| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | İş Mahkemeleri Kanunu Tasarısı (1/850) (Alt Komisyon metni) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 19 .06.2017 |
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Sayın Başkanım, değerli Bakanım, değerli Komisyon üyeleri; biz, tabii, alt komisyonda da görüşlerimizi ifade etme olanağı bulmuştuk ama bazı şeyleri tekrarlamak istiyoruz çünkü bunun aynı zamanda iş ve çalışma yaşamını ilgilendiren Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda görüşülmesi gerektiği noktasında bir görüşümüz vardı ama sanırım o yöndeki görüşümüz kabul görmedi.
BAŞKAN - Komisyonlar arasındaki iş bölümü bir görev uyuşmazlığı değil, iş bölümü uyuşmazlığıdır. Her komisyon önüne gelen işte hem sorumludur hem yetkindir teoremi...
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Ama yine de görüşlerimizi ifade etme olanağı bulduk, çok teşekkür ederiz efendim.
BAŞKAN - Tabii, buyurun, şöyle özetle...
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Ben, efendim, öncelikli olarak, tabii, Türkiye'nin sürüklenmiş olduğu kötü bir noktayı ifade etmek istiyorum. Biz şu anda yürüyüş başlattık biliyorsunuz, adalet yürüyüşü. Adalet yürüyüşünü de Adalet Komisyonunda ifade etme gereği hissettim çünkü koşturarak geldim.
BAŞKAN - Sabah bir saati buna verdik.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Bugün itibarıyla yarın için üç buçukta yapılacağı söylenilmişti Komisyon toplantısının ama bugüne alındığını öğrenince koşturarak geldim.
BAŞKAN - İç Tüzük'ün 26'ncı maddesine göre Komisyon tasarruf yetkisine sahip, öne alabilir.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Takdir sizin efendim, ona bir itirazımız yok.
BAŞKAN - Tabii, bütün arkadaşlarla oy birliğiyle şey yaptık.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Tamam efendim.
BAŞKAN - Buyurun.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Tabii, bu yürüyüşümüze de kısaca değinmek istiyorum çünkü çok önemli görüyorum bunu.
BAŞKAN - Sabah buna bir buçuk saat harcadı Komisyon Ünalcığım. Sabah sırf bu hususa... Bir saat mi oldu? Bir saati geçti.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Bir iki cümlede de ben kendi görüşlerimi ifade etmek istiyorum efendim.
BAŞKAN - Bir cümle, iki cümle, lütfen...
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Çünkü Türkiye'nin gerçekten çok tehlikeli bir noktaya doğru sürüklendiğini görüyoruz ve üzülerek ifade ediyorum yani iktidar partisi olarak biraz da bizimle beraber sizlerin de sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Çünkü, Sayın Başkanım, biliyorsunuz, biz 15 Temmuz gecesi beraberdik, aynı salondaydık, Sayın Bakanımız da aynı şekilde. Üzerimize bombalar yağdı ve o zaman kol kolaydık. Bakın, o noktadan şu anda farklı bir noktaya geldik. İnanın, çok büyük bir üzüntü içindeyiz bir milletvekili arkadaşımızın bu şekilde bir ceza almasından dolayı. Bize göre -savunmasına da baktık, dosyayı da inceledik- kesinlikle böyle bir ceza almasını gerektirecek bir durum yok. Ben ceza hukukçusu değilim ama somut bir delil yok ortada. Dolayısıyla, böyle yirmi beş yıl gibi ağır bir cezaya çarptırılmış olması toplumun önemli bir kesiminde infiale yol açtı diyebilirim. Dolayısıyla, ben şunu ifade etmek istiyorum Sayın Bakanımız da buradayken: Bu tür konuların Türkiye'yi daha fazla germeden, Türkiye'ye çok daha fazla zarar vermeden, sükûnetle, bir devlet adamı kimliğiyle çözülmesi gerektiğini düşünüyorum. Sayın Bakanım, gerçekten, bakın, özellikle bu Anayasa değişikliğinden bugüne kadar Türkiye'de çok büyük bir gerginlik oluşmuş durumda. İnsanların öfkelerini biz alıyoruz, ne noktaya taşındığını görüyoruz. Burada sizlere çok büyük bir sorumluluk düşüyor. Yani bunu iktidar partisi olarak biraz da çözmek sizin elinizde. Yani Türkiye'yi gerginleştirecek, Türkiye'ye zarar verecek, toplumsal barışı ve mutabakatı bozacak bazı davranışlardan ben iktidarın özellikle sakınmasını rica ediyorum.
Bu kısa açılışımla beraber, özellikle iş ve çalışma yaşamıyla ilgili çok önemli bir nokta olacak olan zorunlu arabuluculukla ilgili görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Tabii, burada çok değerli hukukçu arkadaşlarımız var, konunun uzmanı olan çok değerli arkadaşlarımız var, alt komisyonda da görüşlerini ifade ettiler. Elbette yargıdaki iş yükü çok ağır yani iş davalarından kaynaklanan iş yükü çok ağır, bunu görüyoruz. Duruşma sürelerinden görüyoruz, yine, Yargıtayımız ağır bir iş yüküyle karşı karşıya, bunlara hiçbir itirazımız yok. Yine, yargılama süreleri çok uzun yani iki yıl, üç yıl, dört yıl gibi ortalama sürelerden bahsediliyor, bunlara da herhangi bir itirazımız yok. Ancak şunu görmek lazım: Bu dava yükünü ne ortaya çıkartıyor? Bir defa, iş ve çalışma yaşamındaki tarafların yasalara uymamasından kaynaklanıyor sanki bu durum yani bu şekilde bir dava yükü çıkmışsa, bir dava durumu ortaya çıktıysa iş ve çalışma yaşamındaki diğer sorunların çözülmemesinden kaynaklandığını düşünüyorum ben. Nedir bu sorunlar? Kayıt dışı çalışma, taşeronlaşma, asgari ücretle çalışma, güvencesiz ve esnek çalışma, sendikalaşmanın yeterli düzeyde olmaması -bugün itibarıyla yüzde 10 gibi yani 14 milyon kayıtlı çalışandan yaklaşık yüzde 10'un sendikalaştığını görüyoruz- bütün bunlar işte bu yargıdaki dava yükünü ortaya çıkartan sebepler gibi görüyorum. Bu sebepler ortadan kaldırılmadan yargıdaki iş yükünün de ben ortadan kaldırılabileceğini düşünmüyorum.
Çünkü, Sayın Başkanım, benim görebildiğim kadarıyla uyuşmazlık nerede çıkıyor? Elbette işçi ile işveren arasında bir uyuşmazlık var ama işçi ile işveren arasındaki uyuşmazlığın özellikle ne noktada çıktığına iyi bakmak lazım. Ben bugüne kadar -yani sizler de deneyimli iş hukuku uzmanlarısınız- bir işverenin işçiye dava açtığını görmedim. Belki gören arkadaşlarımız vardır tek tük, ben görmedim yani yüzde 1'dir belki. Yani aslında burada işçinin açmış olduğu davaları konuşuyoruz, hak konusu işçinin hakkı olan konuları konuşuyoruz. Burada, tabii, bu bakış açısıyla baktığımız zaman elbette arabuluculuk da bir mekanizmadır, belki eşit taraflar arasında uygulandığında doğru sonuçlar ortaya çıkartabilir ama birbiriyle denk olmayan, korunmaya muhtaç olan bir işçi ile işveren arasında ortaya çıktığında bu arabuluculuk meselesinin ben çok vahim sonuçlar doğuracağını düşünüyorum. Neden böyle düşünüyorum? Çünkü burada arabulucunun uzlaşma konusu yapacağı meselede kanunun işçinin kendisine vermiş olduğu hakları pazarlık konusu yapılacak, işverenin hakları pazarlık konusu yapılmayacak. Yani bir işçi bir işten çıkartıldığında, iş akdi haksız feshedildiğinde ya da herhangi bir alacağını alamadığında, kanunun kendisine tanımış olduğu yasal hakları alamadığında ne yapacak? Zorunlu olarak arabuluculuğa gitmek zorunda kalacak ve burada -benim gördüğüm kadarıyla arabuluculuk müessesesini sanki bir pazarlık müessesesi gibi algılıyorum ben yani- burada bir pazarlık yapılacak. İki taraf uzlaştırılmaya çalışılacak ve o şekilde pazarlık konusu ne olacak? İşçinin yasal hakları olacak, normalde işverenin hiç daha o konuyu dava konusu yapmadan ödemesi gereken haklar konuşulacak. Elbette işverenlerimize baktığımız zaman tabii ki dürüst, namuslu işverenlerimiz var. Özellikle kurumsallaşmış iş yerlerinde bu tür olaylara pek rastlamıyoruz, zaten kurumsallaşmış iş yerlerinin önemli bir bölümünde sendikalaşma var. Orada aslında işçi ile işveren birazcık denklik taşıyor. Niye? İşverenin kendi hukuk müşavirleri var, ona göre kendi mali müşavirleri var, işçinin de sendikası var. Bu sendikalaşmış, kurumsal olan iş yerlerinde yargıya çok iş düşmüyor, yargıya gitmeden zaten kurumsal işverenler işçinin hakkını ödüyor. Bunlar dürüst, namuslu, vergisini ödeyen, her türlü şeyi kayıt altında olan ve devletten, yargıdan korkan namuslu insanlar, namuslu işverenler. Burada yargıya intikal eden konular ise ağırlıklı olarak yüzde 90'ı -bu konuda bir çalışma var mıdır bilemiyorum- kayıt dışı çalışan ve daha çok kurumsallaşamamış küçük ve orta ölçekli işverenleri kapsayan bir şey.
Şimdi, bakıyoruz, çalışma yaşamında nedir durum? Çalışma yaşamında yaklaşık 14 milyon çalışan var, 3 milyon civarında da kayıt dışı çalışan var, 17 milyon civarında bir çalışan söz konusu. Şimdi, burada sendikalı işçi 1 milyon 700 bin yani bunlarda da -dediğim gibi- bir nevi bir uzlaşma sağlanıyor. Sendika zaten işçinin avukatlığını yapıyor, zaten kurumsal işverenler de ve özellikle kamu işverenleri de işçinin haklarını sonuna kadar ödüyorlar; fazla çalışıyorsa fazla çalışmasını ödüyor, kıdem tazminatı hakkıysa onu ödüyor ya da hafta tatiliyse hafta tatilini ödüyor yani onlarda bir problem yok. Problem kayıt dışı çalışanlarda, taşeron işçilerinde, sendikalı olmayan işçilerde. Şimdi, bu insanlara baktığımız zaman da birçoğu, önemli bir bölümü eğitimsiz, ilkokul, ortaokul, lise mezunu vatandaşlarımız bizim ve haklarının farkına varmayan, bilmeyen vatandaşlarımız. Bunları, haklarını kendileri bile bilmezken şimdi zorunlu olarak ara buluculuğa göndereceğiz.
Şimdi, ara bulucuyla bir pazarlık yapılacak. E, burada bu işçi geriye yönelik olarak kayıt dışı çalışmış, örnek veriyorum yani çalışma yaşamında bunu birçok arkadaşımız görmüştür. Bakıyorsunuz, şu anda asgari ücretli çalışan sayısı yaklaşık 6 milyon civarında ancak bunların önemli bir bölümünün gerçek ücretleri asgari ücretin üzerinde. Ne oluyor? Sigorta ve vergi ödememek için bu dediğimiz kurumsallaşamamış şirketler asgari ücreti bankadan yatırıyor, üzerini elden veriyor. Taşeronlaşmış yerlerde, kamuda yine aynı şekilde özel taşeron çalışanlarında mevcut bu uygulama var. Dolayısıyla burada davayı da uzatan asıl en önemli sebeplerden birisi budur, kayıt dışı çalışmadır. Ücret konusunda bir uyuşmazlık çıkar ve süre konusunda bir uyuşmazlık çıkar, ücret ve süre konusunda çıkan uyuşmazlıktan dolayı da yargının uzaması söz konusu olur. Yargı bu ücreti ve süreyi çözmekle iki yılını geçirir aslında ağırlıklı olarak. Yani bu işçinin ücreti asgari ücretin üzerinde mi veya işte işçi iddia etmiş, yedi yıl çalışmış ama sigortasının bir kısmı yapılmamış veya böyle bir kayıt dışılıktan dolayı bir uyuşmazlık çıkıyor.
BAŞKAN - Siz sisteme karşısınız.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Şimdi, dolayısıyla burada bu uyuşmazlığa konu olan, haklarını bilemeyecek durumda olan bir işçiyi siz, haklarını bilebilecek durumda olan, işçinin haklarını da bilebilecek durumda olan, kendi haklarını bilebilecek durumda olan bir işveren karşısında masaya oturtuyorsunuz. Dolayısıyla bu olmaz yani bu, eşit ve adil bir...