| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi(2/1783) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 17 .07.2017 |
CENGİZ AYDOĞDU (Aksaray) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, kıymetli arkadaşlar; yüce heyetinizi hürmetle selamlıyorum. Ayrıca, geçtiğimiz hafta, bilhassa son birkaç gün içerisinde ülkesine, devletine, millî varlığına, demokrasisine ve verdiği oya nasıl sahip çıkacağını ve bu sahip çıkma tutumundan hiç vazgeçmeyeceğini tekrar gösteren yüce milletimi saygıyla selamlayarak konuşmama başlıyorum.
Parlamento "konuşulan yer" diyoruz. "Konuşulan yer" denince, bu konuşma üzerine birkaç şey söylemek istiyorum arkadaşlar. "Dil, varlığın evidir." der Heidegger; dilimizin içine inşa ederiz bütün zihniyetimizi, bütün müktesebatımızı; zihnî bütün varlığımızı dilimizle inşa ederiz; birbirimize dille alır, veririz. Ancak yine bilim adamlarının söylediği çok ironik ve trajik bir şey de var: Teknolojinin gelişmesinin, haberleşme imkânlarının teknolojik hâle gelmesinin de konuşma kabiliyetini ve dilin iletişim imkânını zayıflattığını söylerler. Buna Türkiye özelinde bir de son yüzyılda yaşadığımız kültür devrimlerini eklerseniz biz konuşma konusunda oldukça güçlükler içerisinde olan bir millet hâline geldik. Dilimizi tam olarak öğretemiyoruz çocuklarımıza; dilimizin imkânlarına, sözlük dağarcığına, lügat hazinesine tam olarak vâkıf değiliz. "Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır." diyor. Yine Malatyalı Niyazi Mısri "Dile hâkim olan mülke de hâkim olur." diyor, dil böyle bir şey. Yine bir başkası diyor ki: "Felsefi problemlerin yüzde 90'ı dili tam kullanamamaktan doğar." Tam burada bizim konumuza giriyor dil. Birbirimize meramımızı dille anlatamazsak el kol hareketleri yaparız; o zaman da anlatamazsak ayakkabımızı çıkarıp fırlatırız ama dilimizle meramımızı karşıya anlatırsak çok rahat bir iletişim imkânı olur.
Kıymetli arkadaşlar, kaymakamlığımın ilk yıllarında duyduğum bir sözü biraz değiştirerek arz etmek isterim. Diyor ki: "Yabani konuşmaktan utanır, dövüşmekten utanmaz." Onun için, bizim bu İç Tüzük vesilesiyle Parlamentoda konuşma hususlarını konuşurken dilimizle olan muarefemizi, dilimizle olan ilişkimizi mutlaka yeniden düzenlemek ve dil eğitimimizi, dil öğretimimizi geliştirmek zorundayız.
Değerli arkadaşlar, parlamentolar zannedildiği gibi kanun yapma ihtiyacından doğmamıştır, parlamentoların ilk ortaya çıkış sebebi kanun yapmak değildir, aksine bölüşme ihtiyacından doğmuştur; ilk çağlarda güç odaklarının öncelikle sahip oldukları güç ve yetkilerini, sonra da toprağı, mahsulü, ticareti ve geliri bölüşmek için kurdukları kurultaylardan oluşmuştur. Buna siz din adamlarını da ekleyin, kılıç soylularını da ekleyin ve bunların ilk anlaştıkları parlamentoların, parlamentolara kaynaklık eden bu tür toplulukların ilk paylaştıkları, anlaştıkları, verdikleri kararlar paylaşımla ilgilidir, gelirin, mahsulün, toprağın, vesairenin.
Parlamentoların kanun yapması çok sonradır, yüzyıllar sonradır ve çok muhataralı, çetin süreçlerden sonradır. İlk zamanlarda kanunlar, yapılan şeyler değildi; kanunlar, bulunan şeylerdi, itaat edilen şeylerdi. Kanunun insanlar tarafından yapılması fikri insanlığın bir gelişme aşamasıdır. Dolayısıyla, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Anayasa hukuku yani yönetim hukuku mali hukuktan sonra gelişmiştir. Önce mali hukuk gelişmiştir, insanların bölüşme hukuku. Lakin parlamento hukuku her ikisinden önce gelişmiştir. Neden? Bir araya nasıl gelinecek, kim söz söyleyecek, bu sözler nasıl konuşulacak, bu adabımuaşeret dediğimiz o ilk, kanun yapmayan parlamentoların dahi bir araya gelmesi bir kurala, kaideye bağlanmıştır. Şu anda konuştuğumuz İç Tüzük'ün de dâhil olduğu parlamento hukuku bütün hukukun kaynağıdır diyebiliriz.
Ülkemiz açısından düşünüldüğünde, kıymetli arkadaşlar, parlamento hukuku bizde çok düşünülmemiş bir konudur. Mesela üniversitelerimizde "parlamento hukuku" bilim dalı yoktur, anayasa hukukunun veya idare hukukunun bir bölümü olarak, bir kısmı olarak öğretilir. Hâlbuki bir parlamento hukuku olmalıdır, yüce Meclis bu konuda öncülük edebilir.
Bizde parlamento hukukunun kaynağı nedir arkadaşlar? Anayasa'da yer alan hükümler, TBMM İçtüzüğü, Türkiye Büyük Millet Meclisinin İç Tüzük'le ilgili, İç Tüzük benzeri ihdas ettiği kararlar ve Anayasa Mahkemesinin kararlarıdır. Buna mesela devlet hayatımızda cari olan teamülleri ilave edemiyoruz çünkü biz teamüllerini dikkate almayan bir millet hâline geldik. Çünkü cumhuriyetle birlikte bir başlangıç yaptık, tarihin kıymetini, bir şeyin tarihî olmasının ne demek olduğunun kıymetini ıskaladık ya da zaruretlerden dolayı erteledik.
LEVENT GÖK (Ankara) - O söz sorunlu bir söz değil mi efendim?
CENGİZ AYDOĞDU (Aksaray) - Hangisi efendim?
LEVENT GÖK (Ankara) - "Cumhuriyetle beraber tarihimizi ıskaladık." sözü.
CENGİZ AYDOĞDU (Aksaray) - Efendim, bu sorunlu bir söz değil. Cumhuriyet yeni bir başlangıçtır, yeni başlangıç yapan bütün ülkeler tarihleriyle biraz soğuk dururlar. Bu çok teknik bir ifadedir Sayın Gök. Mesela Winston Churchill 1956'da filan bırakıyor Başbakanlığı. Bırakmadan önce İngiliz Parlamentosu "Churchill'in bir portresini yaptıralım." diye bir ressam çağırıyorlar. Churchill bahçesinde, ressam geliyor. "Winston, bir ressam gelmiş, kendisinin modernist olduğunu söylüyor. Senin portreni yapacak, görevlendirilmiş." "Modernist mi? Adı ne?" diyor. Bir isim söylüyor, İngiliz ismi. "İngiliz ismi taşıyan birisi modernist olamaz." diyor. "Niye olamasın?" "Çünkü biz hiç modernist olma ihtiyacı hissetmedik, çünkü biz hiç başlamadık, yeniden başlamadık. Almanlar, İtalyanlar yeniden başlayabilir, onlar modernist olabilir çünkü onlar yeniden başladılar." Bu çok müthiş bir sözdür, müthiş bir sözdür ve doğrudur. Neyi kastediyor Churchill? Şunu: Sanayi İnkılabı dediğimiz şey Paris-Londra hattında gelişmiştir ve bir kültür devrimine müncer olmamıştır; İngiltere'de ve Fransa'da kültürel gelişmelere, sosyal patlamalara sebep olmuştur ama zoraki bir tepeden kültür değişmesine sebep olmamıştır; ikisinin arasında çok büyük fark vardır. Bu açıdan bakıldığında, bizler Avrupa medeniyeti dairesine girmek için bazı şeylerde sıfırdan başladık, mesela harf inkılabı gibi. Dolayısıyla, bu açıdan, yani...
LEVENT GÖK (Ankara) - "Harf inkılabı yanlış." mı diyorsunuz?
CENGİZ AYDOĞDU (Aksaray) - Efendim, müsaade edin...
LEVENT GÖK (Ankara) - Sayın Başkan, hatibin konuşmasını bölmek istemiyorum ama...
CENGİZ AYDOĞDU (Aksaray) - Müsaade edin...
BAŞKAN - Hepimizin farklı düşünceleri olabilir yani. Şimdi, söylersek konuşamayacak yani. Lütfen...
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Biraz önce Sayın Altay 64'ü uyardı...
LEVENT GÖK (Ankara) - Yani, şunu ifade edeyim: Arkadaşımızın da o söylediği cümleye katılmadığımızı biz de zabıtlara geçirelim.
BAŞKAN - Tamam, yani...
CENGİZ AYDOĞDU (Aksaray) - Efendim, şunu söyleyeyim: Ben tarihe karşı demedim, tarihle ilişkimiz problemli dedim. Kelimelerimi dikkatle seçerek söylüyorum, lütfen... Her neyse.
Kıymetli arkadaşlar, demokrasilerde milletin hâkimiyeti ve Meclisin üstünlüğü esastır; bu, hiçbir şekilde değiştirilemez. "Meclisin üstünlüğü" prensibi bizim Anayasa değişikliğimizden sonra da esas olandır. Bu itibarla, "İç Tüzük" dediğimiz şey milletin hâkimiyetinin tecelli tarzını tanzim etmekten ibarettir. İç Tüzük konularını konuşurken aslında millî iradenin tecelli ve tasarruf tarzını konuşuyoruz. Yani, meseleyi buradan aldığımızda ne kadar önemli bir husus üzerinde konuştuğumuzu, evet, bir ülkenin kanun yapma usul ve esaslarını konuşmak, aslında o ülkede milletin Parlamentoya yansıyan tercihlerinin nasıl hayata geçtiğini konuşmak demektir ve "Parlamentolar konuşulan yerlerdir." deniyor. Parlamentolar yönetilen yerlerdir. Birinci işlevi parlamentonun kanun yapmaktır, bunu konuşarak yapar, usulü odur. Bunu yaparken nasıl yapar? Her zaman uzlaşı olmasa da konuşularak yapılan yerlerdir ve bu itibarla burada dikkat edilmesi gereken şey, milletin çoğunluğunun dengesinin, ahenginin kurulması gerekir. Burada iktidar da muhalefet de milletin seçip gönderdiği insanlardan oluşur. İktidar ve muhalefet birlikte millî iradeyi oluşturur parlamentoda. Almanya'dan kaynaklanan ve bütün parlamento hukukuna, bütün evrensel olarak bir ilke geçen bir prensibi okumak istiyorum. "Milletvekilleri, bütün halkın temsilcisidirler, yalnızca kendi vicdanlarına karşı sorumludurlar. Hiçbir şekilde seçmenlerine ve partilerine düşünce itibarıyla, sorumluluk açısından, özgürlük açısından kayıtlı değildirler." Bu, bizim ülkemizde biraz problemli bir sahadır. Bunlar bizim problemimiz, konuşacağız bunları. Bizde "mahalle baskısı" denilen şey... Bunu geçtiğimiz yıllarda tartıştık. Milletvekilinin kendi partisiyle olan ilişkisi açısından problemlidir. Bunun bir şekilde düzeltilmesi, bunu düzeltirken de birbirimizi suçlamadan... Çünkü hepimiz aynı ülkenin, aynı anlayışın, aynı geleneğin, aynı zihniyetin bir şekilde bir yerinde duruyoruz.
Çoğulcu demokrasinin gereğini yaparak Parlamentoda çoğunluğu seslendirmeliyiz ancak çoğunluğun da ülkeyi yönetebilmesine imkân vermeliyiz. Yani bunun bir diğerinin engellemesi, bir diğerine üstünlük sağlanmasının önüne geçilmeli. Parlamentoların asıl işlevi -tekrar ediyorum- çoğunluğun ülkeyi yönetebilme imkânının, fırsatının parlamentoda her zaman cari olmasıdır.
Kıymetli arkadaşlar, İç Tüzük'ün kapsamı, düzenlediği konuların saha ve sınırları bilinmekle birlikte Anayasa Mahkememiz bir karar vermiş 1977'de, bu da genel kabul görmüş. Burada diyor ki: "Bir kanunun İç Tüzük'le düzenlenebilmesi için onun Meclisin çalışma alanı içinde olması gereklidir." Burası çok önemli, Meclisin çalışma alanı içerisinde olması. Meclislerin Anayasa gereği olarak görev ve yetkileri içinde olmayan konulara ilişkin çalışmaların İç Tüzük hükümleriyle düzenlenmesi ve o yoldan Meclislerin görev alanının içine sokulması imkânsızdır. İç Tüzük metinleri hukuki vasfı itibarıyla kanun değildir. Her ikisini de parlamentoların yapmasına rağmen, kanun ile İç Tüzük arasındaki en önemli fark, İç Tüzük hükümleri sadece milletvekillerini bağlar. Kanunla bütün vatandaşlara hüküm getirilir, yükümlülük yüklenir. Bu itibarla yine Anayasa Mahkemesinin bu konudaki bir kararını arz etmek isterim. "Meclislerin iç tüzükleri kendi çalışmalarıyla ilgili olmayan ve onların sınırlarını aşan konuları düzenleyici hüküm koyamazlar. Zira iç tüzüklerin hükümleri sadece ilgili meclisin çalışmalarında uygulanacağından ancak o meclis üyelerini bağlayabilir ve meclis iç tüzükleri Anayasa Mahkemesi denetimine tabidir."
Peki, kanunla İç Tüzük yapılabilir mi, İç Tüzük konuları kanunla düzenlenebilir mi? Hayır, düzenlenemez. Anayasa'mızın ilgili maddesi bunu yasaklamıştır. Gerçi bizim hukukumuzda bir kanun alanı yoktur. Kanunlar her alanı düzenleyebilir ama İç Tüzük'le ilgili münhasıran Anayasa'mızda hüküm bulunduğu için kanunla düzenlenemez.
Yasama meclislerinin usul bakımından muhtariyetlerinin önemini işaret etmek isterim.
Değerli arkadaşlar, amaçların, araçların, bakış açılarının, pratik gereklerin ve tedbirlerin farklılığından söz edebiliriz ama bu Parlamentoda ilkelerin farklılığından söz edemeyiz. Bu ilkeler hepimizin paylaştığı ilkeler olmalı. Öyle olunca Parlamentoları sağduyunun -yine bu ilkeler çerçevesinde- teknikle denetlenmesi olarak tanımlayabiliriz. Aksi hâlde sağduyuyu tekniğin emrine veremeyiz. Parlamento tekniğini sağduyuyla denetlememiz gerekir. Buradaki sağduyudan kasıt, millet iradesidir, milletin sağduyusudur, millî sağduyudur. Şu anda bizim Parlamentomuzda usullerin, yaptığımız işlerin ideal bir şekilde gittiğini hiçbirimiz iddia edemeyiz. Ancak bu düzenlemenin de mutlaka geniş bir konsensüsle ve birbirimizi anlayarak, birbirimizi engelleyerek değil, "Daha güzelini nasıl buluruz?" usulüyle yapılması ülkemizin istikbali açısından, Parlamentonun ilkesi olmalıdır diyorum.
Saygılar sunuyorum.