KOMİSYON KONUŞMASI

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, sayın Komisyon üyeleri, saygıdeğer konuklar; "İş Mahkemeleri Kanunu Tasarısı" başlığıyla hazırlanmış olan tasarıyı görüşüyoruz. Her ne kadar bir temel yasa görüntüsü veriyor ise de tasarı, AKP'nin on beş yıllık alışkanlıkları içerisinde bu temel yasayı bir torba yasaya dönüştüren yaklaşımını burada da maalesef görüyoruz. Hedef aldığı alanın ötesinde ilgili, ilgisiz birçok alanda düzenlemeler getiriliyor. Öncelikle, çalışmanın bu yönünü eleştiriyoruz. Torba yasa olsa da tasarı içerisinde öne çıkan hususlar öncelikle ara buluculuk kurumu üzerinden getirilen düzenlemelerdir. Bunun yanı sıra, işçilik haklarının zaman aşımı sürelerini kısıtlayan, azaltan düzenlemeler de bir o kadar önemli ve değerli başlıklardır ve yine bunun yanı sıra, konuyla hiçbir alakasını kuramadığımız, tasarıyla ilişkilendiremediğimiz, KİT çalışanı kamu görevlilerinin İş Yasası kapsamına alınmasıyla ilgili düzenlemedir. Diğer hususlara ilişkin yaklaşımlarımızı maddelerinde konuşacağız. Öncelikle, bu hususlara ilişkin görüşlerimizi burada paylaşmak istiyoruz.

Sevgili arkadaşlar, ana Komisyonun ilk toplantısında dile getirdiğimiz gibi -alt komisyonda da tekrarladık bu görüşümüzü- tasarının kapsamındaki hususlar elbette ki Komisyonumuzun alanına girmesinin yanı sıra çalışma hayatına ilişkin olması nedeniyle tali komisyon olarak Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda da bir çalışma yapılması gerektiğini biz dile getirmiştik, ilk toplantıda ve alt komisyonda bu önerimiz reddedildi ancak alt komisyondaki görüşlerimiz zabıtlara geçmediğinden burada kayıt düşmek anlamında bu görüşlerimizi tekrar ediyoruz.

Sevgili arkadaşlar, toplumsal kültür ve ihtilafların çözümünde uzlaşma anlayışını benimseyen bir siyasi partiyiz. Gerçekten de uzlaşma kültürünü yaygın kılmak, sorunların çözümünde uzlaşmayı temel yöntem olarak benimsemek Cumhuriyet Halk Partisinin siyaset anlayışının omurgasını oluşturmakta. Bu anlamda bireyler arasındaki ihtilafların çözümünde de ara buluculuk kurumunu ve onu da içine alır şekilde alternatif çözüm yollarının benimsenmesini temel yaklaşım olarak kabul ediyoruz ve destekliyoruz. Bu anlamda yapılan düzenlemelere bugüne kadar destek verdik, destek vermeye devam edeceğiz ancak burada üzerinde hassasiyetle durmamız gereken husus şudur: Bu uzlaşma ihtiyacının ve geliştirilmesi gereken uzlaşma kültürünün ve çözüm yöntemi olarak arabuluculuğun zorunlu hâle getirilmesini bu yaklaşımımızın dışında ve onun beslendiği amaçtan kopan bir yere yaslandığını düşünüyoruz. Evet, bu tasarıyla arabuluculuk kurumu zorunlu hâle getiriliyor yani bu yola müracaat zorunlu hâle getiriliyor.

Sevgili arkadaşlar, bir önceki tasarının görüşülmesinde örneklediğimiz gibi zaman kaybet, zamanı israf etmek gibi bir düşüncemiz yok ancak tasarıya ilişkin her bir hususa dair görüşlerimizi tutanaklara geçmek, not düşmek gibi bir ihtiyacımız var, burada da öyle yapacağız. Dolayısıyla, bu genel değerlendirme içerisinde söylediğimiz görüşlerimize sonrasında tekrar ihtiyaç duymuyoruz, duymayacağız. Ancak, bunların da bütünlüklü bir şekilde yer alması konusunda sabrınıza sığınıyorum, bunları bitirmek istiyorum.

Sayın Başkan, söylediğim gibi arabuluculuğa yöntem olarak olumlu bakmamıza rağmen bunun zorunlu hâle getirilmesini, en azından bu yola müracaat edilmesinin zorunlu hâle getirilmesini doğru bulmuyoruz. Hele hele de bu zorunluluğun arabuluculuk kurumunun temel yaklaşımında, anayasasında, temel yasasında daha doğrusu, benimsenmemesine rağmen sadece çalışma hukukuna dair konularda, işçi-işveren arasındaki uyuşmazlıklarda zorunlu hâle getirmeyi de manidar buluyoruz. Şöyle ki: Bu yaklaşımın bu konuda ortaya çıkmış olan dünya örneklerinin ve uygulamalarının getirdiği sonuçla da çelişir buluyoruz. Gerçekten de dönüp dünya örneklerini incelediğimizde birçok alanda yer yer farklı ülkelerde farklı itilaf türlerinde arabuluculuk kurumu zorunlu hâle getirilmiş olmasına rağmen başlangıçta işveren-işçi uyuşmazlıkları bakımından bu yöntemi benimseyen ülkelerin bundan vazgeçtiğini görüyoruz, bu tecrübelerden bizim de istifade etmemiz gerektiğinin altını çiziyoruz.

Sevgili arkadaşlar, burada, özellikle işçi davalarında böyle tanımlıyorum çünkü biliyoruz ki bu davaların büyük bir yüzdesi, tamamına yakını, teknik arkadaşlardan sordum, yüzde 3'ü işverenler tarafından açılmış olduğunu öğrendim, yüzde 97'si -onların ifadesine göre- işçiler tarafından açılan davalar oluşturuyor bu kapsamı. Böyle baktığımızda elbette ki bu davaları işçi davaları diye nitelemek hiç de sıkıntılı olmasa gerek. Böyle baktığımızda işçinin hak arayışının zorunlu bir şekilde arabuluculuk kurumuna uzatılması, oradan geçmeden bu davanın görülmesinin dava şartı hâline dönüştürülmesi bizce doğru değildir. Her ne kadar tasarının gerekçesinde şimdiye kadar arabuluculuk yoluna başvuran davacıların büyük bir kısmının davasının iş davaları olması ve bu davaların büyük bir kısmının da -Sayın Bakan- uzlaşmayla sonuçlanmış olmasından hareketle madem ki ihtiyari anlamda başvurulan bu yolda böyle bir sonuç elde edildi, o hâlde bunu zorunlu hâle getirelim, tüm davaları arabuluculuk yöntemiyle çözelim gibi bir anlayış geliştiriliyor. Aslına bakarsanız bu düşünceyi besleyen temel yaklaşım şudur, temel gerekçe şudur: Uzayan dava süreleri, biriken iş yükü, pahalı adalet anlayışı. Bu, aslına bakarsanız itiraf edilmekten çekinilen, sıkıntı duyacağımız, oturup çok daha ciddiyetle düşünmemiz gereken bir konudur, alandır. On beş yıllık uygulamanın sonrasında evet, yargı işlevsizdir, yargı çaresizdir diyorsunuz; yargı acz içindedir, bu sorunları çözmekten uzak bir durumdadır diyorsunuz, bunu anlıyoruz ve bu gerçekliğin varlığını biz de tespit ediyoruz. Ancak, bu sorunu gidermek yerine sorunların çözümünde -yine beni bağışlayın, sataşma anlamında söylemiyorum- sürekli kimsesizlerin, çaresizlerin, örgütsüzlerin sırtından sorunları çözmek gibi yaklaşımı burada da sürdürüyorsunuz, böylelikle bu davaları dava olmaktan çıkarmak istiyorsunuz.

Aslına bakarsanız konuya ilişkin olarak alternatif yol olarak önerdiğiniz arabuluculuk sisteminin iş davalarındaki işlerliğinin temel beslendiği düşünce ve gerçeklik işçiler açısından çaresizliktir. Gerçekten de gündelik ihtiyaçlarını ve yaşam hakkını hayata geçirmek, sürdürmek konusunda sıkıntı içinde olan işçilerin bu ortam içerisinde bir çaresizlikle bir pazarlık anlayışı içerisinde birtakım haklara razı edilme ve hakların büyük bir kısmından vazgeçme gerçeği işçilere dayatılıyor, bizim gördüğümüz şey budur. Emin olun ki her ne kadar konuya ilişkin dinlediğimiz konunun örgütlenmiş, bu kurumun örgütlenmiş yapıları, dernekler yani arabuluculuk dernekleri ve teknik arkadaşlardan aldığımız bilgiler bizi bu noktaya götürüyor daha çok çünkü aksine bir irdeleme ve değerlendirme yapılmamış yani bir memnuniyet anketi veya değerlendirmesi yapılmamış. Bu işçilerin bu denli yüksek oranda uzlaşmaya razı olmasına rağmen ne kadarının hakkettiği yasal haklarına ulaştığı veyahut da bu hakkın ne kadarına yaklaşabildiği konusunda bir anket ve değerlendirme yapılmamış. O hâlde görülen şey odur ki gündelik ihtiyacını sürdürmek için insanlar çaresiz bir şekilde bir pazarlık ortamı içerisinde haklarının bir kısmını almaya razı edilerek haklarından vazgeçmeye davet ediliyor, hatta bu şekilde zorlanıyor.

Böyle baktığınızda, sevgili arkadaşlar, bu konudaki akademisyenlerin ve özellikle HAK-İŞ'in danışmanlığını yaptığını söyleyen akademisyen arkadaşlarımızın da netlikle altını çizdiği bir hususa ben dikkat çekmek istiyorum. Bizim üzerinde konuştuğumuz alan bir özel hukuk alanı değildir; toplumsal kaygıların öne çıktığı ve bu anlamda sosyal boyutunun olduğu bir sosyal hukuk alanıdır.

BAŞKAN - Doğru, sosyal kamu düzeni.

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Evet, sosyal kamu düzeni diye de tarif edebiliriz.

Sevgili arkadaşlar, böyle baktığımızda o örneğin yeterince çarpıcı olduğunu bilerek bir kez daha burada tekrar etmek isterim: Nasıl ki çalışanlara, hele hele de böylesine işsizliğin arttığı, genç işsizlerin günbegün katlanarak çoğaldığı ve insanların açlık sınırının altında yaşamaya razı edildiği bu ortam içerisinde yine de geçmişte işçilerin bir mücadele sonrasında kazandıkları bir edinim olarak onların asgari ücretin altında çalışmasına nasıl razı olamıyorsak, nasıl ki hukuk buna cevaz veremiyorsa işte bu şekilde başlayan bir ilişkinin on yıllarca, belki bir ömür boyu sürmüş olan ilişkinin ortaya çıkardığı hakların bir pazarlık anlayışı içerisinde razı olduğu kadarını al, diğerlerinden vazgeç anlayışıyla sorunun çözülmesinin bence bu insanların haklarının ve kişiliklerinin teslim alınması anlamını taşımaktadır, bir hak tesisi değil.

Bu alanın gerçekten işçi lehine yorum ve yaklaşım ilkesi içerisinde gelişmesi gereken bir alan olduğunu unutmamamız gerekir. Bu düşünceyi geliştiren ve demin altını çizdiğiniz emredici boyutu olan, düzenlemeler gerçeğini yok sayan yaklaşımını iş hukukun temel felsefesi üzerinden bir kez daha değerlendirmek isterim, o da işçi lehine yorum ilkesidir ve bunun yanı sıra güçsüz durumda olan işçinin -Ne anlamda? Ekonomik anlamda, teknik bilgi anlamında, örgütlülük anlamında ve hakkını sahiplenip arayabilme anlamında- arabuluculuk süreci içerisinde tüm bu hususlarda ve onun ötesinde daha güçlü olan işverenle bir eşitlik ortamı, sözde eşitlik ortamı içerisinde bir araya getirilmesini doğru bulmuyoruz. Bu anlamda, adalet kavramını karşılamayan, sadece şekli eşitlikle kendini ifade eden bu yaklaşımı içi boş ve kof görüyoruz. Çünkü güçsüzlerin desteklenmesiyle beraber eşitliğin hayata geçirilmesi adaleti tesis edebilecektir. Şöyle bir karikatür hatırlıyorum: Bir maçı seyreden 3 farklı boyda insan var, her birine de maçı seyretme imkanı tanınmış ama önlerinde bir duvar var. Bu, sözde eşitlik anlayışıyla ifade bulabilir ancak bir başka yaklaşımla kısa boyluların altına onların da en uzun olanla eşit boya geldiği tabureleri koyduğumuz zaman gerçek anlamda eşitliği ve asıl aramamız gereken adaleti sağlamış oluruz.

Sevgili arkadaşlar, bu konuyu, bu başlığı şununla tamamlamak isterim: Bugün için bizlere bu yüzdeleri sağlayan ve gerekçeye konu olan arabuluculuk kurumuna başvuruların iş davalarında olması ve büyük bir çoğunluğunun uzlaşmayla sonuçlanmış olması demin dediğim gerçeklikten kaynaklanmaktadır. Ancak bunun zorunlu hâle gelmesiyle beraber hakkında direnebilen, hak arayışında direnebilen ve sabrını imkânları nispetinde artırabilen insanlara da, yurttaşlarımıza da biz zorunlu olarak ara buluculuğa götürdüğümüz zaman işte bu yüzdelerin hızla aşağı düştüğünü hep beraber göreceğiz. Gerek başvuruda -başvuru zorunlu ama- uzlaşma noktasında bu yüzdelerin ne kadar düştüğünü göreceğiz. İşte o düşen yüzde bu tasarının ne kadar yanlış olduğunu gösteren bir yüzde olacaktır. Yüzde 90'lar mertebesindeki uzlaşma oranlarını bir daha görmeyeceksiniz. Ancak o kişiler için bu süreç uzamış olan yargının daha da uzatılması, pahalı olan yargının daha da pahalı hâle getirilmesi anlamında ciddi bir sonuç doğuracaktır. Böyle baktığımızda şimdiye kadar ara buluculuk yolunda giden kişilerin yüzdesinin toplam içindeki payı düşünüldüğünde küçücük bir alanı biraz daha büyütmeye çalışırken o koca yüzdeleri nasıl demin dediğim sıkıntılarla baş başa getireceğinizi bir kez daha düşünmeniz gerekir Sayın Bakan.

Sevgili arkadaşlar, bunun yanı sıra, demin söylediğim gibi, ara buluculuk kurumu da temel yöntem olarak ihtiyariliği esas alıp sadece işçiler bakımından bunun zorunlu hâle getirilmesi, toplumun en rahat gözden çıkarılan kesiminin, en rahat üzerinde deney yapılacak kesiminin, rahatlıkla mağdur edilmesi göze alınabilecek kesiminin işçiler ve emekçiler olduğunu gösteriyor.

BAŞKAN - İşverenin geri alım davalarında...

NECATİ YILMAZ (Ankara) - İşverenin payını söyledim, yüzde 3 bile değil, sayın bürokratlarımız söylediler.

BAŞKAN - O değil. Yani şey yok değil mi orada? Orada da başvuru zorunluluğu var. Oranı demiyorum ben yani.

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Oranıyla beraber anlamlı hâle gelir. Yani sonuçta diğer taraf davalı konumundaki kişi. Hak arayışında olan işçinin kendisidir. Dolayısıyla da karşılanması gereken işçinin talebidir. Böyle baktığımızda davanın davalısının işveren olmasının hiçbir önemi yoktur çünkü onun davacı olduğu dava sayısı oran içerisinde yüzde 3 bile değil. Böyle baktığımızda en rahat tasarrufun işçiler üzerinde gerçekleşeceğini bir siyasal gelenek olarak görüyoruz.

Bunun yanı sıra ara buluculuk kurumuna başvurulmaması hâlinde bunun bir dava şartı sayılarak davanın reddedilmesi öngörülmektedir. Oysa ki bu da genel anlamdaki hukuk teorimize aykırı bir durumu arz etmektedir. Diğer davalarımız bakımından mesela bekletici sayılan bir durumun burada davanın reddi sebebi sayılması, yine genel anlayıştan ve konseptten kopan ve işçi aleyhine bir deneyi içinde barındıran bir yaklaşımı temsil etmektedir.

BAŞKAN - Burada davanın değil, dilekçenin reddini söylemek lazım.

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Yani dilekçenin reddi, onunla beraber bu açıklamaların ışığında bir kez daha düşünelim. Genel konseptten bu anlamda neden ayrıldığımızın mazeretini, gerekçesini en azından burada dinleyip anlayalım.

Tüm bu nedenlerle, sevgili arkadaşlar, bu değerlendirme bizim açımızdan genel anlamda -kimseyi suçlayarak söylemiyorum, kaleme alanı suçlayarak söylemiyorum- genel ahlaki değerlerimize, hak kavramına, hakkaniyet kavramına yabancı bir tasarıdan bahsettiğimizi söylemek isterim.

Yine, sevgili arkadaşlar, bu çalışma, bu tasarı teknik anlamda birçok hususu irdelememiş, oradan doğacak sonuçları göz ardı eden bir yaklaşımı temsil etmektedir. Özellikle işe iade davasında daha bir ay bile olmamış ihtilafla başlayan bir sürecin burada bir uzlaşmayla sonuçlanacağını öngörebilmek bence fazlasıyla iyimser, değilse bile işçileri gözden çıkaran bir yaklaşımdır.

Sevgili arkadaşlar, iş hukukumuzda özellikle hâkimin takdir hakkını öne çıkaran bir dolu başlık var, bir dolu konu var. Bu gibi hâllerde takdir hakkı dosya kapsamı üzerinden ve var olan belgeler ve deliller üzerinde yapılacak bir değerlendirmeyi gerektirmektedir. Böyle baktığımızda takdiri gerektiren alanların tamamı bir pazarlık alanına dönüşmektedir. Değerlendirilmemiş, ispatlanmamış, tümüyle sorunu yuvarlayan, içeriğinden habersiz bir pazarlık alanı hâline getirmektedir.

Sevgili arkadaşlar, burada demin dediğim gerekçelerle eşitlik ilkesinin yok sayıldığını ve iradelilik unsurunun bu süreçlerle ortadan kaldırıldığının altını çizmek isterim. Benden önce konuşan, siyasi partilerden konuşan arkadaşlarımın bu yöndeki değerlendirmelerine katılarak bu düzenlemelerin Anayasa'nın temel ilkelerine, başta hak arama özgürlüğü ve eşitlik ilkesine aykırılığının altını ben de çizmek isterim.

Sevgili arkadaşlar, uzlaşma kültürü, alternatif çözüm yolları, ara buluculuk kavramı elbette ki kurumsallaşması gereken, geliştirilmesi gereken ve anayasal ilkelerden kopmadan kapsamı genişletilmesi gereken bir yol ve yöntemdir. Ancak buradaki yöntemi geliştirirken dünya örneklerinden beslenmek sağlıklı olur kanaatindeyim. Demin söylediğim gibi, dünya örnekleri aksini söylerken bizim iş hukukunda bu yöntemi benimsememiz doğru değildir, zorunluluk yöntemini benimsememiz. Bunun yanı sıra işçinin o sürece girdiğinde teknik anlamda hakkının ne olduğu, kapsamının ne olduğu konusunda yeterli bilgiye sahip olmadan sadece kendi içinde bulunduğu ekonomik zorluklar üzerinden bir pazarlığa zorlaması doğru değildir. Onun bu teknik bilgileri eleştirecek birtakım yöntem ve mekanizmaları geliştirmesi gerekir. Örneğin, dünyada örnekleri olduğu söylenen -ben burada öğrendim- Almanya'da örneği olduğu söylenen belki dava sürecinin içerisinde onunla paralel yürüyen ve sonrasında birleşen bir ara buluculuk kurumunun işletilmesi daha doğru olabilirdi. Böylelikle davanın hazırlanması sürecinde işçinin vekilinin işçinin haklarının kapsamına erişmiş bir şekilde, o bilgiye sahip bir şekilde bir yandan davaya hazırlanıp bir yandan da ara buluculuk kurumu içerisinde bu işçinin haklarını daha bütünlüklü bir şekilde ortaya koyup savunabilirdi. Üzerinden bir uzlaşma geçecekse de bu verilere dayalı olarak bu sağlanabilirdi. Oysa ki bu imkân bu yöntemle elimizden alınmaktadır.

Sevgili arkadaşlar, CMK avukatlığı diye bizim gündemimize giren bir başlık var, zorunlu müdafilik meselesi anlamında. Şimdi, bu süreçte bence zaman içerisinde ara buluculuk avukatı gibi bir kavramı yaratacak. Tümüyle teknik anlamda meseleleri irdelemekten uzak, pazarlık yeteneklerini geliştirmiş ve o süreçte uzlaşmayı hayata geçirecek ve belki karşı tarafı, bir o kadar da kendi müvekkilini uzlaşmaya zorlayacak değilse bile ikna edecek bir yetiyi, yeteneği geliştirecek avukatlar süreç içerisinde ortaya çıkabilir. Bu çok tehlikelidir.

Özetle şunu söylemek isterim: Sevgili arkadaşlar, bu yargıda bir özelleşmenin ve taşeronlaşmanın ve özellikle zorunlu hâle gelmekle net bir ifadesidir. Devletin temel görevleri vardır. Bunların en başında da adalet ihtiyacının karşılanması gelir. Adalet ihtiyacımızı ve devletin buna ilişkin sorumluluğunu özelleştiren, zorunlu hâlde taşeronlaştıran ve süreç içerisinde bu alandaki müktesebatı yok edecek şekilde gelişecek olan bir uygulamayı doğru görmüyoruz. Demin dediğimiz temel kaygılarla bu ara buluculuk kurumuna ilişkin zorunluluk unsurunun yasadan çıkarılmasını teklif ediyoruz. Onun da ötesinde, eğer bu alanın geliştirilmesi düşünülüyorsa zorunlu hâle... Belki o aşamada zorunluluk da getirilebilir. Yargı sürecinin içerisinde işleyen bir yöntemi alternatif olarak öneriyoruz. Her davada hâkim hâle gelen temel yönlendirici gerekçeye dönüşen acz içindeki adaleti el birliğiyle kurtarmayı ve buna katkı vermeye hazır olduğumuzu da Komisyonda ifade ediyoruz.

Teşekkür ederim.