| Komisyon Adı | : | SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/837) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 31 .05.2017 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, basınımızın değerli temsilcileri, meslek örgütlerinin, sivil toplum örgütlerinin çok değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sanayinin geliştirilmesi ve üretimin desteklenmesi amacıyla bazı kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde yapılan bir değişikliği, Hükûmetin bir tasarısını görüşüyoruz. Toplam, yürütme ve yürürlük maddesi olmak üzere 76 maddeden oluşuyor. Bu 76 maddeye baktığımızda dün ve bugün konuşulanlarla birlikte, biz her ne kadar bunun bir torba kanun olduğunu iddia ediyor isek de ediyoruz da, Sayın Hükûmet ve çok değerli Komisyon Başkanımız bunun bir torba kanun olmadığını ve torba kanunla yakından uzaktan ilişkisinin olmadığını söylese de ama gerçek anlamda bu bir torba kanundur. Çünkü içerisinde birçok komisyonu yakından ilgilendiren ve o komisyonlarda görüşülmesi gereken maddeleri içermektedir. Sayın Başkan, size sormak isterim, özellikle hemen de cevabını verirseniz konuşmamı ona göre düzenleyeceğim çünkü bunun esas komisyonu Sanayi ve Ticaret Komisyonu olduğu söyleniyor, tali komisyon olaraksa Millî Eğitim ve Plan ve Bütçe Komisyonu olduğunu gösteriyor. Geçtiğimiz hafta içerisinde Millî Eğitim Komisyonu toplandı ve bu konuda bir rapor da yayınladı. Plan ve Bütçe Komisyonundan bir yanıt geldi mi size?
BAŞKAN - Geldi.
MUSA ÇAM (İzmir) - Onu okuyabilir misiniz acaba? Öğrenmek isteriz, bir Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak Komisyon Başkanımızın, Komisyonumuzun ne yazdığını bilmek isteriz.
BAŞKAN - Siz devam edin, okuruz.
MUSA ÇAM (İzmir) - Önce onu bir bilmek lazım.
BAŞKAN - Musa Bey, arkadaşımız cevabı bulmaya çalışıyor, zaman kazanma açısından devam edin, okuyacağım.
MUSA ÇAM (İzmir) - Peki, şimdi, bu 76 maddenin önemli bir bölümü de Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi gereken maddelerden oluşuyor ve biz Plan ve Bütçe Komisyonu olarak neden toplanmadık? Niçin bu konuda görüşlerimizi ve düşüncelerimizi aktarmadık? Bunu merak ediyorum, onun için sordum.
BAŞKAN - Yazıyı buldum, okuyorum:
Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığından Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Başkanlığına
Tali komisyon olarak Komisyonumuza havale edilen (1/837) esas numaralı Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nı süresi içinde görüşme imkânımız bulunmamaktadır.
Bilgilerinizi arz ederim.
Süreyya Sadi Bilgiç
Isparta
Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı
MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bildiğiniz gibi Plan ve Bütçe Komisyonu Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir anayasal kurum, 40 kişiden oluşuyor ve bugüne kadar da torba kanunların tamamının Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşüldüğü de muhakkak. Prensip olarak torba kanunları doğru bulmuyoruz, bulmamakla beraber ama ne yazık ki Hükûmetin artık bir alışkanlık hâline getirdiği bu torba kanunları ilk kez Sanayi ve Ticaret Komisyonunda görüşüyoruz. Tabii ki arkadaşlarımız Komisyon üyeleri olarak, haklı olarak itiraz ediyorlar çünkü Sanayi ve Ticaret Komisyonu dışında birçok komisyonu çok yakından ilgilendiren maddelerden oluşan bir düzenlemeyle karşı karşıyayız. Şahsen Plan ve Bütçe Komisyonunu da çok yakından ilgilendiren 7-8-9 madde var burada. Bunları neden biz görüşemedik, niçin görüşemedik? Önümüzdeki günlerde Plan ve Bütçe Komisyonunda Sayın Başkana bunu ileteceğiz ve bu konudaki eleştirilerimizi söyleyeceğiz.
Tabii, başlık çok masumane bir başlık, sanayinin geliştirilmesi ve üretimin desteklenmesi amacıyla düzenlenen bir tasarı. Son derece masum. Görülüyor ki Sayın Bakan da Türkiye'nin ekonomik olarak tıkandığını, artık denizin bittiğini ve sadece inşaat sektörüyle Türkiye'nin bir kalkınma hamlesi yapmasının mümkün olmadığını... Türkiye eğer çağ atlayacaksa, muasır medeniyet noktasına gelecekse, diğer ülkelerle rekabet edecek bir hâle gelecekse mutlaka bunun en önemli mihenk noktası da sanayidir ve bizim sanayiye kafa yormamız gerekiyor. Türkiye'nin geleceği ve kurtuluşu da sanayidir. Yoksa sadece TOKİ marifetiyle, plazalarla, kanunsuz gökdelenlerle, rant ekonomisiyle, inşaat sektörüyle Türkiye'nin bir yere varması mümkün değil ve artık yürümeyeceği açık net bir şekilde. O nedenle sanayinin geliştirilmesi ve üretimin desteklenmesi amacıyla hazırlanmış olan bu düzenlemenin, tasarının gerçekten iyi niyetle hazırlandığından hiçbir endişemiz ve hiçbir kuşkumuz yok ama sanayide başarılı olabilmek için önce eğitim sistemiyle ilgili önemli konulara bir göz atmak gerekiyor. Ben buradan başlamak istiyorum çünkü dünden beri özellikle Kıyı Kanunu'yla, Mera Kanunu'yla, zeytinlikle ilgili konuları birçok arkadaşımız dile getirdi, kuşkusuz benim de onlarla ilgili söyleyecek birkaç şeyim olacak ama onu konuşmamın sonunda söyleyeceğim. Özellikle sanayiyle ilgili yani ana konuyla ilgili bazı düşüncelerimizi çok değerli Komisyon üyeleriyle paylaşmak isterim.
Özellikle küresel rekabet sıralamasında öne çıkabilmenin yolu üretimde inovasyondan, yenilikçilikten geçiyor. İnovasyon, yenilikçilik ise araştırma geliştirmeyle mümkün olabiliyor. Araştırma geliştirme kapasitesi ise eğitime ve bilgiye bağlı. Fransız işletme okulu INSEAD, Cornell Üniversitesi ve Dünya Fikri Haklar Örgütü (WIPO) tarafından hazırlanan Küresel İnovasyon Endeksi 2013 Raporu'nda Türkiye 142 ülke arasında 68'inci sırada. Endeksin ilk sırasında İsviçre yer alıyor. ABD 5'inci, Almanya 15'inci, Güney Kore 18'inci, Japonya 22'nci ve Çin 35'inci sırada. Türkiye'nin "inovasyon" konusunda geriliğinin arkasında bilimsel araştırma kurumlarının yetersizliği, şirketlerin AR-GE'ye önem vermemeleri, şirketlerin AR-GE için para harcayamamaları, eleman çalıştıramamaları ve nihayet üniversite öğretim üyelerinin AR-GE yapacak güçte olmamaları da vardır.
Bu bilgi seviyesiyle küresel rekabette öne çıkmamız mümkün gözükmemektedir. Ne kadar eğitim, o kadar üretim devrindeyiz. Küresel talebi olan üretimi gerçekleştirmek yenilikçilik, farklılık istiyor. Yenilikçilik, farklılık araştırma ve geliştirmeyle mümkün olabiliyor. Yenilikçiliğe ve farklılığa dayalı üretimi gerçekleştirecek kadroları olmayan ülkeler sıradan basit üretimle vakit geçiriyorlar ve vakit geçirecekler. Bizim eğitim yapımız düz işçi yetiştiren bir hâle dönüştü. Bu eğitim yapısında Türkiye ancak ucuz işçilikle küresel pazarlarda -kimse alınmasın- don, gömlek, entari bile satamaz duruma gelebilir. "İlim ve bilim eğitimi mi yoksa din eğitimi mi?" tartışmaları arasında olan gençlerimize, daha doğrusu ülkenin geleceğine oluyor.
Okul binamız, dersliğimiz, öğretmenimiz yok diyemeyiz. Ama bunlar gençlerin iyi eğitilmelerini sağlayamıyor. Sorun bir millî eğitim politikasının olmamasından, son on yılda 7 Millî Eğitim Bakanının değişmesinden kaynaklanmaktadır.
Sınavlar okullardaki eğitim programlarına göre hazırlanıyor. Okulların eğitim programlarıysa giderek hafifletiliyor. Önceki yıllarda programlarda yer alan bir çok temel bilgi eğitimi programlardan çıkarıldı.
Öğretmen seçimi için yapılan "KPSS" adı verilen bir dizi sınavın 2015 yılı sonuçları öğretmenlerimizin bilgi düzeyinin düşük olduğunu ortaya koyuyor. Eğitim bilimleri sınavında 80 soruya verilen doğru cevap 38,9. Matematikte 30 soruya doğru cevap 0,4, istatistikte 30 soruya doğru cevap 0,3, genel yetenekte 60 soruya doğru cevap 22,8, genel kültürde 60 soruya verilen doğru cevap 21,5 gibi düşük seviyelerde. Bu öğretmenlerin yetiştirdikleri öğrenciler de dünya sıralamasında doğal olarak en alt sıralarda yer alıyor.
OECD tarafından düzenlenen 15 yaşındaki öğrencilerin temel eğitim seviyelerini gösteren PISA testi sonuçlarına göre, Türk öğrenciler 72 ülke arasında genel ortalamada 50'nci sırada. Öğrencilerimiz bilgi bakımından matematikte 48, okumada 49, fende 51'inci sırada yer almaktadır.
Üniversite giriş sınavı sonuçları eğitim seviyemizin çok, hem de çok kötü durumda olduğunu ortaya koyuyor. Üniversiteye girecek yaşa kadar yuvalarda, anaokullarında, ilkokullarda, ortaokullarda, liselerde parasız okuyanların, bunları yetersiz görerek özel dersler alanların ne durumda olduklarını gösteren sınav sonuçları çok çok kötü.
Yaklaşık 2 milyona yakın gencimiz sınavlara girdi. Fen bilimlerinde gençlerimiz 40 sorunun ortalama 4,50'sini cevaplamış. Matematikte 40 sorunun 5,40'ını cevaplamış. Sosyal bilimlerde 40 sorunun 10,40'ına cevap vermiş. Türkçede 40 sorunun 15,90'ına cevap verebilmiş.
Sayın YÖK Başkanımız da burada, değerli yardımcısı da burada. YÖK Başkanlığı tarafından 2015 yılında devlet üniversitelerinden -varsa bir eksiklik düzeltmelerini isterim- 22 üniversitenin biyoloji programı, 31 üniversitenin fizik programı, 36 üniversitenin kimya programı, 7 üniversitenin matematik programı kapatılmış. Vakıf üniversiteleri bu alanlara zaten rağbet etmiyor. 2014 yılında toplam 15 olan program sayısını 11'e düşürmüşler. Temel bilimler programı var. Bilkent, Koç ve Yeditepe'den başka matematik programı bulunan vakıf üniversitesi de ne yazık ki yok.
Üniversiteye girenler matematik ve fen programlarına ilgi duymuyor. 2010 yılından 2015 yılına tüm üniversitelerde yeni başlayan öğrenci sayısı matematikte 9.300'den 3.500'e, kimyada 7 binden 1.300'e, fizikte 3.600'den 1.500'e, biyolojide 8.800'den 1.500'e gerilemiş.
Eğitimde sayı izleniyor, çıktılar değerlendirilmiyor. Eğitim politikalarında sayısal bilimlere dayalı değerleme yapılıyor. Bütçeden eğitime ayrılan pay, okul sayısı, derslik sayısı, öğretmen sayısı, öğrenci sayısı öne çıkarken eğitimin niteliği üzerinde ne yazık ki durulmamaktadır. Aynı yanlış üniversite ve yükseköğretimde de sürdürülüyor. Üniversite sayıları devamlı olarak artarken üniversitelerimizin öğretim üyelerinin yeterlilikleri dikkate alınmadığından eğitim seviyesi her geçen gün düşmektedir.
Üniversite giriş sınavlarındaki yetersizliği izlemek mümkün ama üniversite mezunlarının yeterliliklerini ölçecek bir sistem bulunmadığı için, özellikle daha fazla öğrenci toplama yarışındaki vakıf üniversitelerinden çok düşük eğitim düzeyinde gençler diploma almaktadırlar. Devlet üniversitelerinde ise öğretim üyelerinin sayısal ve bilimsel yetersizlikleri çağdaş eğitimi ne yazık ki imkânsız kılmaktadır.
Profesör Doktor Yusuf Kaplan, 13 Mart 2015'te Yeni Şafak'taki köşesinde, "Bizim ortaya koyduğumuz zengin medeniyet tecrübemizi mümkün kılan şey Kur'an'a ve sünnete dayanan medrese ve tekke sistemidir. Eğitim sistemimizi Kur'an ve sünnet ekseninde yeniden yapılandırmadığımız sürece, bu kendi kendini sömürgeleştirici eğitim sistemiyle en iyi yapabileceğimiz şey, Batı kültürüne gönüllü köleler yetiştirmek olabilir yalnızca şimdiye kadar yapageldiğimiz üzere. Bizim yeni İbni Sinalar, yeni Itriler, yeni Sinanlar yetiştirmemiz gerekiyor. Bunun için de Kur'an'ı eğitim sistemimizin merkezine yerleştirmek zorundayız." diyordu. Profesör Doktor Sayın Yusuf Kaplan'ın yazısı "millî eğitim" programlarımızı ilim ve bilime mi, yoksa dine mi dayandıracağımıza karar verememiş durumda olduğumuz açık ve net bir şekildedir. Nitekim geçtiğimiz yıllarda da eski Başbakan, bugün AKP Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın da "Dindar ve kindar bir nesil yaratacağız." sözü de akıllardan çıkmıyor.
Bu kararsızlıkta, olan gençlere ve ülkeye oluyor. Eğitim seviyesi yetersiz ve de dünya sıralamasında öne çıkamayan gençler yetiştiriyoruz. Sonuç ortada: Ne kadar eğitim, o kadar sanayileşme, o kadar üretim.
Türk ekonomisi 2000'li yıllarda inşaata dayalı bir büyüme kanalına girdi. Kamu kesiminin ve özel kesimin kaynaklarının büyük bölümü ile dışarıdan bulunan yabancı kaynakların ağırlıklı kısmı inşaata gider oldu.
Kamu kesimi duble karayolu, hızlı demiryolu, metro, boğaz geçişi gibi projelerini finanse ediyor. Özel sermaye grupları tek başına veya yabancı ortaklarla büyük ölçekli köprü, otoyol, baraj projelerine para harcıyor. Küçük yatırımcılar alışveriş merkezi, iş yeri ve konut yapıp satıyor. Bütün bunlar ekonomide hareket yaratıyor. Dünyada kriz rüzgârı eserken inşaat-bayındırlık projelerine bu kadar para harcayan eski projeleri sürdürürken bizimkiler benzeri yeni büyük projelere soyunan başka ülke yok. Acaba bir ekonomideki kıt tasarrufların/kaynakların ve de dışarıdan sağlanan yabancı kaynakların tamamına yakınının inşaat-bayındırlık yatırımlarına harcanması doğru mudur?
Bu sorunun iki farklı cevabı olabilir: Bir, inşaat sayesinde ekonomi canlıysa ve ekonomi büyüyorsa sorun yok demektir. İkincisi de inşaat-bayındırlık yatırımları altyapı yatırımlarıdır, sosyal amaçlı yatırımlardır. Bunlar olmazsa üstyapı yatırımları da gerçekleşmez. Tabii ki insanlar için yol, köprü, konut, iş yeri yapılacak ama kaynakların tamamı bu yatırımlara giderse üstyapı yatırımı yapılamaz. Ülkede reel üretimi artıracak, zenginlik yaratacak, istihdamı büyütecek ana yatırımlar reel üretime dönük sanayi yatırımlarıdır, döviz fabrikalarıdır.
İnşaat kesiminin ekonomide ağırlık kazanmasıyla sadece serbest sermaye değil, sanayici de inşaata yöneldi. Sanayiciler kurulu tesislerini sökerek ,sanayi üretim tesislerinin arsalarını konut, iş yeri inşa etmek için kullanır oldular. Türkiye'de sanayi alanında isim yapmış hemen hemen bütün girişimciler inşaat işine soyundu. Çünkü inşaat rantı, sanayinin getirisinin çok önüne geçti.
Gerçek şudur: Bizim ekonominin yılda yüzde 5-7 aralığında büyümesi için gelirin en az yüzde 20'si oranında yatırıma ihtiyaç vardır Bir zamanlar iç tasarruflarla bu ölçüde yatırım yapmaya ihtiyaç vardı, sonra tasarruf oranı geriledi ama cari açığı borçlanarak kapatıyoruz. Dış kaynak sayesinde yüzde 20 yatırım yapabiliyoruz.
Sanayileşememenin nedeni kaynak bulamamak değil ve mazeret olarak da gösterilemez. Sanayi yatırımları için para bulamıyoruz diye bir sorun yok. Yeterli yatırım yapamıyoruz diye bir sorun da yok. Yatırım için makine ve teçhizat getiremiyoruz diye de bir sorun yok. Özel sektörün yatırıma yönlendirdiği imkânlar 2012 yılında millî gelirin yüzde 20'siydi, 2013 yılında yüzde 19,9'u, 2014 yılında ise yüzde 19,4'ü oldu.
Özel sektörün makine ve teçhizat yatırımlarının millî gelirdeki payı 2012 yılında yüzde 14 idi. 2013 'te yüzde 13,8 ve 2014 yılında yüzde 12,7'si oldu. Gerileme var ama gene de önemli büyüklükte.
Bir yıl içinde yapılan ithalatta sermaye (yatırım) mallarının payı 2012 yılında yüzde 36,7 idi 2013 yılında yüzde 35,9 oldu, 2014 yılında da yüzde 34,8 olarak gerçekleşti.
Kısacası, sanayileşememenin nedeni kaynak yetersizliği değil, hukuksuzluk olarak önümüze çıkmaktadır.
Doğru adı "serbest girişim" olan ve galat olarak "kapitalist" veya "piyasa ekonomisi" diye adlandırılan sistemin temelinde sözleşme serbestliği yatar. Sözleşme ise hukuktur. Dolayısıyla, iktisadi sistemin temeli hukuktur denebilir. Temel çürükse, iktisadi sistem de çürüktür. Sözleşme sadece taraflar arasında yapılan sözlü veya yazılı bir akit değildir. İktisadi hayatı çerçeveleyen iş, ticaret, borçlar, medeni, icra ve iflas başta olmak üzere tüm kanunlar ve kararnameler birer sözleşmedir. Her işçi, her işveren, her üretici ve her tüketici bu sözleşmelere kendiliğinden taraftır, insanların kanunlardan doğan hak ve vecibeleri vardır. Bu söylediğim paragrafı ben değil, iktisatçı, gazeteci yazar Ege Cansen söylemektedir.
Ege Cansen'in söylediklerinin önemini vurgulamak için, "Hukukun olmadığı yerde kumarhane yatırımı bile yapılamaz." diyen bir yatırımcının hikâyesini aktarmak isterim. Ama bu hikâyeyi aktarırken şimdi, bazı milletvekili arkadaşlarım "Ya, Sayın Musa Çam, kumarhane sektörünü mü savunuyorsun, kumarhaneler mi gelmeli?" diye derse de şaşmayacağımı da belirtmek isterim.
Amerikalı Steve Wynn, bir kumarbazın oğlu. Hukuk okudu. Hukukun önemine inanan, Las Vegas'ı kumar şehri olmaktan tatil, alışveriş ve oyun şehri hâline getiren adam. Kanunsuzluğun hüküm sürdüğü Las Vegas'ın kaderi kanun şehri olunca değişti. Las Vegas'ta her alanda kanun hâkimiyeti var, her şey kanuna bağlı ve de kanun müsamahasız uygulanıyor. Kanuna uymayanın kaşına gözüne bakılmıyor. Kanuna uymayanlar batıyor, varını yoğunu kaybediyor, hapse giriyor. İşte bu kanun hâkimiyeti, müteşebbisi ve sermayeyi Las Vegas'a çekiyor. Müteşebbis ve sermaye sahibi kanuna güvenerek riske giriyor, büyük yatırımlar yapıyor. Türkiye'de kumarın serbest olduğu, çok sayıda kumarhanenin açıldığı dönemde, Las Vegas'taki tesislerin çoğunu kuran ünlü yatırımcı Steve Wynn Türkiye'de Akdeniz kıyısında kumarhane ve eğlence tesisleri yapmaya niyetleniyor. Turgut Özal döneminde projeleri hazırlatıyor. Uzun çalışmalardan sonra "Türkiye'de yatırım yapılamaz. Çünkü Türkiye'de hukuk sistemi işlemiyor. Kanunların sık sık değiştiği, kanunların uygulanmadığı yerde insan namusuyla para kazanamaz" dedi. Dikkat buyurunuz, bunları söyleyen Las Vegas'ın kumarhane kralı.
Türkiye'de yapacağı yatırımı Hong Kong'un karşısındaki Macau Adası'na taşıdı. Şimdilerde Macau, otelleri, eğlence yerleri, alışveriş merkezleri ve oyun salonlarıyla Uzak Doğu ve Asya'nın en büyük turizm merkezi.
Kanunların sık sık değiştiği, kanunların uygulanmadığı, hukuk sisteminin işlemediği, kişiye özel uygulamaların olağan hâle geldiği ülkede kanuna uyan, namuslu insanların iş yapması imkânsızdır. Namuslu iş adamı kanuna uymayan rakipleri karşısında yaşayamaz.
Türkiye krizlere girip çıkıyor. Her krizin sonunda faturayı halk ödüyor. Krizi çıkaranlara, krizin oyuncularına hiçbir şey olmuyor. Her kriz sonunda yeniden yapılanma gündeme gelince aynı sorumlular, aynı oyuncular sahneye çıkıyor. Oyunun kaidelerine göre oyun tekrar başlatılıyor.
Bu ortamda ülkede kanun, hak, hukuk, namus yargılarının altüst olmasına yol açıyor, insanların devlete, kanuna, adalete güveni sarsılıyor. Kanuna uyan, çalışan, vergisini veren başarıya ulaşabilir şeklindeki inanış ortadan kalkıyor. Bu ülkede kanuna uyanın, vergisini ödeyenin, kişiye özel düzenlemelerden yararlanmayanın iş yapmasına, rekabete dayanmasına imkân yoktur inancı yerleşiyor.
Böyle ortamlarda ciddi işadamları uzun vadeli, ciddi, ekonomik büyüklükte projelere para yatırarak ne yazık ki riske girmiyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dolayısıyla, hukukun olmadığı bir ülkede ne yazık ki bizim ülkemizde de yabancı yatırımcı her geçen gün elini ayağını çekmekte ve Türkiye'de birikimlerini de yurt dışına taşımaktadır. Geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanının TÜSİAD'a yaptığı ziyarette TÜSİAD yöneticilerinin OHAL'in kaldırılması ve Türkiye'de bir hukuk devletinin inşasının yeniden başlamasıyla ilgili görüş ve önerilerine karşı Sayın Cumhurbaşkanı "OHAL sanayicimizin önünde nasıl bir engel teşkil ediyor." gibi bir cevap verdi. Evet, yabancı yatırımcı Türkiye'de hukuk sistemi tam olarak oturmadığı için gelip yatırım yapmamaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yurt dışında iş yapan kimi Türk sanayicisi ve iş adamlarıyla oturup konuştuğumuzda duyduğumuz örnekler gerçekten insanın içini acıtmaktadır. İzmir'de serbest bölge var, önemli bir serbest bölge. Bu serbest bölgede iş yapan sanayicilerimizin ve iş adamlarımızın partnerleri var Fransa'da, Almanya'da, Hollanda'da, Danimarka'da, Avrupa'nın değişik yerlerinde; zaman zaman onlar Türkiye'ye geliyorlar, zaman zaman da Türkiye'den insanlar oraya gidiyorlar. Son gelinen nokta çok üzücü ve çok vahim. Bir Alman, bir Fransız, bir İtalyan, bir Belçikalı, bir Danimarkalı, bir Hollandalı Türkiye'ye gelmek istediğinde, sigorta yapmak için sigorta şirketlerine gittiğinde sigorta şirketleri bir Alman'a, bir Fransız'a, bir İtalyan'a, bir Belçikalıya söylediği cevap şu: "Kusura bakmayın, Türkiye güvenli bir ülke değildir, biz sizi sigorta yapamıyoruz." Alman, Fransız, İtalyan, Belçikalı, Lüksemburglu, Danimarkalı, İsveçli, Norveçli Türkiye'ye gelmiyor, Türk ortağını Avrupa'ya çağırıyor, diyor ki: "Siz gelin çünkü bizi sigorta acenteleri, sigorta şirketleri sigorta yapmamaktadırlar, o nedenle biz Türkiye'ye gelemiyoruz. Gelin, 2017 yılı, 2018 yılı yatırımlarımızı burada konuşalım." Veya yabancı şirketler Türkiye'deki tedarikçilerini arayarak 2017 yılı siparişleri için, 2018 yılı siparişleri için "Fabrikanıza el konulabilir mi ,konulamaz mı; öyle bir tehlike var mıdır, yok mudur? Bize nasıl bir güvence verebilirsiniz, bu konuda nasıl bir yazılı belge verebilirsiniz ki biz size 2017 yılı ve 2018 yılı siparişlerimizi geçelim?" Çünkü bir garantisi yok. Kime, hangi fabrikaya ne zaman ve ne şekilde el konulacağı, o iş adamının hangi gerekçeler adı altında olursa olsun gözaltına alınacağı, tutuklanacağıyla ilgili endişe ve kaygılar yabancı sermayenin, yabancı sanayici ve iş adamlarının Türkiye'ye olan güvenini, itimadını ne yazık ki bugün çok kötü, eksi noktalara kadar getirmiştir. Sizler ise Sayın Bakan, iyi niyetle sanayinin gelişmesi, üretimin artırılması için böyle düzenlemeler yaparken ama karşımızda böyle hakikatlerin olduğunu da bilmenizi isteriz. Önemli olan yasal düzenlemelerin yapılması değil, gerçekten Türkiye'de bir hukuk devleti, bir yasa devleti olduğunun, yabancı sermayenin de bir güvence altında olduğunun altını çizmemiz ve bu garantiyi de yabancı sermayeye ve özel sektöre vermemizden geçtiğini de bilmeniz gerekiyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünden beri arkadaşlarımız özellikle kıyı, mera ve zeytincilikle ilgili söylenmesi gereken her şeyi söylediler.
BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen...
MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum, bitiriyorum. Çok özür dilerim Sayın Başkan. Hoşgörünüz ve toleransınız için de ayrıca teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakan Faruk Özlü, uzun yıllar Savunma Sanayii Müsteşarlığının önemli bölümlerinde görev yaptı, uzman ve proje müdürü olarak çalıştı. Zırhlı Muharebe Aracı Projesi cumhuriyet tarihinin tek kalemde en büyük savunma sanayi ihracatının yapıldığı dönem. Türkiye'nin kendi tasarımı ilk millî tankı ALTAY, ilk insansız hava aracı ANKA, ilk millî gemisi MİLGEM projelerinin yürütülmesinde Müsteşar Yardımcısı olarak görev yaptı. Sayın Öz'ün, havadan erken ihbar ve kontrol uçağı, A400M nakliye uçağı, F35 savaş uçağı, F16 ve helikopter, elektronik harp sistemleri, M60 tank modernizasyonu, yazılım ve simülatör, uzun menzilli hava ve füze savunma sistemleri görev aldığı projelerden önemlileridir. Sayın Bakanın bu konudaki iyi niyetinden hiçbir şüphemiz ve endişemiz yok ama bu kadar yakından tanıdığımız, geçmişte önemli başarılara, sanayi sektöründe önemli başarılara imza atmış Sayın Özlü'nün bugün burada, bu zeytincilikle ilgili, hemen hemen herkesin, AKP milletvekili arkadaşlarımızın dahi karşı çıktığı, eleştiri yaptığı ve asla kabul edilmesi mümkün olmayan bu düzenlemelerin sanayi ve üretim kanun tasarısının içerisine sıkıştırılmış olmasından büyük bir hicap duyuyorum. En azından öz geçmişini bildiğimiz Sayın Bakanın da büyük bir hicap duyması gerektiğini düşünüyorum ve için için de içinin kanadığını tahmin etmek istiyorum, tanıdığımız Faruk Özlü olarak. Gerçi dünkü konuşmalardan sonra acaba diyorum karşımızda iki Faruk Özlü mü var? Biri gerçekten, öz geçmişiyle tanıdığımız, naif, sanayiye önemli katkılar yapmış çalışkan bir Bakan mı; öbür türlü, koltuğunun altına tutuşturulmuş olan, 76 maddelik, birbirinden farklı, gerçekten Türkiye'de tarımın, zeytinin, kıyının ve meraların talan edileceği, yok edileceği bu kanun tasarısını savunmak ve bunu çıkarmak için de böyle naif, saygılı, çalışkan bir Bakana verilmiş bir görev olarak mı görüyoruz?
Sayın Bakan, sizi tanıyoruz, yaptığınız işleri de biliyoruz; bu 76 maddelik kanun tasarısı, aslında sanayi ve üretim meselesi bir başlık ama içindeki -arkadaşlarımın da saydığı gibi- 3-4 madde gerçekten, önümüzdeki dönemlerde zeytin tarihi yazıldığında sizin açınızdan, çocuklarınız ve torunlarınız için bir ibret vesikası olacaktır. Buna alet olmayın, çıkartın bu maddeleri; gitsin Tarım Hayvancılık Komisyonuna, Tarım ve Hayvancılık Bakanımız gelsin, bunları gerekçeleriyle sosyal taraflarla beraber tartışsın, konuşsun, ne olacaksa orada olsun ama bunun sorumluluğu, bunun vebali sizin omuzlarınızda olmasın, ilmik sizin boynunuzda olmasın. Yaklaşık olarak 10 milyon insanı etkileyen, 750 bin üreticiyi direkt etkileyen bu zeytincilik maddelerini, Kıyı ve Mera Kanunlarını bu 76 maddenin içerisinden çıkartınız Sayın Bakan. İlgili yerlerde konuşulsun, tartışılsın, sosyal tarafları daha uzun bir şekilde konuşsunlar, tartışsınlar. Dün ilgili bir arkadaşımız burada konuşurken siz de yine size çok uygun düşmeyecek bir şekilde dediniz ki: "Siyaset yapıyorsunuz, siyaset yapıyorsunuz." Her şeyin bir siyaseti vardır, zeytinciliğin de bir siyaseti vardır. İlgili kurum temsilcileri tabii ki buradaki kendi politikalarını, zeytincilikle ilgili politikalarını dile getireceklerdir. Sizden, bu maddelerin geri çekilmesi konusunu bir kez daha bir Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak talep ediyoruz, istiyoruz.
Sayın Başkan, sizin de hoşgörünüze ve toleransınıza sığındık; tüm Komisyon üyesi arkadaşlarımızdan da özür diliyorum, biraz uzattığımı biliyorum. Ama bizde hep konuklara ve misafirlere çok hoşgörü ve tolerans vardır, ben de biraz buna sığındım.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Çam.