KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Uzun bir aradan sonra Plan ve Bütçe Komisyonunun toplanmış olması ve çok değerli arkadaşlarımızla tekrar buluşmak, Bakanlığımızın değerli temsilcileriyle, yöneticileriyle tekrar bir arada olmak, basınımızın değerli temsilcileriyle bir arada olmak bizim için de sevindirici.

Konuya girmeden önce, işte, 16 Nisanda önemli bir referandum gerçekleştirdik. AK PARTİ'nin yaklaşık olarak 2011 yılından beri Parlamentoda mutlak bir çoğunluğu var ve ülkeyi yönetiyor. 2002, 2007, 2011 ve 2015 seçimlerinde de elde ettiği sonuçlarla 2019'a kadar 317 milletvekiliyle Parlamentoda bütün kanunları çıkarabilecek bir çoğunluğa da sahip. Peki, bu 18 maddelik Anayasa değişikliğinde daha neden ve niçin ısrar edildi? Bunu uzun süren komisyon sürecinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisi görüşmelerinde ve referandum sürecinde yaşadık.

Tabii ki ülkemizde daha ileriye gitmek, daha çağdaş ve demokratik bir ülke olmak hepimizin isteği ve arzusudur. Bunu da gerçekleştirmek için bütün siyasi partilerin ellerinden gelen bütün çabayı ve gayreti göstermesi gerekir.

16 Nisanda yapılan referandum kampanyası süreciyle ilgili birkaç şeyin altını çizmek isterim. Özellikle kampanya sürecinde yaşanan olaylar dolayısıyla, gerçekten ülkemiz açısından adil ve eşit bir kampanya yürütüldüğüyle ilgili ciddi endişeleri ve kaygıları taşıyorum. Kuşkusuz AK PARTİ'nin Genel Başkanı Sayın Binali Yıldırım, Bakanlar Kurulu, milletvekilleri, partinin bütün yöneticilerinin Türkiye sathında bir referandum kampanyası yapmasını son derece doğal bir hak olarak görürüm, meşru bir hakkıdır, yapması gerekir ancak Anayasa'mızın 101'inci maddesi diyor ki: "Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer." Açık ve net.

Bu referandum kampanyasında, tekrar ediyorum, AK PARTİ'nin Genel Başkanı, parti yöneticileri, milletvekilleri, bakanları, partinin her kademedeki bütün yöneticilerinin bu kampanyayı aktif bir şekilde yapmaları meşru haklarıdır, hiçbir itirazımız yok, bütün siyasi partiler de bunu yapabilirler ama Anayasa 101'de okuduğum gibi Cumhurbaşkanı seçilenin partisiyle ilişkisi kesilir ve milletvekilliği düşer. Sayın Cumhurbaşkanımız da 2014 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 52 oy almış ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin Cumhurbaşkanıdır. Severiz sevmeyiz, beğeniriz beğenmeyiz, oy vermişiz vermemişiz, hiç önemli değil ama Türkiye Cumhuriyeti devletinin Cumhurbaşkanıdır. Mevcut Anayasa'nın 101'inci maddesine göre de partiyle olan ilişkisi kesilmiştir, tarafsız olması gerekir.

Peki, bu seçim, bu referandum kampanyası...

CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Musa Bey, 9 Mayıstayız, 16 Nisanda referandum oldu, Anayasa biliyorsunuz, Anayasa'ya göre...

MUSA ÇAM (İzmir) - Bakın, 101'inci madde...

Ben şimdiyi konuşmuyorum, 16 Nisan öncesini konuşuyorum, 16 Nisanı konuşuyorum.

Dolayısıyla, Sayın Cumhurbaşkanının bu tarafsızlığını koruması gerekirken, yaklaşık 25-30 ilde, temel atmaları, açılışları bahane etme gerekçesiyle, birçoğunun da daha önceden temelleri atılmış, açılışları yapılmış olmasına rağmen buna benzer mitingler gerçekleştirildi ve bir "evet" kampanyası yapıldı. Bunu kabul etmek, bunu onaylamak doğru bir iş değildir. Tekrar ediyorum, bütün AK PARTİ yöneticilerinin böyle bir referandum kampanyası yapmaları en doğal haklarıdır ama Cumhurbaşkanı her kim olursa olsun, kim olursa olsun, geçen Anayasa'nın 101'inci maddesine göre partiyle olan ilişkisinin kesilmiş olması gerekiyor. Ülkemizde ne yazık ki bu Anayasa'nın 101'inci maddesi 16 Nisana kadar çiğnendi, açık ve net bir şekilde çiğnendi, bunu buradan söylememiz gerekir arkadaşlar.

Yine, Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatının hazırlamış olduğu referandumla ilgili uzun rapordan birkaç paragrafı sizlerle paylaşmak isterim: "16 Nisan Anayasa değişikliği referandumu eşit şartlara sahip olmayan bir ortamda gerçekleşmiş ve kampanyanın iki tarafı eşit olanaklara sahip olmamıştır.

Reformun kilit unsurları konusunda seçmenlere tarafsız bilgi sağlanmamış ve sivil toplum örgütlerinin katılımı mümkün olamamıştır.

Referandum, gerçekten demokratik bir süreç için vazgeçilmez olan temel özgürlüklerin kısıtlandığı, 16 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen başarısız darbe girişimi sonrasında ilan edilen bir olağanüstü hâl altında gerçekleşmiştir.

Binlerce vatandaşın görevden alınması veya tutuklanması siyasi ortamı olumsuz şekilde etkilemiştir. Medyada tek bir tarafın baskın şekilde yer alması ve medyaya yönelik kısıtlamalar seçmenlerin çoğulcu fikirlere erişimini azaltmıştır.

Referandum teknik açılardan iyi idare edilmiş ve referandum günü düzenli bir şekilde yürütülmüş, sayım süreçlerindeki son değişiklikler önemli bir emniyet tedbirini ortadan kaldırmış ve bu değişikliklere muhalefet tarafından itiraz edilmiştir.

Referandum, genel olarak dört kademeli seçim organları tarafından iyi idare edilmiştir ancak seçim kurullarının çalışmaları şeffaflıktan yoksundur. Kurul toplantıları kamuya ve gözlemcilere kapalıdır ve sadece sınırlı sayıda karar yayımlanmıştır."

BAŞKAN - Sayın Çam, bir yapılandırma talebi mi var bu konuda?

MUSA ÇAM (İzmir) - Var.

"Temmuz 2016'da gerçekleşen darbe girişimini takiben, tümü hâkim olan 3 YSK üyesi ve 221 alt kademe seçim kurulu başkanı görevden alınarak yerlerine başkaları atanmıştır. Sandık kurullarında siyasi partilerin temsili tümüyle dengeli olmamıştır ve muhalefet partileri tarafından atanan 170 sandık kurulu başkanının reddedilmesiyle olumsuz şekilde etkilenmiştir.

Referandum için iyi uygulamalara aykırı şekilde, mevzuat, referandumda tümüyle katılımı sadece seçime katılma hakkı olan partilerle sınırlandırmış ve diğer paydaşların dâhil olmasını düzenlememiştir. Bunun yanı sıra, YSK, sivil toplum örgütlerinin ve meslek kuruluşlarının kampanya faaliyeti yürütemeyeceği yönünde karar almıştır. On siyasi parti kampanya yapmak için gereken şartları karşılamaktadır, iki partinin hak sahibi olmadıklarına dair alınan karara yaptıkları itiraz reddedilmiş ve bir sivil toplum girişiminin parti olarak kaydedilmesi mümkün olmamıştır.

Kampanya çerçevesi kısıtlayıcıydı ve çok sayıda mahalli yetkilinin yanı sıra Cumhurbaşkanı ve birtakım ileri gelen devlet yetkililerinin "evet" kampanyasına etkin katılımı nedeniyle kampanya dengesiz olmuştur. Kamu kaynaklarının kötüye kullanımının yanı sıra birtakım partilerin ve sivil toplum örgütlerinin "hayır" kampanyasını destekleyen çabalarının engellendiği de gözlemlemiştir. Kampanya dili birtakım üst düzey yetkililerin "hayır" destekçilerini terörist destekçileriyle bir tutmasıyla lekelenmiştir. "Hayır" destekçileri kampanya faaliyetleri sırasında çok sayıda durumda polis müdahaleleri ve şiddet içeren saldırılarla karşı karşıya kalmışlardır. Bu ihlaller, kampanyalarda özgürlük ve eşitlikle ilgili AGİT taahhütlerine, Avrupa Konseyi standartlarına ve diğer uluslararası yükümlülüklere aykırıdır."

Diyor ve devam ediyor arkadaşlar.

Dolayısıyla, bu 16 Nisanda yapılan Anayasa referandumu, YSK'nın açıklamalarıyla birlikte gerçekten demokratik olmayan bir noktaya getirilmiştir.

YSK'nın almış olduğu o karar alınmamış olsaydı, mühürsüz oy zarflarının ve mühürsüz oy pusulalarının...

BAŞKAN - Sayın Çam, basına değil biraz da Komisyona dönük konuşun, ben gözle görmek istiyorum.

MUSA ÇAM (İzmir) - Tamam.

...geçerli sayılmasıyla ilgili birtakım sıkıntılar yaşanmamış olsaydı, yüzde 51,8'i biz yine kabul edip başımızın üstüne koyabilirdik, hiçbir itirazımız olmazdı ama YSK almış olduğu kararlarla ve yapılan propagandalarla birlikte bu referanduma ciddi anlamda gölge düşürmüş ve şaibeli bir noktaya getirmiştir.

İkinci bir nokta, kanun hükmünde kararnamelerle ilgili. Sayın temsilcimiz Zekeriya Temizel konuyla ilgili geniş açıklamalarda bulundu ama birkaç şeyin altını çizmek isteriz. Yani Plan ve Bütçe Komisyonunda ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesi, konuşulması gereken birçok konu kanun hükmünde kararnamelerle düzenleniyor ve yürürlüğe konuluyor.

Yabancı ülke adli veya idari makamlarınca verilen boşanma kararlarının nüfus kütüğüne tescili, göçmen kaçakçılığı suçunda kullanılan araca el koyma, üniversite mezunu astsubayların subaylığa atanmasıyla ilgili fıkranın kaldırılması, dışarıdan pilot atama işlemleri 2017 yılının sonuna kadar sona erecek maddesi, kaçakçılıkla mücadele görevi verilen askerlere ikramiye ödenmesi, disiplinsizliği alışkanlık hâline getirmenin tanımıyla ilgili madde, Millî Mayın Merkezi personelinin ücretine zam, Millî Savunma Üniversitesine yeni bölümler, uyuşturucu suçlarından yakalanan silah ve mühimmatın TSK veya Emniyete verilmesi, Jandarmaya gümrük vergisi muafiyeti, TSK, Jandarma ve Sahil Güvenliğe ücretsiz su analizi, 7 bin bekçi kadrosu, yürürlükten kaldırılan maddeler, makam tazminatı almaya hak kazanmadan emekli olanlara yapılan ek ödemeyle ilgili düzenleme, muhtar ödenekleriyle ilgili düzenleme, muhtarların sosyal güvenlik primlerinin devletçe ödenmesi dâhil olmak üzere bir sürü kanun hükmünde kararnameler.

Daha geçtiğimiz kasım ayında Plan ve Bütçe Komisyonunda, muhtarların sosyal güvenlik priminin devlet bütçesinden karşılanmasıyla ilgili vermiş olduğumuz önerge, burada, AK PARTİ'li milletvekili arkadaşlarımızın ret oylarıyla kabul edilmedi.

BAŞKAN - Arkadaşlar, Komisyon kayıtlarında böyle bir şey yok.

MUSA ÇAM (İzmir) - Nerede yok?

BAŞKAN - Komisyon kayıtlarında.

MUSA ÇAM (İzmir) - Nasıl yok?

BAŞKAN - Kayıtlara baktığınızda kimin ret verdiğini kimin kabul verdiğini göremezsiniz.

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Reddedenler belli.

MUSA ÇAM (İzmir) - Rica ederiz Sayın Başkan...

Yani burada önergeyi verdik, reddedildi ama reddedilen önerge şimdi Cumhurbaşkanının kararnamesiyle bir yasal statüye kavuşturuluyor ve muhtarlarımızın sosyal güvenlik primleri Cumhurbaşkanının imzasıyla kabul edilmiş oluyor. Biz burada getirdik, önerdik, reddedildi ama bir kararnameyle referandum öncesinde yerine getirildi. Bizim söylemek istediğimiz, bu kadar adil ve eşit olmayan tutum ve davranışlarınız ve keyfî muamelelerinizdir arkadaşlar.

Gelelim, bu düzenlemelere, yeniden yapılandırmalara.

Şimdi, AK PARTİ'nin yaklaşık olarak 2002 yılından günümüze kadar olan bu süreç içerisinde ilk yapılandırma 2003 yılının Şubat ayında 4811'le Vergi Barışı Kanunu. Daha sonra 2006 yılında 5458'le Sosyal Güvenlik Prim Alacaklarının Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun; 5736, 2008 yılında, Bazı Kamu Alacaklarının Uzlaşma Usulü ile Tahsili Hakkında Kanun; 5811, 2008 yılında, Bazı Varlıkların Millî Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Kanun; 5917, 2009 yılında, Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun; 6111, 2011 yılında, Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun; 6486, 2013 yılında Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun; 6552, 2014 yılında İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun; 6736, 2016 yılı 8'inci ayda, Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun; 6770, 27/1/2017 Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde yapılan değişiklik ve son olarak 6824, 8 Mart 2017'de, Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Kanun Hükmünde Kararnamede yapılan değişiklikler arkadaşlar. Toplam 11 yeniden yapılandırılma yapılmış arkadaşlar ve bu yapılandırmalarla birlikte önemli olan da AKP döneminde her üç yılda bir "vergi barışı, varlık barışı" gibi isimlerle vergi affı çıkarılmış durumdadır. 2003 yılında 4811 sayılı Vergi Barışı Kanunu, 2008 yılında 5811 sayılı Bazı Varlıkların Milli Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Kanun ve 6111 sayılı Kanun dâhil olmak üzere 6552 sayılı Kanun yürürlüğe konuluyor.

Tarihlere dikkat ettiğimizde ilk iki kanun arasında beş yıl, sonraki iki kanun arasında üçer yıl aralık oluyor. En son kanun 2014 yılında çıkarılmış, 2016 yılında ve 2017 yılında.

Hemen hemen tüm bakanlar "Artık bu son." diyerek, bu kanunları bu Mecliste savundu. Yapılan aflarla hükûmetler kısa vadede para ihtiyaçlarını karşılarlarken, uzun vadede ise Türkiye'de zaten çok da fazla olmayan vergi ahlâkını yerle bir etmiş durumda. Dürüst mükellefi cezalandırıp kazancını tam bildirmeyen, bildirdiği kazancının vergisini zamanında ödemeyen, açıkça vergi kaçıran, kayıt dışı çalışanlar da ödüllendiriliyor bir noktada.

Aynı ahlaki bozulma sadece vergi mükellefiyetiyle ilgili değil, sosyal güvenlik primi ve benzeri kamu alacaklarının ödemelerinde de geçerli oluyor.

Arka arkaya gelen aflar yüzünden devlete olan yükümlülüklerini zamanında yerine getirmeyenler için uygulanan gecikme zammı, ceza gibi yaptırımların hiçbir anlamı ve caydırıcılığı ne yazık ki kalmadı. Çünkü artık herkes "Nasılsa bir iki seneye bir af çıkar." diyerek devlete olan vergi, sigorta primi ve benzeri borçlarını ödemek yerine ucuz finansman kaynağı olarak kullanmayı tercih ettiler. Arka arkaya çıkarılan aflar bu türden kötü niyetli mükelleflerin ekmeğine âdeta yağ sürmektedir.

Dünyanın her yerinde vergi mükellefleri başta ekonomik nedenler olmak üzere çeşitli nedenlerle kamuya karşı vergi ve benzeri yükümlülüklerini zaman zaman yerine getiremeyebilirler. Türkiye'de de önemli bir kesimin vergi ve sigorta primi borçlarını, içinde bulundukları olumsuz ekonomik koşullar yüzünden zamanında ödeyemediklerini de biliyoruz. Zira, Türkiye ekonomisi yıllardır aşağı doğru gidiyor. Serbest çalışan kime sorsak "Piyasa kötü." diyor. Bizim bu türden mükelleflere kamuya olan vergi ve benzeri borçlarını ödenebilir kılmaya bir itirazımız kesinlikle yoktur. Özellikle küçük işletmelerin hayatını devam ettirebilmeleri, hem kendi geçimlerini sağlayabilmek hem de istihdamlarını devam ettirebilmeleri için bir kolaylık sağlanmasını da destekliyoruz. Ancak amacı zaten vergi kaçırmak olan, kamuya olan borcunu ödemek yerine ucuz finansman kaynağı olarak kullanmak gibi kötü niyetli mükelleflerin kurtarılmasına ise kesinlikle karşı çıkmamız gerekir. Hatta bu tür uygulamaların dürüst mükellefler üzerinde bir baskı unsuru olarak Maliye tarafından geçmişte kullanıldığını da biliyoruz. Mükelleflere vergi dairelerinden telefonlar edilip "Gelin matrah artırın, yoksa defterlerinizi incelemeye alacağız." tehditlerinin yapıldığı ve dürüst mükellefleri de matrah artırımına zorlayarak katmerli vergi ödemelerinin sağlandığına dönük yüzlerce şikâyetler zamanında almıştık.

Türkiye'nin gündemine sık sık vergi aflarının gelmesinin bir başka önemli nedeninin ise vergi yükünün yüksekliği olduğunu düşünüyorum. Sosyal güvenlik primleriyle birlikte düşündüğümüzde Türkiye'de yüzde 30'u aşan bir vergi yüküyle karşı karşıyayız. Büyük bir kayıt dışı ekonomimiz olduğunu da dikkate alırsak sistem içerisindekilerin yani kayıtlı iş yapanların, kayıtlı çalışanların gerçek vergi yükünün bu oranın çok daha üzerinde olduğu sonucuna ulaşırız. Dolayısıyla vergi yükünü, özelikle de çalışanların yani ekmeğini emeğiyle kazananların, bir diğer deyimle istihdamın üzerindeki yüksek vergi yükünü aşağı çekmemiz gerekiyor. Eğer vergi tabanını genişletip herkesi sisteme dâhil edemezsek Türkiye bundan sonra da her yıl böylesi vergi aflarına, matrah artırımlarına, stok aflarına başvurmak zorunda kalabilir. Yani vergi afları olağan hâle gelir.

Değerli Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bu konuyla ilgili hazırlanan bu düzenlemeyle ilgili de birkaç şeyi dikkatlerinize sunmak isterim.

BAŞKAN - Yirmi dakikamızı dolduruyoruz. Lütfen toparlarsanız...

MUSA ÇAM (İzmir) - Daha yirmi dakika konuşacağız Sayın Başkanım, daha yeni başlamıştık ya.

BAŞKAN - E, olur, karpuz da keseriz.

MUSA ÇAM (İzmir) - Geçtiğimiz yıl 6736 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun ile kamuya olan borçlarda yapılandırılmaya gitmiştik. Anılan kanunla yatırımların arttırılarak kalkınmamın temin edilmesine yönelik çalışmaları desteklemek ve müteşebbislerin iş ve yatırım kararlarına daha sağlıklı bir şekilde odaklanmalarına imkân sağlamak, özel sektörün kamuya olan borç yükünü azaltarak taksitle ödeme imkânı getirmek, ihtilafları sulh yoluyla sonlandırmak, vergi incelemesinde olan konuların dava yoluna gidilmeksizin çözülmesini sağlamak, vergilemede öngörülebilirliği arttırılarak geçmiş vergilendirme dönemleri için matrah artırımı imkânı getirmek, işletme kayıtlarının fiilî duruma uygun hâle getirilerek kayıtlı ekonomiye geçişi teşvik etmek hedeflenmişti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika lütfen, sistem uzun olunca kesiyor.

Buyurun.

MUSA ÇAM (İzmir) - Bilahare 6736 sayılı Kanun ile getirilen imkânlardan azami düzeyde yararlanılmasını sağlamak amacıyla 6770 sayılı Kanun ile 6736 sayılı Kanun'dan yararlanmak üzere başvuruda bulunup şartları ihlal edenlere yeniden hak verilmiş, ayrıca Ocak 2017 ayından itibaren ödenmesi gereken taksitlerin tamamının ödeme süreleri dörder ay uzatılmıştı.

Hâlihazırdaki yasa teklifi ile 6736 sayılı Kanun kapsamına giren alacak türleri ve alacaklı idareler esas alınarak bu idarelerin 31 Mart 2017 tarihine kadar olan kesinleşmiş alacaklarının anılan kanunda düzenlenen şartlara uygun şekilde yapılandırılarak kamu alacaklarının tasfiyesi hedeflenmektedir.

Görüldüğü üzere, yasa teklifi esasen 6736 sayılı Kanun ile sağlanan imkân ve faydaları tekrar ihya etmeye dönük bir düzenlemedir.

Dolayısıyla 6736 sayılı Kanun ile sağlanan tüm imkân ve faydaları yeniden sağlaması gerektiğini de düşünmekteyiz.

İçinde olduğumuz dönem itibariyle;

Döviz kurlarındaki değişimlerden kaynaklanan ve tüm sektörleri etkileyen ekonomik dalgalanmalar,

Talebin düşmesine bağlı olarak işletmelerin mal ve hizmet satış gelirlerindeki azalma,

Mevcut yasal düzenlemelerle borçlulara sağlanan ödeme imkânlarının borçların tasfiyesinde yeterli olamaması vergi mükelleflerinin faaliyet göstermelerini oldukça zorlaştırmıştır. Hatta daralan ve durgun seyreden ticari faaliyetler nedeniyle birçok firma ödemelerini yapamamakta, yüksek faiz yüklerine katlanmak zorunda kalmaktadırlar.

Tasarının 6736 sayılı Kanun'dan yararlanmış ve taksit ödemeleri hâlen devam eden borçluların anılan kanun kapsamında yapılandırılan borçlarını kapsam dışında tuttuğu görülmektedir. Yani mükellefler için iki farklı yapılandırma tablosu oluşacak ve hem mükellefler hem de alacaklı idareler bakımından iki farklı takip sistemi oluşturmak durumunda kalacaklardır.

Her iki taraf için de böyle bir kırtasiyeyi ortadan kaldırmak, hem de mükelleflere ödeme sürelerinde biraz daha zaman kazandırmak bakımından 6736 sayılı Kanun kapsamında yapılandırılan tutarların da yeni düzenlemeye dâhil edilerek topluca yeniden yapılandırılmasını sağlamak yerinde olacaktır.

6736 sayılı Kanun'la taksitle yapılacak ödemelerde azami taksit sayısı, ikişer ayda bir ödenmek üzere, 18 olarak belirlenmiş idi. Diğer bir ifadeyle ödemelerin en fazla 36 ay (3 yıl) içinde tamamlanması öngörülmüştü. Ancak daha önce yapılan benzer çeşitli yasal düzenlemelerde de tecrübe edildiği üzere, 36 ay olarak belirlenen ödeme süresi ödemede sürekliliğin sağlanması bakımından beklenen sonucu ortaya çıkarmamaktadır. Geçmişte yapılan düzenlemelere başvurular çok yüksek sayıda gerçekleşmiş ancak taksit sayıları ilerledikçe yaşanan ödeme güçlükleri nedeniyle sürekli yapılandırmayı ihlaller yaşanarak çok az sayılarla sonuca varılabilmiştir. Bu nedenle yapılandırma düzenlemesi yeni yapılandırma düzenlemeleriyle güncellenmek zorunda kalınmış, böylece borç ve borçlu mükellef sayısında beklenen azalma gerçekleşmemiştir.

Bu çerçevede, yukarıda belirttiğimiz hususlar dikkate alınarak mevcut taksit seçeneklerinin yanı sıra taksit sayısının 30 ila 60, ödeme süresinin ise 60 ila 120 ay aralığında da yararlanılabilecek şekilde belirlenmesi mükelleflerin ödemelerini sürdürmelerine yardımcı olacağı gibi yasal düzenlemenin beklenen amaca ulaşmasına da katkı sağlayacaktır.

6736 sayılı Kanun çerçevesinde yapılandırılan ve henüz ödemesi devam eden borçlarla ilgili olarak gecikme zammı yerine hesaplanan Yİ-ÜFE endeksine göre belirlenen tutarın yanı sıra 6 eşit taksit için 1,045; 9 eşit taksit için 1,083; 12 eşit taksit için 1,105; 18 eşit taksit için 1,15 oranında katsayı uygulanmıştır.

Yukarıda belirtilen katsayı oranlarının yüksek olduğunu, hatta uygulanmaması gerektiğini düşünmekteyiz. Bu nedenle, bu kez yapılacak düzenlemede katsayı uygulamasından vazgeçilmesini vazgeçilmesi gerekir. Zira, zaten Yİ-ÜFE oranı uygulanmak suretiyle borç aslının güncellenmesi sağlanmış durumdadır. Eğer mutlaka uygulanması gerekmekte ise de yasa teklifinde öngörülen oranların en az yarısı kadar azaltılması bir diğer öneridir. Buna göre, öncelikle katsayı uygulamasından vazgeçilmesini, uygulanacak ise şimdi belirteceğim oranlarda uygulanmasını öneriyoruz. 6 eşit taksit için sıfır; 9 eşit taksit için 0,40; 12 eşit taksit için 0,50; 18 eşit taksit için 0,60; 30-60 taksit aralığı için de 0,70 gibi bir oranın Maliye Bakanlığı yöneticileri tarafından düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum.

BAŞKAN - Sayın Çam, toparlar mısınız lütfen artık.

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, keselim o zaman, konuşmayalım.

2016 yılı içinde matrah ve vergi artırımı yapılabilmesine ve 31/12/2016 tarihi itibarıyla ortaklar cari hesabı, kasa hesabı ve stok kayıtlarının düzeltilebilmesine de imkân sağlanmalıdır.

Mart 2017 itibarıyla kesinleşmemiş alacaklar ile inceleme ve tarhiyat aşamasında bulunan mükelleflere yönelik işlemler de kapsama dâhil edilmelidir. Zira, Mart 2017 döneminden önceki dönemlere ilişkin olup söz konusu dönemden sonra ilgilisine tebliğ edilen ve yasanın yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla henüz kesinleşmemiş borçlar kapsam dışında kalacak, bu durum, bu tür mükellefler için bir şanssızlık teşkil edeceği gibi, gereksiz yargılama süreçlerinin ortaya çıkmasına neden olabilecektir.

Mart 2017 itibarıyla inceleme ve tarhiyat aşamasında bulunan mükelleflere yönelik işlemlerin de kapsama dâhil edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Tasarıya eklenmesi amacıyla kurumlar vergisi mükelleflerinin kâr dağıtımı sırasında uygulanan vergi kesintisi oranı bakımından da bir görüşün mutlaka Komisyonda bir karar altına alınması gerektiğini düşünüyorum.

Bilindiği üzere, kurumlar vergisi mükellefleri ödedikleri kurumlar vergisinin yanı sıra kâr dağıtımı sırasında ayrıca Gelir Vergisi Kanunu'nun 94'üncü maddesi çerçevesinde yüzde 15 oranında gelir vergisi kesintisi yapmaktadırlar. Böylelikle, vergi yükü yüzde 32'ye yükselmektedir. Ayrıca, dağıtılan kârların ayrıca Gelir Vergisi Kanunu çerçevesinde menkul sermaye iradı olarak vergilendirilmesi de söz konusu olabilmektedir.

Diğer yandan, gelir vergisi mükellefleri yüzde 15 ila yüzde 35 aralığında artan oranlı bir tarifeye tabi şekilde daha az gelir vergisi ödemektedirler. Bu da kurumlar vergisi mükelleflerini kâr dağıtımı kararı almaktan uzaklaştırmakta, seçenek olarak ihtiyaç olmamasına rağmen sermaye artırımı yapmaya veya kâr dağıtmamaya yöneltmektedir. Oysa kâr dağıtımı oranının azaltılması, örneğin yüzde 5 oranına çekilmesi hâlinde kâr dağıtım işlemleri gecikmeksizin yapılacak, vergi gelirlerinde artış sağlanacağı gibi kurumsallaşma da teşvik edilmiş olacaktır. Bu konuda yapılacak düzenlemenin belli tutarlarda kademeli olarak yapılmasının da bir seçenek olarak değerlendirilmesi mümkündür.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum.

Kâr dağıtımı sırasında uygulanacak vergi kesintisi oranlarında kalıcı bir indirim yapılamaz ise gündemde olan yapılandırmanın başvuru süresince yapılacak kâr dağıtımı işlemlerinde indirimli oran uygulanması da ayrıca yarar sağlayacaktır. Bu şekilde yapılacak bir düzenlemeyle mükelleflerin borçlarını ödeme yeteneklerinin artmasının hem devletimiz hem de mükelleflerimiz açısından önemli bir yarar sağlayacağını düşünüyorum.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'a eklenmesi önerilen maddeyle vergisel yükümlülüklerini süresinde yerine getirmiş ancak öngörülemeyen nedenlerle son bir yıl içinde borçlarını ödeyememiş vergi mükelleflerinin anılan kanunun 48'inci maddesinde düzenlenmiş olan tecil müessesine göre daha uygun şartlarda borçlarını taksitlendirerek ödeyebilmelerine imkân sağlanması da önemlidir.

Düzenlemeyle bir bakıma, özel yasalarla geçmişten günümüze uygulanan yapılandırma uygulamasının uyumlu mükellefler için özel bir yasaya ihtiyaç olmaksızın sürekli hâle getirilmesi düşünülmelidir.

Düzenleme genel olarak mükellefler bakımından yerinde olmakla birlikte özellikle tecil süresi konusunda Bakanlar Kuruluna 60 aya çıkarılması konusunda yetki verilmekte olup tecil süresi borç tutarına göre kademelendirilerek daha da artırılmalı, yine çok yüksek tutarlı borçlar için de, örneğin 10 milyon TL üzerindeki uyumluluk ölçütlerine uymayan mükellefler bakımından da madde hükmüne göre tecil imkânı sağlanmasıyla ilgili görüşler konuşulabilir.

Sayın Bakan, sizin konuşmanızın bir bölümünde, "powerpoint"te de özellikle, vergiye uyumlu mükelleflerin vadesi bir yıl geçmemiş borçları, 500 bin TL'ye kadar olan kısmının teminatsız, daha sonra da 500 bin TL'yi aşan kısmının yüzde 25'iyle ilgili ve daha sonra 500 bin TL'lik teminatsız tecil tutarının 5 milyon liraya kadar artırabileceğiyle ilgili görüş ve önerilerinizi dinledik.

Şimdi, sizden herhangi bir endişemiz ve kuşkumuz yok ancak daha önceki dönemlerde başta -isim vermek istemiyorum ama- özellikle Cengiz Holding kimi firmalara bu yapılandırmayla ilgili özel bir ayrıcalık tanınmasını aklıma getirdi. Bu nedenle sizin konuşmanız ve sunumunuz sırasında müdahale etmek durumunda kaldım. Tabii ki belki Bakanlar Kuruluna bu kadar geniş bir yetkinin verilmesi gerçekten -siz birtakım kriterlerin koyulacağını söylediniz ama- ister istemez geçmişte yapılan bu hataları, bu yanlışları, bu kötü uygulamaları bizim aklımıza getirmek durumunda kalıyor. Sizlerden biz bu uygulamalar yapılırken temiz ve şaibesiz bir sürecin yaşanmasını isteriz. Yoksa yine birtakım holdinglere, birtakım müteahhitlere özel bir düzenleme yapılacaksa hem siz bundan çok rahatsızlık duyarsınız hem de Komisyonumuz hem de bizler de Komisyon üyeleri olarak ciddi şekilde rahatsızlık duyarız.

Bu yapılandırmaların vatandaşımıza sağlık getirmesini, iyi şeyler getirmesini, ülke ekonomisinin iyi olmasını istiyoruz ve arzuluyoruz. Ama bugünkü koşullarda, gerçekten İzmir'de bu kampanya boyunca gezdiğim sürelerde gittiğim lokantalarda bile lokanta sahiplerinin "Sayın Vekilim, haftada üç kez yemeğe gelen insanlar bire düşürdüler." sözünü duymak benim için bu ülkenin bir milletvekili olarak üzücüdür İnsanlar giyimden, kuşamdan, birtakım lüks tüketimlerden vazgeçebilirler ama eğer öğünleri birleştiriyorlarsa, haftada üç kez gittikleri lokantaya gidişlerini bire düşürüyorlarsa bizim hepimizin bunları düşünmesi gerekir diye düşünüyorum.

Tekrar hepinize saygılar sunuyorum.