| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 28 .12.2016 |
KEMAL ZEYBEK (Samsun) - Sayın Başkanım, saat üç buçuk. Gecenin bu üç buçuğunda burada bulunmamız yeni anayasanın oluşturulmasına şekil vermemiz açısından çok önemli. Tabii, diğer arkadaşlarımın konuştuğu gibi belki ben de aynı şeylere parmak basacağım. Çünkü geleceğimiz açısından, çocuklarımız, torunlarımız, gelecek tarih açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Anayasa değişikliği Türkiye Cumhuriyeti'nin laik, demokratik, sosyal hukuk devleti yapısı açısından çok önemli. Her yetki elinde ama sorumsuz, hesap vermeyen bir cumhurbaşkanının yetkisini oluşturmaya çalışıyoruz. Başbakanlık, Bakanlar Kurulu kalkıyor, yürütme yetkisi doğrudan, tamamen cumhurbaşkanına veriliyor. Cumhurbaşkanı istediği bakanı atayacak, istediğini anında azledecek, hükûmetin üyeleri başbakana bağlı olacak, bakanlar sadece cumhurbaşkanına hesap verecek, cumhurbaşkanı Meclise hesap vermeyecek, Meclisin ve kurumların hesap sorma hakkı olmayacak. Bakanların ve hükûmetin Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlılığı kalkıyor. Cumhurbaşkanı kararnameler düzenleyecek, bakanları, devlet daire, kurum ve kuruluşları kaldıracak, görevlilerini belirleyecek, devlet yetkilerinin tamamını kullanacak, atamalar yaparak hatta tek başına tüm çalışanların, bürokratların disiplin işlerini düzenleyebilecek ama kendisi hiç hesap vermeyecek. Cumhurbaşkanının atadığı bakan, bürokrat, emrindeki her kişi yolsuzluk, hırsızlık, görevde suiistimal yapsa dahi sadece cumhurbaşkanına hesap verebilecek, hukuk yok edilecek. 17-25 Aralık gibi suçüstü yapılacak tüm yolsuzlukları cumhurbaşkanı kapatabilecek. Cumhurbaşkanı partili olacak, parti başkanlığı yapacak, bunun adı da "tarafsız cumhurbaşkanı" olacak. Partisinin milletvekillerini, Hâkimler Yüksek Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesini, Danıştay üyelerini, Yargıtay Başsavcısını ve Başsavcı Vekilini atayacak. Millî Güvenlik Kuruluna Başkanlık yapacak, bürokratların tamamını tek başına atayacak ve de devletin, milletin birliğini temsil edecek, bunun adı da "Cumhurbaşkanlığı" değil "diktatörlüktür." Bu yetkileri ve partili olmasıyla tarafsızlık üzerine yemin edecek, hele hele de şu anki bu Cumhurbaşkanımızın yaptığı gibi. Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisini istediği zaman hiçbir gerekçe göstermeden fesih etme yetkisine sahip olacak. Meclis ancak beşte 3 çoğunlukla, 360 oyla cumhurbaşkanının görevine son verebilecek. 1924 yılında Meclisin Atatürk'e, cephede Başkomutanlık yapmış, Kurtuluş Savaşı'nın önderine dahi verilmeyen fesih yetkisini cumhurbaşkanına verecek. Cumhurbaşkanı kararname çıkaracak, yasama yetkisi kullanacak, Meclisi işlevsiz hâle getirip ülkeyi cumhurbaşkanı kararnameleriyle yönetebilecek. Yargıda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 6 üyesini doğrudan seçecek, 6'sını da kendisinin atadığı milletvekillerinin de olduğu Meclis aracılığıyla yapacak. Herhâlde son gelişmeler nedeniyle bir tanesinin daha oluşmasını Meclisin aracılığıyla yapacak.
Cumhuriyet Halk Partisi cumhuriyeti kuran partidir. Kurduğu cumhuriyete karşı sorumluluğu vardır. İktidarınızın zamanında insanlarımız adına şeytanın dahi aklına gelmeyeceği her türlü kanun hükmünde kararnamelerle halkın özgürlüğünü kısıtladınız. Tek adam diktatörlüğüyle din esaslarına bağlı bir rejim kurmak istiyorsunuz ve bunu dar kadrolarınızla kendi içinizde paylaştığınız çoğu AKP'li milletvekilinden ve kendinize sadakatle oy veren seçmenden dahi saklıyorsunuz.
Anayasa değişikliğiyle ileriki aşamada rejimi değiştirmenin, halktan saklamanın çok kötü bir hadise olduğunu hepimiz biliyoruz. Şu gerçeği saklamayın: Bir kişi üzerinden millette algı oluşturarak, laik, demokratik cumhuriyeti, rejimi değiştirerek, hani Suriye'deki ikide bir konuştuğunuz Esad rejiminden daha kötü, monarşik, İslamiyet'in ideolojik olarak kullanıldığı bir rejim kurmanın peşindesiniz. Bu anayasanın geçmesine neden olursanız azda olsa var olan demokrasiyi yok edersiniz, cumhuriyetin laiklik ilkesini yozlaştırırsınız, tamamen yok edersiniz. Hiçbir vatandaşın can, mal, hukuk güvenliği kalmaz, her kurum, kuruluş tek bir kişinin, diktatörün vicdanına terk edilir. Devlet yönetiminde hukuku belli bir şekilde yok ettiniz. Anayasa değişikliğiyle bu ülkede zorbalığı tamamen hâkim kıldınız. Mecliste muhalefetin yok olduğu parmakçı milletvekillerinin yerine, parmağı da kesilmiş vekiller oluşturuyorsunuz.
Şimdi, tarihte darbeler oldu. 27 Mayıs darbesi, 12 Mart darbesi, 12 Eylül darbesi, 28 Şubat darbesi, 27 Nisan darbesi gibi darbeler oluşturuldu. Bu darbelerin hepsi Türkiye'de hükûmetleri yıkmak için yapılan darbelerdi. Ne yazıktır ki ülkemizde 15 Temmuz darbesi de oldu. Bu darbe Hükûmeti yıkmak için değil, laik, demokratik cumhuriyeti yok etmek, Atatürk ilkelerini ülkemizden silmek için yapılmıştır.
Şimdi, 27 Mayıs bir şekliyle ülkemizdeki olumsuzlukların sonrasında darbenin kan akıtması, darbelere kan akması, insanlarımızın diktatörlük anlamında faşist bir cuntayla yönetilmesi doğru değildir. Ama 27 Mayıs darbesi... 1961 Anayasası demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların ve odaların demokratikleşmesi ve onların gerçekten örgütlenmesi açısından çok önemli bir yol açmıştır. 12 Mart darbesi bu ülkede devrimcileri, demokratları yok etmek için yapılmıştır. Keza 12 Eylül öyle olmuştur ama 12 Eylül darbesiyle bu ülkede Atatürk'ü, Atatürk ve düşüncelerini kullanan faşist Kenan Evren, bu ülkede devletin içerisindeki şeriatçı, dinci kesimleri, o düşünceden insanları devrimcilere karşı, demokratlara karşı yerleştirmiştir. 12 Eylül 1980 darbesiyle bizi bugünlere getiren 15 Temmuz darbesini yapmaya yeğlenmiştir. 28 Şubat darbesinde Hükûmet yıkılmak istenmiştir ama o Hükûmet yıkıldıktan sonra ülkede demokrasimiz sekteye uğratılmış, ne yazıktır ki hâkimlerimiz, savcılarımız rahat görevlerini yapabilir durumda olmuştur. 12 Eylül darbesinde Amasya Tugay Komutanlığında tuğgeneral -ismini açıklamak istemiyorum- "Biz bu adamları kolay mı toplayıp içeri doldurduk? Ne bu tahliyeler?" diyerek rahatsızlığını belirtmiştir. Ama o günün gururlu, hukuka saygılı hâkimi Hâkim Arif Hikmet Korkmaz bir sanığın ifadelerini bahane ederek "Ben Hükûmet adamıyım. Delile bakarım, delil yoksa ceza da yok. Delilsiz kimseyi içeride tutmam. Delil varsa kimse onu elimden kurtaramaz." diye haykırmıştır. Şu anda gelmiş olduğumuz 2016 yılındaki 15 Temmuz darbesinde bir tane hâkimin çıkıp böyle konuşma hakkı var mıdır? Konuşsa başına ne hâller gelir?
BAŞKAN - Sayın Zeybek, toparlar mısınız.
KEMAL ZEYBEK (Samsun) - Tabii efendim.
Hukuka bağlılığıyla sık sık "Bu geminin kaptanı benim." diyen hâkim "Kimseye işimi bırakmam." diyebiliyordu. Şu anda bir hâkim kalksa, "Ben işime kimseyi karıştırmam." dese sizler yani AKP bu tür hareket eden hâkimlere yapmadığınız kalır mı?
Tabii, 28 Şubat darbesinde, bu darbe kalkışmasında aradan yıllar geçmesine rağmen bir hâkimin yani aynı hâkimin bir hikâyesini anlatacağım size. Hâkim Arif Hikmet Korkmaz Eskişehir Ağır Ceza Reisidir. Sincan'da tanklar yürümüş, 28 Şubat postmodern darbesi yapılmıştır. Refahyol Hükûmeti iktidardadır. Adalet Bakanı Şevket Kazan'dır. 28 Şubat tanığı mantığı çerçevesinde tutuklamalar yapılmıştır. Bu dönemde kamuoyunca uzun saçları, sakallı ve asalarıyla tanınan Aczmendiler tutuklanmış, Eskişehir Özel Tip Cezaevine konulmuştur. Yargılamalar da Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde yapılmaktadır. Mahkeme Başkanı Arif Hikmet Korkmaz. Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan sanıkları cezaevinde ziyaret eder. Bu ziyaretin de anlamı büyüktür. Hükûmetin ve bakanların sanıkların arkasında olduğunu göstermektedir, mahkemeye bir anlamda uyarıdır. Adalet Bakanının sanıkları ziyaret etmesiyle sanıkların mahkemeye karşı pervasız ve saygısız tavırları daha da artmıştır.
BAŞKAN - Sayın Zeybek, toparlar mısınız lütfen.
KEMAL ZEYBEK (Samsun) - Tabii efendim.
Uzun saçlı ve sakallı olan sanıkların saç ve sakallarını Adalet Bakanı Şevket Kazan'a rağmen kestiler. Arif Hikmet, Bakanlığın baskılarına boğun eğmez, "Üstüme gelmeyin, adliyenin önünde cüppemi yakarım." der. Bu durum karşısında Bakanlık Arif Hikmet'i dosyadan ve Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığından atarak Ankara'ya tayin eder. Tayini çıkartılan Arif Hikmet dediğini yapar. Adliyenin önünce cüppesini yakmaz ama sanki yirmi yıl öncesinden bugünleri görür gibi "Siyaset mahkeme salonuna girerse adalet kaçar." diye bir pankart asar. Bu pankartın altına da büyük harflerle isminin baş harflerini "A.H.K" diye yazar.
Bu çalışma yaşanan bir süreç sonrası kuşaklara bırakmanın yanı sıra hukukun geldiği noktada bugünün hukukçularını... Bakın, bu ülkede Arif Hikmet Korkmaz gibi hukukçular var mı?
Ben diyorum ki: 15 Temmuz darbesiyle bu darbenin yapılmasında ve ona eşlik edilmesinde bugünkü siyasal iktidarın 20 Temmuz 2016 tarihinden sonra olağanüstü hâl yasalarıyla beraber bu ülkede diktatörlüğü ve diktatörlükle beraber şu andaki mevcut anayasa değişikliğiyle diktatörlüğün pekiştirilmesi yapılmaktadır.
BAŞKAN - Sayın Zeybek, lütfen toparlayın.
KEMAL ZEYBEK (Samsun) - Onun içindir ki biz dünyada barış diyoruz. Ülkemizde barış diyoruz. Yakın tarihte Suriye ve 2002 yılından 2011 yılına kadar Suriye halkıyla, kardeş Esad'la kardeşliğimizin yeniden pekiştirilmesi ve 2011 Martından sonra da dünyanın bekçisi, o bekçinin de yanında bize eşlik eden Esad'ın adının Esed yapılarak Orta Doğu'da Esad'la beraber IŞİD'in, El Nusra'nın, daha sonra da Özgür Suriye Ordusu diyerek o bölgedeki terör örgütleriyle iş birliğine girmenin bu ülke için bir faydası yoktur. Ne yazıktır ki aralık ayının sonu itibarıyla son günlerde Rusya, İran'la beraber Türkiye'nin iş birliği Suriye'deki Esed'i Esad yaptık. Yeniden barış sağlayacağımızı umuyor ve bundan sonra da, biz, düşman yaratma değil, dost yaratmanın peşinde olmamız dileklerimizle saygılarımı arz ediyorum.