KOMİSYON KONUŞMASI

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Teşekkür ediyorum Başkan adına Sayın Divan.

Öncelikli olarak İstiklal Marşımızın müellifi millî şairimiz Mehmet Akif'i 80'inci ölüm yıl dönümünde rahmetle ve minnetle anıyorum. Ruhu şad olsun, mekânı cennet olsun inşallah. Ayrıca Fırat Kalkanı Harekâtı'nda şehit olan kahraman askerlerimize de Allah'tan rahmet, ailelerine sabır temenni ediyorum.

Kıymetli milletvekilleri...

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Mehmet Akif'in tarım okulunu da kapattılar.

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Ya Allah'ını seversen laf atıp durma ya!

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Mehmet Akif'in okulunu kapattılar, tarım okulunu.

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Ben konuştuktan sonra ne konuşacaksan konuş.

BAŞKAN - Arkadaşlar... Değerli arkadaşlar, lütfen hatibe sataşmayalım.

Sayın Yılmaztekin, devam edin lütfen.

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Bugün bu çatı altında herkesin fikirlerini beyan edebildiği demokratik bir ortamda bir anayasa değişikliği üzerinde müzakere ediyoruz. Ben şahsen demokrasinin kimsenin tekelinde olmadığını düşünüyorum. Burada çoğunlukçu esasa dayalı bir şekilde görüşmeler ve oylamalar yapılmaktadır. Birisinin istemediği bir kararın alınması buradaki süreci antidemokratik kılmaz, bunun bir kere bilinmesi lazım. Çünkü burada alınan bir karar çoğunluğun onayıyla alınmaktadır. Dolayısıyla demokrasiden sapmamamız gerektiği kanaatimi ifade etmek istiyorum.

Mevcut yönetim sistemimizle çok partili siyasi hayata geçtiğimiz günden bu yana ortalama ömrü yedi sekiz ay olan hükûmetlerle halkın iradesinin tecellisi sürekli olarak kesintilere uğramış demokrasinin gereklilikleri uygulanamamış halkın görev ve yetki verdiği hükûmetler işlevsiz bırakılmış ve halkın temsili yönetimde sağlanamamıştır.

Partimizin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana mevcut sistemin muhtelif engelleme ve baskı unsurları karşısında bir var olma mücadelesi vermekteyiz. Eğer biz de 2005 yılında YAŞ toplantısını vesayetçi mantıkla kapıyı tekmeleyerek çıkmaya çalışan paşaya "Otur oturduğun yerde." diyemeseydik, 2007'de "Ordu göreve" pankartlarıyla sokağa dökülenlere karşı millî iradenin sesini yükseltemeseydik Cumhurbaşkanı seçmemiz 367 rezaletiyle engellendiğinde "Hodri meydan millete gidiyoruz." demeseydik emin olun biz de yedi sekiz aya tekabül eden ortalama hükûmet ömürlerine bir istatistik olarak katkı sağlamaktan öteye geçemezdik. Ama biz demokrasiye sırtımızı dayayarak çarpışmayı, milletin iradesini ve demokrasiyi galip kılmayı tercih ettik her zaman. 2002 yılında AK PARTİ'nin tek başına iktidar olmasıyla birlikte Türkiye'nin içerisine girdiği yeniden yapılanma süreçlerinin bugün son halkalarından biri olan sistem değişikliğiyle taçlandırılması görüşmelerini yürütüyoruz. AK PARTİ iktidar olduğu günden bu yana bir taraftan reformlar yapmaya, hayatın her alanında kalkınmamızı sağlamaya ve demokrasimizi geliştirmeye çalışırken öte taraftan kötü niyetli odakların antidemokratik saldırıları karşısında da kendisini savunmak durumunda kalmış camiamızda moda olan bir tabirle bir taraftan tavaf ederken öbür taraftan şeytan taşlamıştır. Biz bugüne kadar sistemin önümüze çıkardığı engelleri bir bir aşmasını da, halkın adına bu sorumluluğun altına elimizi ve gövdemizi koymasını da bildik ve bilmeye devam edeceğiz inşallah. Ancak Türkiye gibi bir ülkenin ilelebet bu çalkantılı sistem içerisinde yuvarlanıp gitmesine de müsaade etmeye niyetimiz yok. Biz önce 2023, 2053 ve 2071 gibi hedefleri bu ülkenin önüne koyduk. Ve şimdi hedeflere gidilen yolda en sağlıklı güzergâhı, en sağlıklı aracı belirleme görüşmelerini yürütmekteyiz.

Ben burada ve dışarıda yapılan tek adamlık, diktatörlük monarklık gibi değerlendirmeleri emin olun anlamlandıramıyorum. Ve dönüp tarihe baktığımda şöyle bir nüans alıyorum oradan: Sultan Abdülhamit Han Osmanlı'nın siyaset dehası sultanlarından biriydi. Tahta çıktığında birileri ona

"Amcan Abdülaziz gibi olmak istemiyorsan bizi dinlemelisin." diye mektup yazmışlardı. Abdülhamit Han böyle bir şerait altında tahta çıkmıştı ve yıkıldı yıkılacak denilen Osmanlı Devleti'nin yarım yüzyıl daha ayakta kalmasını sağlamış, kayıpların çok daha ciddi olmasının önüne geçmiş, bununla da yetinmeyerek devletin ve toplumun kalkınmasına yönelik ciddi hamlelerde bulunmuştu. Bugün hâlen geçerliliğini ve güncelliğini koruyan pek çok hizmetin temelini atmış, bir medeniyet inşa etmişti. Avrasya Tüneli, Marmaray, Ilgaz tünellerinin ancak bugün Ulu Hakan'dan yüz yıl sonra AK PARTİ'yle hayata geçirilebilmiş olması onun ufkunun ne kadar yükseklerde olduğunun en açık örneğidir. Pek çok köklü sağlık kuruluşumuz, modern okullarımız, kamu teşkilatlarımız onun döneminde hizmete sunuldu, bankacılık sisteminin temelleri onun döneminde inşa edildi ve belki de daha da sayamayacağımız gördüğümüzde şaşkınlıkla bakacağımız nice eserler onun maharetiyle Osmanlı tarihine, o şanlı tarihe kazandırıldı. Ve burası çok önemli: O dönem birileri Sultan Abdülhamit Han'a ve o devre "kör istibdat" devri dediler. Batılı yazarlar Ulu Hakan'ı elinde kanlı bıçakla karikatürize ederken içimizden birileri de bu değirmene su taşıdılar. Ona maalesef "Kızıl Sultan" yakıştırmasını yaptılar. Her türlü hakaretten, her türlü aşağılama kampanyasından da geri durmadılar, devletialiyeyi uçurumun kenarından alan, kendisine suikast düzenleyen hainleri bile affedecek kadar merhametli, tek bir idam kararı vermeyecek kadar adaletli olan Ulu Hakan'ı monark olmakla suçladılar. Ve 1909'da Sultan Abdülhamid'i tahttan indirdikten sonra bu güruh altı sene içerisinde yani 1915'e kadar imparatorluğu bir bozuk para gibi harcadılar. Bakın Sultan 1919'da Hakk'ın rahmetine kavuştuktan sonra onu tahtından eden İttihat ve Terakki mensuplarından birisi "Ey Abdülhamid, cesedin bile bu ülkeyi bizden daha iyi yönetir." diyecekti. Çünkü Abdülhamit indirildikten sonra imparatorluk elden, avuçtan kayıp gitmişti.

Bugün sığ tartışmalar içerisinde slogan siyaseti yürüterek varılacak olan nokta tarihte yaşamış olduğumuz noktadan farklı olmayacaktır. Fakat ben şuna inanıyorum ki: Biz tarihi aynıyla değil tarihten aldığımız dersle tersiyle tekerrür ettireceğiz ve ettirmek zorundayız. Bulunduğumuz yerde durarak, denenmiş ve görülmüş süreçleri tekrar tekrar yaşayarak geleceğin Türkiye'sini inşa edemeyiz. Demokrasimizden taviz vermeden, çoğunluğun iradesine saygı ve kabul göstererek bu süreci yönetmek, halkın ferasetine, vereceği kararın doğruluğuna güvenmek durumundayız. Çünkü burada bulunmamızın sebebi millettir. Bizi seçip Parlamentoya gönderen "Beni orada temsil et". diyen millete "Doğru karar veremez." diyerek saygısızlıkta bulunmak kimsenin haddi değildir. Halkın seçtiği bir kimseye, halkın irade koyduğu birisine diktatör demek de aynı şekilde kabul edilebilir bir şey değildir. Bu, tarihin en büyük hadsizliği ve edepsizliğidir.

Değerli milletvekilleri, tasarımızın 3'üncü ve 4'üncü maddelerinde... Aslında 3'üncü maddesinde Anayasa'nın 76'ncı maddesinde yer alan milletvekili seçilme yaşına ilişkin 18 olarak değiştirmeye yönelik bir çalışma var. Bu manada biz bu süreç içerisinde Cumhurbaşkanını mevcut sistem üzere, daha doğrusu tasarlanan sistem üzerinden seçersek bu aynı zamanda bizim kutuplaşmalarımızın önüne geçeceği kanaatindeyim. Cumhurbaşkanı olacak kişinin herkesçe benimsenmesinin önü açılmış olacak bu durumda. Gerçek bir devlet yapılanması da bunu gerekli kılmaktadır. Amerika'da seçim dönemlerinde her ne kadar şiddetli tartışmalar yaşansa da seçimden sonra seçilen başkana herkes saygıyla yaklaşmakta, herkes kendi temsilcisi olarak başkanını telakki etmektedir. Bu da toplumun özellikle de millî menfaatler noktasında bütünleşmesini ve toplumun asgari müştereklerde buluşması sonucunu doğurmaktadır.

Türkiye gibi bir ülkenin iç bütünleşmeyi vesile kılacak böylesine bir sisteme daha fazla ihtiyacı vardır. Kendi tabanına verilecek mesajlar ve hizmetlerle sınırlı kalmayan siyaset anlayışı, AK PARTİ iktidarları döneminde hayata geçirilmiş olsa da sistem anlamında kurumsallaşarak devlet mekanizmalarının önü açılmalıdır.

Ben bu düşüncelerle son olarak da bir hususa görüşmelerimizin geneli anlamında değinerek sözlerime son vermek istiyorum.

Şimdi, şundan dolayı da sözlerimi kısa kestim, biz iş yapmaya geldik çok konuşmaya değil. Bu manada sayın muhalefetin temsilcileri, gerekeni, eleştirilerini, her zaman her ortamda yapabilirler. Eleştirilerini, yapıcı eleştirilerini, makul eleştirilerini her zaman dikkate almak zorundayız ama makul eleştiriler noktasında hakarete varan, karşı tarafı aşağılayan... Biz çok şey duyduk burada yani normal süreç içerisinde, burada bu yaşanan süreç içerisinde daha fazla, daha farklı olaylar yaşanması gerekirken sürekli itidalli olmanın yollarını aradık.

Bu noktada, Komisyonun ilk toplantısında salı akşamı burada çok kıymetli bir milletvekili "Ben hepinizi ikna edeceğim ve bu tasarı 330'un altında kalacak; bu, demokrasi değil midir?" demişti ve bu şekilde de görüşünü beyan etmişti. Bu tasarıya karşı çıkanların bizi ikna etmesi durumunda sonuç demokrasi olarak tanımlanıyorsa -ki, öyle de zaten- bu tasarıyı savunanların tasarıyı yasalaştırması durumunda geçerli olan sonucun da demokrasi olduğunun kabul edilmesi gereken bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum.

Dolayısıyla ben her koşulda demokrasinin galip geleceğine ve ülkemizin kazanması gerektiğine, bu necip milletin, bu necip devletin kazanması gerektiğine inanıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.