KOMİSYON KONUŞMASI

ZEYNEP ALTIOK (İzmir) - Teşekkürler.

Sayın Başkan, Komisyon üyeleri ve katılımcı milletvekilleri; günlerdir burada ülkemizin en önemli gündemini oluşturan çağdaş, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin ve yurttaşlarının, en önemlisi genç kuşakların geleceğini belirleyecek bir değişikliği tartışamıyoruz. Bu Komisyonda değişikliğe neden ihtiyaç olduğunu izah etmenizi, bizi ikna edecek somut veriler, nasıl daha iyi olacağına dair bilimsel çalışmalar, örnekler sunmanızı bekliyor ve biz de neden karşı olduğumuzu anlatabilmek, benzer şekilde somut veriler ve bilgilerle itirazımızı temellendiren düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz ancak iktidarın, ne yazık ki mevcut sorunlara Parlamento çatısı altında tüm mekanizmaları olması gerektiği gibi akla, adalete ve vicdana dayalı bir sistemle çalıştırarak çözüm üretmek yerine, sözde bir "ileri demokrasi" vitesine takmış, tam gaz bir yeni Türkiye inşasına doğru keskin virajlar alarak bizi zamana karşı yarıştırdığı günlerdeyiz. Bunu neden söylüyorum? Günlerdir devam eden tartışmaları üzülerek ve hayretle izliyorum. Burada muhalefet milletvekillerinin söz hakkı da ülkemizin demokrasisi gibi gasbediliyor. "Çoğunluğun dediği olur." konforuyla süre, konuşmacı sayısı, yeterlik belli bir akışa ve otomatiğe bağlamış şekilde yönetiliyor. Ülke yönetilmiyor ama Komisyon bilinçli bir yöntemle yönetiliyor. Fikirlerimiz anlatılırken Komisyon üyeleriniz kabuklu fıstık yiyor, sohbet ediyor, kimse kimsenin ne dediğini önemsemiyor, dinlemiyor. Eğer yazlık sinema lakayıtlığında değilse, maç taraftarı holiganlığında "Liderimiz, Anayasa'mız, bizim iktidarımız." tutumuyla düşünmeden haykırıyorsunuz.

Sayın milletvekilleri, lütfen, bir an için sadece vicdanlarınıza emanet olun, neden buradayım diye düşünün. Mensubu olduğum partinin tüm demokratik kazanımlarını tehdit eden, benim çocuğumun da geleceğini bilinmeze götürecek bir tek adam ülkesine, yeni bir Türkiye tanımına, bir rejim değişikliğine gerçekten ihtiyacımız var mı diye düşünün. Eğer temel amaç, mezhepçi ve ideolojik bir dönüşüm, bir karşı devrim değilse, neden onlarca teklife, girişime rağmen Parlamento çözüm aramaya çalışmaz? Ülkemizin temel sorunlarının tamamı çözümsüzlük kıskacındayken bu Parlamento neden çözüm üretemez, neden bütün önergeler reddedilir ve her şey askıya alınarak "Başkanlık da başkanlık." diye burada bunca kıymetli akıl, emek zamana hapsolur?

Bugün Türkiye on dört yıllık ağır bir yıkımın altında can çekişiyor. Ülkenin her köşesinde bombalar patlatılıyor, evlatlarımız, kardeşlerimiz, canlarımız ölüyor, öldürülüyor. Derin bir ötekileştirme, ayrıştırma diliyle, zaten var olan sorunlar kritik eşiğe evriliyor. Körüklenen büyük nefret, tarihte olduğu gibi can alacak diye yüreğimiz ağzımızda. Maraş katliamının, Roboski'nin yıl dönümünde Komisyondaydık. Adaletsiz kalmış, yüzleşilmemiş sayısız acısı var bu ülkenin. Daha yeni bir video ve çeşitli fotoğraflar yayınlandı, "Askerlerimiz IŞİD vahşileri tarafından acımasızca katledildi." deniyor. Peki, askerlerimizle ilgili, soru soran da diyemeyeceğim, soru sormaya teşebbüs eden gazeteciye Hükûmet sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı nasıl olup da "Herkes ayağını denk alsın." diyebiliyor? Burada, bu Komisyonda da gündeme getiren vekillerimiz oldu. Komisyonun laf kalabalıkçı çığırtkan görevli vekilleri "Türk askerine nasıl böyle dersiniz?" diye işi yaygaraya boğarak provokatif üslupla "Türk askerini karalayamazsınız." diye oturduğu yerden bağırıyor.

Yürekler soğuk; biz yakanlardan değil, yananlardanız Sayın Başkan, elbette soracağız, ayağımızı denk almadan sormak, bizim askerimize, insanımıza ve insanlığa karşı görevimizdir, vicdanı olan sorar. Bu, askeri itibarsızlaştırmak değil, aksine askeri sahiplenmektir. Bu çocuklar orada sizin yanlış dış politikalarınız yüzünden bizim hiç işimiz olmayan bir savaşta can veriyorlar. TSK'dan ses yok, Hükûmetten ses yok, medya sus pus, ses çıktığında da medyaya, sorana, hissedene gözdağı var; yokmuş gibi, olmamış gibi davranıyor koca koca adamlar. Biz daha kayıp askerlerimizin akıbetini bilmiyoruz, Anayasa mı yapacağız?

Bu ülkenin can güvenliği ve hukuk sorunu var. Geçmişteki katliamlarla hesaplaşmak için mekanizmalar kurmak da on dört yıl boyunca mutlak egemen bir iktidarın görevleri arasındayken, özellikle sindiremediğiniz 7 Haziran yenilgisinin ardından yeni ölümlere çanak tuttunuz, olanak sağladınız. 7 Haziran seçimlerinden iki gün önce Diyarbakır'da HDP mitingine düzenlenen saldırıyla başlayan patlamalar, Suruç, Sultanbeyli, 10 Ekim Ankara barış katliamıyla devam etti. Katliamlar artık sıradan semt ve şehir isimlerine dönüştü. Son bir buçuk yılda tam 33 kez bombalı saldırı düzenlendi, 461 kişi katledildi ve 2 binden fazla yaralanan insanımız var. Katliamları bile ayrıştırıyorsunuz; 10 Ekimi ananlara, karanfil koymak isteyenlere tazyikli suyla, orantısız şiddet uygularken, Beşiktaş'a çelenk koyanlara olağanüstü güvenlik sağlıyorsunuz. Hepsi bizim insanımız değil mi? Şehitlik övgüleriyle insanları ölüme teşvik etmek yerine, yeni ölümler olmasın diye önlem almak, önergelerimizi kabul ederek komisyonlar kurmak, Parlamentoyu çalıştırmak neden zül geliyor size? Suruç'taki patlamanın araştırılması için verdiğimiz ve Genel Kurulda görüştüğümüz önerge kabul edilseydi sonraki bombalı saldırıların önüne geçilmiş olurdu. Adıyaman raporumuz ve sayısız raporumuz, tehlikeyi, gerçekleri önünüze getirdi, çözüm önerilerimizi sunduk, kulaklarınızı tıkadınız. Tıpkı burada olduğu gibi, tıpkı bu Komisyonda Veli Ağbaba'nın söylediği gibi parmak vekilliği yaptınız, kendi lehinize parmaklarınızı salladınız.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Bu, hiç uygun olmadı.

ZEYNEP ALTIOK (İzmir) - AKP iktidarında, başta Sivas katliamı olmak üzere, birçok insanlık suçu davasında hukuksuzluk hâkim, adalet işletilmiyor, davalarımız zaman aşımına uğradı. "Darbelerle yüzleşiyoruz." diye çıktığınız yolda, 12 Eylül askerî darbesinin ardından darbenin işkencecilerinin yargılandığı Mamak Askerî Cezaevindeyken ya da gözaltındayken öldürülenlerin ailelerinin açtığı dava zaman aşımına uğradı. "Faili meçhul siyasi cinayetler aydınlatılsın ve insanlık suçlarında zaman aşımı, devlet sırrı uygulamaları kaldırılsın." diye Toplumsal Bellek Platformu aileleri olarak taleplerimiz, Meclise taşındığında tam 21 kez salt AKP oylarıyla reddettiniz. Şimdi "Ilımlı İslam cumhuriyeti olsun, ılımsız yönetilsin, o rejimin tek yetkili sultanı, Saray'ında gönensin." diye Anayasa üzerinden rejim değişikliği istiyorsunuz. 1980 darbesi Anayasası'nın tüm karanlığından beslendiniz, hukuku, eğitimi bitirdiniz, HSYK'yı şekillendirdiniz, tüm davalar hükümdarın istediği gibi sonuçlanıyor. Hukuk sadece Cumhurbaşkanına hakaret davaları için, o da yanlı işliyor. Bu Anayasa neyi olanaklı kılmıyor da yenisine ihtiyacınız var?

2010'da düzenlediğiniz değişikliğe karşı çıktık, "Yaparsanız yargının anahtarını cemaatin eline verirsiniz, cemaat orada at koşturur, dilediğini yargılar, dilediğini sorgular, dilediğine ceza verir, dilediğine vermez." dedik. Çıktı mı? Çıktı mı söylediklerimiz? Arkasında binlerce mağdur bırakarak çıktı söylediklerimiz. Dahası, geldiler mi? Bir de darbe girişiminde bulundular, 246 yurttaşımızı öldürdüler. Kim mi? O Anayasa değişikliğiyle yargının ve ülkenin anahtarını teslim ettiğiniz cemaat çetesi.

Bu ülkenin kemikleşen ayrımcı politikalarının her gelen sağ iktidar tarafından perçinlenen ve 1980 darbesiyle yükselen kırk yılı aşmış bir güneydoğu sorunu var. "Çözüm" dediğiniz süreç, çözümsüzlük ve çatışma zeminine evrildi ve kilitlendi. Bu sorunu çözmek için Parlamento çatısı altında ortak akıl, ortak irade, şeffaflık ve tüm partilerin eşit katılımıyla çalışmalar yapılması yönünde çağrılarımız, önerilerimiz, Kürt illerinde sokağa çıkma yasakları, çocuk ölümleriyle ilgili araştırma komisyonu tekliflerimiz, kanun tekliflerimiz var, tamamı yanıtsız. Çözmek yerine çözümü daha da olanaksız kılacak, ayrışmayı körükleyen, mezhepçiliği, etnisiteyi malzeme yaparak ötekini yok etmeye meyilli, şiddeti çözüm olarak gören, "Terörle mücadele söz konusuysa insan hakları ve demokrasiyi de devre dışı bırakırız." diyen bir anlayışın daha da egemen ve sınırsız özgürlüklerle güçlendirileceği, denetlenemeyeceği, durdurulamayacağı bir sistemi yeğ tutuyorsunuz. Hangi anayasayı, hangi adaleti konuşuyoruz, sorun kendinize.

Bu ülkenin eğitim sorunu var. 2010'da dedik ki: "Yapmayın." 4+4+4 yasasında da söyledik. Bir torbanın içine sakladığınız aydınlanma karşıtı eğitim sistemi kurgusunu, iş birlikçi omurgasız aydınların yardımıyla, özgürlük ve demokrasi aldatmacasıyla onaylattınız. Bugün bilimsel eğitim yerini koşulsuz imam-hatipleşme sürecine bıraktı. Çocuk gelinler, çalıştırılan çocuklar, örgün eğitimden uzaklaştırılan, cemaat, tarikat yurtlarında, vakıflarında istismara uğrayan, can veren çocuklar var.

BAŞKAN - Sayın Altıok, bir saniye... Buyurun.

ZEYNEP ALTIOK (İzmir) - Fetvalarla cinsel meta hâline getirilen çocuklarımız, kadınlarımız var. Şiddet, tecavüz meşru; adalet sadece tecavüzcüye, saldırgana, katile çalışıyor. Bu rejim değişikliğini bize "Bir kereden bir şey olmaz." diyerek kabul ettiremezsiniz.

Bu ülkenin özgürlük sorunu var. Sadece dinî ve millî değerlerle tahrik olma özgürlüğü var bu ülkede. Bu değerlerinizin kabulüyle kendinizden görmediklerinizden hesap soranların sınırsız şiddet ve intikam özgürlüğü söz konusu. Basın tutsak, HDP eş başkanları, milletvekilleri tutsak, sendikacılar tutsak, akademi tutsak, sanat tutsak, direnme hakkı yasak. Defalarca söyledik, defalarca da söylemeye devam edeceğiz: Bu koşullar Anayasa yapmaya uygun koşullar değil, önümüze getirip koyduğunuz metin bir Anayasa değişikliği metni değil. Bu tip, bir diktatörlüğe evrilişin yasal belgesi. "Yasal" diyorum ama yasallığını da şu çatı altında toplanıp yalan yere tartıştırılmasından alıyor. Yoksa ne yasal ne meşru, bütünüyle hukuksuz, bilgisayar klavyesinden dökülmüş bir darbe planı bu, fazlası da değil.

Kaç kişi hazırladı bu metni, soruyorum. Bakın, onlarca iktidar partisine mensup milletvekili aramızda. Kaçınız bu metin kamuoyuyla paylaşılmadan önce katkı sundunuz? Sizin görüşlerinize başvuruldu mu? Şu konuda fikrin nedir denildi mi? Hadi, bize yaptırmıyorsunuz burada, sizin görüşlerinize başvuruldu mu? Siz bu metni aldığınızda açıp bir karşılaştırma yapabildiniz mi? Bu metnin altında imzası bulunan milletvekilleri için söylüyorum: Siz tam olarak neye imza attığınızın farkında mısınız? Dün akşam madde çekilecek diye tüm kanallar alt yazı veriyor, son dakika haberi geçiyor, burada oturan bir tane vekilinizin haberi yok, Levent Gök'ten duyuyorsunuz.

Bu ülkenin ekonomi sorunu var, teklifle öngörülen sistem, bütün kuvvetlerin tek elde toplandığı, hiçbir yargı bağımsızlığı veya denge denetleme mekanizmasının bulunmadığı bir diktatörlük. (Uğultular)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, lütfen hatibi dinleyelim.

Sayın Altıok...

ZEYNEP ALTIOK (İzmir) - Zaten çok az kaldı Sayın Başkan.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, Komisyon gündemine hâkimdir, lütfen hatibi dinleyelim.

ZEYNEP ALTIOK (İzmir) - Ben bitirdiğim zaman cevap verirsiniz. (Gürültüler)

BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen...

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - "Kürt illeri" diyorsun be! CHP'ye yakışıyor mu? "Kürt illeri" diye okudun orada be!

ZEYNEP ALTIOK (İzmir) - Bana "sen" demeyin, "be" demeyin rica ederim. Sözüm bittiği vakit söz alıp cevap verebilirsiniz.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar...

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Hanımefendi, "Kürt illeri" diye okudun, "Kürt illeri" dedin, "Kürt", tutanaklarda var.

ZEYNEP ALTIOK (İzmir) - Kürt vatandaşların çoğunlukla yaşadığı Kürt illeridir.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar...

ZEYNEP ALTIOK (İzmir) - Sayın Başkan, ben bitirdikten sonra söz hakkı isteyebilirler. (Gürültüler)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, bakın, bu tip bir yöntem sadece bir saat daha geç gitmemize sebep olur. Lütfen hatibin konuşmasını kesmeyelim. (Gürültüler) Değerli arkadaşlar, gerçekten sadece bir saat daha geç gideriz. Ya kendinize acıyın ya kendinize acıyın!

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Biz halka acıyoruz. Bu yasa geçerse halkın hâli ne olacak?

BAŞKAN - Evet Sayın Altıok, lütfen...

Buyurun.

ZEYNEP ALTIOK (İzmir) - Sayın Başkan, sessizliği sağlarsanız, çok az kaldı, bitireceğim.

BAŞKAN - Buyurun.

ZEYNEP ALTIOK (İzmir) - Bu ülkenin ekonomi sorunu var. Teklifle öngörülen sistem, bütün kuvvetlerin tek elde toplandığı, hiçbir yargı bağımsızlığı veya denge denetleme mekanizmasının bulunmadığı bir diktatörlük. Bu şekilde yönetilen ve adına "başkanlık sistemi" denilen diktatörlüklerin hiçbirinde ekonomik bir gelişme yaşanmadı. Tam aksine, etkin bir hukuk sistemi olmadığı için yolsuzluklar arttı, mülkiyet hakkının ihlaline yol açan keyfî uygulamalar yaygınlaştı, yatırımcıların mülkiyet hakkı korunmadığı için yatırımlar azaldı ve neticede, yoksulluk, işsizlik oranları arttı. Bu teklifin geçmesi hâlinde Türkiye'nin de ekonomik bir çöküşe sürükleneceği ortada. Tasarruf oranları düşük olan, işsizlik oranını düşürmek ve gençlik nüfusuna istihdam olanakları sağlamak için yatırıma bağlı olan Türkiye, bu teklifin geçmesiyle, herhangi bir yatırım alamayacağı ve dış finansmanını sağlayamayacağı için tarihinde görmediği kadar büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya. Bu sistemin Türkiye'ye istikrar getirmesi mümkün olmadığı gibi, toplumsal tansiyonu da çok daha yüksek bir seviyeye çıkartacağı için ülkenin toplumsal olarak bölünmesi sorununu da getirebilir.

Bu ülke, yürütme organının tek başına, tek adama bağlanmasına izin vermeyecek. Bu ülke, yargının tek cemaate bağlandığı 2010 Anayasa değişikliği gibi, şimdi de yargının tek adama bağlanmasına asla izin vermeyecek. Yargının bir gruba, zümreye, siyasi partiye veya tek adama bağlanmasının ne denli acı sonuçları olduğunu yıllar içinde defalarca deneyimledik. Eğer ortada on dört yıllık bir iktidar varsa, doksan üç yıllık cumhuriyet, yüz elli yıllık da parlamenter gelenek var. Birileri el kaldırıp indirerek bu rejimi değiştirmeye kalkarsa, birileri de onların karşısına dikilir elbet.

Kavafis'in ünlü şiiriyle bitirelim:

"Yeni bir ülke bulamazsın,

başka bir deniz bulamazsın,

bu şehir arkandan gelecektir,

başka bir şey umma.

Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,

öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de."

Evet, iyilik ya da şiddet, özgürlük, eşitlik ya da dikta, nasıl tüketeceğiz ömrümüzü bakalım burada, bu köşecikte?

Saygılar sunuyorum.