KOMİSYON KONUŞMASI

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Değerli Başkan, değerli arkadaşlar; yine saatinde toplanamamış olmak gibi bir sorunla karşı karşıyayız ama nasılsa sayımızın çoğalmış olması dinleme olanağının daha yükseğe çıktığı anlamına gelmiyor o nedenle konuşmalarımızı sürdürmek durumundayız.

Şimdi, bu maddenin özeline baktığımız zaman genel bakış açısı nedir bu Tüzük değişikliğinde? Hepimiz şöyle bir saptama yaptık, dedik ki: Tüzük olağanüstü hâlin koşullarını Türkiye Büyük Millet Meclisinde tam anlamıyla yerleştirmek ve var etmek istiyor. Olağanüstü hâlin koşulları nedir? Olağanüstü hâl neye sebep olmuştur? Birçok düşünen insanın, birçok aydın insanın iktidarla arasında siyasi görüş farklılıkları olan insanların bir başka deyişle muhalefetin bütünüyle susturulmaya çalışıldığı, adli makamların yeniden hareketli hâle getirildiği, cezaevlerinin yeniden doldurulduğu, hatta cezaevleriyle yetinmeyip yeni bir sistemle, yeni bir uygulamayla aslında hukuk sistemimizde var olmasına ancak hiç uygulanmıyor oluşuna karşın ev hapsi uygulamalarının da gündeme geldiği bir süreçle karşı karşıyayız.

Dün de ifade ettiğim gibi, söylenilen şudur: "Lütfen susunuz, lütfen duymayınız, lütfen görmeyiniz." Görmediğiniz ve duymadığınız bir ortamda da zaten sözünüz olmayacaktır. Ama söz söylemesi gereken elbette ki öncelikle halktır, halkın ifade özgürlüğünün, halkın düşünce özgürlüğünün güvence altına alınması gerekir. Ancak bu güvenceyi sağlayacak olan da Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi yasaları yaptığı kadar yapılan yasaların uygulanması konusunda temel hak ve özgürlüklerin yani kendisini seçmiş olan bireyin en temel haklarından biri olan ifade özgürlüğünün de korunması konusunda bir rol üstlenir. Oysa şimdi, biz ne yapıyoruz? Bırakalım kendi, bizi seçmiş olan temsil ettiğimiz halkı, biz kendimiz daha düşüncelerimizi özgürce söyleyebilme, herhangi bir konu üzerindeki önerimizi rahatlıkla ifade edebilme olanağına sahip tutulmuyoruz. Tüzüğün gerçek amacı budur. Tüzük hepimizi suskun vekiller hâline, bir başka deyişle de itaat eden vekiller hâline getirmeye çalışıyor. O zaman buradaki maddeye baktığımızda bu maddede, örneğin herhangi bir konuda yanlış bir cümle kullanıldı, bu cümlenin düzeltilmesi gerekiyor, bu düzeltme konusunda sizin sözlü olarak kendinizi ifade edebilme olanağınız ortadan kaldırılıyor. Bu, neyi getirir? Bu, birincilikle: Neden anlatmayalım, neden kendimizi kendi sözcüklerimizle, kendi dilimizle ve bizi duyan, gören, dinleyen insanlarla birlikte ifade ederek düzeltmeyelim? Bu sorunun yanıtını bulabilmek mümkün değil. Ne yapacağız? Yazılı olarak bu düzeltmeyi yapacağız. Peki, yazılı olarak yaptığımız düzeltme bir söz eğer örneğin özür diliyorsanız ya da örneğin o söylediğiniz sözün, sözcüğün kelime anlamıyla yanlış bir ifadeyi getirmiş olduğunu ve sizin aslında başka bir şey söylemek istediğinizi ifade etmek istiyorsunuz. Bunu kime... Şu anda beni dinleyenler burada kimlerse ben bir yanlış sözcük kullansam dinleyen arkadaşlarımın o yanlışımı düzeltmelerini ya da herhangi bir konuda bir bilgi veriyorsam, örneğin resmî bir bilgi veriyorsam bu bilgiyi buradaki arkadaşlarıma veriyorum ve bunların duyması gerekiyor ama ben kime yönelteceğim yazdığım dilekçeyi? Meclis Başkanlığına. Kim benim yanlışımı doğru olarak kavramış olacak? Sadece bir kişi: Meclis Başkan vekili ya da Meclis Başkanı. Oysa sözler eğer yanlış söylenmişse ve düzeltilmek isteniliyorsa muhataplarına yöneliktir. O muhataplardan almak ve bunu yazılı bir metin hâlinde bir köşeye sıkıştırarak kıyıda köşede bir yerde gizlemek son derece kişisel ilişkilerde de yanlış bir şeydir. Babanıza mektup mu yazarsınız, eşinize mektup mu yazarsınız, çocuklarınıza mektup mu yazarsınız? Elbette ki böyle değildir; insanla insanın ilişkisi söz üzerinedir. Dil birleştirir, dil esenliği sağlar, dil barışı sağlar tabii, doğru kullanılıyorsa. Bunu sağlamak için kullanacak isek Parlamentoda da birbirimizi anlayarak yasal düzenlemeler yapacaksak, birbirimizi anlayarak denetim yapacaksak, birbirimizi anlayarak yanlışlarımızın düzeltilmesi konusunda birbirimize destek ve dayanak olacak isek bunun mutlaka sözlü bir biçimde ve açıkça ifade edilmesi gerekir. Tutanaklara tekrar benzer biçimde geçeceğini biliyorum ama dün de atıf yapmıştım ve söylemiştim: "Söz ola kese savaşı..." diye başlayan dizeleri anımsatmıştım size. Bir parlamentoda sorunların çözümü konusunda da söz, ya savaşı kesecektir ya barışı getirecektir ya da halk yararına doğru işlerin yapılmasına yardımcı olacaktır. Şimdi, bu Tüzük'ün baştan sona amacının şu olduğunu görüyoruz: Beş dakikalık konuşma hakkınız varsa bu üçe insin, üç dakikalık konuşma hakkınız varsa bu ikiye insin ya da hiç konuşma hakkınız olmasın. Yani neredeyse sadece yazılı metinler üzerinden yürüyecek hani o adı "Parlamento"dur dedik, ya da "Meclis"tir dedik; Meclis ve Parlamento konuşmak üzerine kurulmuştur, konuşmayı ifade eder dedik. Şimdi, herkes susacak, hiç kimse konuşmayacak aslında biz bunu yaşıyoruz, iki yıldır yaşıyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisinde iki yıldır fiilen Sayın Cumhurbaşkanı konuşuyor. O talimatlar veriyor, o kararlar veriyor ve biz verilen kararları sadece "evet"liyoruz, uyguluyoruz ve çoğunluk kimse o yapıyor. Azınlığın konuşması ise zaten artık sessiz bir gürültü hâlindedir. Azınlığın konuşmasını kimse dinlemiyor, kimse duymuyor, kimse hesaba katmıyor. Bu maddeye bakarken aslında Anayasa'nın ihlali konusunda bu Tüzük'ün ne gibi olumsuzluklar yarattığının yeni bir örneğini daha görüyoruz. İşte atıf yapalım hemen, Anayasa'nın 25'inci maddesi anlatım özgürlüğünü güvence altına alıyor, 26'ncı maddesi ifade özgürlüğünü güvence altına alıyor. Eğer bir milletvekilinin bile söyleme, ifade etme olanakları ve hakları yok ise orada açık bir ihlalle karşı karşıya kalıyoruz demektir. Bu Tüzük, bir kere Anayasa'ya aykırı bir tüzüktür ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa'yı yani bir toplumsal sözleşme olan halk ile yönetenler arasında bağıtlanmış olan yıllanmış bir Anayasa'yı ihlal ederek kendisine yeni bir kapı açmaya çalışıyor.

Sevgili arkadaşlar, bütün yasalar değişebilir aslında. Doğal olarak yasalara bağlı bütün tüzükler de değişebilir ama anımsatırım, Medeni Yasa'mızın gerekçesini -aramızda çok sayıda hukukçu arkadaşımız var- bunu kolayca anımsayabilirler. Yıl 1926, Mecelle'ye karşı Medeni Yasa yazılıyor. Medeni Yasa'nın giriş bölümünü kaleme alan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt giriş bölümüne şunları yazıyor, diyor ki: "Biz Mecelle'den vazgeçiyoruz. Neden Mecelle'den vazgeçiyoruz? Çünkü Mecelle kendi yazıldığı dönemin özelliklerini taşıyor ve esas olarak din üzerinden kurgulanmış olan bir toplumsal yapıya hitap ediyor. Ama bugün çağ gelişiyor. Gelişen çağ yeni gereksinimler yaratıyor. Bu yeni gereksinimler ışığında biz bu yasayı bu çağa uygun bir hâlde kaleme alıyoruz." "Çağ" diye ifade ettiği tarih değerli arkadaşlar, 1926. Buradan yola çıkarak 1926 yılındaki bir Medeni Yasa, cumhuriyetin kuruluşunun hemen arkasından cumhuriyet devrimlerinin bir örneği olarak yürürlüğe konulmuş olmasına rağmen ne diyor? "Siz beni de geliştireceksiniz. Siz bugün yazdığımız yasayla bağlı kalmayacaksınız ama hangi çerçevede? Gelişen çağ çerçevesinde." Şimdi, bakıyoruz, gelişen çağa uygun mu düzenlemeler? Hangi düzenleme uygun? Gelişen çağ insanın temel hak ve özgürlüklerini koruyan, insanı insan olarak değerli kılan, insana insan olduğu için değer veren, insanı yücelten bir çağ. Ama biz ne yapıyoruz? Elimize aldık bir bıçağı ya da bir kılıcı ya da bir testereyi insanların bütün haklarını tırpanlamaya çalışıyoruz ve tırpanladığımız haklar arasında o insanların çıkarlarını korumakla sorumlu Türkiye Büyük Millet Meclisindeki, herkesi temsil eden, seçilmiş olan, kendisini seçenleri değil sadece, bütün bir Türkiye toplumunu temsil eden vekillerin konuşma haklarına, söz haklarına sınır koyuyoruz. O zaman bu Parlamentonun gücü, bu Parlamentonun rolü nasıl anlaşılacak değerli arkadaşlar?

BAŞKAN - Sayın Sarıhan, toparlayabilir misiniz lütfen.

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - İnsanı ifade eden sözüdür. Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde sözü eğer siz dinlenemez hâle getirirseniz, meseleyi sadece yazılara bırakır, yazıları da çekmecelere kilitlerseniz, oradan ne tartışma ne tartışmaya bağlı çözüm ne çözüme bağlı huzur ortaya çıkmayacaktır. Bu sebeple bu düzenlemenin bütünüyle hukuka aykırı olduğu konusundaki görüşümü saygıyla Başkanlığınızla ve arkadaşlarımla paylaşırım.

Teşekkür ederim.