KOMİSYON KONUŞMASI

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Bilmiyorum. Bugün sözlerde cömert olacağım herhâlde.

Sayın Başkanım, değerli Komisyon üyelerimiz, Sayın Bakanım, değerli bürokratlarımız, sevgili basın mensupları; tabii, aslında ilk bakışta normal, yargıdaki biçimsel anlamda bir sorunu gidermek için ortaya konan bir tasarının görüşmeleri sırasında iş çok çok farklı noktalara gitti, bence gitmeli de çünkü Meclis bazen bir çığlıktır, bazen bir...

BAŞKAN - Nasıl hukukçusun Ömer Bey, sen ya? Ömrün hukukla geçmiş ya. Genel Kurul, tamam, Komisyon değil ama.

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Söyleyeyim: Bazen bazı şeyler çığlıktır, iyi izlenmesi lazım, altına iyi bakılması lazım, sonrasında buna göre değerlendirme yapmak lazım yoksa burada motamot şu tasarıyı bürokratlar kendi açılarından değerlendirebilirler. Biz hem hukukçuyuz, aynı zamanda siyasetçiyiz, değerlendirmelerimizin de farklı olması son derece doğaldır.

Ben öncelikle bu tasarının özüne ilişkin bir şeyler söylemek isterim. Birincisi: Elbette 20 Temmuz 2016'da uygulanmaya konan bir yargı müessesinde çeşitli hataların olması doğaldır, bunların da süreç içerisinde giderilmesi olumlu bir şeydir, buna elbette ki katkı da sağlarız. Bu düzenleme konusunda en önemli gördüğümüz husus, istinaf mahkemesi başkanının daireler arasındaki görevlendirmede tek yetkili olmasıdır, en önemli sakıncalı gördüğümüz husus budur. Elbette ki ilk derece mahkemelerinde adalet komisyonu başkanları bu işi yapabilmektedir, elbette ki zaman zaman daire başkanlarını bir araya da toplamakta güçlük yaşanabilir ama bunun temelinde, özünde şu yatar: Hiçbir daire başkanı kendi elemanını diğer daireye angarya işlere vermek istemez. Bu nedenle bir sıkıntı yaşanmıştır kuşkusuz. Bunu giderme anlamında da "Tek kişiye yetki verilerek bu işten kurtulur muyuz acaba?" anlayışıyla bu tasarı önümüze gelmiştir.

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Tam da bu.

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Tamam, anlıyorum ben, meseleyi bildiğim için anlıyorum.

Ama temelde şöyle bir şey var: Eğer o tek kişiye bir üstünlük sağlanırsa yani başkana, bu sefer daireler arasında büyük sorunlar ortaya çıkacaktır. Filanca başkan diyecektir ki: "Benim adamlarımı çok fazla görevlendirdin." ve bu, yeni sorunları da beraberinde doğurur. Benim bu konuda bir önerim var, önerim şudur: Öncelikle, Adalet Komisyonu gibi bir komisyon oluşturulsun; daha dar kapsamlı, bütün daire başkanlarının bir araya gelmesiyle değil, daha değişik bir müesseseyle. Mesela bölge adliye mahkemesi başsavcısı, mahkeme başkanı, kıdemli bir üye; hiç değilse bu üçü bu görevlendirmeyi yaparlarsa daha hakkaniyetli bir sonuç olur diye bir komisyonla...

MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) - Komisyon gibi...

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Komisyon gibi. Bir komisyonla bunlar daha hakkaniyetle olur, mızırdanma olmaz, bir sürü insanı bir araya toplama sorunu ortaya çıkmaz diye düşünüyorum. Bu arada, çok değerli hukukçu arkadaşlarımızın bazı önerileri var. Ben bu arada Sayın Celal Adan'a da teşekkür ederim, gerçekten belli konulara değindiler, sağ olsunlar.

Şimdi, ben bunları madde olarak, okuyarak geçeceğim, en azından bürokrat arkadaşların bilgisi olsun. Eğer, bu aşamada olmaz ama Genel Kurul aşamasında bu yönde bir katkıda bulunulursa sağlıklı olur diye düşünüyorum.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu'ndaki bazı değişiklik önerileri; bir tanesi 350'nci maddede, icranın geri bırakılmasında istinaf ile temyiz arasındaki boşlukta hükmün icrasının bir anlamda ciddi sıkıntılara yol açabileceği öne sürülüyor. Bu konuya dikkat çekmek isterim.

İkinci olarak, 353'üncü maddenin (1)'inci fıkrasının (a) bendi (6)'da dosyaların ilk derece ile istinaf arasında sürekli gidip gelişine sebep olan bir neden var, burada yeni bir düzenlemeye ihtiyaç var.

Üçüncüsü, 353'üncü maddenin yine (1)'inci fıkrasının (a) bendi (4)'te "diğer dava şartlarına aykırılık" hükmü sorun yaratacak bir madde. Bunun da bir anlamda gözden geçirilmesinde fayda var.

Dördüncü olarak, 357/1'de "Yasaklanan ıslah sadece müddeinin artırmasına yönelik olarak yumuşatılmalı." deniyor.

Bir diğer, beşinci ise 359'uncu maddede, tebliğe çıkarmada "derhâl" veya "talep beklenmeksiniz" ibaresinin eklenmesinde yarar görüldüğü ifade ediliyor.

Şimdi, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli hazırun; birkaç konuya değinmekte yarar görüyorum. Bir kere, son derece nazik olduğunu bildiğim Sayın Bakanımdan böyle bir tabir beklemezdim, kendisi geri alırsa çok memnun olurum şahsen bu sözü, uygun bir sözcük olmamıştır.

Size dört isimden bahsedeceğim neden yargıya güvenilmeyeceği konusunda ama ondan önce, YSK'nın kararı... YSK'nın kararındaki sorun şudur: Lokal olarak ilçelerin, il seçim kurulu başkanlarının mühürsüz oylara ilişkin benzer kararları vardır. Asıl sorun, sandıklar açıldığı anda, özellikle güneydoğuda, Doğu Anadolu'da açıldığı anda bütün Türkiye'yi kapsar biçimde bu kararın verilmesi, verilmiş olmasıdır ve aynı YSK'nın yurt dışındaki oylara ilişkin bu talebi reddederken, Türkiye'nin geneline ilişkin böyle bir kararı vermesi çok yadırgatıcı olmuştur.

Ben Yüksek Seçim Kurulu Başkanını da tanırım, o YSK'daki pek çok üyeyi de bilirim; yanlış yapmışlardır, yanlış yapmıştır. Bunu bir kere ben kendi yüzlerine de söyledim, "Yanlış yaptınız." dedim. Lokal olarak falanca yerde oluyor, unutuyor sandık kurulu başkanı, mührü vurmayı unutuyor, otuz kırk tane oy kullanılıyor, rica ediliyor, her parti de "Evet." diyor buna çünkü kullanılan ilk otuz oyun kime verildiği belli değil. Lokal olarak bu tip kararlar verilseydi hiçbir sorun olmazdı ama sandıklar açıldığı andan itibaren böyle bir kararın verilmiş olması -çok yazık olmuştur- önemli bir müessesemize gölge düşürmüştür. Bunun ötesinde, Yüksek Seçim Kurulu Başkanı ve üyeleri, işte, çok hoş olmayan bu tip sözcüklerle anılır hâle gelmişlerdir.

Şimdi, birincisi...

BAŞKAN - Dört örnek.

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Dört tane örnek.

Atilla Taş... Kısaca değineceğim bunlara, lütfen çünkü Mecliste pek konuşmuyorum ve ben de dikkat ederseniz -siz, Hakkı Başsavcım, Murat, Yılmaz; hepiniz bilirsiniz- çok genele taşmam, genellikle...

BAŞKAN - Gündeme sadıksınız.

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - ...gündeme sadık kalırım ama bugün kalamayacağım.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Bugün de kalın.

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Atilla Taş, bir sanatçı, protest bir sanatçı ve bu kişi bir gazetede haftada iki gün, üç gün köşe yazısı yazıyor ve bu kişi hakkında... Haa, cemaat üyesi, FETÖ üyesi olduğunu hiç sanmıyorum ben. Yani yaşam biçimi, hiç öyle bir özelliği yok, okumuşluğu bilmem neyi yok. Şimdi, bu kişi hakkında...

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Fazla iddialı konuşmayın.

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Yani bilemiyorum.

Şimdi, bu kişi hakkında iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapisle dava açılıyor, bunu takdirlerinize sunuyorum.

İki: Çetin Sönmez, Adil Öksüz'ü serbest bıraktığı iddia edilen hâkim. Bu kişi cemaatin yurtlarında kalmış mı? Evet, kalmış. Peki, Adil Öksüz'ü bu kişi mi serbest bırakmış? Hayır. Adil Öksüz'ü, adını vermeyeyim şimdi, bir başka hâkim arkadaşımız serbest bırakmış. Pazartesi günü sabah beşte dosya geliyor, Sincan'a geliyor, herkes Ankara Adliyesine geliyor, o evrak ne hikmetse Sincan'a geliyor ve Sincan'da sorguya sevk ediyor savcı arkadaşımız. Bir hâkim arkadaşımız sorgusunu yapıyor ve dosyada tutuklanmayı gerektirir hiçbir delil olmadığı düşüncesine varıyor çünkü dosya boşaltılmış, serbest bırakıyor. Yirmi dakika kalıyor sadece Adil Öksüz adliyede ve ondan sonra sırra kadem basıyor, bir daha yok ortada, hâlâ yok. Bunun üzerine, aradan on saat geçiyor, başsavcı ya bir şeylerden şüpheleniyor ya ona, kendisine bir bilgi geliyor, dosyaları tetkik ederken bakıyor ki bir tane sivil kişi serbest bırakılmış. On saat sonra "Buna neden itiraz etmediniz?" diyor ve bunun üzerine itiraz yoluna başvuruyor cumhuriyet savcısı arkadaşımız, o sırada sulh ceza hâkimlerinin işi başından aşkın olduğu için ağır ceza... Yani komisyon başkanı olan arkadaş görevlendirme yapıyor. Kimi görevlendiriyor? Çetin Sönmez'i görevlendiriyor. Ağır ceza üyesi Çetin Sönmez, sulh ceza hâkimi bile değil, bırakan da değil. Ve geliyor, bu dosyayı inceliyor, evrak üzerinden inceliyor çünkü Adil Öksüz piyasada yok, kaybolmuş gitmiş artık. Ve bunun üzerine... Malum, biliyorsunuz, önce, serbest bırakan hâkim itirazı inceler, yerinde bulup bulmamaya dair bir karar verir, onun üzerine üst dereceli ya da diğer numaralı mahkemeye gider. Ve geliyor Çetin Sönmez'in eline bu evrak, bakıyor, bir şey yok, yani evrakta yok bir şey ve o da yakalama kararı çıkarmıyor. Ne oluyor bugün? Bugün için bütün kamuoyu Çetin Sönmez'i "Adil Öksüz'ü serbest bırakan hâkim" olarak biliyor ama böyle değil ve şu anda o, cezaevinde; diğer, serbest bırakan hâkim açıkta, tutuklu bile değil. Ha, o arkadaş tutuklansın, mesleğinden atılsın, asla böyle bir şey doğru olamaz. Bu arkadaşımızın... Yani asıl sorun burada şu: O dosya niye boşaldı? O, ilk serbest bırakan hâkim arkadaşımızın da bence belki hiçbir suçu yok, asla dilemem o insanın da özgürlüğünden yoksun kalmasını, işinden gücünden yoksun kalmasını ama bu işi...

Şimdi, asıl soru şu: Dayatılan doğrularla karşı karşıyayız, bir gerçeği vurgulayamıyoruz; bizim için buralar çığlık nedeni. Yani Çetin Sönmez babamın oğlu değil; tanırım kendisini bir şeyden ama babamın oğlu değil, neyin nesidir bilmem. Gerçekten cemaatçi olabilir, yurtta kalmış olabilir ama olay bu. Komisyon başkanı bilinçli olarak mı görevlendirdi onu şeye bakması için? Ya da bir gün sonra yakalama kararı çıkmış.

Şimdi, üçüncü isim, Gökmen...

BAŞKAN - Savcı olarak şunu soruyorum çünkü 15 Temmuzu gerçekten hem felsefi açıdan inceliyorum hem hukuk tarihi açısından inceliyorum hem diğer açılardan inceliyorum, bir kitap yazmayı da düşünüyorum işgal harekâtı olarak: Bir darbe veya işgal harekâtı olmuş ve o olayın merkezinde ve beyninde bir kişinin olması, ceza hukuku anlamında bir delil değil mi dosya boş olsa dahi? Sadece soruyorum bir ön kanaat olarak.

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Şimdi onu da söyleyeyim.

BAŞKAN - Yani o gece 2 bin kişi yaralanıyor, 249 kişi ölüyor. O olayda orada bulunması karşısında bizatihi ceza hukuku anlamında delil değil mi? Sadece, evet, hayır yani o kadar.

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Söyleyeyim onu da. Gerçekten, Türkiye çok büyük bir badire atlattı, onu baştan vurguluyoruz tabii ki. Ama mesele şurada: Dosya bomboş gelince hâkim arkadaş, cumhuriyet savcısı arkadaşı arıyor, diyor ki: "Arkadaş, sen bu kişiyi sevk etmişsin ama bu dosyada bir tane delil yok. Var mı başka bir delil?" "Yok." diyor ilk serbest bırakana. Ondan sonra o da diyor ki: "Ben serbest bırakmak durumundayım o zaman bunu."

BAŞKAN - Olur mu, darbe olmuş ya, insanlar ölmüş.

MEHMET GÖKDAĞ (Gaziantep) - Sevgili Başkanım, o tür durumlarda kapının önünden geçeni yakaladılar, bir yere bırakmadılar.

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Şimdi, asıl sorun şu: Bu adam şeyin dışında bulundu diye, bakın, bu kişi, bu Adil Öksüz birliğin dışında bulundu diye, o zaman birliğin dışında bulunuyor ve artık şeyini...

BAŞKAN - Neyse o şey...

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Üçüncüsü, Gökmen Ulu konusu. Gökmen Ulu'yu ben Marmaris'te mütevazı bir haberci olarak tanıyorum, yerel bir televizyonda haber yapıyordu, yıllarca Marmaris'te kalan biri. 15 Temmuzdan bir hafta önce -ben bir Muğla Milletvekiliyim- her tarafta şey yayıldı, Okluk Koyu'ndaki bütün tekneler çekildi. "Allah Allah, ne oluyor?" falan diye sorduk. İlçe Başkanımıza sordum, İlçe Başkanımız dedi ki bana: "Efendim, Sayın Cumhurbaşkanımız Okluk Koyu'na tatile geliyormuş, onun için boşaltıyorlar." Sonra, İhlas Haber Ajansı bunu haber yaptı yani Sayın Cumhurbaşkanının koya geleceğine dair, orada tatil yapacağına dair. Yerel televizyon program yaptı. Gökmen Ulu da 15 Temmuz günü gazetede "Cumhurbaşkanının tatil yaptığı yeri bulduk." diye bir haber yayımladı ve şimdi bu kişi içeride. Bakın, size şunu söylemeye çalışıyorum: Yani bir günah keçisi bulmamak lazım.

Son bir nokta Kadri Enis Berberoğlu. Çok güzel bir düzenleme vardı geçen dönem, Sadullah Bey de sanıyorum Bakandı o zaman, Devlet Sırrı Tasarısı. Beraber bunun üzerinde Komisyonda uzun uzadıya çalıştık, karşı görüşlerimizi belirttik. Şimdi, devlet sırrının tasarısını yasalaştıramadık 24'üncü Dönemde ve Genel Kurulda öylece kaldı. Şimdi, hangi belge devlet sırrıdır diye bir düzenleme var mı hukukumuzda? Yok. Şimdi, biz ne yapıyoruz? Biz bir dava dosyasındaki, MİT tırları davası dosyasındaki arama ve yakalama tutanağını keyfî olarak devlet sırrı olarak kabul ediyoruz. 31 Mayıs 2015 günü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan haber MİT tırlarına ilişkin arama ve yakalama tutanağının yansıtılmasıdır. Arama ve yakalama tutanağı normalde olayın failine imzalatılan bir evraktır. Bir olayın failine imzalatılan evrak zorunlu olarak istek hâlinde müdafisine de, faile de verilmek zorundadır. Şimdi, bir dava dosyası ve 16. Ceza Dairesinde sanıyorum Yargıtayda, devam eden davanın içinde yer alan bir evraktır bu. Oysa devlet sırrı niteliğindeki bir evrak Ceza Muhakemesi Kanunu'muza göre sadece ve sadece hâkim tarafından incelenebilir. Bir dava dosyasındaki bir evrakı keyfî olarak devlet sırrı niteliğinde kabul edip, aradan üç sene dava dosyası içinde yer alan bu evrakı görmezden gelip bir arkadaşımızın yirmi beş yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasını bir hukukçu olarak, her şeyden önce bir insan olarak içime sindiremiyorum kimse kusura bakmasın. Yani devlet sırrı dediğimiz evrak, dava dosyasında yer alan bir evrak bu, devlet sırrı niteliğinde olamaz zaten. Asıl devlet sırrı dersek kozmik odada -1,5 terabayt deniliyor herhâlde- 10 milyon evrakı göz göre göre teslim edenlere bakmak lazım. 10 milyon evrak; onunla ilgili ayrıntılı bilgileri şimdi hiç sırası değil, vermemeyim.

Benim üzerinde durduğum ikinci bir konu: Diyelim ki Kadri Enis Berberoğlu hakkındaki iddia şu: "Bir solcu milletvekilinden aldım." diyor. Demek ki Türkiye'de bir tek solcu vekil var, o da Enis Bey'miş, onu gördük. İkincisi HTS bilgileri. Bundan bir karar veriliyor. Kararı, bir kere onu da doğru bulmam kesinlikle. Hâkimler somut, inandırıcı, kesin kanaate ulaşarak delillerle karar vermek durumundadırlar yoksa HTS bilgilerine dayanarak görüşme içeriğine bakmadan işte "Ben bir solcu vekilden almıştım bu belgeleri." diye sadece bu iki sözcüğe dayanarak yirmi beş yıl bir insana mahkûmiyet kararı vermek insafsızlıktır. Şimdi ama garip olan bir şey var. Şimdi, diyelim ki Enis Bey bu belgeyi verdi, Can Dündar ile Erdem Gül de bunu yayımladı. Casusluk maksadıyla yayan kim? Casusluk maksadıyla yayan onu gazetede yayımlayan Can Dündar ile Erdem Gül. Can Dündar ile Erdem Gül'e ne kadar ceza verilmiş? İkisine de 330'dan açılmış dava aslında. Can Dündar'a yedi sene verilmiş, Erdem Gül'e beş sene ceza verilmiş. Yani asıl casusluk maksadıyla -hani tırnak içinde söylüyorum- ondan sonra yedi iyi hâlden indirilmiş. Şimdi ama buna karşılık aynı eylem, ortada aynı eylem, başka bir eylem değil ama tutuyorsunuz Enis Bey'e müebbet hapis cezası veriyorsunuz, iyi hâlden yirmi beş yıla indiriyorsunuz. Bu da büyük bir çelişki.

Son sözüm, şimdi Anayasa'mızın 83'üncü maddesinin üçüncü fıkrası aynen şöyle diyor: "Milletvekili hakkında seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır." Bu ne demek? Bu şu demek: Şu anda, Enis Bey hakkındaki dava dosyası Yargıtayda onanıp kesinleştiği dakika Yargıtay şöyle karar verecektir: Kanuna uygun hükmün onanmasına, Anayasa'nın 83'üncü maddesinin üçüncü fıkrası gereğince Kadri Enis Berberoğlu'nun derhâl serbest bırakılmasına.

Şimdi, bakın, hakkındaki mahkûmiyet hükmü kesinleşmiş bir insan cezaevine konamazken hüküm özlü olarak bu insanın tutuklanması Anayasa'ya açıkça aykırıdır. Bu vahim bir şeydir.

Şimdi, son sözüm şudur: Ben burada tamamıyla hiçbir siyasal değerlendirmeye tabi tutmadan dört olayı da hukuksal olarak bilgilerinize sunmaya çalıştım. İşin özü şu: Bizim bazı davranışlarımızı lütfen bu toplumun bir sesi olarak görün, değer verin, alay etmeyin, küçümsemeyin, bizi bir anlamda çok abuk subuk bir iş yapar ya da yasa dışı bir işler yapar niteliğinde göstermeye çalışmayın, sonunda hepimiz üzülürüz diyorum ve teşekkür ediyorum.