KOMİSYON KONUŞMASI

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, bir kere söz istemiş bulundum, yoksa az önce yapmış olduğunuz ağır bir saygısızlık. Partinin grup başkan vekili, gecenin bir saati, on dört buçuk saatten beri burada insanlar, bir mücadele veriliyor. Siz İç Tüzük'ü değiştirmek istiyorsunuz. Savunma yönünde herhangi bir talebiniz yok. Kendi getirmiş olduğunuz İç Tüzük değişikliğiyle ilgili ortaya somut hiçbir öneri, mantık koyamıyorsunuz. Öbür taraftan, aslında bu işin muhalefetin sözünü kısmak olduğunu düşünen insanlar gecenin bu saati burada bekliyorlar ve siz hâlâ on dakikalık ara vermemek için didişiyorsunuz.

Şimdi, bunun neyle ilintisi var? Bana sorarsanız sizin partiniz bir süreden beri ciddi bir siyasi öz güven problemi yaşıyor. Yani arkadaşlar, daha ne istiyorsunuz, 1 Kasımda yüzde 49,5 oy almışsınız, 317 milletvekiliniz var, muhalefetin sandalye sayısı toplandığı zaman sizin iktidarınızı düşürmeye yetmiyor, on beş yıldır da yönetiyorsunuz. Aceleniz ne? Nereye götürmeye çalışıyorsunuz? Yani neden bu öz güven eksikliği? Bunu anlamakta açıkçası zorluk çekiyoruz. Siz 2002'de partiyi kurarken böyle değildiniz arkadaşlar. Sizin parti olarak yazılı materyaliniz çok fazla olmadığı için...

BAŞKAN - Sayın Salıcı, sizi gündeme davet ediyorum.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Efendim, bunların hepsi gündemle alakalı.

BAŞKAN - Sizi İç Tüzük'le ilgili gündeme davet ediyorum.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Resme biraz geniş çerçeveden bakarsanız bunun gayet de gündemle alakalı olduğunu göreceksiniz.

BAŞKAN - Buyurun.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sizin partinizin çok fazla yazılı materyali olmadığı için ben yazılı materyallerinizin hepsini okudum. Hangileri? Tüzük, program, hükûmet programları; bunların tamamını okudum. Değerli arkadaşlar, Allah aşkına, bir ara siz de okuyun. Siz öyle güzel şeyler yazmışsınız ki 2002'de, ondan sonraki yıllarda yaptığınız değişikliklerde. Emin olun, bugünle hiç alakası yok. Siz şeffaflıktan bahsediyorsunuz, şeffaflık hak getire; hukukun üstünlüğünden bahsediyorsunuz, memlekette adalete olan güven yerlerde sürünüyor, darbe dönemlerinde dahi bu kadar olmamış. Facia bir durumla karşı karşıyayız. Öbür taraftan, dış politikada refahtan, güvenlikten, Türkiye'nin etrafında bir güvenlik şemsiyesi kurulmasından bahsediyorsunuz; kavga etmediğimiz kimse kalmadı. Yani öyle bir hâle getirdiniz ki Mecliste de muhalefet milletvekilleri konuşmasın. E konuştuğunuz zaman sizin iktidarınızı değiştiren bir şey yok ki. Sizin 317 milletvekiliniz var. Bırakın, konuşsunlar. Siz konuştuğunuz zaman neyin duyulmasını istemiyorsunuz ki televizyonu kapatıyorsunuz erken saatte, komisyonlarda bazı işlerin hızlı bir şekilde yapılmasını istiyorsunuz? Gurur duymayacağınız bir şey mi yapıyorsunuz arkadaşlar? Gurur duymayacağınız bir şey yapıyor iseniz, bunun duyulmasını istemiyor iseniz siz ciddi bir şekilde siyasi öz güven problemi yaşıyorsunuz demektir, bunun başka bir izahı yok.

Bakın, yanımda tutanakları var, ben Dışişleri Komisyonu üyesiyim. Türkiye'nin önümüzdeki dönemde kaderini etkileyecek bir mesele: Katar'la askerî üs kurulması anlaşması. Dışişleri Komisyonunda bürokratlar bilgi verirken Komisyon Başkanının gözüne bakıyorlar. Verdikleri bilgi 3 paragraf, bir buçuk dakika sürdü. Yani bir yandan Millî Savunma Bakanlığından gelen bürokrat arkadaş konuşuyor, öbür taraftan Dışişleri Bakanlığından gelen bürokrat arkadaş konuşuyor. Birisi konuşuyor, diğeri diyor ki: "Aynen katılıyorum, verilecek başka bir bilgi yoktur." Ya, Allah aşkına, körfezde askerî üs kuruyoruz. Yani komisyonlar bile bu kadar kadük bir hâle gelmişken Mecliste sözleri kesmenin, bunların dışarıda duyulmamasını sağlamanın Türkiye'ye getireceği pratik fayda nedir arkadaşlar, biriniz bunu anlatsın. Size getireceği bir fayda da yok yani sizin iktidarınıza getireceği bir fayda da yok. Çünkü bu ülke bugün 80 milyon, 12 Eylül olduğunda 40 milyondu ama her zaman büyük bir ülkeydi gerek coğrafyası açısından gerek tarihsel derinliği açısından gerek nüfusu açısından ve bu ülke, baskıyla, insanların üstüne gitmekle yönetilebilir bir ülke değil. Yani bu sayede ne kendi iktidarınızı pekiştirebilirsiniz ne iktidarda kalmaya devam edebilirsiniz. Bu sayede sadece bu ülkede karşıtlık tohumları ekersiniz, kin ve nefret üretirsiniz, başka da hiçbir şey olmaz. Yani ben sizden çok rica ediyorum... Keşke bir arkadaşınız bizlerle beraber o Adalet Yürüyüşü'nde 450 km yürüseydi. Sizin tetiklediğiniz insanların 1 metre mesafeden ramazan günü ne kadar galiz küfürler ettiğini bir duysaydınız. Siz muhafazakârsınız ya, siz dindarsınız. Ramazanda 1 metre mesafeden başörtülü kadın ne galiz küfürlerde bulunuyor.

Değerli arkadaşlar, öyle bir hâle getiriyorsunuz ki devletin tepesinde bu kadar ağır ithamlarda bulunulursa, devletin tepesinde bu kadar rahat bir şekilde konuşulursa, toplumun belli bir kesimi bu kadar hakir görülürse o zaman o aşamada insanların onları yapmasını kendince haklı bulacak gerekçeler ürettiğini düşünürsünüz. Ne diyor, "Devletin başındaki öyle diyor çünkü, ben de ona uyuyorum." diyor. Bu FETÖ'yle mücadele meselesinde olduğu gibi, o zaman da devletin başındakiler teşvik ediyordu; "Bu okullara çocuklarınızı gönderin." diyordu; "Bu bankaya paranızı yatırın." diyordu; kendileri götürüp yatırıyordu, kendileri çocuklarını gönderiyordu. Şimdi, bunları yaptıktan sonra toplumun tabanındaki insanlara "Ya, biz hata yapmışız, kusura bakmayın arkadaşlar, böyle değil. Onun için ben seni hapse atacağım artık ama ben tabii suçtan muafım." deme lüksünüz yok.

Değerli arkadaşlar, dedim ya, ben Dışişleri Komisyonu üyesiyim. Onun için, müsaadenizle, vereceğim örneklerin bir kısmı dış politikayla alakalı olacak, konuyla alakalıdır ama yani.

Bakın, Trump göreve geldi, sizin iktidarınızda müthiş bir beklenti var. Clinton FETÖ'cüydü ya, hani, öyle deniyordu AKP iktidarı tarafından. Trump Amerika'nın vatansever evladı diye görüldü, ona böyle bir sahiplenme ortaya çıktı. Gerçi üç ay sürdü ama olsun, yine de böyle bir bakış vardı. Geldi, ilk yaptığı işlerden bir tanesi, 7 tane Müslüman ülkeden Amerika'ya girişleri yasaklayan bir kararname imzaladı. Sizin o muhafazakâr dünyanızda ne kadar yankılandı bilmem ama ben bu ülkede yaşayan inançlı birisi olarak rencide oldum, Türkiye o listede olmamasına rağmen rencide oldum. Şundan dolayı rencide oldum: Sadece Müslüman olduğu için bazı insanların Amerika'ya girişine engel koydukları için rencide oldum. Sonra ne oldu? Bu Müslüman ülkelere hayatında belki de hiç gitmemiş Amerika'daki bir yargıç, Müslüman da olmayan bir yargıç çıktı, bu kararnameyi iptal etti. O zaman Amerika'daki hukuk sisteminin doğru düzgün işlediğiyle alakalı, Amerika'da şimdiye kadar yaşamamış, bundan sonra da yaşamayı düşünmeyen birisi olarak gurur duydum, sistemin işlediğine dair gurur duydum. Trump inatçı; listeden 1 ülkeyi çıkardı, diğer 6 ülkeyle ilgili bir daha imzaladı. Yine, bu sefer, Müslüman olmayan birisi döndü, başka bir yargıç, o kararnameyi gene iptal etti.

Değerli arkadaşlar, bizim Türkiye'de istediğimiz bundan çok daha öte bir şey değil. Biz de istiyoruz ki insanların kökenine, geçmişine, siyasi aidiyetine, cinsiyetine vesaire bakılmadan, hukuk önünde herkesi eşit hâle getirecek bir sistem ortaya çıksın, bu da Parlamentoda farklı görüşlerden insanlarla beraber yankılansın. Bu ülkenin geçmişinde çok yanlış işler oldu. Bakın, bu ülkede "Ortanın solu, Moskova'nın yolu." diye bir slogan üretildi geçmişte. Yanlış mıydı? Evet, yanlıştı. Bu ülkede "Mollalar İran'a." dendi. Yanlış mıydı? Evet, yanlıştı. Bu ülkede "Ya sev ya terk et." dendi. Yanlış mıydı? O da yanlıştı. Yani bizim, hep beraber, birbirimize tahammül ettiğimiz, rahat rahat yaşadığımız bir ülke kurma ve bu ülkeyi müthiş bir şekilde gerek ekonomik olarak gerek dış politika açısından gerek diğer açılardan çok ileriye götürecek bir imkânımız varken burada şu yaptığımız tartışmalar bu ülkeye yakışıyor mu arkadaşlar? İşimize geldiği zaman "ecdadımız" deyip başka bir şey demiyoruz. Ya, binlerce yıllık siyasi geleneği olan bir ülkedeyiz. Yıl 2017, tartıştığımız meseleye bakın arkadaşlar: "Muhalefetin sesini ne kadar kısacağız? Az mı kısalım, çok mu kısalım?" meselesini tartışıyoruz. Ya, bu ülkede yüzde 10 barajını aşmış gelmiş 4 tane siyasi parti var. Aynı ilçeden 4 partiye de oy çıkan yerler var bu ülkede. Aynı yemeği yiyorlar, aynı türküyü söylüyorlar, aynı şekilde seviyorlar, aynı şekilde yaşıyorlar, çocuklarını aynı şekilde evlendiriyorlar, gidip farklı partilere oy veriyorlar. Onlar kendi aralarında o bir arada yaşama kültürünü ortaya koyabiliyor, yaşatabiliyor. Biz niye bunu yapamıyoruz arkadaşlar? Burada bence ciddi bir sıkıntı var.

Bakın, getirmiş olduğunuz teklifin içinde Anayasa'nın ilk 4 maddesine aykırı, başka konularla ilgili söz kısıtlamayı gerektiren şeyler var. Bugün de Komisyondaki arkadaşlar belki fark etmediler ama işte, Genel Kurulda bugün çalışmalar sürerken Meclis başkan vekili bir milletvekilini söylemiş olduğu sözlerden dolayı uyardı ve "Benim de uyarma hakkım var." dedi. Şimdi, o milletvekili arkadaşın söylediği sözlerle ilgili ben aynı şekilde düşünmüyorum; o onu bağlar, her söz kendi sahibine aittir. Ama şunu söyleyeyim: Burası Meclis. Bizim dokunulmazlığımız öncelikli olarak kürsü dokunulmazlığından dolayı var, kürsüde söylemiş olduğumuz şeylerden dolayı sorumlu tutulamayalım diye var. Şimdi, kürsüde söylediği sözlerden dolayı bir de Meclis başkan vekili çıkıp kafasına kafasına vuracaksa, sen ondan sonra para cezası keseceksen bu "Paran kadar konuş."a gelir arkadaşlar, "Paran kadar özgürlük var bu ülkede."ye gelir yani "Harcırahlarından fedakârlık edebiliyorsan buyur istediğini söyle."ye gelir. Ondan sonra dönüp "Bu ülkede demokrasi var, muhalefet var, muhalefet kendi görüşlerini rahatça söyleyebiliyor." demek mümkün mü? Bakın, "Ermeni soykırımı yoktur." demeyi yasakladı Fransa, "Ermeni soykırımı yoktur." demeyi cezaya bağladı. Türkiye'den insanlar farklı nedenlerle, farklı gerekçelerle uçaklara bindiler, Fransa'ya gittiler -gidenleri seversiniz sevmezsiniz, ayrı hikâye ama- ve orada bunun yanlış olduğunu ifade edecek konuşmalar yaptılar, haklarında işlem yapıldı. Fransa'da mahkemenin vermiş olduğu kararla, yüksek mahkemenin vermiş olduğu kararla içtihat oluştu ve Ermeni soykırımının olmadığını söylemek suç olmaktan çıktı. Şimdi, arkadaşlar, ben Ermeni soykırımının olduğunu düşünenlerden değilim, olmadığını düşünenlerdenim ama birileri "Ermeni soykırımı vardır." diyorsa ya da "Başka bir şey vardır." diyorsa, "Benim kafama yatmayan bir şeyler vardır." diyorsa bırakın söylesin arkadaşlar, söylesin. Sen kendi görüşüne güveniyorsan öz güven içinde çıkar sözcülerini, onlar, o sözün vermiş olduğu müthiş güçle onlara kendi görüşünüzün ne kadar doğru olduğunu çıksın ispatlasın, tarihsel belgeleri koysun ortaya. Şimdi, bunları yapmak varken süreyi kısıtlayarak ya da bazı şeylerin söylenmesini yasaklayarak bu işi yapmanın hiçbir anlamı yok. O uçağa binip de Fransa'ya gidip o yüksek mahkemenin yeniden karar vermesini sağlayan insanlarla ben gurur duydum. Neden gurur duydum? Siyasi görüşleriyle aynı fikirde olmayabilirim, aynı şekilde düşünmüyor olabilirim ama orada özgürlük için, hem de Türkiye'den kalkıp söz ve ifade özgürlüğü için oraya giden insanlarla gurur duydum. Şimdi, o dönemler siz bunu destekliyordunuz, işi kolaylaştırıyordunuz. İş neredeyse uçak tahsis etmeye kadar gitmişti.

BAŞKAN - Sayın Salıcı, toparlar mısınız lütfen.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Siz başka bir partiye dönüştünüz arkadaşlar. Yani siz yola çıktığınızda başka bir partiydiniz, şimdi başka bir partiye dönüştünüz. Yazdıklarınız ile yaptıklarınız birbiriyle uyuşmuyor arkadaşlar. Açık söyleyeyim: Bu son Adalet Yürüyüşü'nde sizin partinizin kurucularından bir kısmıyla biz beraber yürüdük.

BAŞKAN - Toparlar mısınız lütfen.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Vallahi Sayın Başkan, az önce bu konuyla ilgili, Sayın Mithat Sancar veciz bir söz etmişti; tutanaklarda vardır muhtemelen, ben de onu tekrarlıyorum.

Dolayısıyla işimize bakalım. Şimdi, meseleye bu çerçeveden baktığımız zaman ne bu işin sonucunda sizin iktidarınız bu işten kazançlı çıkar ne Türkiye kazançlı çıkar ne de Parlamento daha itibarlı bir yer hâline gelir. Bu, Parlamentoyu işlevsizleştirmekten, itibarsızlaştırmaktan başka hiçbir işe yaramaz. 15 Temmuz darbe girişimiyle başlayan süreç, sonra referandum, ondan sonra şu anda gelmiş olduğumuz nokta bizi 2019'a doğru götürürken "Saygıdeğer milletvekilleri, çok da fazla sesinizi çıkarmanıza gerek yok, nitelikli devlet memuru statüsünde olacaksınız, maaşınızı alın oturun. Uçakta da VIP'de uçuyorsunuz zaten." noktasına götürmektir arkadaşlar. Bunun başka hiçbir anlamı yoktur. Yani bundan sonra seçilecek olan 600 milletvekili, 2019'daki süreçten sonra, muhtemelen böyle bir pozisyona sokulmuş olacak.

Onun için sizlerden ricam, şimdiye kadar yapmış olduklarınız iyi kötü, doğru yanlış ama eğer gurur duyulacak bir şey yaptığınızı düşünüyorsanız, arkasında durabileceğiniz şeyler yaptığınızı düşünüyorsanız, tarih önünde hesap vermekten çekinmiyorsanız bırakın muhalefet konuşsun, muhalefet rahat rahat konuşsun. Onların sözlerine karşı sözünüzü üretebilecek gücünüz olduğunu düşünüyorsanız, büyük bir öz güvenle bırakın insanlar istediği şeyi söylesin. Bundan neden çekiniyoruz? Bu şekilde mi biz medeni ülke olacağız? Bu şekilde mi muasır medeniyetler seviyesine gireceğiz? Sizin çok atarlı dönemlerinizde, kendi öz güveninizin patlama yaptığı dönemlerde Avrupa Birliğine en üst düzeyde posta koyuyordunuz, diyordunuz ki: "Ne demek Kopenhag Kriterleri? Biz onu Ankara kriterleri yapar yolumuza devam ederiz." Çok güzel bir retorik.

BAŞKAN - Sayın Salıcı, lütfen toparlar mısınız.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - "Nedir o Maastricht? Biz bunu İstanbul kriterleri yapar, yolumuza devam ederiz." diyordunuz.

BAŞKAN - Sayın Salıcı, bu madde kapsamında Sayın Zeynel Emre, Sayın Meral Danış Beştaş, Sayın Mahmut Tanal ve Sayın Muharrem Erkek'e söz vereceğim.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, sabah namazına kadar vaktimiz var bildiğim kadarıyla.

BAŞKAN - İster toparlayın ister devam edin, biz sonuna kadar çalışmaya hazırız.

Buyurun, top sizde.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Biz de sabaha kadar buradayız.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Zaten şu anda biraz önceki itirazımız yerine geldi şu anda İç Tüzük'e uygun konuşuyor.

BAŞKAN - Buyurun, karar sizin, biz çalışmaya hazırız. Ben söylüyorum, çalışmaya hazırız.

Buyurun Sayın Salıcı.

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum bu davranışınızdan dolayı.

Şimdi, ben zaten toparlıyordum aslında da sizin bu araya girişleriniz olmasaydı belki daha evvel bitmiş olacaktı.

Şimdi, o siyasi öz güvenin patladığı dönemlerde söylemiş olduğunuz sözlere sizi tekrardan davet ediyorum. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sizin sık sık referans verdiğiniz bir yerdi, Venedik Komisyonu sizin sık sık referans verdiğiniz bir yerdi, Avrupa Birliği sizin sık sık referans verdiğiniz yerlerdi. İşte, Kopenhag Kriterleri vesaire, onun dışındaki birçok şey yani Türkiye'nin üst hukuku anlamına gelebilecek yerler sizin sık sık referans verdiğiniz yerlerdi, şimdi referanslarınız da değişti yani referanslarınız Orta Doğu ülkelerine döndü ya da Avrasya'daki Türki cumhuriyetlerin bir kısmına döndü. Artık nedense hiç Avrupa'dan filan referans vermiyorsunuz; gelişmiş dünyadan, Amerika'dan filan da referans vermiyorsunuz. Hatta referanslarınız bugünün dünyasını aştı, tarihsel örneklere dönüştü, tarihten örnekler veriyorsunuz artık. Bugünün koşullarıyla hiç alakası olmayan, bilgisayarın olmadığı, internetin olmadığı, insanların farklı koşullarda yaşadığı dünyalardan örnekler veriyorsunuz, tarihlerden örnekler veriyorsunuz.

Toparlayacağım. Benim ricam şu: Birilerini düşmanlaştırarak değil... Sonuçta, biz hepimiz aynı ülkede yaşıyoruz, bundan sonra da aynı ülkede yaşamaya devam edeceğiz. Bu ülkede darbeye karşı hepimiz direndik, burada birçok arkadaşımız buna şahit, o gün burada olanlar şahit en azından ama öyle bir iş yaptınız ki 15 Temmuz'un 1'inci yıl dönümündeki anmalarda muhalefetten hiç kimse yok arkadaşlar. Sanki sadece o darbe size karşı yapıldı, siz direndiniz, onun dışında hiçbir şey olmadı. Şimdi, düşünebiliyor musunuz, siz bu ülkede bu kadar baskı yaptıktan sonra, bu kadar ötekileştirme yaptıktan sonra biz 15 Temmuz gecesi bir saniye düşünmedik, size sahip çıktık; sadece size sahip çıkmadık, ülkeye sahip çıktık, bu ülkenin Parlamentosuna sahip çıktık. Bunu gözden kaçırmayın. Bu, bu ülkeyi bir araya getiren, bu ülkede ortak bir duygunun olduğunu, ortak bir duygunun güçlü olduğunu gösteren bir meziyet. Bu sadece bizde olduğu için değil, sizde de olduğunu bildiğim için söylüyorum. Hepimizde olan bu meziyeti bundan sonraki dönemlere de aktararak bence doğru bir iş yapabiliriz. Bu konuyla ilgili bence kararınızı tekrardan gözden geçirin.

Saygılarımı sunuyorum.