KOMİSYON KONUŞMASI

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben, bu "toparlayın" sözü üzerinden, izin verirseniz bir iki şey söylemek istiyorum, galiba dinleyici arkadaşların da toparlanmaya ihtiyacı var. Esas olarak bu dağınıklık vaktin çok geçmiş olmasından kaynaklanıyor.

Tam da üzerinde konuşacağımız madde metni, esas olarak bu toplantıların içeriği, hani, baştan sona kadar bu öneride bir verimlilik öyküsü var ya, bazı arkadaşlarımızın katıldığı, bazı arkadaşlarımızın katılmadığı...

Verimli bir çalışma nasıl yapılabilir? Verimli bir çalışma, belirli saatler içinde yapılır. İşçi hakları yönünden bu sekiz saatlik bir süredir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde elbette herkes fedakârlığa hazırdır ama bu fedakârlığın da bir ölçüsü vardır. Eğer çalışma saatleri normal aklımızın ve bedenimizin dirençli olabileceği bir saatteyse, oradan bir verimlilik üretmek mümkündür, aksi hâlde ister saat 14.00'te başlayıp 19.00'da bırakalım isterseniz 15.00'te başlayıp 21.00'de bırakalım, durum değişmez.

Biz, bir de gerçeğimize bakalım. Biz, hiç bu saatler içinde yani Tüzük'te belirtilen saatler içinde çalıştık mı? Bizim çalışmalarımız daima belli bir süresi olmayan, o sürenin yönetici arkadaşlarımızın kararlarına bağlı olarak yürüdü.

Sevgili arkadaşlar, lütfen dinler misiniz.

Yani biz karar veremedik, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri olarak grup başkanlarımız bu konuda etkili olamadılar.

Şimdi, yapılmak istenen şey aslında bu saatler meselesi değildir, biraz önce Nurhayat arkadaşımın da ifade ettiği gibi, esas olarak medyada Meclis çalışmalarının görünmez kılınmasına yeni bir sözde özgürlük getiren bir düzenlemeyle planlama yapılmasıdır.

Gayet belirsizdir. Acaba, biz bu saatler arasında sadece Genel Kurul çalışmalarını mı sergileyeceğiz, yoksa komisyon çalışmaları da bu kapsama girecek mi? Önemli olan ve olmayan, özel olan ve olmayan süreçler hangi süreçlerdir? Bununla ilgili, bu metin üzerinden, bu madde üzerinden herhangi bir sonuca varmamız mümkün değil.

Şimdi, toplantının genelle ilgili bölümünde, hem Murat Emir arkadaşımız tarafından hem de Muharrem Erkek arkadaşımız tarafından Anayasa'ya aykırılık iddiaları gündeme geldi.

Şimdi, ben size anımsatmak istiyorum. Anayasa'nın 18'inci maddesi zorla çalıştırma yasağını düzenler. Şimdi, şu anda yapılan çalışmamız, özünde bu yasağın ihlal edilmesidir, uygulama da bugüne kadar bu ihlal üzerinden yürümüştür.

Devam ediyorum, medyaya ulaşma, Meclis çalışmalarının açık olması meselesi. Bu Anayasa'nın hangi maddesindedir? Anayasa'nın 97'nci maddesindedir. 97'nci madde "Genel Kuruldaki görüşmeler açıktır, her türlü vasıtayla yayını özgürdür, serbesttir." der. Biz, bugüne kadar, uygulamada 97'nci maddeyi ihlal ettik mi, etmedik mi? 97'nci maddeye ne kadar uygun davranabildik? Bu soruyu kendimize soralım, şimdi yapmak istediğimiz düzenlemenin ne kadar verimlilik ilkesi açısından değerlendirildiğine dönelim.

Devam ediyorum, madde 69, "Siyasi partilerin çalışmaları demokratik ilkelere uygun olur."u düzenler. Demokratik ilke nedir? Demokratik ilke, bütün üyelerin ortaklığında karar verilmiş olan çalışmaların sürdürülmesidir.

Şimdi, biraz önce Grup Başkan Vekilimiz Özgür Bey tarafından ifade edildi, "Çalışmanın bu saatte verimliliği yok." denildi, herhâlde "Karpuz da ikram edecektik." denildi, "Karpuz da kesecektik." denildi, karpuz da kesildi ve şimdi, biz, o karpuzdan sonra yeniden çalışmalara devam etme gibi bir durumla karşı karşıya kaldık.

Anımsatıyorum, madde 69, "Siyasi partilerin çalışmaları demokratik ilkelere uygun olur."

Dönüyorum, madde 28, "Devlet basın özgürlüğünün sağlanması konusunda önlem alır."

Hani, bu Komisyonu basın izleyebiliyor mu? Uykusunu feda etmiş birkaç basın, onun da ne kadar, neyi haberdar edeceğini şimdilik bilmiyoruz.

Şimdi, bu daraltılmış bir alan içinde yapılmak istenen düzenlemelerin hangi maddesine bakarsak bakalım, orada ne yazık ki bir yeni kelepçeyle karşılaşıyoruz; ya dilimize ya elimize ya da gözümüze bağlanan bir kelepçeyle karşılaşıyoruz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, şuna dönmek istiyorum: Daha önceki konuşmamda da dedim ki -birçok arkadaşım da ifade etti- hangi ortamda bunu yapıyoruz? Ortamın bir tek tanımı var, sıkıyönetim değil, OHAL. Sıkıyönetimi de bir kenara bırakalım, OHAL. Öyle bir OHAL ki dört kez ağırlaştırılmış sıkıyönetim koşullarındayız.

Biraz önce bir iki arkadaşımız tarafından ifade edildi, biz, bir saat olmadı, 10 insan hakları savunucusu hakkında savcılık makamının tutuklama istemiyle sulh ceza mahkemesine 10 arkadaşımızı gönderdiğini öğrendik. Ben bu 10 arkadaşın 8'ini çok yakından tanıyorum ve "kefil olmak" diye bir söz varsa... Ben, hayatımın, kırk yıllık hukukçuluğumun -kırk yılı bulmuştur hukukçuluğum- en az otuz yılında bu insanlarla yan yana çalıştım. Hangi amaçla çalıştım? İnsan haklarının geliştirilmesi amacıyla çalıştım, insan haklarına dayalı bir hukukun inşası amacıyla çalıştım. Mesela İlknur Üstün. Kadın hakları konusunda, bütün bir Türkiye'nin ve dünyanın tanıdığı bir isim, belki ödüller almış bir isim.

Şimdi, biz, bu arkadaşları ajan olmakla suçlayarak, Büyükada toplantılarını, bir otelde yapılan, herkese açık olan, toplantının nerede olduğu otel düzeni içinde bildirilen duyurularla yapılmış olan bir toplantıyı ajanlık faaliyeti olarak değerlendirdik ve belki şu saatlerde ya da biraz sonra ya tutuklanacaklar ya da hukuk, hak, adalet yerini bulacak ve bu arkadaşlar salınacaklar. Bu durumu bilemiyorum ama her hâlükârda bir yargılamayla karşı karşıya kalacaklar.

Şimdi, şunu sormak isterim sevgili arkadaşlar: Biz demokratik bir İç Tüzük yapmak istiyorsak, biz Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını yükseltmek istiyorsak, önce kendi ülkemiz içindeki uygulamaların hukuka uygun, adil, demokratik olması için emek vermeliyiz.

Bakın, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils'in -6-14 Nisan 2016'da gelmiş, daha sonra, darbeden sonra yeniden gelmiş 27-29 Nisanda- hazırlamış olduğu bir memorandum var. Zamanında basına yansıdı. Ben sadece son bölümünden saptamalarını sizinle paylaşmak ve bu maddeyle ilgili bağlantı kurarak da tartışmak istiyorum.

Diyor ki: "150'den fazla medya şirketinin toptan ve tamamıyla kapatılması gibi caydırıcı etkinin en vahim şekillerine ve Türk medya yelpazesinin fakirleşmesine yol açan tedbirlerin çoğu, iktidarın bilinçli seçimleridir."

Arkadaşlar, altını çiziyorum: Fakirleştirme, medyanın fakirleştirilmesi. Biz ne yapacağız? Hangi medyaya Türkiye Büyük Millet Meclisi içindeki çalışmalarımızı sunacağız ve onun yayınlamasını bekleyeceğiz?

Benzer şekilde, yetkililerin ifade özgürlüğüne karşı çarpıcı düzeydeki hoşgörüsüzlüklerinin karalama kampanyalarına, nefret söylemine ve fiziksel şiddete yol açtığı ve bunları cesaretlendirdiği çok sayıda örnek bulunmaktadır. Mevcut bağlamda, ne yazık ki yargının bu ezici siyasi baskıya karşı koyması ve ifade özgürlüğünü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmelerine uygun bir şekilde koruması beklenemez. Örnek veriyorum arkadaşlar: On iki gündür bu 10 insan hakları savunucusuyla ilgili karalama kampanyaları sürdürülüyor, marjinalleştirme eylemleri sürdürülüyor. Bir milletvekili, Erzurum Milletvekili çıktı ve dedi ki: "Zaten burada gizli odalar vardır, Büyükada'da ajanlık faaliyetleri vardır." Böyle bir karalama kampanyasına yöneldi. Bir milletvekili olarak bir yurttaş, yargılanmakta olan yurttaşlar hakkında bu tür konuşma yapamayacağı gibi, anımsatırım, İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi var, Macaristan Budapeşte'de hazırlanmış bir bildirge var, Dublin'de hazırlanmış bir bildirge var, insan hakları savunucularının korunmasına ilişkin ilkeler var 1994, 1998, 2011 tarihlerinde. Eğer insan hakları...

HAYDAR ALİ YILDIZ (İstanbul) - Yargılanamayacaklarına dair yok ama değil mi hanımefendi?

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Elbette yok ama korunmalarına ilişkin var ve bu koruma onları...

HAYDAR ALİ YILDIZ (İstanbul) - Yargılanabilirler ama.

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Bakınız... Bakınız...

Lütfen sözümü kesmeyin, daha sonra sorabilirsiniz, konuşuruz bunu.

İnsan hakları savunucularının korunması demokratik bir ülkede özel bir önem arz eder. Eğer biz insan hakları savunucularını koruyamıyor, onların herhangi bir biçimde karalama kampanyalarının esiri olması ve buna bağlı olarak etkilenmiş bir adli yargı tarafından tutuklanmalarına neden oluyorsak Türkiye Büyük Millet Meclisinin vay hâline değerli arkadaşlar. Ama ben tekrar ediyorum, yeniden anımsatıyorum, diğer konuşmalarımda da söyledim: Kendi milletvekillerimizi koruyamamışsak, bu Parlamentoda görev yapan milletvekillerimizi koruyamamışsak; onların insan hakları, onların adil yargılanma hakları, onların tutuksuz yargılanmaları, onların halkın temsilcisi oldukları konusunda gerekli önlemleri alıp gerekli korumaları yapamamışsak elbette bugün bu Tüzük bize bol gelen bir tüzüktür, daraltalım, daha daraltalım. Hiç konuşma hakkı olmasın milletvekillerinin, süs olarak oturalım. İstenen aslında budur. Bütün bir Türkiye, attıkları maillerle, attıkları diğer yazı çizi, düşünce açıklamalarıyla her biri yetkililere hakaret ettiği gibi bir iddiayla cezaevleri kapısında sürünürken, Atatürk'ün adını anan bir insanın dahi bu yöneticilerle çeliştiği yolunda düzenlemeler yapılır, gözaltına alınırken, cezaevleri doldurulmuşken ve yeni cezaevleri yeniden açılmaya çalışılırken ve OHAL biraz önce çoğunluğun oylarıyla yeniden kabul edilmişken OHAL'e uygun tüzük bence bu Tüzük'tür, evet, bunu kabul edelim. Hatta mümkünse daha da daraltalım. Biraz önce ifade ettiğim gibi Türkiye Büyük Millet Meclisinde vekiller sussunlar ama halk susmaz sevgili arkadaşlar, halk susmaz. Öyle bir şeydir ki bastırdığınız yerden bir patlama olur. Oysa biz Türkiye Büyük Millet Meclisinde söz hakkımızı, konuşma hakkımızı koruyarak, birbirimize saygıyı koruyarak, Türkiye Büyük Millet Meclisine saygımızı koruyarak, Parlamentonun itibarını koruyarak, adil yasalar düzenleyip adil işlemler yaparak bu halka layık olduğumuzu gösterebilirsek işte o zaman özgürlüklerin kapısı açılacaktır.

Tekrar ediyorum sevgili arkadaşlar, birbirimize karşı oyun oynamayalım. Ne yaptığımız bellidir ve açıktır. Bugün burada yaşadığımız, biraz önce Nurhayat arkadaşımla şunu konuştuk, hiç konuşma isteğimiz yok, neden yok? Çünkü boşa savrulmuş sözcükler, oysa sözcükler o kadar değerlidir ki insanın gücünü sözcükler anlatır, insanın değerini sözcükler anlatır. Biz burada kulaklarını tıkamış, gözlerini kapatmış ve ağzını da sıkıca mühürlemiş insanlara konuşmaya çalışıyoruz. Bunlar üstelik milletvekilleri, vekilleriz; halkı temsil ediyoruz, Türkiye'yi temsil ediyoruz, hangi siyasetin temsilcisi olarak gelirsek gelelim Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan insanları temsil ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, kırk yıllık bir deneyimle hepinizden rica ediyorum: Bir ülkede özgürlük, bir ülkede demokrasi, bir ülkede eşitlik, bir ülkede kardeşlik, bir ülkede yarına güven, bir ülkede birbirimize sevgiyle bakabilmek, sevgiyle sarılabilmek ancak özgürce konuşmak, özgürce ifade etmek, özgürce tartışmak ve Parlamentonun o konuşarak gerçeği bulma, konuşarak aydınlığı bulma mücadelesine katkı sunmakla olabilir.

İzninizle sözlerimi burada bitirmek istiyorum. Yoksa gerçekten her gün bize yeni acıları getirir, her gün bize yeni haykırışları, yeni isyanları getirir ama özlediğimiz barış içinde, kardeşlik içinde bir Türkiye'dir ve Meclistir.

Bu tasarıyı, bu öneriyi çekin lütfen. Eğer bunu istemiyorsanız, benim bu haykırışıma kulak vermek istiyorsanız, doğru bir şeyler yapılsın istiyorsanız lütfen bu konuda bir kez daha düşünün ve şu, sabahlara kadar süren toplantılardan bir sonuç çıksın. Hiç olmazsa bir maddede bir sözcüğü geri çekin, bunun için bile hazır olmayan bir toplulukla karşı karşıyayız.

Hepimize kolay gelsin arkadaşlar.