KOMİSYON KONUŞMASI

ŞAFAK PAVEY (İstanbul) - Sayın Başkan ve Anayasa Komisyonu üyeleri; arada genel değerlendirmemi yapmam için bana da sıra verildiği için çok teşekkür ediyorum sizlere.

Usulün konuşulduğu bu bölümde ben de bir gözlemimi not etmek istedim. Anayasalar bana sorarsanız, bu konuda da prensipte buluşabileceğimizi düşünüyorum, toplumlara tehdit olarak sunulmaz ve sunulamaz. O yüzden, beni oldukça şaşırtan bu anayasa taslağının hem topluma hem de toplumun temsilcilerine, milletvekillerine tehdit olarak sunulması. Yani eğer toplumun yarısından fazlası bu anayasa taslağını kendilerine tehdit olarak görüyorlarsa değerli arkadaşımız Ankara milletvekilimiz Murat Emir'in de söylediği gibi, bu süreç sağlıklı bir süreç olamaz zaten.

Anayasalar toplumun temel ilkeler etrafında uzlaşmasını sağlayan ana kuralları belirler. Eğer bu en temel prensipte aynı fikirdeysek hepimiz o zaman anayasalar uzlaşmaya ihaneti değil, uzlaşmaya güveni tazelemelidir. Demek ki ve maalesef tartışma aşamasında bile uzlaşma kültürünün minimum kurallarına uyulmayan bu süreç, bu Komisyon çalışmalarında gördüğümüz bu süreç, maalesef anayasa yapımı için uygun bir süreç bile değildir. Hâlbuki bizim gibi yaşama dinamiğini, yaşama sevincini bile kaybetmiş toplumlarda anayasaların huzuru kurallara bağlaması beklenir. Huzuru kurallara bağlamak acele ettirilmiş, telaşla bir sivil darbeymişçesine yapılan bir Komisyon çalışmasıyla olmaz diye düşünüyorum.

Anayasalar hüküm sürenin egemenlik haklarını hangi koşullar altında kullanabileceğinin temel kanunudur. Eğer bu prensipte de uzlaşıyorsak demek ki bu süreç buna da uygun değil.

Anayasalar yasanın en yüksek makama boyun eğmesini değil, en yüksek makamın yasaya boyun eğmesidir. Eğer biz yasa yapıcılarsak burada demek ki en yüksek makamdan gelen emirlerle değil, buradaki tartışma süreciyle birbirimizle uzlaşacağız ve toplumun temsil ettiğimiz kesimlerinin seslerini duyuracak bir süreçle ancak uzlaşmayı sağlayabiliriz. O vakit sormak isterim: Önümüzdeki taslak sizce hangisini düzenliyor? Yani en yüksek makama boyun eğmeyi mi, en yüksek makamın yasaya boyun eğmesini mi? Dünyada iki tür yönetici vardır; bazıları insanı ideolojilerden daha değerli görür, bazıları da ideolojilerin insandan daha değerli olduğunu düşünür. Tekrar sormak istiyorum burada: Önümüzdeki taslak sizce hangisini kabul ediyor?

Dünyanın bütün anayasalarına ve evrensel hukuka ilham veren Magna Carta yani Büyük Özgürlükler Sözleşmesi 1215 yılında kabul edilmiştir. Bu tartışmalar sürecinde Değerli Grup Başkan Vekilimiz Levent Gök de Magna Carta'ya referanslar verdi. Ana teması hükümdarlığı elinde tutanı denetleme gücüdür. Denetim üstünlüğü o kadar güçlüdür ki ait olduğu ülkede hâlâ yazılı bir anayasaya bile ihtiyaç duyulmamaktadır. Denetim üstünlüğü o kadar güçlüdür ki hukukla bağları yüksek olan bir toplum yaratılmıştır ve yazılı anayasası yoktur. Ama, diğer taraftan, hukukla bağları olağanüstü zayıf kültürlerde ise anayasaların yazılmış olması bile bağlayıcı olmayabilir. Mesela yaşam hakkı bizim Anayasa'mızda var ancak hiçbir şekilde saygı duyulmuyor. Görüldüğü üzere şu anda sekiz yüz yıl önce yazılan bu sözleşmenin bile gerisine düşmek üzereyiz. Yüzlerce yıllık demokrasi kültürünü ayakta tutan sağlam ahlak ve hukuk kuralları mevcutsa anayasalara sadece başvuru referansı olarak başvurulabilir ama bizim gibi ülkelerde sona erdirilmiş hukuk, yalpalayan güvenlik ve toplum adına denetleme hakkı kültür içinde özümsenmediyse anayasa, hükmedileni hükmedene karşı koruyan, savunan en korunaklı alandır. O yüzden çok daha fazla özen gösterilmesi, o yüzden bu sürecin sağlıklı işletilmesi gerekiyor. Sistemin mantığı iktidarın tek elde ya da tek merkezde yoğunlaşmasına karşıdır. Hele hele bizim kültürümüzde olduğu gibi zirvedeki güce tapınmak kültürün ana temasıysa çok çok daha özenli olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Gelelim güvenlik meselelerine. Dört yüz seksen beş gün önce bir askerimiz, Sefter Taş, barbar IŞİD tarafından kaçırıldı ve ailesinin açıklamasıyla henüz öğreniyoruz ki bu canavarlar tarafından yakılarak öldürülmüş olma ihtimali çok yüksek. Belki durum daha vahimdir ama Hükûmet bilmemizi istemiyor. İstemediği konularda ağzını mühürlediği için gerisini biz de bilemiyoruz.

Yine, Rus haber ajanslarından öğreniyoruz ki özel kuvvetler üyesi astsubayımız Kıvanç Kaşıkçı ile askerimiz Muhammed Duran Keskin de bu canavarlar tarafından başlarına kurşun sıkılarak öldürülüyorlar ama gene Hükûmetin ağzı mühürlendiği için hiçbir şekilde bilgi alamıyoruz.

Gördüğünüz üzere, Hükûmetin denetleme hakkına zerre saygısı olmadığı için, biz kendi askerlerimizin başına gelenleri ya acısından kahrolmuş babaların feryatlarından ya da küresel ajanslardan öğreniyoruz. Askerlerimize yönelik bu korkunç infazların gizlenmesi bile, asıl aciliyetin bu çalışma değil, yok edilmiş denetleme hakkını yeniden kurmak olduğunu size hatırlatmak isterim. Bu çok hayati bir meseledir, hepimiz için. Sadece hukuk olarak değil; vicdanlı, ahlaklı ve insan hasleti taşıyan yöneticiler olma zorunluluğunu da getirir.

Tam da bu nedenle, anayasalar bizi kıyısında durduğumuz felaketten korumak üzere düzenlenmelidir diye düşünüyorum. Bize toplumumuzun kaybettiği huzur ve görkemi yeniden yaratacak can suyunu vermelidir. Ama usul, hâl böyleyken bu süreçten ne çıkar, çok emin değilim. Hükmeden kuvvet ile hükmeden kuvvetin üstündeki hukuk birbirini dengelemeli. Yasama, yürütme ayrılığı, ülkenin can simidi olmalıdır. Ne yazık ki önümüze koyulan ve tarihin görmediği kara propagandayla niyeti belli olmayan gizemli ikna yollarıyla dayatılan bu metinde, hakikaten niyetin içtenliğini, niyetin toplumsal huzur içeriğini göremiyoruz ama ülkenin selametini değil, üstünde yapılan bütün kozmetik çalışmaya rağmen, bir partinin mutlak hükümdarlık tasarısının yoğun ipuçlarını görebiliyoruz.

Sormak isterim: 20 Aralık 2016'da, Rusya ve İran'la Suriye üzerine imzaladığınız demokratik ve seküler devlet olma hakkını başka toplumlara layık görüp Türk toplumundan neden esirgiyorsunuz? Türkiye Anayasası'nı demokratik ve seküler olmaya layık bulmuyor musunuz diye bir kere daha sormak isterim. Daha yeni bitirdiğimiz bütçe konuşmasında tekrar ettiğim üzere bir kere daha hatırlatmak isterim ki geçmişin hatalarını geçmişe gömüp, geçmişin hazinesini yüzyılın kazanımları diye taçlandırıp geleceğe taşımak bir ülkenin huzurunun tek yoludur. Bunu bir kere daha sizlere hatırlatmak isterim.

Eğer bu tasarı geçerse tarih sizleri halkını selametli rotadan ayırmışlar olarak hatırlayacak ama o zaman çok geç olacak. Oysa 21'inci yüzyılda, modern devletler, vatandaşlarına güven ve refahla birlikte ortak mutluluk sağlayanlardır. Bunun da muhakkak ve muhakkak bir uzlaşma çerçevesinde, uzun bir süreçle olması gerekir.

Teşekkür ederim.