KOMİSYON KONUŞMASI

EKREM ERDEM (İstanbul) - Çok değerli Başkanım, Kıymetli Bakanım, sevgili milletvekili arkadaşlarım, kıymetli bürokratlar; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Her şeyden önce, gerçekten, salı günü de ciddi bir şekilde bilgilendirildik. Gerek bu salı günü Bakanımızın bizi bilgilendirmesini, özellikle tali komisyon olmamıza rağmen Komisyon Başkanımızın bunu önemseyerek Komisyonumuza almasını önemsiyorum, bunu kayda değer buluyor ve teşekkür ediyorum.

Şimdi, tabii, ağırlıklı olarak teknik bir konuyu konuşuyoruz, teknik olarak meselelere yaklaşıyoruz ama ben bir başka açıdan yaklaşacağım. Bugün Türkiye'nin en önemli, temel sorunlarından bir tanesi de Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı sorundur. Türkiye'yi en hızlı bir şekilde yok eden de maalesef bilişim teknolojileri. Gerekçemiz şu: En ufak bir kafa yormadan, çok kolaycılığa kaçarak diyoruz ki: "Üreten ismini de koyuyor." Bu çok ucuz bir yaklaşım. Biz eğer kendi dilimizle inşa etmezsek teknolojiyi teknolojide bizim başarılı olma şansımız yok çünkü anlamada zorlanıyoruz. Yani, yabancı dil eğitimi ve dilimizi ayırmak lazım. Mutlaka birden fazla yabancı dil bilmek, öğretmek, doğru bir şekilde öğretmek bizim görevimiz, ama ondan daha önemlisi, önce Türkçe.

Bakın, bir iki örnek vereceğim. Hani gerekçe şu ya: "Üreten ismi koyuyor." Ya "lokasyon" diyoruz. Yani üreten mi koyuyor bunun ismini? Efendim, son günlerde de "lansman" çıktı yani "tanıtım"ın, "sunum"un suyu mu çıktı! Yani öyle hastalıklı bir noktaya geliyoruz ki bana göre her sahadaki başarısızlığımızın temelinde dilimiz yatıyor, dile gereken değeri vermeyişimiz yatıyor. İşte "navigasyon" diye malum hepimiz biliyoruz. Ya "navigasyon"u karşılayacak bizim onlarla kelimemiz var, bir tane değil, seç, beğen, kullan, yeter ki bir irade koyalım. Ama birilerinin irade koyması lazım. Bakın, 15 Mart tarihi itibarıyla "2017-Dilimiz Kimliğimiz" başlığıyla "Türk Dili Yılı" olarak ilan edildi. Burada da görevlendirmede, sıralamada birinci bakanlık, evet, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, ondan sonra ilgili bakanlıklar sayılıyor. Yani, burada bir dile en çok zarar veren teknoloji olduğu için doğru bir tespit, doğru bir vurgu. Kesinlikle komisyonlarda, buralarda dil bilimcilerinin de mutlaka yer alması lazım.

Bir örnek daha vereyim "navigasyon" dedim. Geçen, İstanbul Büyükşehir bir yazılım yapmış, adını "navi" olarak kısaltmış. Dedim ki İstanbul gibi tarihî bir şehirde böyle bir isim doğru değil. Şu anda denizcilikte, havacılıkta kullanılan bir terim var "seyrüsefer". Ha, onu eski buluyorsanız ben size bir sürü kelime söyleyeyim dilci olmamakla birlikte: "Kılavuz", "rehber", "seyir", "yol gösteren". Bizim çocukluğumuzda "ayakkabı" yoktu, "iskarpin" vardı, "kundura" vardı. Bakın "ayakkabı", hiç rahatsız olmuyoruz ve güzel bir kelime, diğerlerini kovdu. Yani biz dile duyarlı olursak, bilimde de teknolojide de başarımız çok daha kolay olacaktır. Neticede Türk Dil Kurumuyla da konuşularak "navigasyon" ismi "yolgösteren" olarak -"yolgösteren" tek kelime, bitişik bir kelime- ortaya konuldu.

Yani ben burada dilimizin çok öncelendiğini görmedim, bu önemli bakın. Her kelimeyi kim... Hangi teknolojiyi alırsak alalım, neyi getirirsek getirelim, bunun Türkçe karşılığını mutlaka bulmalıyız. Türk Dil Kurumu diye de bir kurumumuz var, bu devreye sokulmalı. Bunu bir kere önemsiyorum.

Ve artık "dördüncü sanayi devrimi" dediğimiz, bilginin ve bilgi teknolojilerinin ön plana çıktığı, yazılımın ön plana çıktığı bir dönemdeyiz. Burada biz başarıyı yakalayabiliriz ama dediğim gibi, başarıyı yakalamanın... Yani geçmişte es geçtiğimiz, kaçırdığımız sanayileşme dönemlerinin dördüncü dönemini rahatlıkla yakalayabiliriz ama bunun olmazsa olmaz şartlarının başında kesinlikle Türkçe geliyor. Yani bu noktada da bir komisyon kurularak bilişimin dilini Türkçeleştirecek bir çalışma yapmamız lazım diye düşünüyorum.

Değerli vekillerimiz gerçekten güzel şeyler ifade ettiler. Umuyorum onlardan da istifade edilerek bu güzel tasarınızın daha da güzelleşeceğine inanıyorum.

Bir de kendi seçim bölgem İstanbul... İstanbul bir bakıma sanayinin merdiven altında çok yoğun olduğu bir bölge. Yani o kadar muhteşem işler yapıyorlar ki merdiven altında, hayret edersiniz. Dünya markalarına ürün üreten, fason olarak ürün üreten o kadar becerikli insan var ki okuryazar bunlar. Malatya'nın Pütürge ilçesinden gelmişler ama destan yazıyorlar merdiven altında, atölyelerde. Mesela Sultangazi ilçemiz spor ayakkabısının merkezi konumunda, hepsi merdiven altında. Yani, bunlara mutlaka el atılması lazım. Yani aşklarını, becerilerini, yeteneklerini ortaya koymuşlar, bunlar okuryazar insanlar, ciddi bir eğitim almamışlar. Ustalık-çıraklık metoduyla muhteşem işler yapmışlar. Bunlar için mutlaka bizim, sanayi bölgelerinde, hatta bunların markalaşması noktasında ciddi bir gayretin içerisinde olmamız gerekir diye düşünüyorum. Ayakkabıcıların, merdiven altındaki tekstilcilerin, yine İstanbul'un bütün binalarının altıda bulunan mobilya atölyelerinin devreye sokulması lazım. Özellikle de niye biz bir mobilya şehri kurmuyoruz ihracata da yönelik? Mesela Kastamonu rahatlıkla olabilir, şimdi oraya güzel de bir liman yapılıyor. Yine, mesela matbaaların ve kitap basımlarının olduğu bir şehri, bir matbaa şehrini niye kurmuyoruz? Kurduğumuz zaman ben inanıyorum ki dünyanın dört bir yanına gerçekten birtakım kitaplar basarak çok büyük bir ihracat potansiyelini de yakalayacağımıza inanıyorum, örnek olsun diye söylüyorum.

Bir de teşvikle ilgili birtakım önerilerim olacak. Biz tabii il il teşvikleri veriyoruz. Mümkünse o illerin özelliklerine uygun olarak hangi ile hangi teşviki vereceğimizi tefrik etmeliyiz. Her ile, her ilçeye teşvik verme yerine sektör bazlı teşvik vermek lazım. Bunun için de il il, ilçe ilçe oranın bir araştırmasını yaparak, orada hangi ürünlere destek verilirse başarılı olur... Hevesle "Teşvik alacağım." diye gidiyor yatırım yapıyor ve başarılı olmuyor hem kaynaklar israf olmuş oluyor hem de oraya gelecekte yatırım yapmayı düşünebilecek insanlar da hayal kırıklığı yaşıyor. Tabii, teşviklerden de genellikle il merkezleri istifade ediyor, ilçeler kaybediyor. Dolayısıyla, ilçelerin il olmak için gayret etmelerinde de ben haklılık görüyorum. Niye? Yatırımlar daima il merkezlerine geliyor, ilçeler de mağdur oluyor diye düşünüyorum.

Şimdi, savunma sanayisini niye biz Ankara'da şey yaparız? Yani Ankara zaten yeterince yükünü almış durumda. Biraz da zorlamak lazım. Dün, belki göçün gerekçeleri işsizlikti, sağlıktı, eğitimdi, en önemlisi konforlu yaşayabileceği, kaloriferli mekânların olduğu yerler büyük şehirlerdi ama şimdi artık bu mazeretler Allah'a şükürler olsun ortadan kalktı, her ilde üniversite var, her ilde, hatta büyük ilçelerde doğal gaz var, hastaneler hakeza. Şu anda, İstanbul'da kişi başına düşen doktor sayısını Anadolu'yla kıyasladığımız zaman, en mağdur il, bu noktada da yine İstanbul'dur yani göç için çok fazla gerekçe kalmadı diye düşünüyorum ama oluşan bir algı var, o algıdan dolayı herkes istikbalini büyük şehirlerde arıyor. Bizim, özelikle doğuda, güneydoğudaki Özellikli İller Projesi gerçekten önemli, bunları hayata geçirebilirsek inanıyorum ki bu nüfus hareketlerini dengeleme noktasında -yani göçü önleme noktasında- önemli görevler yapacak diye düşünüyorum.

Bakın, İstanbul'da nüfusu en çok olan il Sivas yani niye uçak sanayisi Sivas'ta olmasın? Çünkü ilk uçakla özdeşleşen isim oraya ait, orada çalışma yapmış ve madenin de -yani cevherin de- bulunduğu bir yer. Savunma sanayisini Sivas gibi, Erzurum gibi, Malatya gibi birtakım yerlere yönlendirebiliriz diye düşünüyorum.

Bunlar, tabii şeyim ama en önemlisi dil meselesi. Bunu mutlaka bir şekilde -nasıl derç ederiz, bilmiyoruz- metne koymakta yarar var diye düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum.