| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi (2/1783)(Alt komisyon metni) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 19 .07.2017 |
ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Değerli Başkan, değerli arkadaşlar; biraz önce Sayın Tekin Bingöl bizi 2002 yılına götürdü. Ben sizi biraz daha eski bir tarihe doğru götürmek istiyorum çünkü tam da bu maddeyi ilgilendiren bir konu üzerinde bir anımı sizinle paylaşmak istiyorum.
Yıl 1995. Öğrenci harçlarında yüzde 300 artışla öğrenciler eğitim ve öğretim olanağından biraz daha mahrum edilmeye doğru yönlendirildiler. O sırada Gazi Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi öğrencilerinden oluşan 11 kişilik bir grup Türkiye Büyük Millet Meclisine gelerek Türkiye Büyük Millet Meclisinin dinleyici localarında bir pankart açtılar. Açtıkları pankartta "Harçlara Hayır" yazıyordu. 1996 Eylül ya da Ekim ayları. O sırada İstanbul Milletvekili olan Necdet Menzir oturduğu yerden "Bu teröristleri Türkiye Büyük Millet Meclisine kim getirdi?" diye sordu ve görevliler bu öğrencileri alarak gözaltına götürdüler, daha sonra da haklarında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'na aykırı davrandıkları savıyla bir dava açıldı. Ben o davanın avukatıydım. Benden başka öğrencilerin öğrenim özgürlüğünü savunan çok sayıda gönüllü avukat arkadaşımız da davada avukatlık görevi yapıyorlardı. İki yıl kadar süren yargılama sonucunda Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi bu çocuklara onar ay ceza verdi. Kararı temyiz ettik. Daha sonra, temyizden sonra -1998'di yanılmıyorsam, o zaman biraz daha hızlı ilerliyordu Yargıtay çalışmaları- bu çocukların beraatine karar verilmesi gerektiği noktasında bir kararla verilen kararı bozdu. Dedi ki "Türkiye Büyük Millet Meclisi..."
Değerli arkadaşlarım, eğer dinlemeyeceksek -ben gerçekten kendime hakaret edilmiş sayıyorum, Parlamentoya hakaret edilmiş sayıyorum- boşuna konuşmamızın bir yararı yok. Birbirimizi dinlemiyorsak -beni bağışlayın buradaki her konuşmaya böyle başlamak durumunda kaldığım için- kapatalım gidelim. Yapılacak şey de -mevcut zaten onaylanmış durumda- onaylanmış olur, hiç olmazsa biz onurumuzdan bir şey kaybetmiş olmayız.
Evet, dönüyorum, 1998 yılında Yargıtayın bozma kararına atıfta bulunmaya çalışıyorum ve sizi bir demokratik hak, bir hukuk, bir adalet nasıl sağlanır, bu konuda anılarınızla buluşturmaya çalışıyorum. Bu öğrenciler şimdi çeşitli yerlerde önemli görevler yapıyorlar. Hangi sayede? Yargıtayın vermiş olduğu karar sayesinde. Yargıtay ne diyordu? "Türkiye Büyük Millet Meclisi halkın Meclisidir. Halkın taleplerini bizzat halkın ifade etmesi de bir antidemokratik uygulama, yasaya aykırı bir uygulama sayılmaz." Ve de bu öğrenciler böylece cezadan kurtulmuş oldular.
Şimdi, biz, 14'üncü madde üzerinden değişikliğe göre, esas olarak da 160'ıncı madde üzerinden "Türkiye Büyük Millet Meclisinde parlamenterlerin itibarı nasıl kısıtlanabilir?" konusundaki bir düzenlemeyi tartışıyoruz.
Değerli arkadaşlar, bu madde kınama cezasını getiriyor. Şimdi, hangi hâllerde kınama cezası veriyor? Aynı birleşimde iki kez uyarma cezası aldığı hâlde bunu gerektiren hareketten vazgeçmeyenler, ikinci paragrafta bir ay içinde üç kez uyarma cezası almış olanlar, üçüncü paragrafta kaba ve yaralayıcı sözler sarf edenler, dördüncü paragrafta saldırıda bulunanlar, gürültü ve kavgaya neden olmak veya önleyici toplu harekete önayak olmak eylemlerinin kınama cezasıyla cezalandırılacağı bu maddede hükme bağlanıyor.
Şimdi, gelen düzenlemede nasıl bir ek var? Gelen düzenlemede deniliyor ki "Türkiye Büyük Millet Meclisi bina, tesis, eklenti ve arazisine silahlı olarak girenler ve Genel Kurulun çalışma düzenini ve huzurunu bozucu döviz, pankart ve benzeri materyali getiren ve kullananlara kınama cezası verilmelidir." Dikkatinizi çekmek isterim. Bir, silah getirmeyle ilgili İç Tüzük'ün 165'incisi maddesi var, kesin yasak hükmü koyuyor. Gerek olmayan bir yineleme var yeni bir cezalandırma konusunda. Ayrıca, eğer ek bir madde getirilecekse o ek maddenin 165'inci madde içinde değerlendirilmesi gerekiyor. Alt maddelerin dikkatten kaçtığı ve okunmadığı bir düzenlemeyle karşı karşıyayız.
Şimdi, bakalım, "Gürültü ve kavgaya sebep olmak veya önleyici -yani çalışmayı önleyici anlamında- çalışmaları engelleyici toplu harekete önayak olmak... Bunu somut bir olay üzerinde somut olarak değerlendirmemiz mümkündür fakat biz ne getiriyoruz buraya? Son iki yıl içindeki pratiğimizde -ben de yeni vekillerden biriyim- şunları gördüm. Biraz önce arkadaşlarımın da ifade ettikleri gibi, biz her türlü anlatım olanağını kullanabiliriz, biz hatta Meclisin içinde ayrı bir toplantı düzenleyebiliriz Meclis alanında çünkü anlatım özgürlüğü dediğimiz şey, ifade özgürlüğüdür. İfade etmek de bazen bir pankartla olur, bazen bir eylemle olur, bazen bir resimle olur, yazıyla olur, sözle olur. Bunların tümü demokratik bir alanın kullanım araçları içindedir ve iç hukukumuzdan uluslararası hukuk düzenlemeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmelerine kadar ifade özgürlüğü tanınan bir özgürlüktür.
Bir arkadaşımız veya bir siyasi parti grubu örneğin nasıl çıkıyor kürsüye? Kendi bölgesinde ihlallerin, insan hakları ihlallerinin olduğunu gösterir bir fotoğrafla çıkıyor. Bu fotoğraf nasıl bir kaba, nasıl bir önleyici, nasıl bir yaralayıcı eyleme sebep oluyor? Ya da dün Tüm arkadaşımız buraya katıldılar ve göğsünde Semih ile Nuriye'nin resimleri olan bir bluzla, bir penyeyle burada durdular. Ne aksadı, neye zarar verildi? Hepimiz bu çocuklar için, bu iki genç için biraz daha duygulandık ve verilen sözlerin, anlatılan sunumun bizim için etkileyici olduğuna da herhâlde karar verdik, düşündük ya da "Bunlar ne oluyor? Ölüme gidiyorlar." diye düşündük. Bu anlatımı güçlendirici birtakım aletlerin ve olanakların kullanılması -örneğin bir teraziyle çıkarsınız, bir salatalıkla çıkarsınız, bir çuval pirinçle çıkarsınız- bütün bunlar anlatımı destekleyen kanıt araçlarıdır, sunum araçlarıdır. Bunlar üzerinden suç üretmek ve bunları özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisinde bütün bir halkı, bütün bir halkın taleplerini ifade etmek gibi bir sorumlulukla karşı karşıya olan milletvekilinin elinden almaya çalışmak, bunu bir disiplin suçu saymak hiçbir biçimde ne demokratik kavrayışla ne hukuk anlayışımızla ne de adaletle bağdaşmayacak bir durumdur.
Şimdi, bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. İlk konuşmamda da ifade etmeye çalışmıştım. Burada bir disiplin kavramı var. Arkadaşlar, disiplin nedir? Disiplin bir baskı aracı mıdır? Disiplin bir dayanışma ve üretim aracı mıdır?
BAŞKAN - Sayın Sarıhan, toparlayabilir misiniz lütfen.
ŞENAL SARIHAN (Ankara) - İzin verin lütfen, sözlerimi bitireceğim. Sözün sınırını biliyorum.
BAŞKAN - Tamam.
Buyurun.
ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Şimdi, bizim aramızdaki disiplin ancak dayanışmayı ve üretimi sağlayacak bir birliğin adı olabilir. Disiplin kuralları bir baskı aracının adı olamaz. Bu sebeple de aslında Türkiye Büyük Millet Meclisinin oturup bir siyasi etik kuralları düzenlemesi gerekir. Bu kurallara ne kadar uyup uymadığımız bizi milletvekili olarak onurlandıracak ya da onurumuzu kıracak, bizim üzerimizden de Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını sağlayacak ya da düşürecek bir durumdur. Ben hayretle karşılıyorum. Burada disiplinden söz ediyoruz, "dayanışma" anlamına gelmeyen, "baskı" anlamına gelen bir disiplinden söz ediyoruz ve biraz önce Mithat Hocam'ın ifade ettiği gibi, çifte cezalandırma, idari eylem ve işlemde hukukla bağdaşmayacak bir şekilde çifte cezalandırma anlamına gelecek para cezasını da bir disiplin aracı olarak kullanıyoruz.
Ben şimdi imzacı arkadaşlara sormak isterim: Elinize bir terazi alınız milletvekili arkadaşlarım; bu terazinin bir tarafına insan onurunu, aynı tarafa Türkiye Büyük Millet Meclisinde vekil olma onurunu, aynı teraziye Türkiye Büyük Millet Meclisinin simgesel onurunu koyunuz; öbür tarafa da bir maaşın karşılığını koyunuz, iki maaşın karşılığını koyunuz, onun üçte 2'sini ve üçte 1'ini koyunuz ve tartınız bu terazide. Bu terazide ağır basacak olan şey nedir? Biz onurumuzu, biz ahlakımızı, biz etiklerimizi terazi üzerinden tartabilir miyiz, bu nasıl bir anlayıştır? Ayrıca, anılan maddelerle ilgili düzenlemelerden ayrı bir madde üzerine giderek, üstelik özür dileme maddesine giderek orada para cezasını koymuş olmak hangi hukukçunun hukuk bilgisinin ürünüdür, bunu da doğrusu çok merak ettiğimi söylemek isterim.
Gerçekten, parayla ölçülen bir onurdan, paraya karşılık konulacak olan Parlamento içindeki gücümüzü sağlayacak, birbirimizle dayanışarak, birbirimizin anlatım özgürlüğüne, birbirimizin bütün temel hak ve özgürlüklerine saygıyla geliştireceğimiz bir ortamı inşa etmek yerine "Al sana disiplin sopası, istersen seni sopayla da adam edebilirim." gibi bir araç olarak parayı kullanmak gerçekten hukukla hiçbir biçimde örtüşmeyecek bir durumu ifade ediyor.
Diğer maddelere ilişkin söylemek istediğim pek çok şey var, şimdi arkadaşlarımızın vaktini almamak amacıyla bunları söylemek istemiyorum ama 1996 yılındaki bir eylemle ilgili 1998 yılında bağımsız ve tarafsız bir Yargıtay makamının vermiş olduğu bu tür hakların öğrenciler için, izleyiciler için bile, Parlamentoya gelmiş, vekil sıfatı taşımayan, Meclisle herhangi bir organik bağı olmayan yurttaşlar için verdiği kararın böyle bir düzenlemede özenle dikkate alınması gerektiğini ve bundan bir öğreti çıkarılması gerektiğini ısrarla öneriyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Sarıhan, ben teşekkür ediyorum.