KOMİSYON KONUŞMASI

İSMAİL AYDIN (Bursa) - Sayın Başkan, kıymetli arkadaşlar; hepinize teşekkür ediyorum, hayırlı akşamlar diliyorum.

Görüşmelerimizin 7'nci gününde bir Komisyon üyesi olarak ilk kez söz aldım ama söz aldığım için de hepinize teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, yaklaşık olarak yedi günden beri görüştüğümüz bu Anayasa teklifi, Anayasa değişikliği çok tartışıldı. İşin esasında bu salonda neredeyse söylenecek bir söz de kalmadı...

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Var, var daha.

İSMAİL AYDIN (Bursa) - ...çünkü iş artık tekrara başladı, herkes, söz alan konuşmacılar aynı şeyleri tekraren tekrar ediyor. Ama ben şunu da ifade etmek istiyorum: Bütün görüşünü belirten arkadaşlarıma ben saygı duyuyorum. Gerçekten kendi adıma bilgilendiğim, zevk aldığım konuşmalar oldu. Özellikle Sayın Tezcan'ın, Sayın Akçay'ın ve Sayın Şentop'un konuşmalarından gerçekten önemli derecede bilgi aldım, keyif aldım. Konuşmanın içeriğine katılmasam da keyifle dinledim ve keyiflendim diyebilirim. Ama bunun yanında sloganvari konuşmalar da eksik olmadı, saatlerce süren, hatta bugün Komisyonumuzda birtakım arkadaşlar gençlik yıllarına dönerek sloganlar da attılar, sloganları da duyduk. Herkesin kendi görüşüdür, saygıdeğer olduğuna ben inanıyorum. Ben de kısaca bu 21 maddelik Anayasa teklifiyle ilgili görüşlerimi belirtmek istiyorum.

Kıymetli arkadaşlar, 1876 Kanun-i Esasi'den bugüne kadar aslında iyi bir anayasa geçmişimiz var, anayasa tarihimiz var. Bunu toparlayabilirsek, eğer yoğurabilirsek, milletçe bu geçmişi kullanabilirsek önümüze, önümüzdeki yüz yıla yeni bir anayasayla, özgürlükçü bir anayasayla yol alacağımız kanısındayım ama bunu, maalesef, bir türlü beceremedik hep beraber, yapamadık yeni bir anayasayı. Bugün geldiğimiz noktada da 1980 Anayasası'nın 21 maddelik bir değişikliğini tekrar yapıyoruz. Bugüne kadar 18 sefer değiştirdiğimiz Anayasa'yı 19'uncu sefer değiştireceğiz. Belki birtakım problemlerimizi çözmüş olacağız ama problemlerimizi kökünden çözmemiş olacağız. Bunun farkında olmamız lazım her birimizin. Birtakım arkadaşlarımızın "Çok ileri, çok güzel şeyler olacak." dediği ama birtakım arkadaşlarımızın da "Çok kötü şeyler olacak, geriye gidiş var, padişahlık sistemi geri gelecek." değerlendirmeleri doğru değerlendirmeler değildir. 18 sefer değiştirdiğimiz Anayasa'yı 19'uncu sefer değiştiriyoruz, ihtiyaca binaen değiştiriyoruz ama bunun sonucunda ben öyle ümit ediyorum ki bu değişikliğin de hem cumhuriyetimiz için hem insanımız için hayırlı değişiklikler olacağı kanaatindeyim.

Özellikle, 1921 ve 1924 Anayasaları cumhuriyetin kuruluşuyla yapılan anayasalar. Bu Anayasalarla geldiğimiz noktayı aslında ben çok önemsiyorum, ta ki 1924 Anayasası 1960 ihtilaliyle ortadan kaldırılana kadar. İlk müdahale genç cumhuriyete, aslında 1960'tır. Burada birtakım arkadaşlarımız 1961 Anayasası'nın getirdiği özgürlükler ortamından bahsettiler, ondan övgüyle bahsettiler. Oysaki 1961 Anayasası bu ülkede ilk kez özgürlüklere de, genç cumhuriyete de yapılan bir ket vurmadır, geriye götürmedir çünkü vesayet sistemi ilk kez 1961 Anayasası'yla beraber başladı. Milletin kendi kaderini kendisinin belirlemesinin önüne geçildi. Hiçbir zaman iktidar olamayacak olan vesayetçiler 1961 Anayasası'nda yer aldılar; kurumlar tarafından yer aldılar, kurum olarak yer aldılar ve halkın aslında iktidara taşıdığı, bir iktidarın kullanması gereken yetkileri, erki kurumlar arasında maalesef bölüp parçaladılar. Bir iktidar partisine sadece kısacık bir alan bıraktılar. İşin esasında, bu kötülüğü 1970'lerde 1980'lerde hep beraber yaşadık. 1970'lerde, 1980'lerde dünya hızla ilerlerken dünyada bizim de 1960 yılında aynı anda yola çıktığımız uluslar ekonomik olarak, kültürel olarak bizim önümüze geçerken biz maalesef 1970'li yılları, 1980'li yılları kardeş kavgalarıyla, sen ben kavgalarıyla, iktidar kavgalarıyla geçirmek zorunda kaldık. 1980'e geldiğimizde ise yine vesayetçi sistem tekrar gündeme geldi. Yeni bir darbe anayasasıyla karşılaştık ve bu sefer bir farklı oligarkla karşılaştık. Cumhurbaşkanının yetkilerini aşırı derecede artırdık. Çünkü 1960'tan 1980'e kadar Cumhurbaşkanlarının tamamı bürokrasiden gelen asker, emekli asker ya da faal askerlerdi. 1980 ihtilalini yapanlar aynı sistemin tekrar devam edeceği kanaatiyle Cumhurbaşkanlığı sistemini çok güçlendirdiler. Ama geldiğimiz noktada -rahmetle anıyorum- Rahmetli Özal, bütün engellemelere rağmen, Cumhurbaşkanlığına aday oldu ve Cumhurbaşkanlığını kazandı. Sistem bunu öngörmüyordu, bir sivil Cumhurbaşkanını öngörmeden yapılmıştı ve rahmetli Sayın Özal da Cumhurbaşkanı olarak kendisine tanınan bütün yetkileri kullanmak isteyince aslında her şey orada başladı. "Bu yetkileri kullanabilir misin, kullanamaz mısın? Bu yetkiler sana ait değildir. Kullandırırız, kullandırmayız." tartışmaları başladı ve rahmetli Demirel döneminde aynı tartışmalar oldu, ondan sonraki bütün Cumhurbaşkanlarında aynı tartışmalar devam etti, gitti.

Ben şuraya gelmek istiyorum kıymetli arkadaşlar: Burada çok ifade edildi. "Böyle bir ihtiyaç var mıydı? Neden böyle bir anayasa? Niye önümüze geldi? Niye hemen bir günde pişirdiniz, karşımıza getirdiniz?" eleştirileri oldu burada. Oysaki 2011 seçimlerinde ben bir milletvekili adayı olarak alanda gezdiğimde -ben çok iyi hatırlıyorum- 2011 seçimlerinin kırk beş günlük süresinde sürekli yeni anayasayı anlattım, bir yeni anayasaya neden ihtiyaç olduğunu anlattım. Gittiğim her yerde de seçmenlerimiz bize "Yeni anayasayı nasıl yapacaksınız, ne zaman yapacaksınız?" bunu söylediler. 7 Haziran seçimleri yine anayasa etrafında düğümlendi, 1 Kasım seçimlerinde de -hepiniz takdir edersiniz ki- tek gündem anayasaydı.

MUSA ÇAM (İzmir) - İsmail Bey, yeni anayasa mı bu?

İSMAİL AYDIN (Bursa) - Geliyorum efendim.

2011 seçimlerinden sonra, 24'üncü Dönemde, hepimizin malumu, bir Uzlaşma Komisyonu kuruldu yeni anayasa yapmak için. Bu Uzlaşma Komisyonu -ben çok fazla anlatmayacağım, hepinizin malumudur- yaklaşık olarak dört yıl boyunca sürekli konuştular, bir araya geldiler, tartıştılar, konuştular ama neticesinde geldiğimiz noktada da sadece 60 maddede uzlaşılan bir anayasa taslağı çıktı ortaya. Maalesef o maddeleri de biz geçen dönem, 24'üncü Dönem kanunlaştıramadık.

Yine, 1 Kasımdan sonra, hatırlarsanız, Sayın Başbakanımızın bir beyanatı oldu; Uzlaşma Komisyonunun tekrar kurulması gerektiği, tekrar çalışması gerektiği, "Nafile turlar dahi olsa biz Uzlaşma Komisyonundan yanayız." diye beyanatı oldu ama Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın CHP, peşin fikirle "Şu varsa, bu varsa biz Uzlaşma Komisyonuna girmeyiz." dedi.

Şimdi, geldiğimiz noktada da "Bir günde getirdiniz." dediğiniz anayasa taslağı -Sayın Tezcan da konuşmalarında söyledi- aslında 2011'de AK PARTİ'nin sunmuş olduğu taslağın bir benzeri ya da "yüzde 95" dendi, "yüzde 90" dendi; anayasa taslağından motamot, belli sayıda, oranda alınmış bir bölüm.

Kıymetli arkadaşlar, biz AK PARTİ olarak yeni bir anayasadan yanayız. Buradaki bu tartışmaların esasında da yeni anayasa olması gerektiği kanısındayım. Ama, biz bunu beceremedik maalesef, hem 24'üncü Dönemin hem de 26'ncı Dönemin belki de bir başarısızlığı diyelim. Ama, inşallah, bundan sonra hep beraber oturup yeni bir anayasa yapacağımız kanaatindeyim.

Şimdi, bu mevcut, getirilen taslak bize ne getiriyor, ülkemize ne kazandıracak? Birtakım arkadaşlarımızın söylediği gibi, yeni bir monarşi mi geliyor, yeni bir padişahlık sistemi mi gelecek yoksa Türkiye Cumhuriyeti'nin, genç cumhuriyetin 2023 hedeflerine ve bundan sonraki hedeflerine daha hızlı bir şekilde geleceği yeni bir yönetim tarzı mı?

Değerli arkadaşlar, bu yeni teklif, 21 maddelik teklif işin esasında, hemen hemen, neredeyse tek bir olayı düzenliyor, o da şudur: Cumhurbaşkanı ile Başbakanlığı birleştiriyor, tek elde topluyor ve bu yetkileri 1982 Anayasası'nda, mevcut Anayasa'mızda var olan, Başbakana ait, Kabineye ait, Bakanlar Kuruluna ait yetkileri Cumhurbaşkanının uhdesinde topluyor. Bizim, Cumhurbaşkanlığına, şu anda getirdiğimiz bu teklifle herhangi yeni yasama yetkisinden, yasamadan, yargıdan aldığımız bir yetkiyi verdiğimiz yok. Getirdiğimiz şey sadece şudur: Bu ülke bugüne kadar Başbakan ve Cumhurbaşkanı çekişmesinden çok kan kaybetti, çok zaman kaybetti; bu nedenle, biz, Başbakanlığın ve Cumhurbaşkanlığının tek elde toplanmasını ve güçlü bir yönetim olmasını, güçlü bir yürütme olmasını istedik. İşin esasında, bu istediğimiz tek bir elde toplama da bir ihtiyaçtan dolayıdır. Çünkü -Sayın Akçay çok teferruatlı anlattı, ben teferruatına girmeyeceğim ama- hepinizin malumlarıdır, Gazi Mustafa Kemal öldüğünde İsmet İnönü'yle küs gitti, İsmet İnönü'yle konuşmuyordu, aralarındaki siyasi çekişmeyi herkes biliyordu. Onun haricinde, işte, diğer Cumhurbaşkanları ile başbakanlar arasındaki çekişme siyasi tarihimizde yerini almıştır. Kıymetli arkadaşlar, sadece şunu ifade edeyim: Rahmetli Özal Cumhurbaşkanı olduğunda kendi partisinin Başbakanı Mesut Yılmaz'la çekişmek zorunda kaldı. Sayın Demirel Tansu Çiller'le çekişmek zorunda kaldı. Hatta size bir örnek vereyim: Bakınız, bu ülkede rahmetli Ecevit çok defa yöneticilik yaptı, geldi, gitti. Rahmetli Ecevit'in teklifiyle, üç partinin uzlaşısıyla bir Cumhurbaşkanı seçimi oldu. Cumhuriyet tarihinde belki ilk kez bu kadar geniş bir uzlaşıyla Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı seçildi. Hatırlarsanız Ahmet Necdet Sezer bir Bakanlar Kurulu toplantısında bir Anayasa fırlatma olayıyla rahmetli Ecevit'in siyasi hayatındaki en büyük kaosunu yaşattı. Bütün bunları sadece bu Anayasa bir siyasi partiye, bir siyasi harekete bunu yaşatmadı; hepimize ülkenin en büyük ekonomik krizini de yaşattı. Bundan sonraki dönemlerde de hiçbir şekilde biz "Başbakan-Cumhurbaşkanlığı" tartışmasıyla bu ülkede zaman kaybetmek...

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - O zaman on beş yıldır zaman kaybettiniz.

İSMAİL AYDIN (Bursa) - Zaman kaybetmek istemiyoruz. Halkımızın, vatandaşımızın dört yıl, beş yıl yetki verdiği bir kişinin önündeki bütün engelleri kaldırarak icraatlarını uygulamasını istiyoruz. Bu ülkedeki vesayet sistemlerini, vesayetçi sistemlerin tamamını kaldırmak istiyoruz. Bu ülkenin vesayet sistemlerinden biri bu ikili yapıdır, iki başlı yapıdır. Bu nedenle, biz bu yapıyı tek elde toplamak istiyoruz. Şu anda getirdiğimiz teklifin, işin esası budur. Bu, az önce de ifade ettim, bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.

TÜRABİ KAYAN (Kırklareli) - Vesayeti şimdi getiriyorsunuz.

İSMAİL AYDIN (Bursa) - Değerli arkadaşlar, biz bunu şimdi getirmiyoruz. Bakınız, az önce ifade ettim, 1960 darbesi olmasaydı belki sistem kendi içerisinde... Çok daha uç noktada olacaktık, çok daha ileri noktada olacaktık. 1982 darbesi olmasaydı, Cumhurbaşkanına bu kadar yetki verilmiş olmasaydı, sistem böyle iki başlı olmasaydı belki bugün bunu konuşuyor olmayacaktık.

Yine, hatırlarsınız, 2007'de 367 garabeti olmasaydı Cumhurbaşkanını yine Meclis seçecekti, belki Cumhurbaşkanının yetkileri tırpanlanacaktı ama 367 garabetinden sonra, bu ülkede hiçbir Meclis Cumhurbaşkanı seçemez noktaya geldi. Biz de AK PARTİ olarak Cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngördük ve halkımız da buna karar verdi. Takdir edersiniz ki çok yetkiyle donatılmış, halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı ve halkın seçtiği bir başbakan; bu ülkede iki ayrı güç, iki seçilmiş güç fazladır. Bunu tek elde toplamak gerekiyor ve AK PARTİ'nin öngördüğü sistem de budur. Hiçbir şekilde mevcut Anayasa'da olmayan bir görevi, olmayan bir yetkiyi Cumhurbaşkanına vermiyoruz; sadece mevcut bakanların ve mevcut Bakanlar Kurulunun yetkilerini Cumhurbaşkanına veriyoruz.

İnşallah, önümüzdeki sistemde yeni bir vesayet sistemini kaldırmış bir Türkiye'yle karşı karşıya oluruz diyorum. Beni dinleme nezaketinde bulunduğunuz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum, hepinize hayırlı akşamlar diliyorum.