| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi(2/1783) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 17 .07.2017 |
ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Değerli Başkan, söz verdiğiniz için teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar, açıkça ifade etmeliyim ki bu Komisyon çalışmalarını izlemek üzere geldiğimde bütün çalışmalara katılmak için özen gösterdim, herhangi bir konuşma talebim olmayacaktı. Belki şu anda da bu konuşma talebi söylenmiş olan pek çok sözün yinelenmesi anlamına gelecek ancak birkaç nokta üzerinde durmak istiyorum.
Öncelikle, İç Tüzük değişikliğinin yapıldığı ortam nasıl bir ortamdır? Bunu da arkadaşlar ifade ettiler. OHAL koşullarında bir referandum sonrası bir tek adam yönetiminin ertesinde biz İç Tüzük değişikliği yapıyoruz. İç Tüzük, bütün meclislerin ifade ettiği gibi, esas olarak bir siyasi etik metnidir yani milletvekillerinin davranış etiklerini ifade eden bir metindir. Elbette ki bu metin esas olarak kaynağını Anayasa'dan alır, Anayasa'nın vermiş olduğu haklardan beslenir.
Dünya çapında -ki biz hâlâ böyle bir şeye sahip olamadık, bir siyasi etik çalışması yapıp bunu görünür hâle getiremedik- şu temel noktalar vardır etik kurallar içinde:
1) Parlamento itibarına uygun davranma.
2) Kamu yararını gözetme.
3) Tarafsız, adil davranma, ayrımcılık yapmama, dürüst ve şeffaf olma, topluma karşı sorumluluk ve model olma, dil, üslup yönünden çok dikkatli olma ve seçmen, medya, kamu otoriteleriyle ilişkide dengeli ve saygılı olma.
Başka kurallar da var, ben bunlar üzerinde durmuyorum yani menfaat elde etmeme, hediye kabul etmeme gibi. Bizim bugün esas üzerinde durmamız gereken şey, Parlamento itibarına uygun bir İç Tüzük hazırlıyor muyuz; bu itibarın kaynağı nedir, o kaynağa saygılı bir tutum içinde miyiz ve aynı zamanda kamu yararı gözetiyor muyuz; tarafsız, adil miyiz ve ayrımcı değil miyiz? Öncelikle, böyle bir İç Tüzük'ün tartışıldığı bu Komisyonda, belki yine düzenlemelerden kaynaklanan bir sonuç, var olan çoğunluğun, iktidar partisi çoğunluğunun buradaki bütün tartışmaları berhava edecek bir nitelik gösterdiğini söylemeliyim. Biz ne söylersek söyleyelim, muhalefet ne anlatırsa anlatsın, biraz sonra buradaki çoğunluk adil davranmayacak, tarafsız davranmayacak, ayrımcı davranacak ve kamu yararını gözetmeyecek. Ne yapacak? Hazırlanmış olan, iki siyasi partinin oluruyla hazırlanmış olan İç Tüzük'le ilgili yargısını parmak kaldırarak gösterecek.
Biraz önce saymaya çalıştım, eksik söylemiyorsam 16 üyesi var AKP'li arkadaşlarımızın, 6'sının ya da 5'inin oylarıyla bir önceki 1'inci madde olurlandı. Yani burada yapılan işe önem vererek bütün Komisyon üyelerinin hazır olmadığı, buna dahi gerek görülmeyen, bu hem olur noktasında kendine güvenen bir tavrı hem de söylenilenlerin hiçbir değeri olmayacağı, konuşmaların herhangi bir değeri olmayacağı, bu sebeple bu konuşmaları dinlememizin önümüzü açacak bir sonuç yaratmayacağı noktasındaki bir ön kabulün işareti.
Arkadaşlar, dinleyebilir misiniz, benim dikkatim dağılıyor, özür dilerim.
AYŞE ACAR BAŞARAN (Batman) - Pardon.
ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Biraz önce, daha doğrusu toplantı başladığı sırada Cengiz Aydoğdu arkadaşımız şöyle bir değerlendirme yaptı ki biz bu değerlendirmeye katılıyoruz, dediler ki: "Milletvekilleri seçildikleri andan itibaren artık seçildikleri siyasi partiyi değil, bütün bir ülkeyi temsil ederler, bütün bir Türkiye'yi temsil ederler." Bu temsil durumu, bütün bir Türkiye'yi temsil etme durumu, biraz önce ifade ettiğim ilkelerden ayrımcı ve taraflı davranmama kuralına da uymayı gerektirir. Eğer böyle davranabilirsek, eşit bir şekilde, adil bir şekilde hareket edebilirsek o takdirde kamu yararını gözetmiş, kamu yararı çerçevesinde hareket etmiş oluruz.
Şimdi, biraz önce 1'inci madde oylandı. İfade ettim, oy veren arkadaşlarımız kimi, kaç kişiyi dinlediler, şu anda da iktidar partisinden kaç Komisyon üyemiz burada hazırlar ve bizim sözlerimizin herhangi bir değeri, ulaşacağı bir nokta var mı? Anımsatmak isterim, Yunus Emre'nin güzel bir şiiri vardır, o şiirinin bir dörtlüğü var. Der ki: "Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı/ Söz ola ağılı aşı, bal ile yağ ede bir söz." Biz geçmişe, geçmiş değerlerimize, geçmişten süzülüp gelmiş olan şiirlerimize, atasözlerimize hep birlikte çok değer veren bir ulusuz ama bunu eğer bir davranış biçimi hâline getirememişsek, bu bir davranış kuralına dönüşmemişse sözün kesebileceği başlar olacak ama sözün bal edebileceği bir sonuca varmamız mümkün olmayacak. Bu sebeple, üç oturumdur buradaki sözlerimizin -biraz önce de ifade ettiğim gibi- herhangi bir yere varmadığı, herhangi bir sonucun alınmasına hizmet etmediği kaygısıyla hareket ediyorum.
Şimdi, ne yapılmak isteniyor? İç Tüzük içinde bulunduğumuz ortama uygun olarak -ki bu ortam Türkiye'yi 777 bin kilometrekarelik bir cezaevine getirmiş olan ortamdır- bu ortama uygun olarak buradaki milletvekillerini de, 550 milletvekilini de bir cezaevi içine sıkıştırmaya çalışıyor. Hani bizim Anayasa'mızın 25'inci maddesinde, 26'ncı maddesinde düşünce ve anlatım özgürlüğü diye düzenlemeler var. Hani herkes düşüncelerini açıkça ifade edebilecek durumda. Bu düşüncelerini en açık şekilde ifade etme yetkisini halk bize vermedi mi? Bizi Türkiye Büyük Millet Meclisinde vekil yaparak bize böyle bir hak tanımadı mı? Eğer biz halkın sahip olduğu temel hak ve özgürlükleri vekil olarak -ki milyonları temsil ediyoruz- kullanamayacaksak, biz sözün esiri hâline getirileceksek, konuşamaz hâle getirileceksek o zaman bizim Türkiye Büyük Millet Meclisinde vekiller olarak görev yapmamızın nasıl bir anlamı olacaktır?
Şimdi, düzenlemelerden birine atıfla size sormak isterim değerli arkadaşlar. Ben yirmi dört yıl Sivas katliamı davasını izledim. Bu davanın adı Sivas katliamıdır. Suruç katliamı gibi, Merasim Sokak katliamı gibi, Güvenpark katliamı gibi, İstanbul'daki katliamlar gibi adı "katliam"dır. Şimdi, ben bu konuda yazılı ya da sözlü bir önerge verirken bu sözcüğü kullanırsam, "katliam" sözcüğünü kullanırsam ben suç mu işlemiş olacağım ya da suç işleyenlerin suçlarının örtülmesine mi neden olmuş olacağım, ona mı aracılık etmiş olacağım? Metnin tümündeki, değişikliklerin tümündeki hedef -biraz önce ifade ettiğim gibi- sözü düşündüğümüz gibi söyleyememe koşullarının yaratılmasıdır. Her birimizin ayrı ayrı ve tek tek halk yararına, onlar adına düşüncelerimizi açıkça söyleyebilmenin bir dakikayla, beş dakikayla, on dakikayla sınırlandırılmış olduğu bir İç Tüzük'ü daha da geriye götürerek âdeta "Konuşmayınız, susunuz, oturunuz, orada birer manken gibi durunuz, size ihtiyacımız sadece görüntüdür."... Bu sonuca varacak bir düzenleme ki 2'nci maddede yapılan düzenleme de açıkça böyle bir düzenlemedir ve biraz önce arkadaşlarım çok esaslı noktalardan örneklerle beslediler neden bu maddenin hukuka uygun olmadığını. Hem Anayasa'ya aykırı olduğunu hem İç Tüzük'ün kendisine de aykırı olduğunu ifade ettiler. Ancak grup önerileriyle Türkiye'yi ilgilendiren temel sorunları tartışabiliyoruz. Bugün, örneğin, 2 insan açlığın 130'uncu gününde. Bu insanların sorunlarını kim dile getirecek, nerede tartışacağız? Gizli servisler ve yargıçlar mı bu sorunu tartışacaklar? Sorunun özü ihraçlar sorunudur, işsiz bırakma, medeni ölü hâline getirme sorunudur. Bu sorunu biz grupta anlaşarak ortak bir problem hâlinde bugüne kadar araştırabildik mi? Bunun dışındaki sorunları da, yargısız infazları da, insan kaçırmalarını da, işkenceyi de, kötü muameleyi de tartışabildik mi birlikte, araştırabildik mi? Onun yerine otuz yıl önceki Diyarbakır Cezaevini hâlâ araştırmayı uğraşıyoruz ama şurada, hemen dibimizde, Sincan'da yaşananları, Silivri'de yaşananları araştırma konusunda herhangi bir çabamız, ortak anlayışımız yok. Neden? Ben biliyorum ki yürekleriniz insanca çarpıyor. Çünkü insanoğlu kendi temel haklarını savunduğu kadar başkalarının temel hak ve özgürlüklerini de savunma kararlığı içindedir. Biliyorum yürekleriniz yanıyor işsiz kalmış bir insan karşısında, haksız tutuklanmış bir insan karşısında ama öyle bir süreçte yaşıyoruz ki o süreç birisi emrediyor, emredene uygun davranma gibi bir zorunlulukla karşı karşıya oluyoruz.
Biraz önce Sibel arkadaşım anlattı, diğer arkadaşlarımız da anlattılar. Bir karar verilecek, oylama yapılacak, Meclis doluyor ama oylama yapılmıyorsa Meclis bomboş. Biraz önce söylediğim ve Komisyonda örnek verdiğim durum bu. Komisyonumuzda da arkadaşlar yoklar, neden yoklar? Çünkü eminler ki düzenlenmiş olan İç Tüzük değişiklikleri geçecek. Oysa burada olmalılar, uzlaşma dediğimiz şey budur, milletin yararına olma dediğimiz şey budur, düşünceleri, duyguları birleştirme ve oradan bir sonuç çıkarma, bir çözüm çıkarma budur. Biz ne yazık ki bunu yapamıyoruz.
Şimdi, size bir konuşmadan bir bölüm okuyacağım. Bu bölüm... Arkadaşlar, Mecliste bizim nasıl konuşacağımızın ölçüsü bizim kendi olgunluğumuzdur, kendi insanlığımızdır, kendi değerlerimizdir. Bu tutum, sözümüzün nasıl kullanıldığı kürsüde nasılsa dışarıda dışarda da odur. Şimdi okuyorum size. Çok yakında, 15 Temmuz akşamı Sayın Cumhurbaşkanı tarafından söylenilen bazı sözleri sizinle paylaşmak istiyorum, diyor ki: "'Kılıçdaroğlu' denen zat tankların koruması altında oradan çıkıp Bakırköy Belediyesine gidiyor. Biz bu beyefendiyi de davet ettik Yenikapı'ya, bilseydim davet etmezdim." Ve devam ediyor, bunun bir terbiyesizlik olduğunu söylüyor. Hangimizin hangimize böyle bir dil kullanma hakkı var sevgili arkadaşlar? Eğer dilimizi biz kendi aramızda, kendi ilişkilerimiz içinde, insana duyduğumuz saygı nedeniyle... Birbirimize belki saygı duymayabiliriz ama insanoğlu olmaya, insana duyduğumuz saygı nedeniyle daha temiz, daha güzel konuşmalıyız. Yoksa bu, yasalarla engellenebilecek, tüzükle engellenebilecek bir durum değildir. Ve de evrensel kurallar var, Anayasa'mız var, Anayasa'mızın da son derece kötü bir dönemin ürünü olmasına rağmen mücadeleyle düzeltilmiş, daha demokratik hâle getirilmiş maddeleri var. Bunun dışında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi bir mahkemenin İngiltere, İspanya kararları var bizim daha çok eleştirilebileceğimiz ama bizim başkasının eleştirilerine karşı dayanıklı olmamız gerektiğini ifade eden. E, biz birey olarak daha fazla eleştirilebilme durumunu yasalarla güvence altına alınmış ve korunmuş bir hüküm olarak görüyorsak birbirimize bazı konularda ciddi ve ağır eleştirilerde bulunabiliriz ama bu bizim birbirimize hakaret etmemiz anlamına da gelmez.
BAŞKAN - Sayın Sarıhan, toparlayabilir misiniz?
ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Bitiriyorum, bitiriyorum.
BAŞKAN - Peki.
ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Bugün daha çok konuşmamız, daha çok karşılıklı bir arada tartışmamız, parlamentonun adı olan tartışma, konuşma; meclisin adı olan herhangi bir konuda hep birlikte müzakere etme olgusu içinde eşit şartlarda ve adil bir biçimde, kendi insanlığımızdan utanmayacağımız sonuçlara varacağımız bir tarzla, birbirimizi dinleyerek, kısa süreli çıkarlar için değil uzun vadede insanlık için ortak davranmak zorundayız diyorum.
Saygılar sunuyorum; teşekkür ederim.