KOMİSYON KONUŞMASI

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, şimdi, öncelikle, biraz önce söylenenlerin hepsine uzun uzun cevap vermek mümkün ama tek tek o kadar uzun uzadıya anlatmaya gerek yok çünkü bizim, konuşan arkadaşlarımızın meramının ne olduğunu samimi olarak dinleyen herkes anlar. Sayın grup başkan vekilimizin ilk gün yaptığı konuşmada, oylarla ilgili karşılaştırma, bazı oyların değerli ya da değersizliği değil, önümüze, milletin önüne getirdiğiniz teklifin milletin geleceğiyle ilgili nasıl bir ağırlık sahibi olacağını, nasıl bir pozisyon yaratacağını, nasıl bir tehdit yaratacağını vurgulamak üzere söylenmiş bir ifadedir, yoksa oylar arasında bir farklılaştırma ifadesi değildir, bunu herkes biliyor.

Yine, diğer konuyla ilgili, arkadaşlarımızın... Siyasetçinin görevi, milleti ikna etmektir ve sonuçta milletin iradesi oluştuktan sonra da milletin iradesine saygı duymaktır. Biz siyaseti hep böyle yaptık. Cumhuriyet Halk Partisi geleneği, egemenliği saraydan alıp millete verme siyasetinin geleneğidir ve bu gelenekten de hiç vazgeçmedik. Bizim, milletten çekineceğimiz, kaçacağımız, korkacağımız bir şey yoktur. "Hâkimiyet millete aittir." sözü, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Cumhuriyet Halk Partisinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün sözüdür, cumhuriyetten önce söylenmiş sözdür hem de, Amasya Genelgesi'yle beraber söylediği sözdür. Şimdi, onun için, böyle çok geniş bir tarih gezintisine gerek yok, oradaki tutumumuzu tarih de biliyor, millet de biliyor.

Şimdi, birkaç arkadaşımız konuşmaya başlayınca, bir vesayet söylemi üzerinden dil geliştirilip bu süreç içerisinde Türkiye'nin bundan önceki hâkim vesayetten kurtulduğunu anlatarak bu Anayasa değişiklik teklifini bize kabul ettirmeye çalışıyor ya da millete kabul ettirmeye çalışıyor. Vesayet söyleminin temelini de darbeler üzerine kuruyorlar ve bu darbeleri de her nedense İttihat Terakkiyle başlatıyorlar, eskiden 1961'le başlatılması modaydı, sonra İttihat Terakki ya da Babıali Baskını'yla. Ben çok uzun bir tarih gezintisi yapmayacağım, Muhammet Bey konuşmasını yaparken "Ben 11'inci yüzyıldan, Nizâmülmülk'ten başlayacağım." demiştim ama oraya kadar gitmeyeceğim.

Değerli arkadaşlar, eğer tarihimizde, darbeler geleneğinin köküne gitmek istiyorsak Cumhuriyet Dönemi'yle ya da İttihat Terakki dönemiyle bunu sınırlama şansımız yok; tam tersine, 17'nci yüzyıla gidin, l. Ahmet'le başlayan, ll. Mustafa'yla biten dönemde 9 tane padişahın 5 tanesi darbeyle devrilmiştir, tahttan indirilmiştir, 9 tane padişahın 5 tanesi, yüz yıl içerisinde. Aynı dönem içerisindeki sadrazam değişikliklerine bakarsanız, her yıla bir hükûmet darbesi düşer. Sipahiler ve Yeniçerilerin saray ittifakıyla beraber askerin siyaseti şekillendirme hastalığı, ne yazık ki bizim tarihimizde vardır bu tip odaklar ve unuttuğunuz, bilmediğiniz, görmediğiniz ya da görmek istemediğiniz bir şey var, vesayet ve darbelerden kopuşun başladığı dönem Cumhuriyet Dönemi'dir; tam tersine, cumhuriyet devrimi Türkiye'de egemenliğin saraydan ve saltanattan alınıp halka verilme sürecidir ve Türkiye'nin darbe geleneğinden kopuş sürecidir. Ondan sonra darbeler olmadı mı? Tabii ki oldu. Keşke olmasaydı. O, yüz yıllık, yüzlerce yıllık kötü iktidar değişikliği ve darbe geleneğini genç cumhuriyetin birden silkip atabilmesi tabii ki mümkün değildi ama bugün Türkiye'de her şeye rağmen, demokrasiyi yok etmeye çalışan bütün vesayet girişimlerine rağmen hâlâ "demokrasi" diyebiliyor ve onun mücadelesi için birileri kaygı duyabiliyorsa cumhuriyet devriminin vesayetlerden ülkeyi koparmasının getirdiği süreçtir bu, bunun hakkını verelim, bu birikimi yok etmeyelim. İşte, onun içindir ki 1923'ten bu yana, cumhuriyetin ilanıyla egemenlik aksak, topal, mükemmelleştirmeye muhtaç ama her zaman daha demokratik, daha özgürlükçü bir hatta ve çizgide saraydan ya da güç, vesayet odaklarından alınıp halka verilmiştir. Yapmamız gereken şey, bu çizgiyi takip etmektir, bu çizgiyi bozmak değil. İtiraz ettiğimiz şey de budur. Onun için, yalan, yanlış ya da eksik tarih bilgisiyle yola çıkmayın. Gelin, altı yüz yıllık Osmanlı tarihini dönüp konuşalım, nerelerde hangi darbeler olmuş, vesayet nerede başlamış, kim son vermiş vesayete ve bundan sonrasına ilişkin yönümüzü buna göre tespit edelim.

Şimdi, geldiğimiz nokta tam da bu noktadır. İtiraz ettiğimiz şey tam da budur. Vesayeti kaldıran cumhuriyet yok edilmeye çalışılarak yeni bir vesayet sistemi yaratılmaya çalışılıyor. Bunu yaparken de referans olarak Osmanlı'nın en kötü örnekleri alınıyor. Osmanlı'nın klasik, güçlenen dönemi değil, darbeler içerisinde vesayetin yerleştiği, Sipahilerin, Yeniçerileri, askerin sarayda hâkim olup sadrazamları devirip padişahları tahttan indirdiği dönemin örnekleri alınıp bu örneklere dayanarak cumhuriyet kazanımları kötü, bunun yerine yeni bir saltanat hedefinin iyi olarak gösterilmeye çalışıldığı bir tabloyla karşı karşıyayız. Bizim itiraz ettiğimiz bu. Gelin, cumhuriyet devriminin birikimini hep beraber güçlendirelim. Bu teklif, yeni bir vesayet odağı yaratma teklifidir; bu teklif, egemenliği paylaştıran, egemenliğin millette olmasının güvencesi olan yasama, yürütme, yargı gibi devlet erklerini dağıtmanın demokrasinin en temel referansı olduğu gerçeğini göz ardı eden bir teklif; bu teklif, bütün güçleri tek bir kişinin eline veren bir teklif. Onun için, yeni bir vesayet odağıyla karşı karşıyayız. Eğer vesayete karşı çıkma referans noktanızsa, bu teklife "hayır" demek zorundasınız. Hiç kimse, ne tarihimizde ne de bugün yeni vesayet odakları yaratılmasını istemiyorsa, böyle bir tabloya "evet" diyemez. Uzun uzun anlatmayacağım, girişte anlattım, arkadaşlarımız anlattı, hatırlayın diye...

Arkadaşlar, bir güç odağı yaratıyoruz, o güç odağının tek meşruiyet kaynağı seçimden çıkmış olması. Bu kadar, başka hiçbir denetim yok. O seçim de illa yüzde 51'le olacak diye bir şart yok, yüzde 35, yüzde 40'la da olabilir. İkinci turda öyle bir şart yok, salt çoğunluk, "katılanların, geçerli oyların çoğunluğu" diyor ikinci turda. Yani hangi çağdaş demokrasilerde meşruiyetin tek kaynağı seçim olabilir?

Evet, meşruiyetin ilk kaynağı seçimdir, hiç tereddütsüz. Cumhuriyet de zaten onu söylemiştir, "Egemenlik kayıtsız şartsız millete aittir." derken Atatürk de onu söylemiştir. Bunun ilk kaynağı seçimdir, bunda hiç tereddüt yok, olmazsa olmaz kaynağı seçimdir, ama tek kaynağı seçim değildir. Bunun dışında başka kaynaklar var bunu dengeleyecek. Seçimle gelen iktidarın yozlaşmasını önleyecek, iktidar suistimalini önleyecek, seçimle gelen iktidarın göstermelik seçimlerle iktidar kalma yolunu açmasını tıkayacak, gerçek seçimlerin, demokratik seçimlerin güvence altına alınacağı ve seçimle iktidarı değiştirmenin güvence altına alınacağı rejimlerde, egemenliğin millette olmasının gerçek meşruiyet kaynağı vardır. İktidarın değişebilme imkânını ortadan kaldırdığınız anda, seçimle gelen iktidarların bile meşruiyeti tartışılır. Böyle bir sığ meşruiyet anlayışı olmaz. Onun için bu teklif rahatsız ediyor bizi, yoksa sistem basit bir hükûmet sistemi değişikliği olsa niye rahatsız etsin? Biz de düşüncemizi söyleriz, siz de söylersiniz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, burada, bazı arkadaşlarımız bu değişiklikle ilgili konuşurken, özellikle Sayın Parsak cevap verirken arkadaşlarımıza, seyirci kalmaktan bahsetti. Yani bize hitaben dedi ki: "Siz de seyirci kalmayın, siz de katılın sürece ve o süreç içerisinde düşüncelerinizi söyleyin."

Sayın Parsak değerli bir arkadaşımızdır. Biz, beraber, üç arkadaş çalışma da yaptık Abdülhamit Bey'le beraber, düzeyli de bir çalışma yaptık, anlaştığımız, anlaşamadığımız yerler oldu, ama kendisi de çok iyi bilir ki bu temel meselelerde, biz, o masada da hiçbir zaman uzlaşma sağlayamadık.

Teşbihte hata olmaz, deveye sormuşlar: "Yokuşu mu seversin, inişi mi seversin?" Demiş ki: "Düzün suyu mu çıktı?"

Yani bize bir şey getiriliyor; ya yokuşa çıkacaksın ya da inişe geçeceksin. Ya, bunun düzü yok mu, düzün suyu mu çıktı?

Bu teklif sağı solu düzeltilebilecek bir teklif değil. İçinden bir tane maddesini alıp da "Bu madde iyidir, bu maddeyle bu sistem değişir." denilebilecek bir teklif değildir. Ha, tek başına bir tane madde getirseniz, "Temel böyle bir problemimiz var, bunu çözelim." olabilir, ama bu öyle değil ki. 21 madde Türkiye'de bir temel değişiklik yapıyor, yapıyı değiştiriyor, itiraz ettiğimiz şey bu.

Şimdi, 18 yaşındaki gençlerimize seçilme hakkı verilmesi. Buna kimsenin itirazı olmaz, niye itirazı olsun? Biz biliyoruz, ne yazık ki 60 yaşında olup da işarete bakarak "kaldır", "indir" diye parmak milletvekilliği yapan arkadaşlarımız da var. Parlamentoyu tenzih ediyorum, olmuştur, olacaktır, yanlıştır, olmamalıdır, ama boş kâğıda imza atıp, teklifleri boş kâğıdı imzalayarak, 21 maddelik Anayasa teklifinin daha son hâli görüşülmeden, Başbakan "Son hâlini arkadaşlarımız görüşüyor, Milliyetçi Hareket Partisine gönderdik, onlar inceleyip son şeklini bildirecekler." dediği zaman bir taraftan da imza atılan teklife, ben milletvekillerinin nereye imza attığını merak ediyorum. Teklifin daha kesinleşmediğinin resmen açıklandığı bir yerde o teklife imza atan milletvekilleri var ise, biz kalkıp da "18 yaşındakiler bu işi yapar, yapamaz." tartışmasını bırakalım. Boş kâğıda imza atanlar önce o imzanın ve milletin verdiği yetkinin hesabını versinler.

Bu çerçevede, bu mesele bunun içerisine sıkıştırılıp, bu paketin ambalajı ve jelatini olarak sunulacak bir mesele değildir. Bu iş sunulurken "Gençlerin Anayasası" diye anlatıldı. Neresi gençlerin anayasası? Bugün her 5 gençten birisi işsiz, üniversite mezunu her 4 gençten birisi işsiz. Bugün gençler demokratik haklarını istedikleri zaman, "teröristsin" ya da "Cumhurbaşkanına hakaret ettin." ya da "Hükûmete hakaret ettin." diye soruşturmalarla karşı karşıya. Türkiye'de gençlerin büyük çoğunluğu cezaevlerinde. Türkiye'de gençler "Yaşam tarzıma müdahale etmeyin." dediği zaman, Gezi direnişinde çıkıp, cesaretle, bu ülkede demokrasiye, yaşam tarzına, özgürce yaşama hakkına sahip çıktığı zaman, onlara "darbecisin" diyen bir hâkim anlayış, bunu 15 Temmuz sonrasının ortak paradigması diye sunmaya çalışıyor topluma. Yani siz gençlerin bu anlamda önünü açacak, gençlerin kendilerini özgürce tarif edeceği bütün kanalları tıkayacaksınız, ama siyasi parti liderlerinin iki dudağının arasında "Seçilme hakkını verdim." deyip, aday gösterme haklarını oraya entegre ettiğiniz, ipotek ettiğiniz gençlere bu maddeyle diyeceksiniz ki: "21 maddelik Anayasa gençlerin Anayasası." Yok öyle yağma.

Değerli arkadaşlar, gençlere seçilme hakkını verdiğimiz zaman şu hesabı da vermek zorundayız; hangi Parlamentoya geleceklerini anlatmak zorundayız. Dinlesin bizi gençlerimiz. Bu paket "Gençlere seçilme hakkı veriyorum." bahanesi altında, gençlerin seçileceği Parlamentonun bütün yetkilerini elinden alan bir pakettir.

Parlamentonun, demokrasi tarihinde, halkların seçilmiş meclislerinin, milletlerin seçilmiş meclislerinin temsilcilerinin tekel hakkı olan yasama yapma hakkına bir kişiyi ortak eden, Cumhurbaşkanını ortak eden, yasama tekelini ortadan kaldıran bir tekliftir bu. Yasama organına bir iradeyi ortak eden bir teklif. Türkiye Büyük Millet Meclisini fesih tehdidi altında çalışamaz ve karar veremez hâle getirecek, sakatlayacak bir tekliftir bu teklif. Cumhurbaşkanına kararname çıkarma yetkisi vererek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin veto edilen kanunlarının 301'le yeniden geçirilmesi şartını koyarak, o Meclisi işlemez duruma getirecek bir Meclistir gençleri davet ettiğinizi söylediğiniz Meclis. O Meclis, hiçbir bakanın atanmasıyla ilgili zerre kadar onay yetkisi olmayan, bakanları, yürütmeyi, Hükûmeti hiçbir denetleme yetkisi olmayan bir Meclistir. Yani belediye meclislerinden dahi daha yetkisiz bir Türkiye Büyük Millet Meclisi yaratılmaktadır, il genel meclislerinden daha yetkisiz bir Türkiye Büyük Millet Meclisi yaratılmaktadır ve şimdi de deniliyor ki: "Gençlere biz siyasetin yolunu açtık." Yok böyle bir şey. Bu doğru bir ifade değildir. Yapılması gereken şey, Türkiye Büyük Millet Meclisini tabuta sokan ve üzerine son çiviyi çakan bu değişiklik değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkilerini güçlendirecek, parlamenter demokrasiyi güçlendirecek bir çözümü aramaktır. Bunun yolları var. Problemi tespit ettikten sonra problemi derinleştirerek çözemezsiniz.

Bugün yapılan iş, problemi tespit edip, "Zaten 1982 Anayasası'nda Cumhurbaşkanının yetkileri fazlaydı." deyip, ondan sonra "Daha fazlasını verelim." demektir. Böyle bir çözüm olmaz. Eğer fazlaysa yetkileri, yapılacak bir tane iş var; yetkilerini kısarsınız, Parlamentonun yetkilerini artırırsınız.

BAŞKAN - Sayın Tezcan, toparlar mısınız.

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Bitiriyorum.

O yüzden, bu teklif Türkiye'de yeni bir vesayet yaratma anlayışının en önemli temsilciliğini ifade ediyor.

ZEKERİYA BİRKAN (Bursa) - Halkın vesayeti.

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Halkın vesayeti olmaz, halkın üzerinde vesayet kurmanın sistemidir bu.

O yüzden, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu vesayetçi anlayışa karşı direnmek ve bu Komisyondan başlamak üzere bu teklifi reddetmekle yükümlüdür, bu tarihî bir görevdir.

Hepinize teşekkür ediyorum.

Sağ olun.