KOMİSYON KONUŞMASI

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Sevgili arkadaşlar, işçiyi koruma ilkesi bu tasarıda işçiyi korkutma ilkesine dönüşmüş durumda, işçiyi korkutma. Yani, burada yapılmak istenen şey şu: İşçiyi mutlaka ve mutlaka o ara buluculuk ortamının içine sokmak gibi; zoraki, tehditle ve haklarından mahkûm bırakarak, yasal haklarını elinden alarak o ortamın içine sokmak gibi bir gayret var. Burada söylendi, üzerinde durulmadı, Zonguldak Milletvekilimiz sevgili Ünal Demirtaş söyledi. Gerçekten de duruşma ortamında taraflar bir araya geliyor ama zaman zaman onun güvenliğini almak gibi zorunluluklar da ortaya çıkıyor. İnsanlar sonuçta adliye binası gibi korunaklı ve herhangi bir duruşma insicamını bozacak durum karşısında hâkimin, mahkeme başkanının müdahale ettiği bir ortamda bir araya geliyorlar. Acaba bu ortamları ara bulucular sağlayabilecekler mi? Onlar ayrıca bir de özel güvenlik talep edecekler mi? Yani, orada, o psikolojik ortam içerisinde böylesine hazırlanmış, böylesine gerekçelendirilmiş, böylesine arkasına akademik üretim konulan bir işleyişi -ben ibretle izliyorum gerçekten bunları yani- nasıl gündeme getirebiliyorsunuz?

Arkadaşlar, öncelikle, bu yasa tasarısını buraya getirip Hükûmet adına burada oturmak vicdan ister. Neden? "40 bin lira alacağın var ama bu 40 bin lira hak alacağını devletin acizliğinden dolayı, yetersizliğinden dolayı, temel işlevinden vazgeçmesinden dolayı biz sana sağlayamıyoruz. Bunu makul süre içerisinde, olağan süre içerisinde, hoş görülecek süre içerisinde temin edip sana veremiyoruz." Veremiyorsunuz, evet. Bundan rahatsız olun.

BAŞKAN - Peki, evet.

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Sayın Başkanım...

BAŞKAN - Dinliyorum ağabey, dinliyorum.

Yo, yo, ben "peki" deyince...

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Onaylıyor musunuz, o anlamda mı?

BAŞKAN - Yo, yo, ya onaylamak değil, ben görüşümü ortaya koydum zaten.

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Ama sürekli insicamım bozuluyor böyle Sayın Başkanım. Nokta yerine sizin ifadenizin gelmesi insicamı bozuyor.

BAŞKAN - Tamam, oldu, buyurun.

NECATİ YILMAZ (Ankara) - Size bakmadan konuşayım.

Böyle bir tablo içerisinde işçilere karşı bir özür borcu olan devletin ve Hükûmetin bunun yerine bu hakkından vazgeçirmenin fiziksel ve hukuksal ortamını hazırlamak için bence biraz -beni bağışlayın, kişilerden soyut olarak söylüyorum ama- insanın yüzünü kızartması lazım.

Sevgili arkadaşlar, dünya nereye gidiyor? Türkiye nereye gidiyor, biz ona bakalım. İş cinayetleri artıyor, çocuk işçilik her geçen sene katlanarak büyüyor, işsizlik alabildiğine büyüyor, gençlerin dörtte 1'i işsiz ve gelir dağılımındaki adaletsizlik büyüyor, makas sürekli çalışanlar aleyhine, yoksullar aleyhine açılıyor. Hukuksuz, haksız OHAL bahane edilerek grev ertelemeleri 12'yi buldu. Sendikasızlaşma, sendikasızlaştırma, sendikaların işlevlerini ortadan kaldırma sürekli yol alıyor. Bunun yanı sıra, sendika üyesi olmak büyük bedel ödemeyi gerektiriyor. OHAL'in en büyük mağdurları çalışanlar. 100 binin üzerinde çalışan işinden, ekmeğinden edildi. Şimdi yine tarihsel bir hakka, kıdem tazminatına göz dikilmiş, fon üzerinden onun da işçinin, çalışanın elinden gasbedilmeye çalışıldığı bir süreci yaşıyoruz. Emek piyasası esnekleştirildi. Demin söylediğim hakların birçoğu bu işleyiş üzerinden çalışanların ellerinden alınıyor.

Sevgili arkadaşlar, aynı 12 Eylül, 24 Ocak kararları gibi bu darbe de emekçilere karşı yapılmış ve tamamlanmış bir darbe görüntüsü veriyor çünkü her türlü özveri ve hak gasbı çalışanlar üzerinde yaşanıyor. Burada ortaya konulan görüşleri, akademik başlıkla ileri sürülse bile, beni bağışlayın, o içerikten yoksun görüyorum. Her düzenlemenin gerekçesini Hükûmetten önce işveren temsilcilerinin ortaya koymasını, Hükûmetin konuşurken de onların gözünün içine bakarak konuşmasını rahatsızlık verici buluyorum. Bu anlamda, yapılan çalışmanın ne gibi sıkıntılar içerdiğini görüyorum. Burada, teslim alınmak istenen bir işçi gerçeği var, bunu da içime sindirmiyorum.

Sevgili arkadaşlar, dört haftalık süre, iki aylık düzenleyici süreler vardı, hatta emredici ifadeyle yazılmış süreler vardı. Bunların hiçbirinin uygulanmadığını görüyoruz. Yine, yeterli ara bulucunun olmaması nedeniyle, bir maddi zorunlulukla bu sürelerin uzayacağını şimdiden görüyorum. Dolayısıyla, deneme yanılma ve bunun üzerinden öğrenme bir ihtiyaç olabilir, bir yöntem olabilir ama dünya örneklerinden öğrenmeye devam edin lütfen, orada yaşananlar var. İtalya'nın Yargıtayı hangi gerekçeyle bu kararı verdi? Bakanlığımızın bundan haberi varsa bizi bilgilendirsin. Neden geri döndüler? Zorunlu ara buluculuktan neden geri dönüldü, neden ihtiyari hâle getirildi, bununla ilgili değerlendirme nedir? Bu bilgiyi bizden sakınmasın, bizden kaçırmasın, bu bilgiyi anlatsın. Biz de onun üzerinden değerlendirmede bulunalım. Burada hiç kimsenin davaların uzamasından beklediği bir fayda yok ama ben de bir madenci çocuğuyum. Ben, kendim, fakülteyi bitirinceye kadar işçilik yaptım, emeğimle çalıştım, onunla okudum. O nedenle, beni bu anlamda geldiğim bu yer üzerinden vicdanımı bir yana bıraksam kendi gerçekliğimi bir yana bırakamam. Emeğin hakkıyla ilgili duyarlılığımı bu ses tonuyla ortaya koymam gerekiyor Sayın Başkan. Sayın akademisyenlerin ve teknik görüş ortaya koyanların da aynı sorumlulukla, duyarlılıkla davranmasını bekliyorum.

Teşekkür ederim.