KOMİSYON KONUŞMASI

LALE KARABIYIK (Bursa) - Teşekkürler.

Öncelikle şehitlerimize Allah'tan rahmet, kederli ailelerine ve Cemal Bey'e -burada mı bilemiyorum ama yok galiba- başsağlığı diliyorum.

Şimdi, maalesef yine hızla hazırlanmış bir torba yasa karşımızda ve maalesef yine sorunların köklü çözümlerinden ziyade, sorunlara anlık kompresler uygulayan bir torba yasa mantığı var. Hatta, her yerinden yana yakıla hissedilen bir finansman ihtiyacı da gerçekten ortada, çok net hissediliyor.

Şimdi, ardından da çiftçi borçlarıyla ilgili yapılandırma geleceğini duymuştum, tam içeriğini bilmiyorum, tabii ki karşı değiliz, tabii ki olsun, hatta içinde sulama borçlarının olması gerektiğini de düşünürüm, karşı değiliz asla. Ama, işte, hep böyle yara üzerine bir kompres ya da ağrı kesici veriliyor. Ortada gerçek ve kalıcı bir tedavi maalesef olmuyor.

Şimdi, bu yabancılara satış konusunda tabii ki satışları artıracaktır ama vergi adaletsizliği de var, bunu da düşünmek lazım. Oysa şöyle düşünelim: Ekonomiyi iyileştirici, güçlendirici, kalıcı çalışmalar yapılmış olsa, kendi vatandaşlarımızın alım gücü artırılmış olsa daha iyi değil mi? Şimdi, oysa şöyle bir şey deniyor: "Bizim vatandaşlarda para bitti, suyunu çekti, zaten bunlar mahvoldu, perişan durumdalar, o zaman gelsin zengin yabancı, alsın, biz finansal olarak rahatlayalım, sektör de durmasın, bizimkiler de kenardan kenardan baksın." Mantık bu olunca, tabii, üzücü oluyor. Ben birkaç yerle konuşmuştum bu konuda ne düşündüklerini. Bakın, bütün emlak piyasası şunu düşünüyor: İşte, bu yasa geçer, satışlar patlar falan. İşte, dışarıdan Körfez sermayesi gelir, şu gelir, bu gelir. Ama, bunlar hep geçici çözümler. Oysa belirttiğim gibi, ekonomiyi güçlendirecek adımların atılmasının aslında kalıcı gerçek anlamlı çözümler olacağı kanısındayım her zaman. Bu şekilde "Gelsin zengin yabancı, bizimki baksın." şeklinde bir yapılanma değil.

Diğer taraftan, esnaf Ahilik sandığı kanun teklifiyle ilgili, şimdi, bütün bir esnaf Ahilik sandığı oluşturulmasıyla ilgili düzenlemelerin tek maddeyle düzenlenmiş olmasında sıkıntı görüyoruz. Ben özellikle bu konuda uzman kişiler, akademisyenler ve esnaf odalarıyla filan da görüşüyorum. Şimdi, çok detaya girmeyeceğim ama daha sonra bu madde geldiğinde onların da görüşlerini içeren birtakım konuşmalar yapacağım. Ama şimdi şunu söyleyeyim: Çok uzun fazla atfı olan, kurumsal yapıda zorunlu sigortalılığa kadar, primlerden gecikme cezalarına kadar bütün düzenlemeler tek maddeye sığdırılmış. Kurumsal yapı, gelirler giderler, zorunlu sigortalılık yararlanma şartları, sağlanan haklar, kötüye kullanma ve bunun gibi bütün konular tek bir maddede düzenlenmiş. Bu düzenlemenin ilave edildiği... Yani yeterli değil buradaki maddeler, orada iki madde var ama 4447 sayılı Kanun'un sistematiğine de aykırı diye düşünüyoruz. Tek maddelik bir sigorta kanununa aslında alışılmış da değil gibi geliyor bize.

Bir başka nokta, teklif İŞKUR'a iki ayrı fon yönetme görevini vermiş oluyor, gördüğümüz üzere. İşsizlik Sigortası Fonu ve esnaf Ahilik sandığı fonu. Bunun üzerinde düşünmek lazım. İki fonun aynı ilkelerle yönetilip yönetilmeyeceğine ayrıca iyi düşünmek, bakmak gerekiyor. Bunları, olumlu gidişatın olması için ifade etmeyi bir görev biliyorum.

Yine sandığın isminde sanki bir fazlaca zorlama var gibi geliyor. Yani şunu demek istiyorum: Şimdi, "Ahilik" kelimesini biz zaten biliriz. Hani Ahilik, üyelerini hem ekonomik hem de ahlaki yönden geliştiren bir yapıdır. Hani Selçuklu ve Osmanlı döneminden biliyoruz tarihten. İyi ahlakı, doğruluğu, kardeşliği, yardımseverliği, yani tüm güzel meziyetleri birleştiren sosyoekonomik bir düzeni ifade eder, bunu anlıyorum ama "Ahilik" kelimesi sadece geleneksel bir müessese çağrıştırıyor, başka bir anlam taşıyor mu burada? Ya da sandığın ve fonun çalışma ilkeleri ile Ahilik arasındaki ilişki kurulacak bir yaklaşımla bütünleştirilemez miydi veya bütünleşme yok diyeyim. "Esnaf" ismi orada kısıtlayıcı çünkü bu sandık kapsamında esnaf olmayanlar da var. Zaten kapsamda... İlgili olarak atıf yapılan madde hariç olanları belirttikten sonra hani "isteğe bağlı sigortalılar, jokey ve antrenörler, tarımsal faaliyette bulunanlar, çiftçiler ile muhtarlar" gibi denilmiş. "5510 sayılı Kanun'un 4/B maddesi kapsamında olan kişiler" denilmiş. Bu durumda Kapsam, gelir vergisi mükellefi olanlar ticaret erbabı ile Esnaf ve Sanatkâr Siciline kayıtlı olanlar ve şirket ortaklarını da alıyor. Burada şirket ortaklarının işsizliği, tabii onu da göz önüne sermek lazım, üzerinde durulması gereken bir başka konu diye düşünürüm. Yani "esnaf sandığı" ismi biraz kısıtlayıcı kapsamı ifade ediyor ama hani hadi o kadar çok üstünde durmayalım derim. Bence bağımsız çalışanlar gibi bir kapsamı ifade ediyor, bu içerik. Bu sandığın amacı küçük esnafı korumak ise 5510 sayılı Kanun'un 6'ncı maddesinde, gelir düşüklüğü sebebiyle zorunlu sigortalılık kapsamı dışında bırakılan küçük esnaf ve sanatkârlarla ilgili düzenlemeyi gözden geçirmek gerekir diye düşünmek lazım. 5510 sayılı Kanun'a göre bunları zorunlu sigortalılıktan muaf tutup sandık için "zorunlu" demek, SGK bakımından da kayıtlar ve primlerin toplanması bakımından da problem yaratmaz mı? Bunu düşünmek lazım. Yani bürokratlar belki bunu cevaplayacaklardır. Zorunlu sigortalılığın kapsamı hani bu açıdan gözden geçirilmeli diye düşünürüm.

Yine başka bir nokta: Prim oranları ve devlet katkısı konusunda bir şey söylemek için hani belli bir hesapları da görmek lazım, miktarları görmek lazım ama şu var: İşsizlik sigortası için 14 milyon 4/A'lı prim öderken, esnaf sandığı için 2 milyondan az kişi prim ödeyecek. Diğer taraftan, bu grupta bulunanların iş yerini kapatma, sonlandırmaları sıklıkla zaten rastlanan bir durum. Bu sebeple yüzde 3 yeterli olacak mı? Olmayabilir. Nitekim bu risk görülmüş olmalı ki Bakanlar Kuruluna bu oranı artırma, azaltma yetkisi zaten verilmiş.

Yine bir diğer nokta, bir önemli gerçek var ki prime esas kazançlar bakımından alt sınır asgari ücret, üst sınır asgari ücretin 7,5 katı. Yani yanılıyorsam düzeltin lütfen. Ancak neredeyse 4/B'lilerin tamamı, yüzde 99'u diyebilirim buna, primlerini asgari ücret üzerinden ödüyorlar. Sistemin gelirlerinin bu bakımdan da yetersiz kalma ihtimalini yüksek gördüm incelediğimde.

Yine, hak kazanma şartları işsizlik sigortasına benzetilmek istenmiş burada gördüğüm kadarıyla. Ancak, ilk dilim işsizlik sigortasında yirmi ay altı yüz gün iken burada yedi yüz yirmi gün yapılmış. Yani, hak kazanma şartları eşitlenmemiş, iki tarafta hak kazanma şartlarında bir eşitlik yok gibi.

Yine, bir başka nokta: Ödenek miktarları işsizlik sigortasıyla aynı oran ve miktar olarak belirlenmiş. Asgari ücretin yüzde 40'ı ancak hani brüt tutarın yüzde 80'ini geçmeyecek de iki ayrı fon düşünülürse bu oranın benzeşmesi belki normal düşünülebilir. Burada şimdi asıl sorun, ödeneğe hak kazanmayla ilgili şartlar. İflas istemiyle mahkemeye başvurmak veya iflas yoksa iş yerini kapatmak, mahkeme süreci ve süresiyle ilgili bir değerlendirme yapmak da burada çok mümkün olmamakla birlikte, bu sürecin uzaması ödenekten faydalanmayı imkânsız ve anlamsız hâle getirir mi, getirmez mi?

Bir diğer nokta: Ödenekten faydalanmak için iş yerini kapatma şartı, işsizlik sigortasına benzerlik kurma bakımından makul görülmekle birlikte kişinin yeniden aynı işi yapabilir kılmasını mümkün kılmak, işi sürdürmeye esas almak gerekir diye düşünüyorum, çok önemli bu nokta. İş yeri açma ve kapama faaliyetleriyle ilgili süreçlerde bu şartları da değerlendirmek gerekir diye altını çizmek istiyorum.

Yine, bu konuda son söylemek istediğim şu: "Düzenleme bakımından açık bırakılan yerlerde İşsizlik Sigortası Kanunu'na atfen kıyasla düzenlenir." deniyor. Şimdi, bakın, bu çok bariz bir örnek ki bu kanun teklifiyle ilgili çalışmaların acele ve yeterli gerekçelendirme yapılmadan yürütüldüğünü gösteriyor bence. Yani, kusura bakmayın, bu böyle. Sürekli atıflarla işleyen, çok hızlı hazırlanmış bir çalışma olarak gördüm.

Genel sağlık sigortasıyla ilgili bir iki bir şey söyleyeceğim. Şimdi, genel sağlık sigortası Türk sosyal sigorta hukukunda doğrularla yanlışların böyle atbaşı gittiği alanlardan biri diyebiliriz. Herkesi eşit şartlarda kapsama almak ne kadar doğru ise uygulamada o kadar yanlışlıkların yapıldığı bir alan oldu artık bu süreçte, izliyoruz çünkü. Aflar, süre uzatmaları, istisnalar arka arkaya birbirini takip ediyor, işte bu da sonuncusu. Yani, yine, kalıcı çözümler yerine, kompresler, yara kompresleri... Olumlu yönü, basitliği ve genelliği olabilir sistemin. Ancak, uygulanabilir mi, ondan şüpheliyim, düşünmek lazım. Bütün sır gelir testinin sağlıklı yapılmasında bence. Gelir testi sağlıklı yapılıyorsa o tamam. Asgari ücretin yüzde 3'ü üzerinden primle genel sağlık sigortası kapsamına almak sade, basit ve uygulanabilir görünüyor aslında ama bu değişiklik zorunlu sigortalılarla ilgili diğer düzenlemelerin de yapılmasını gerektirir bence önümüzdeki süreçte, devamını getirir, ihtiyaç hissettirir. Çok yüksek gelirlerin bile asgari ücret üzerinden yüzde 3'le bütün genel sağlık sigortası hizmetlerinden faydalanabildiği bir uygulamayla çalışan ancak geliri yetersiz olandan sırf çalıştığı için yüzde 12,5 oranında hem de asgari ücretin 7,5'i kadar prim almak çok savunulabilir mi? Hani bunu da bu açıdan düşünmek lazım, çok savunulabilir değil gibi geliyor.

Yine, teklif, genel sağlık sigortasının mevcut sorunlarına çözüm için pragmatik bir yol getirdiği ölçüde çalışan, geliri olan ve bunun üzerinden prim ödeyenler için de o kadar adaletsiz hâle getiriyor aslında. Buradaki düzenlemeleri bu adaleti -eğer yapılacaksa- sağlayarak yapmak önemli diye düşünüyorum. Üzerinde düşünmek lazım bunun. Yani, bir öneri bütün sigortalılar için genel sağlık sigortası bakımından bir üst sınır getirebilir. Primlerin en fazla asgari ücretin 2 veya 3 katından kesilebilir gibi bir görüş de değerlendirebilir. Yani, kısaca şöyle diyeyim bu konuda: Genel sağlık sigortasıyla ilgili düzenleme prensip olarak doğru ama diğer alanlara yansımalarını, prim oranlarının farklılığı, uygulamanın sağlıklı olup olmaması ve sağlıkta adaleti sağlama gibi hani bu diğer yansımaları da bu süreçte çok iyi düşünmek gerekir.

Ayrıntılarına maddelerde değineceğim.

Teşekkür ediyorum.