| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 29 .12.2016 |
NİHAT YEŞİL (Ankara) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın Komisyon üyeleri, sayın milletvekilleri, saygıdeğer basınımızın değerli temsilcileri; sabahın köründe, bu saate kadar bizi dinlediğiniz için hepinize sonsuz teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum. Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, günlerdir burada bir tartışma yaşıyoruz. Tartıştığımız konu ülkenin rejimini değiştirecek Anayasa değişikliğidir. Herhangi bir konuda yasa yapmıyoruz. Kuşkusuz her yasa önemlidir ancak adı üstünde, bütün yasaların anası olan Anayasa söz konusu ise daha bir ciddiyetle, daha bir özenle yapılması gerekir. Bütün arkadaşlar söyledi, ben de söylüyorum: Anayasalar bir toplumsal mutabakat, bir toplumsal uzlaşma metnidir. Bu nedenle, bütün toplumu ilgilendiren metinlerdir. Öyleyse, ne yapmalıydık? Toplumun bütün kesimlerini bu tartışmaya katmalıydık. Öncelikle düşüncelerini, önerilerini bu çalışmaya sunmak için sivil toplum örgütlerini, demokratik kitle örgütlerini, bilim insanlarını, Barolar Birliğini, sendikaları, üniversiteleri, tüm siyasi partileri, kanaat önderlerini... Bu çalışmaya katkı sunmaları için bu olanakları onlara sunmalıydık ki kimse kendini dışlanmış, ötekileştirilmiş hissetmemeliydi ama böyle olmadı. Böyle olursa toplumsal mutabakat olurdu, toplumsal uzlaşma olurdu ancak önümüze gelen Anayasa değişikliğinde bu bahsettiğimiz katılımın hiçbirini maalesef görmedik. Bırakın toplumsal uzlaşmayı, üyesi bulunduğumuz Meclisi önemsizleştirdik, etkisini ortadan kaldıran bir noktaya... Milletvekillerinin bile düşüncelerini öncelikle özgürce söyleme hakkını bile kısıtladık arkadaşlar, elinden alınıyor.
Değerli milletvekilleri, tartıştığımız metin bir parti programı değil, sadece bir parti yapmıyor ya da iki partini kurduğu koalisyon hükûmetinin hükûmet programı değil ki iki parti oturup yapsın ama üzülerek görüyoruz ki aynen böyle yapılmış bir metinle karşı karşıyayız.
Anayasaların toplumsal mutabakat metni olduğu konusunda bir tartışma yoktur. Diyorsak ki "Yoktur." o zaman bu yapılana yani sadece iki partinin kafa kafaya verip karşımıza getirdikleri metne anayasa demek doğru değildir, olsa olsa bu metin Saray'a yetki devridir.
Değerli arkadaşlar, yapılmak istenen bir rejim değişikliğidir. Egemenliğin tek bir elde toplandığı otoriter rejime geçiştir. Türkiye'de siyasal rejimde demokrasi eksiklikleri olmakla birlikte laik demokratik cumhuriyettir. Bu değişiklik demokrasi eksikliğini gidermeye dönük yapılmıyor, tam aksine, eksik dediğimiz demokrasiyi de sonlandırıyor. Buna karşılık, otoriter bir diktatörlüğün anayasal bir zemini oluşturuluyor.
Cumhuriyet rejimi kurulduğu günden bu yana egemenliği saraydan alıp halka vermeyi ve demokratikleşme çizgisini benimsemiştir. Bu değişiklikle yapılmak istenen ise açık bir karşı devrim hareketidir. Açıkça egemenliği tekrar halktan alıp Saray'a, bir kişiye verme girişimidir, demokrasiye yönelen gidişin kesintiye uğrayıp diktatörlüğe yönelmesidir. Değerli arkadaşlar, bu kadar yetki kime verilirse verilsin -kişi önemli değil- varacağı nokta otoriter, baskıcı bir rejimdir. Bu rejimin adına diktatörlük denilir.
Sayın milletvekilleri, ayrıca belirtmek isterim ki Anayasa değişikliği teklifiyle getirilmek istenen sistemde gerek Cumhurbaşkanı ile yasama arasındaki ilişkilerde gerek Cumhurbaşkanı ile yargı arasındaki ilişkilerde gerekse Cumhurbaşkanı ile idare arasındaki ilişkilerde denge ve denetleme mekanizması yoktur. Seçimleri yenileme, Cumhurbaşkanı yardımcılarını, bakanları atama, üst düzey kamu yöneticilerini atama, Hâkimler ve Savcılar Kuruluna üye atama gibi Cumhurbaşkanına verilen yetkiler sınırsız bir şekilde, herhangi bir denetime tabi olmaksızın verilmektedir. Bu şekilde bir yetki verme örneği çağdaş demokrasilerde yoktur. Sık sık örnek olarak zikredilen, Amerika Birleşik Devletleri'nde dahi Başkanın yüksek kamu görevlilerini ve yüksek hâkimleri atama yetkisi Senatonun oyuna tabidir. Görüldüğü gibi, 10 Aralık 2016 tarihli Anayasa değişikliği teklifi kuvvetler ayrılığı teorisinden uzaklaşmakta ve bir kuvvetler birliği kurmaya çalışmaktadır. Teklif edilen sistemde sadece yasama organı değil, yargı organı da Cumhurbaşkanının kontrolü altına sokulmaktadır.
Kuvvetler ayrılığı yoksa hürriyet de yoktur. Bundan 268 sene önce Montesquieu'nun söylediği gibi, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin tek elde toplandığı bir sistemde hiçbir şekilde hürriyet olmaz. 1748 yılında yayınlanan "Kanunların Ruhu" isimli eserinde Montesquieu'nun söylediği şöyle: "Eğer aynı idarenin kişilik veya yapısında, yasama erki yürütme erkiyle birleşmişse hiçbir şekilde hürriyet yoktur çünkü aynı monarkın veya aynı senatonun, zalimce yürütmek için zalimce kanunlar yapmasından korkulur. Yargı erki de, yasama ve yürütme erklerinden ayrılmış değilse gene hürriyet yoktur. Eğer bu erk, yasama erkiyle birleşirse vatandaşların hayat ve hürriyetleri üzerindeki idare, keyfe kalmış bir idare olur çünkü yargıç kanun koyucunun durumuna düşer. Şayet yargı erki, yürütme erkiyle birleşirse yargıç korkunç bir zalim kesilir. Bu üç erki de aynı kişiye, kurullara kullandırırsak her şey mahvolur." Yine Montesquieu devam ediyor: "Avrupa'nın çoğu krallıklarında hükûmet hafifletilmiştir. Bu üç erkin padişahın kişiliğinde birleştiği Türk ülkesinde ise korkunç bir istibdat hüküm sürer. Bu cumhuriyetlerde bir vatandaş ne durumda bulunur, artık siz düşünün. Aynı idareciler kitlesi, kanunu yürütme yolunda, zaten yine kanun koyucu sıfatıyla kendi kendine verdiği tam bir yetkiye sahiptir. Genel emirleriyle devleti silip süpürebilir ve yargı erki de kendisinde bulunduğu için özel emirlerle de herhangi bir vatandaşı mahvedebilir. Orada bütün iktidar, bir bütün hâlini almıştır. Zalim bir hükümdarın varlığını belli eden bir dış emare olmasa dahi, bu olay her an hissedilir. Müstebit olmak isteyen hükümdarlar da, bütün idare otoritesini kendi kişiliklerinde birleştirebilirler." Korkulan odur ki, Montesquieu'nün 1748'de "Türk ülkesi" için yazdığı şeyler, 2016'da Türkiye Cumhuriyeti'nde gerçekleşmek üzeredir arkadaşlar.
Önemle belirtmek isterim ki yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin elinde toplandığı kişinin kim olduğunun bir önemi yoktur. Bu kişi, bir bilge kral da olabilir veya çok oy almış, halk tarafından seçilmiş olması bu kişinin yetkilerini kötüye kullanmayacağı anlamına gelmez. Her kuvvetin doğasında kötüye kullanılma eğilimi vardır. Bundan 129 sene önce Lord Acton'un söylediği gibi "İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak yozlaştırır." İktidar iktidarla sınırlanır ama iktidardakilerin insafıyla değil. Kuvvetlerin aynı elde toplandığı bir sistemde kimse güvende değildir. Böyle bir sistemde medeni yaşam tehdit altındadır.
Kuvvetler ayrılığı yoksa anayasa da yoktur arkadaşlar. Kuvvetler ayrılığı teorisi, anayasacılığın en temel ve en eski teorisidir. Kuvvetler ayrılığının olmadığı yerde anayasa da olmaz. Kuvvetler ayrılığının olmadığı bir devlet, anayasal devlet değildir. Bu husus, en güzel, en çarpıcı bir şekilde 16 Ağustos 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nin 16'ncı maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: "Hakların güvence altına alınmadığı ve kuvvetler ayrılığının olmadığı bir toplumda anayasa yoktur." Bundan 227 yıl önce ilan edilmiş bu madde şunu söylüyor: Bir devlette bir anayasanın olduğunu söyleyebilmek için o devlette bir yandan vatandaşların hak ve hürriyetlerinin güvence altına alınması, diğer yandan da o devlette kuvvetler ayrılığının olması gerekir. Bu iki şart gerçekleşmedikçe bir devlette "anayasa" isimli bir belgenin olması, o devlette gerçek anlamda bir anayasanın bulunduğunu göstermez.
Türkiye'de son yıllarda, vatandaşların hak ve hürriyetlerinin güvence altında olup olmadığı çok tartışmalıdır. Kuvvetler ayrılığı ise uygulamada varlığı ve etkililiği tartışmalı olsa bile, hiç olmazsa Anayasa'mıza göre şeklen vardır. 10 Aralık 2016 tarihli anayasa değişikliği teklifiyle artık kuvvetler ayrılığı sadece fiilen değil, resmen de kaldırılmaktadır. Söz konusu Anayasa değişikliği teklifinin gerçek anlamı budur: Fiilen kalkmış olan kuvvetler ayrılığını resmen de kaldırılmasıdır.
Değerli arkadaşlar, hepimiz aynı gemiye biniyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yeşil, lütfen toparlayalım.
NİHAT YEŞİL (Ankara) - 10 Aralık 2016 tarihli Anayasa değişikliği teklifi kabul edilirse Türkiye'de sadece hükûmet sisteminde bir değişiklik olmayacak, kuvvetler ayrılığı ilkesi de ortadan kalkacaktır. Bu ilkenin ortadan kalkmasıyla, bir yandan Montesquieu'nun söylediği gibi Türkiye'de "hürriyet" de ortadan kalkacaktır. Diğer yandan da bu ilkenin ortadan kalkmasıyla 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nin beyan ettiği gibi, Anayasa da ortadan kalkacaktır. Zira yukarıda açıklandığı gibi, kuvvetler ayrılığının olmadığı yerde hürriyet de anayasa da olmaz.
Bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun.