KOMİSYON KONUŞMASI

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Sayın Başkanım, tabii, bizim eleştirilerimiz ve görüşlerimiz Başkanlık Divanına yönelik değil, biliyorsunuz.

BAŞKAN - Şahsımıza yönelik.

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Şahsınıza yönelik de değil.

BAŞKAN - Biz eleştiriye açığız, sıkıntı yok.

Buyurun.

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Dolayısıyla, tabii, sert de olsa, iktidar, muhalefetin eleştirilerine katlanmak durumdadır biliyorsunuz, içtihatlar gereğince.

BAŞKAN - Sıkıntı yok. İkimiz de avukatız, karşılıklı anlıyoruz birbirimizi.

Buyurun.

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tabii, bu sözü alma gerekçem şu: Bir önceki konuşmamda bazı eksik bıraktığım noktalar oldu, ondan kaynaklandı.

Bir önceki konuşmamda da açıklıkla ifade etmiştim, bir ruhtan bahsetmiştim yani 20 Temmuzdan bugüne kadar gelen bir baskıcı, otoriter bir ruhtan bahsetmiştim, böyle bir iklimde bu İç Tüzük değişikliğini yaptığımızı ifade etmiştim. Yine Anayasa değişiklikleriyle bağlantılı olan bir İç Tüzük değişikliği olduğunu ifade etmiştim.

Tabii, burada, AK PARTİ'nin siyasetine yönelik de genel değerlendirmeler de yapmamız gerekiyordu, ben o arada tabii, tartışmalar yaşandığı için bazı noktaları kaçırdım. Bugün, Genel Başkanımız da grup toplantısında bu konuya temas etmişti, dün aslında ben de notlarımın arasına almıştım. AK PARTİ'nin AR-GE'sinin Siyaset Akademisi 10'uncu dönem "Lider Ülke Türkiye" ders notları başlığı altında yayımladığı kitapta Profesör Doktor Tanel Demirel'in şu tespitine yer veriliyor, diyor ki Tanel Demirel: "Ayrıca, siyaset sadece demokratik yollarla yapılmaz ya da 'siyaset' denilince akla sadece barışçı yollar gelmez. Kendi politikalarınızı yürütmenize engel olabilecek muhalefeti fiziken ortadan kaldırmak, hapsetmek, tehdit etmek, korkutmak, sindirmek de siyasi faaliyetin kapsamı içinde görülebilir." Yani bu 2014'te AK PARTİ'nin siyaset akademisinin kitapçığında yer alan bir ifade. Şimdi, bu anlayışın devam ettiğini görüyoruz bu İç Tüzük değişikliğiyle. Oysa yani hedef burada Parlamentoyu güçlendirmek olsaydı İç Tüzük değişikliği yine yapılırdı ama farklı bir şekilde yapılırdı, muhalefetin gücü artırılmaya çalışılırdı. Demokratik ülkelerde güçlü parlamento ancak muhalefetin gücü oranında güçlüdür, bu temel ilkelerden birisidir. Yani gelişmiş Batılı ülkelere baktığınızda, bu Batılı ülkelerde demokrasi ne kadar güçlüyse muhalefete de o oranda güç bahşedilmiştir ama otokratik devletlere baktığınızda, rejimlere baktığınızda maalesef orada da muhalefetin söz söyleme hakkı yoktur. Dolayısıyla, Türkiye'deki rejim maalesef otokratik bir rejime doğru evriliyor, bu da bu zincirin son halkası, bu İç Tüzük değişikliğini de bu zincirin son halkası olarak görüyoruz.

Tabii, burada, Parlamentonun temel işlevlerinden en önemlisi de denetleme görevi, biliyorsunuz yani muhalefetin denetleme görevi. Burada bu denetleme görevi maalesef bu değişikliklerle sınırlandırılacak ve minimize edilecek, öyle gözüküyor. Yani öğleden sonra saat 14.00'ten 19.00'a kadar bir televizyon yayını yapılıyor. Şimdi, bu televizyon yayını içerisinde biz Türkiye'nin en önemli sorunlarını ve diğer partiler de Türkiye'nin en önemli, uygun gördükleri sorunları gündeme getiriyorlar ve bu şekilde bir kamuoyu elde ediyoruz ama şimdi, bunların hepsi bir nevi, son derece sınırlandırılacak, dolayısıyla Parlamentonun denetleme görevini yürütme şansı kalmayacak. Bu da ne demektir? Aslında, Türkiye Cumhuriyeti devleti içerisinde kuvvetler ayrılığının tamamen yok edildiği ve Parlamentonun devre dışı bırakıldığı bir rejim ortaya çıkıyor. Oysa, dediğim gibi, bu bir tercihtir, burada demokrasinin güçlenmesi istenseydi söz hakkı kısıtlanmazdı, tam tersine, daha geniş söz hakkı verilirdi.

Ben bu vesileyle, bu sefer sizi de üzmemek kaydıyla sözlerimi tamamlıyorum.

Teşekkür ediyorum anlayışınıza.