuz gecesi ve bombaları onlar yağdırıyorlardı. Gerçekten bazen öğretmenler bir bomba gücünde olabilirler. Çocukları eğer insan haklarına saygılı, dayalı bir hukuk anlayışı içinde, insan hakları bilinciyle yetiştirirlerse onlar gerçekten çok tehlikeli olabilirler! Tabii, kimin için? İnsan haklarına düşman olanlar için bu sevgili arkadaşlar.

Şimdi, biz boşaltmışız bütün alanları ve ayırmamışız suçlu mu, suçsuz mu? Hani o hukuk orada duruyor ya, bize soruşturma yapma, kesin hüküm olmadıkça görevlerinden almama emirleri veren hukuk, o hukuku yok saymışız. Hâkim, savcımız 3.640, 691 şirketi kapatmışız, 146 gazetecinin tutuklu olduğunu da artık herkes biliyor.

Şimdi, dikkatinizi çekmek istediğim başka rakamlar var. Bu rakamlar hem resmî kaynaklardan hem de serbest kaynaklardan alınmış, günübirlik büromuzca izlenmekte olan rakamlar arkadaşlar. Bakın, Emniyet Genel Müdürlüğünden 21.464 kişi alınmış, ihraç edilmiş yani, Adalet Bakanlığından 3.077 kişi, Genelkurmay Başkanlığından 7.355 kişi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu çalışanları dâhil, 3.471 kişi, Jandarmadan 1.922, Millî Eğitimden 30.470 ve Sağlık Bakanlığından 5.544, hepsini okumuyorum. Şu bakanlıklar yani Millî Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Jandarma, asker, Kara Kuvvetleri, yükseköğretim kurumları, bunlar devletin özünü oluşturuyorlar zaten. Bunlar suçluysa biz neredeydik arkadaşlar, bunlar suçlu değilse biz ne hakla bunu yapıyoruz, hangi yetkilerle yapıyoruz?

Peki, devlet bu kadar boşalmışken, devletin hukuka uygun yöntemlerle yeniden yapılandırılması mücadelesi vereceğimize, insanlara adalet duygusunu vermeye çalışacağımıza, adaleti sağlayacağımıza biz otuyoruz, neyle uğraşıyoruz? Anayasa'da nasıl bir başkanlık sistemi kuralım, daha çok başka nasıl olsun diye. Daha çok başkanlığın sonu her zaman çok tehlikelidir arkadaşlar. Bu şu demektir: Eğer bir yetki tek bir insanın elinde bulunursa bütün yetkilerine, demokratik diyebildiğiniz, böyle gibi görünen bir sistemde bir tek insanın eline verirseniz toplumun gözü, kulağı olmasını engellersiniz, toplumun ihtiyaçlarını göremezsiniz, toplumun dertlerini dinleyemezsiniz. İşte, bizim burada bulunma sebebimiz bu, Parlamentoda bulunma sebebimiz bu, halk bizi bunun için seçti, "Gidin, haklarımızı savunun, susmayın. Mesaj dinlemeyin, onun yerine mesaj verin, görüşler söyleyin. Yasaları bizim için yapın, özgürlük alanını genişletin." diye.

Peki, diyorsunuz ki: "Biz halka gideceğiz buradan ne çıkarsa çıksın." Sonucu da çoğunluk olduğunuz için tahmin edebiliyorsunuz. Tabii, belli de olmaz ama diyorsunuz ki: "Biz burada 330, 367... Muhakkak halka gideceğiz. Hukukçu arkadaşlarız çoğumuz, doktorlar da var, bilirler. "Aydınlatılmış onam" diye bir şey vardır. Bilirsiniz, değil mi arkadaşlar? Şimdi, aydınlatılmış onamla oy kullanacak halk olabilecek mi? Olamayacak. Neden olamayacak? Yani bilerek... "Ne oluyor? Bana ne geliyor? Bu Anayasa ne diyor?" Çünkü bunu biz anlatamayacağız, siz de anlatmayacaksınız. Neden? Çünkü TRT sizin adınıza zaten bu işi yapıyor, bazı kanallar da yapıyorlar. Bir de burada bile anlatmadınız, 3 ya da 5 arkadaş konuştu. Bizi ikna etmek gibi bir çabanız bile yok çünkü diyorsunuz ki: "Nasılsa biz buradan olumlu sonuç alacağız."

Arkadaşlar, bu referandum referandum olmaz ancak aydınlatılmış bir onamla bir referandum gerçekleşebilir. Toplantı yapamayacağız, gösteri yapamayacağız, biz düşüncelerimizi televizyonlarda anlatamayacağız. Her şey yasak, Türkiye koca bir yasaklar ülkesi hâline geldi. Kahramanmaraş katliamını anmayı bile yasakladınız arkadaşlar, bir katliamı anmayı bile yasakladınız. Bu, ne demektir? "Yeniden katliamlar olsun." mu demektir değerli arkadaşlar? Hani bu da bir hak değil mi, yeniden ölümler olmasın diye değil midir Kahramanmaraş'ı anmak, Sivas'ı anmak, 10 Ekimi anmak? Halk nasıl aydınlanacak? Halk nereden aydınlanacak? Halka neyi nasıl anlatacağız ya da bizi susturarak, siz ne kadar kazanacaksınız bizim konuşma olanaklarımızı kısıtlayarak? Sayın Cumhurbaşkanı Genel Başkanımız TRT'ye altı yıldır hiç davet edilmediğini söylediği zaman bundan haberdar oldu, Başbakan bundan haberdar oldu. Bir ülkenin en önemli muhalefet partilerinden birisi, ana muhalefet partisi. Ana muhalefet partisi Başkanının dahi sesi halka ulaşmıyorsa, ulaştırılamıyorsa oradan çıkacak referandum sonucu millî iradenin sonucu olmayacaktır.

Sevgili arkadaşlar, millî irade sizsiniz, millî irade benim, millî irade benim çocuklarım, sizin çocuklarınız, büyüklerimiz, ailemiz, köylümüz, kentlimiz, komşumuz, millî irade biziz ama insanlar toplamı emredilenler toplamı değildir, özgür düşünebilen insanlar toplamıdır. Özgür düşünebilen ve özgür davranabilen, korkusuzca yaşayabilen bir toplumda demokrasi filiz verir. Eğer anayasalar demokratik anayasalar olacaksa o zaman biz ancak özgürlük ortamı içinde o demokratik anayasayı inşa edebiliriz. Arkadaşlar, ifade ettiler, dediler ki: "Siz bir kanun yapmış olursunuz, bir yasa yapmış olursunuz, bir hukuk belgesi yapmış olursunuz ama bu belge meşru hukuk belgesi olmaz, bunun meşruiyeti olmaz."

Sevgili arkadaşlar, şimdi bence burasını tatil edelim, bu Anayasa önerisini geri çekelim. Gidelim şu anda sayıları 38 olmuş çocukların ailelerini ziyarete. Onların acılarına, onların kalplerine ellerimizi uzatalım. Onların yüzüne bakalım, suçluluğumuzu da söyleyelim, kendi sorumluluğumuzu da söyleyelim. Eğer hep birlikte bu olan bitenle yüzleşmezsek, hep birlikte Parlamentonun hepimiz için bir cezaevi tehdidi hâline geldiğini biz de kamuoyuyla paylaşmazsak oradan özgürlükleri yaratmak mümkün olmayacak.

Çok şey söylemek istiyorum ama söylemek istediklerimin bir kısmını sizleri incitir diye söylemekten kaçınıyorum ama her gün evimden çıktığım zaman, oğlumu öptüğüm zaman, burada bir arkadaşımın elini sıktığım zaman, kapıdaki bir polis arkadaşla vedalaşırken ya da hangi partiden olursa olsun, bir milletvekili arkadaşımla gülümseyerek selamlaşırken biraz sonra o insanı görmeyeceğimi düşünüyorum. Ben bir milletvekili olarak bunu düşünüyorum çünkü ben milleti düşünüyorum arkadaşlar, millet de böyle düşünüyor. Selam verdiğiniz her insan "Ne olacak?" diyor. Başkanlık sistemi yapacağız ve kurtulacağız, öyle mi arkadaşlar? Başkanlık sistemi tek kurtuluş aracı mı? Bugüne kadar zaten fiilî başkanlık yok muydu? Bunu şimdi yasal bir yapıya dönüştürerek ne yapmak istiyorsunuz? Geleceği de mi karartmak istiyorsunuz arkadaşla? Ben yeniden hepimizin kendi vicdanlarımıza, kendi eşimize... Hepinize öneririm erkek arkadaşlar, kendi eşlerinize anlatın başkanlık sisteminin Türkiye'deki sorunları nasıl çözeceğini, onlar size yanıt versinler ya da hangi sorunun bugün en önemli sorun olduğunu onlara sorun arkadaşlar.

Benim annem, hep beni kucaklamak isterdi. Üç yıl geldi, gitti, cezaevi kapısından birbirimize ellerimizle dokunamadık, büyük acıydı. Ben tekrar 1980'de gözaltına alındım bir avukat olarak, tutuklandım. Çocuğumu emziriyordum arkadaşlar, sütüm kesildi. Çocuklarıma dokunamadım. Şimdi, cezaevlerine götürdüğünüz insanların ailelerinin çektiği acıları bir düşünün, bir de toprağın altına gönderdiğimiz, o dış politikamızın Orta Doğu bataklığına gömdüğü yöntemlerle şehit hâline getirdiğimiz çocuklarımızı, güneydoğuda büyütmek yerine ölüme terk edilen çocukları, hepsini düşünün ve bu Başkanlık bunların ne kadarını çözecek, orada, ellerinizi Parlamentoda oylarınız için kaldırın arkadaşlar. Bence yapılması gereken şey, dün akşam, bütün tartışmalardan önce el birliğiyle, akıl birliğiyle, yürek birliğiyle "Bu Anayasa önerisini geri çekiyoruz çünkü Anayasa'nın temel ilkelerine aykırıdır." demekti.

Başlangıç ilkelerine atıf yapar 2'nci madde sevgili arkadaşlar. Okuyun orayı, başlangıç ilkelerini bir kez daha okuyun. Bildiğinize eminim ama bir daha okuyun; gören gözünüzle, duyan kulağınızla okuyun. Ne diyor, iktidarla ilgili ne söylüyor, yönetimlerle ilgili ne söylüyor? Başlangıç ilkelerine sahip olma meselesini neden yüceltiyoruz, orada söylenen ne? Sadece demokratik, laik hukuk devleti, sosyal bir hukuk devleti değil korunan. Korunan, aslında güçler ayrılığı sevgili arkadaşlar. Bu, olmazsa demokrasi olmaz.

Teşekkür ederim sevgili arkadaşlar.

Umarım hepimiz için, hepimizin söyledikleri yol gösterici olur ve ona göre, halk yararına, halk çıkarına, halk için bir Anayasa yapma konusunda daha güzel günlerde, ülkemizde ölümlerin bittiği, acıların bittiği günlerde hep beraber oturur ve bu anayasayı, insan haklarına dayalı meşru bir anayasayı hep beraber yazarız.

Teşekkür ederim.