| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1703) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 10 .05.2017 |
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Değerli arkadaşlar, vergi tarihi kadar eski bir tartışmanın içerisindeyiz şu anda, bunun tartışılması çok doğal. Ben, burada aynı kelimelerle bu işin otuz yıl önce de tartışıldığına tanık oldum, kırk yıl önce de tartışıldığına tanık oldum. O zamanlarda, kırk yıl önceki tartışmalarda genellikle bu yetkileri biz almamak için bayağı zorlanırdık, "İstemiyoruz böyle bir yetki ya, başımıza bela mı edeceksiniz? Gelecek millet kapıya dizilecek, 'Bana da şunu yap, bana da şunu yap.' diyerek geleceklerdi." O nedenle de objektif bir kriter deyip bir şeyi koyardık ancak o objektif kriterler hiçbir zaman bu tecil, zor durum olaylarında çözüm olmazdı. O nedenle, bu sürekli olarak kalır.
1989 yıllarının sonuna doğru Atatürk Havalimanına gidenler -o zamanlar havalimanı çok büyük değildi, bütün uçaklar gözüküyordu- sağ tarafta köşede, en dipte, o teknik servisin hemen yan tarafından duran 2 tane uçak görürlerdi, 2 uçak orada dururdu toz toprak içerisinde. İstanbul Defterdarlığına tayin oldum, aradan birkaç ay geçmedi, bir gün birileri randevu aldı, geldi. "Buyurun, size nasıl yardımcı olabiliriz?" dedik. "Havaalanında hani o teknik servisin orada duran 2 tane uçak var ya o uçaklar bizim." dediler. "Ne yapıyor onlar orada?" dedim. "Hacizli, siz tutuyorsunuz onu orada." dediler. "Niye tutuyoruz onu orada?" dedim. "Haczettiniz." dediler. "Peki, ben inceleyeyim bu durumu, incelemeden sizinle konuşamam bile, bir bakalım." dedim. Gönderdik onları, çağırdık arkadaşları. Nedir? "Vergi borcu var, haczettik." İyi peki, bu insanlar ne istiyor? "Bu insanlar o uçakları satmışlar fakat biz haczi kaldırmadan teslim edemiyorlar. "Biz de haczi kaldıramayız, paraya aldırmadan kaldırmayız." diyorlar. Sorun aslında ne kadar basit ve kolay, doğal olarak çözülmesi gereken bir olay. Fakat, bizim mevzuatımız kesin olarak buna gerçekten elvermiyor, hiç kimse oturup da böyle bir sorumluluk almıyor, alması da mümkün değil zaten çünkü ondan sonra peşi sıra sürüne sürüne geliyor bu tür olayların hepsi. Hemen Bakanlıkla temas ettim, büyük bir ihtimalle Ayşe Hanım yazışmalarıma yanıt verdi oradan, "yaparsınız", "yapamazsınız." falan filan diyerekten sonuçta ben bunu resen yapmaya karar verdim, çağırdım insanları, dedim ki: "Tamam, sizin satışınıza izin vereceğim, siz işlemleri yürüteceksiniz ama peşinizde sürekli olarak 2 tane adamım olacak. İşlemler bitip de para ödeneceği zaman önce bizimkini ödeyeceksiniz, ondan sonra ben iznini vereceğim." dedim. "Hay, Allah razı olsun." dediler. İşlemler yürüdü, bizim paramızın tamamını aldık. Tahsilattan sorumlu müdür geldi "Efendim, keşke böyle yapmasaydık." dedi. "Niye, ne oldu, borcumuz mu kaldı, alacağımız mı kaldı, bir şeyimiz mi var?" dedim. "Yok ama yeni bir borcu çıkarsa ne yapacağız?" dedi.
Şimdi, böyle bir maliye tarihinden gelen geçmişiz var bizim. Bu tarih öyle kolay kolay böyle unutulacak bir tarih falan değil. Uzun süre böyle vatandaşın cebine elinizi sokma olanağına sahipken yapabileceğiniz düzenlemeler o kadar kolay düzenlemeler değildir, herkes en kolayına kaçar bu işin, en zoruna falan kaçmaz.
1970'li yıllarda bizim en kolay haczettiğimiz unsur neydi biliyor musunuz? Telefon. Telefonunu haczettiğinizde millet ne yapacağını şaşırırdı, telefonu hacizden kurtarmak için çırpınırdı. Hâlbuki dünya kadar genelgemiz vardı, "İnsanların ticari faaliyetini engelleyecek araçlarına el koymayacaksınız, haczetmeyeceksiniz." diye genelge üstüne genelge gelirdi bakanlıktan fakat bizim vergi idaresi pat diye telefonu haczederdi, en kolayıydı. İnsanlar gelirlerdi, "Ya biz bittik, telefon edemiyoruz, bir şey yapamıyoruz." diye.
Şimdi, buralardan geçerek gelmiş olan bir tecil sistemimiz var bizim. Şu anda bizim tecil sistemimiz zor durumdaki mükelleflerin sorunlarına yanıt oluyor mu? Kesin olarak olmuyor, olması da mümkün değil zaten bu sistem içerisinde. Zor duruma düşmüş olan bir insanın eğer tecil müessesesi durumuna çözüm olacak olmuş olsa şu anda 500 küsur milyar lira vergi geliri tahmini bulunan bir ülkenin ya da bir önceki yıl 460 küsur milyar civarında vergi geliri olan, hadi gelir üstünden alınan vergiler de bunun yarısı olsun, 1, 5 milyar liralık tecille ortada kalmazdı bu ekonomik sistem içerisinde. Hepi topu 100 binlerce kişide biraz önce söylediğiniz rakamlar 1,5 milyar filan bir şey tutuyor gördüğüm kadarıyla. Tecil edebildiğimiz miktar 1,5 milyar. Neyini yapıyorsunuz, neyini ediyorsunuz bunlar belli değil. Dünyada tecil sistemleri farklı şekilde kullanılmaya başlandı, o bir gerçek. Tecil sistemlerinde Sayın Bakanın biraz önce söylediği olay, cari yıl içerisindeki uygulamalar da dâhil, "Ben bu yükümlülüklerimi yerine getirirsem şu olanaktan mahrum kalıyorum." diye gelen insanlara da kolaylık sağlayan bir sistem hâline geldi.
O uçakları serbest bırakılan insanın daha sonradan Türkiye'ye milyonlarca turist getiren o şirketini yeniden canlandırdığını, ayağa kaldırdığına da hepiniz tanıksınız, isim vermeden söylüyorum. Dolayısıyla, tecil sistemi çok önemli bir olay olarak duruyor karşımızda ama şu andaki işleyiş sistemiyle ikide bir -altı aya kadar düşürdük bunu- bir af kanunu çıkarmak zorunda kalıyoruz. Kurduğunuz sistem buna yanıt olacak mı? Olmayacak, ona da olmayacak tabii ki. Hele Allah korusun, farklı birtakım olaylarla, ekonomik sıkıntılarla karşılaştığımız zaman onlara da çözüm bulmak için bir araya gelinmiş olacak. Ancak benim söylediğim olay veya söylemeye çalıştığım olay, bu tür sıkıntıları olan kurumları değiştirmenin o kadar kolay olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Buradaki tartışmalar da onu somut olarak ortaya koyuyor. Dolayısıyla, böyle bir sistemin kendi iç kontrol sistemlerini de oluşturmak suretiyle birazcık daha detaylı çalışılarak kurulması bana göre bir zorunluluk, ben böyle bir ihtiyacı duyuyorum. Empati yaparak söylüyorum: Şurada oturuyor olmuş olsam -ama kesin olarak şu sırada oturmak istemiyorum Sayın Bakan, onu söyleyeyim- böyle bir sistemi kesin olarak getirmeye çalışırım, gerçekten getirmeye çalışırım, buna ihtiyacı var Türkiye'nin. Yani, tecil sistemini objektif kriterlere bağlı olarak ekonomik faaliyetini engelleyebilecek baskılardan mükellefleri kurtarmak için, hatta bankacılık sisteminin elinden kurtarmak için bile diyebilirim ben bunu.
Bir tarihte bizim vergi listelerinin, şampiyonlar listesinin başında bir isim çıktı, ilan edeceğiz, "Bu kim ya?" dedim. Dediler ki "Tanımıyoruz." Dedim: "Ya, nasıl tanımazsınız?" Buradan çıkan mükellef Türkiye'nin vergi şampiyonu olacak. Nerenin mükellefi? Zeytinburnu'nun. Müdürünü çağırıyorsunuz, koşarak geliyor, "Bu kim?" diyorsunuz, "Tanımıyorum." Ya, kardeşim, nasıl tanımazsın? Sen her sabah bu adamın kapısına gidip kapısını çalıp "Efendim, sıhhatiafiyette misiniz, bir şeye ihtiyacınız var mı, sağlığınız iyi mi, sizin için ne yapabiliriz?" diye sormak zorundasın ama sen bunu tanımıyorsun. Nitekim o zamanki şeylerle bir nayloncu çıktı, o zamanlar nayloncular şampiyon oluyorlardı, biz de onları eleyip listelere koymuyorduk ama. Sonuç olarak mükellefleriyle bu şekilde ilgilenmek zorunda olan bir vergi idaresi gereksinimi çok net bir şekilde ortalıkta duruyor. Arkadaşlarımızın eleştirilerinin haklı taraflarını çok somut olarak görüyorsunuz çünkü onlar geçmişteki uygulamalardan kaynaklanan sorunların tekrarından endişe ediyorlar. Dolayısıyla bu endişeleri giderebilecek ortak bir çözüm bulunması hâlinde böyle bir sistemin Türk vergi sistemine yararlı olacağına inanıyorum ben. O nedenle, bunu bir Plan ve Bütçe Komisyonunun muhalefet milletvekili konuşması olarak algılamayın. Bunu hayatını vergicilikte geçirmiş olan bir insanın daha önceki deneyimleri sonucunda söylediği bir anekdot olarak algılayın ve durumu bu şekilde değerlendirirseniz sanıyorum bir çözüme ulaşırız.
Teşekkür ederim.