| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi(2/1783) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 20 .07.2017 |
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Teşekkür ederim Değerli Başkan.
Değerli milletvekilleri, değerli basın mensupları, bürokratlar; hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, sporun temel amacı insanın beden ve ruh sağlığını geliştirmek, iradesini güçlü kılmak ve toplumda barış, kardeşlik ve dayanışma duygusunu yaygın hâle getirmektir.
Bugün Şanlıurfaspor'un formasıyla huzurunuzdayım ben. Şanlıurfaspor şike yoluyla birinci ligden düşürülmesi, toplumdaki barış, kardeşlik ve dayanışma duygusunu zedelemiştir. Şike yoluyla müsabakanın sonucu değiştirilmiştir, dürüst oynamak ve yarışmak ilkesi ihlal edilmiştir. Şanlıurfaspor'un şike yoluyla meydana gelen mağduriyetin giderilmesi için bugüne kadar hem yazılı soru önergesi verdim hem genel görüşme açılması hususunda dilekçe verdim, dün yeni seçilen Gençlik ve Spor Bakanına ilettim ama bugüne kadar bir karar çıkmadı. Bugün Türkiye Futbol Federasyonu bir karar alacaktı, inşallah bu kararın lehimize olabileceğini bekliyorum.
Roma hukuku döneminden itibaren genel bir ilke var: Kötülüğe müsamaha edilemez. Bu şikeye karışan takımların cezalandırılması lazım, bir dönem maçtan men edilmesi lazım, bunların ligden düşürülmesi gerekirken onun yerine, dürüşt olarak oynayan Şanlıurfaspor'un ligden düşürülmesi hakkaniyete, adalete, hukuka aykırı bir durumdur. Onun için, Şanlıurfaspor'a da hak, hukuk ve adalet diyorum. Anayasa'mızın 59'uncu maddesi, "Devlet başarılı olan sporcuyu korur." Ama maalesef burada esas olan dürüstlüktür, oyun dürüst oynanmalıdır. Şike, dürüst olan oyunu bozmuştur. Şanlıurfaspor'un bu mağduriyetinin giderilmesini talep ediyorum. Şanlıurfaspor'un hakkını teslim edinceye kadar bu mücadeleye devam edeceğiz. Deveye sormuşlar boynun neden eğri? Deve demiş ki: "Nerem doğru ki?" İşte ülkemizdeki mevcut olan adalet sistemi devenin durumuna benzemiş. Onun için, bununla ilgili bu mağduriyet giderilinceye kadar her gün Mecliste bunu dile getireceğim. Bu konuyu burada kapatıyorum, bu konuyla ilgili göstermiş olduğunuz sabırdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Tanal, teşekkür ediyorum.
AK PARTİ Hükûmetleri Şanlıurfa'ya her zaman değer vermiştir; Şanlıurfa da her zaman AK PARTİ'ye destek vermiştir. Biliyorsunuz, dün açıklanan son kabinemizde de Şanlıurfalı bir milletvekilimiz olan ağabeyimiz Sayın Ahmet Fakıbaba Tarım Bakanı olarak atanmıştır. Şanlıurfa'ya ve Şanlıurfaspor'a AK PARTİ her zaman değer vermiştir. Bunu da kayıtlara geçsin diye söyledim.
Buyurun.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Ben tabii cevap olsun diye söylemek istemiyorum ama ayinesi iştir kişinin, lafına bakılmaz. Bakacağız, bu şike yoluyla Şanlıurfa'nın bu mağduriyeti giderilecek mi giderilmeyecek mi? İnşallah giderilirse benim size bir teşekkür borcum olacak ve mahcup olmak isterim bu konuda, temennim bu. İnşallah sahip çıkılır, temennim bu, bunu bekliyorum ben.
Şimdi, gelelim bu mevcut olan tasarıya baktığımız zaman sövme ve hakaret... Şimdi, sövme ve hakarete Sayın Dora gayet açık ve net, Anayasa'ya aykırı olan bir hükmü İç Tüzük'e koymanın bu Anayasa'nın 83'üncü maddesine aykırılık teşkil edeceğini söyledi. Ben burada, devamla, yasama dokunulmazlığıyla ilgili Sayın Sulhi Dönmezer'in bu konuyla ilgili 9'uncu cildinde, Erman'la birlikte yazdığı kitapta "Hakaret ve sövme cürümleri yasama dokunulmazlığı kapsamındadır, kişiye ceza verilemez, daha doğrusu soruşturma yapılamaz." diyor. Şimdi, bu açıdan konuya baktığımız zaman biz neyi esas alacağız? Esas alacağımız konu... Türk Ceza Kanunu'ndaki 125 ve 129'uncu maddeleri esas almamız lazım. Peki Ceza Kanunu'nda siz hakaret ve sövmeyle ilgili kişiye ne veriyorsunuz? İspat hakkı veriyorsunuz. Hakaret ve sövmeyle ilgili, Ceza Kanunu'nda ispat hakkını biz tanıyorsak burada, Mecliste söylenilen söz ve laflarla ilgili bu ispat hakkını tanıyor muyuz tanımıyor muyuz? Örneğin, şöyle cümleler sarf edilse, Mecliste herhangi bir milletvekili arkadaşımız bana hitaben dese ki: "Sen hırsızsın." Bana, "Mahmut Tanal sen hırsızsın." demek, bu nedir? Hakaret suçudur. Devam ediyorum, "Ya Mahmut Tanal sen filan şahsın eşyasını çaldın." dese, nedir bu? Hakaret suçudur. Bu düzenlemeye göre bana ne vereceksiniz? Ceza vereceksiniz. Yine, bu düzenlemeye göre siz şöyle bir cümle yine sarf etseniz kürsüde: "Allah seni bildiği gibi yapsın, Allah belanı versin, cehenneme kadar yolun var." Buna baksan, bunların hepsi hakaret suçudur aslında. Ama daha devam ediyorum yani bu mesele, bu bahsettiğim örneklerde, "Allah seni bildiği gibi yapsın, Allah belanı versin, cehenneme kadar yolun var." Ya çok samimi olarak söylüyorum, burada çoğu arkadaşımız bunu hakaret olarak nitelendirecek. Hakaret mi bu Sayın Başkanım, hukukçuyuz, sizce hakaret mi?
ALİM TUNÇ (Uşak) - Birincisi değil.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Peki diğeri?
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, bunun takdiri şu an burası değil. Sayın Tanal, konuşmanıza buyurun devam edin lütfen. Zaten bu konularla ilgili emsal kararlar aşağı yukarı bellidir.
Buyurun Sayın Tanal.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Ama değil bakın, bu Mecliste, değerli arkadaşlarımızın bahsettiği gibi birincisi değil diğerleri hakaret kapsamında. Yargıtay buna ne diyor biliyor musunuz? "Bu hakaret değildir, beddua okumak hakaret değil." Peki arkadaşlar, şimdi biz ne yapıyoruz? Özgürlükleri burada, hakareti Ceza Kanunu'ndaki tanımlamaya göre çok daha dar bir şekilde yorumlamış olacağız. Bırakalım bunu, yani ben burada dedim ya, bir milletvekili çıktı bana dedi ki: "Ya Mahmut Tanal sen hırsızsın." Çıktı, benim hırsızlığımı ispatladı, elinde belge var, mahkeme kararı, elinde belge var. Peki Ceza Kanunu'na göre "İddiasını ispatlayana ceza verilmez." diyor veya daha ötesi, Parlamentoda zaman zaman eylemler oluyor. Kalktı, siz Sayın Başkan bana yumruk vurdunuz, küfür etmediniz, hakaret etmediniz, bana yumruk vurdunuz, benim burnumu kanattınız; buna karşı ben de size hakaret ettim. Buna göre bana ceza verilecek. Ceza Kanunu'na göre diyor ki: "Ağır tahrik altında, hakaret eden kişiye ceza verilmez veya 1/3 oranında ceza verilir." Siz bana buna göre direktman ceza vereceksiniz. Çok teknik bir konuyu anlatıyorum ben.
Şimdi, bu açıdan, bu getirilen Tüzük hükmü, baktığımız zaman gerçekten Anayasa'nın 83'üncü maddesine aykırı. Değerli Hocam geldi, mesela Almanya Anayasası'nın 42'nci maddesinde sövme ve hakaret suçu gayet... Dokunulmazlıktan yararlanamıyor. Getirin ya öyle yapalım veyahut da eğer bunu bu şekilde yaparsanız da vatandaşın ispat hakkını, daha doğrusu milletvekilinin kürsüdeki laflarından dolayı ispat hakkını elinden almış olacağız. Benim ispat hakkım yok mu? Örneğin gayet rahat ben hırsız dedim öğrendim bir milletvekiline, devletin malını uhdesine geçirmişse ne diyeceksiniz siz buna? Bunun başka bir literatürde adı ne? Hırsız. Ee sen burada gayet rahat ceza yiyeceksin. Ben bunu da belgeliyorsam bana cezanın verilmemesi lazım arkadaşlar. Burada ne yapmak lazım o zaman? "İddiasını ispatlarca ceza verilmez." deyin. Öyle ya, Ceza Kanunu'nda bu hüküm var. Mademki hakaret ve sövmeyi diyoruz, iddiasını ispatlayana -Ceza Kanunu'nda 125 ve 129'da düzenleniyor- ceza verilmez diyorsak burada da "İddiasını ispatlayana ceza verilmez." hükmünü koymak lazım arkadaşlar. Burada biz Ceza Kanunu'ndaki hakaret ve sövme cürümlerinde, suçlarında ayrılarak daha takdiri, daha siyasi... Buradaki amaç nedir? Eğer gerçekten amacımız yani oradaki belirtilen kurum ve kişileri korumaksa, muhafazaya almaksa o zaman ispat hakkını da tanıyacağız biz. Tanımazsak bunun adı susturma tüzüğü olur, susturma maddesi olur, konuşturmama maddesi olur. Çünkü, biraz önce verdiğim örneklerde, burada, açık ve net... Orada Meclis Başkanlık kürsüsünde oturan arkadaşımız dese ki: "Ya bu hakarettir." O gün için hangi siyasi parti iktidardaysa onun çoğunluğuyla o milletvekili ceza yiyecektir. Onun için, objektif, adaletli bir düzenleme istiyorsak gelelim, Ceza Kanunu'muzun 125 ile 129'uncu maddelerindeki ispat hakkını da tanıyalım o zaman.
İki: Şimdi, Sayın Başkan dedi ki: "Mahmut Tanal benim hukuk tarihi hocası olduğumu söyledi." Tabii, bunu bana şu anlamda mı söyledi bilmiyorum ama... Ben şöyle söyleyeyim Değerli Başkanım: Elimde Erdoğan Teziç'in "Anayasa Hukuku" kitabı var. Oraya ne yazmışsınız: "Anayasa'da düzenlenen idari yapısına..." İdari yapısı, bizim Türk anayasa hukukunda ne yazar: "Merkezî idare, yerel idare, mahallî idareler" yazar. Türkiye'nin idari yapısını biz neye ayırmışız: İller, ilçeler, belediyeler, bucak, köy, mahalle diye ayırmışız. Peki, ben yarın öbür gün kürsüden "Efendim, Türkiye'nin bu idari yapılanması doğru değil. Bu köyleri kaldırmak, hepsini mahalle yapmak lazım." desem ne olacak? Ben buna göre yine suç işlemiş olacağım. Bilmiyorum, burada mıydınız, burada değil miydiniz, Sayın Elitaş bir cümle sarf etti, dedi ki: "Bizim buradaki muradımız, kastımız üniter yapı demek."
(Oturum Başkanlığına Başkan Mustafa Şentop geçti)
BAŞKAN - Ben söyledim.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Ben Elitaş'ı duydum. Belki siz de dediyseniz iki sefer olmuş, iyi olmuş. O zaman idari yapıdaki kastınız üniter yapıysa hukuk muğlak kavramı kabul etmiyor. Teziç Hoca Beta Yayınları 20'nci baskı, sayfa 143'te bu olayı, o "yapılandırma" dediğiniz idari yapıyı "üniter yapı" koymuş. Oraya "üniter yapı" koyun o zaman. Öyle ya yani eğer amaç oradan şeyse muğlak kavrama geçmeyelim, onu "üniter yapı" koyun. Yani hatta Türkiye'nin idari yapısındaki sorunlarla ilgili, hatırladığım kadarıyla, küçük, mavi kütüphanemde vardı İstanbul'da ama küçük bir kitap vardı, Adalet Yayınlarından çıkmıştı, idari yapısının sorunlarıyla ilgili. Siz eğer böyle idari yapı derseniz biz sorunları tartışamayız, gelişimin önünü de engellemiş, tıkamış olursunuz. Doğru kavram... Yani bizim anahtarımız, her şeyimiz kavramlardır. O zaman hukuki kavramı doğru koymamız lazım oraya. O zaman oraya direkt "üniter yapı" koyun. Hiç olmazsa Türkiye'nin idari yapısının çağdaş uygarlık düzeyine erişimi için yapılacak olan tartışmaları da dondurtmamış oluruz. Çünkü kötüye kullanılmaya müsait bir kavramdır. Bundan vazgeçmenizi ve bunun düzeltilmesini talep ediyorum.
Şimdi, burada, mesela bir siyasetçi bir başka siyasetçiye şunu söylese: "Bu memlekete senden hayır gelmez." desem ne olur? Hakaret olur mu? Çoğu kişi diyecek ki: "Hakaret olur." "Bütün memleketi sattın." demek, bu hakaret mi, bu ağır eleştiri mi? Şimdi, baktığınız zaman, bu düzenlemeye göre "Arkadaş, sen bütün memleketi sattın ya. Senden bu memlekete hayır gelmez." dediğin andan itibaren mevcut olan bu düzenlemeye göre ben ceza alacağım. Bu aslında ağır bir eleştiri. Kaldırılabilir, tolere edilebilir bir eleştiri olması lazım. Bu açıdan, o hakaretin kapsamı hakikaten çok geniş, hakaret ve sövmenin. Bu anlamda sıkıntı yaratır.
Daha ötesi, biz ispat deriz. Yani arkadaş sen neyle suçlanırsan suçlan, mutlaka senin ispat hakkın var. Anayasa'mız 39'da da ispat hakkı düzenlenmiş durumda. Mevcut olan bu düzenleme, bu şekliyle, hakikaten 83'e, 39'a, demokratik devletin gereklerine, ölçülülük ve orantılılık ilkesi dediğimiz 13'e de aykırılık teşkil ediyor. 2'nci madde de aykırılık teşkil ediyor.
Bu açıdan, orada belki zorlama diyeceksiniz ama "Cumhurbaşkanı" kavramını koymuşuz. Şimdi, Cumhurbaşkanı kavramı... Bugünkü Cumhurbaşkanı açısından söylemiyorum yani herkes için ben bunu söylüyorum. Ne olur, bunu sadece Sayın Erdoğan için algılamayın. Anayasa'mızın 10'uncu maddesi eşitlik ilkesini düzenler. Eşitlik ilkesi herkes için. Burada Cumhurbaşkanı ve milletvekilleri diyoruz. Peki, aşağı yukarı şu anda bu milletvekilleri dediğimizin çoğunun genel başkanı milletvekili, Cumhurbaşkanı bir partinin Genel Başkanı. Peki arkadaş, bir partinin Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı oldu, sen onu koruyorsun, diğer partilerin genel başkanını korumuyorsun. Bu, Anayasa'nın eşitlik ilkesine, Ceza Kanunu'ndaki suçta ve cezadaki eşitlik ilkesine de aykırılık teşkil etmiyor mu?
Daha ötesine geçeyim ben. Yani özür dilerim. Yani niye burada, Divanda oturan milletvekillerini, Başkan Vekilini, Başkanı, Cumhurbaşkanını, bunları korumaya alıyorsunuz da vatandaşı almıyorsunuz o zaman? O zaman tüm vatandaşa deyin arkadaş. Yani bizim ne özelliğimiz var? Biz bulunmaz Hint kumaşı mıyız ya?
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Kavaslara küfretmek o zaman normal.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Yani bakın buna göre. Biz bulunmaz Hint kumaşı mıyız ya? Kendi kendimizi koruyacağız; git orada, kürsüde vatandaşa hakaret et, küfret; düz memura hakaret et, küfret.
MARKAR ESEYAN (İstanbul) - Meclis Tüzüğü bu kardeşim.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Özür dilerim, buyurun, ne oldu?
MARKAR ESEYAN (İstanbul) - Meclis Tüzüğü bu, Meclis çalışmaları.
BAŞKAN - Onlar var zaten mevcut metinde, yeni getirmedik bunları.
MARKAR ESEYAN (İstanbul) - Zaten var onlar.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Nerede, bana gösterir misiniz memura hakareti?
BAŞKAN - İç Tüzük'ü açıyorsunuz...
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Tamam işte, açıyorum ben.
BAŞKAN - 161'inci maddeyi şu anda okuyabilirsin.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - 161'de memurlar yazıyor mu?
BAŞKAN - Ne memuru?
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Öyle ya, ne memuru? İşte Türkiye'de çalışan memuru, vatandaşı.
BAŞKAN - İşte yazmıyor. Ben mevcut, yürürlükte olanda var bu diyorum. Biz yeni bir şey getirmedik.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Ben de diyorum ki bir kesimi korumaya yönelik...
BAŞKAN - Cumhurbaşkanı var, Başkanlık Divanı var.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Sayın Başkan, bakın, ben de işte onu söylüyorum. Türkiye'de biz milletvekillerinin kendimizi kollayacak, koruyacak, böyle zırha alacak düzenleme yapmamamız lazım. Oradaki Mehmet Efendi, köyde çalışan çiftçiye hakaret hakkını bana vereceksin, milletvekiline vesairesine vermeyeceksin.
BAŞKAN - Sayın Tanal, zırh falan değil bu, İç Tüzük bu.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Efendim, İç Tüzük ama bunu getiren sizsiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Disiplin hükümleri de Meclisteki müzakerelerin sorunsuz bir şekilde yürümesini temin etmek için hazırlanan şeyler. Bir zırh falan yok burada.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Evet, peki, doğru, burada doğrusunuz. Peki, Mecliste bulunmayan vatandaşa hakaret, küfrü sen burada yasaklamayacaksın "Genel hükümlere git." diyeceksin.
YUSUF BAŞER (Yozgat) - Ceza hükümlerine göre...
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Arkadaşlar, özür dilerim. Ben tek tek cevap vereceksem dinleyeceğim sizi. Buyurun değerli arkadaşım. Ceza hükmünün genel hükümlerine o zaman gelin, burada gönderelim. Diğer devletler "ceza hükümlerinin genel hükümlerine" diye göndermiş.
BAŞKAN - Var burada zaten, geçerli onlar.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - E peki burada geçerli, biz o zaman niye bir daha burada aynı suçtan iki ceza vereceğiz?
BAŞKAN - Bu disiplin. Disiplin cezası ayrı, ceza hukuku anlamında ceza ayrı.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bakın, üstat, gayet rahat, suçta ve cezada kanunilik ve cezaların tekliği ilkesi uyarınca burada böyle bir şey olamaz.
NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Olmaz.
MUHAMMET EMİN AKBAŞOĞLU (Çankırı) - Olur, olur.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bakın, ben dediklerimi söyleyeyim, siz de cevap anlamında söyleyiniz yani sizden istirham ediyorum. Ben gayet rahat, konuya bağlı olarak konuşmaya çalışıyorum. Konuya bağlı olarak konuşunca araya laf sokuşturuyorsunuz, konuya bağlı olmayınca "Gündeme gel." diyorsunuz. Hangisini istiyorsanız ben o şekilde tercih edeyim.
Şimdi konuya geliyorum. Şimdi, değerli arkadaşlar, evet, bu İç Tüzük'tür. İç Tüzük, Meclisin çalışmasını düzenler. İç Tüzük'te milletvekilleriyle ilgili, Cumhurbaşkanıyla ilgili, Divanla ilgili siz bu hükümleri koyuyorsunuz. Kardeşim, o zaman gayet rahat, vatandaşla da ilgili koyun. Anayasa'nın 10'uncu maddesine -Ceza Kanunu'nda 2, yanılmıyorsam, bildiğim kadarıyla- eşitlik maddesine aykırılık teşkil ediyor bunlar. Onun için bu tür maddeler, gayet açık ve net. Zaten Sulhi Dönmezer Hoca'nın ben size bahsettim, 9'uncu baskısındaki kitabında sayfayı da ben size vereyim, bunu yasaklıyor, şey diyor: "Efendim, hakaret ve sövme filleri dahi Anayasa'nın 83'üncü maddesi uyarınca bu dokunulmazlık kapsamındadır ve bu konuyla ilgili Ceza Kanunu'ndaki genel hükümlere tabidir." Peki, söyleyeyim ben size, Sulhi Dönmezer, Sahir Erman Nazari ve Tatbikî Ceza Hukuku, İstanbul, Filiz Kitabevi, 9'uncu Baskı, 1985, Cilt 1, sayfa 251. Kim yazıyor bunu da? Yine, Türk Anayasa Hukuku Kemal Gözler'in -onun da yine sayfasını söyleyeyim ki bilimsel anlamda- Ekin Kitabevi, Bursa, 2000 Baskı, sayfa 320.
Şimdi, arkadaşlar, bu kadar üniversite hocaları bilimsel anlamda bunun izahatını yapmış ve biz bu izahatlardan çok daha, hiçbir şey kabul etmeden, "Efendim, bu böyledir." O zaman, bence, yani bilmiyorum, Komisyon bunu İç Tüzük'le ilgili üniversitelere, barolara vesairelere yazı yazdı mı, kimse dinlenmek istedi mi, kimsenin bilimsel anlamda görüşü alındı mı, alınmadı mı. Yani, biz milletvekiliyiz diye her şeyi biliyoruz diye bir anlam, bir sonuç da çıkarmamak lazım. Yani, bizim yararlanmamız lazım.
Şimdi, eğer çok fazla diyorsak mesela, bizdeki idare hukukumuz nereden? Yapı diyoruz işte, idari yapı diyoruz, bizim idare hukukumuzu, Değerli Başkanım, Fransa'dan almadık mı? Ceza hukukumuzu İtalya'dan almadık mı? Usul ve icra hukukunu İsviçre'den ve Almanya'dan, Neuchatel icra iflas hukukunu almadık mı? Medeni Kanunu'muzu İsviçre'de almadık mı? Ticaret Kanunu'muzu Almanya'dan almadık mı? Rahmetli Uğur Mumcu'nun çok güzel bir sözü vardı: "Türk vatandaşının tanımı nedir?" diyor, "Efendim, İsviçre medeni hukukuna göre doğan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen, Alman ceza muhakemesine göre muhakeme edilen, İtalya ceza hukukuna göre cezalandırılan, İslam hukukuna göre gömülen kişiye Türk vatandaşı denir." Şimdi, yani, bu açıdan, bu şekilde kavramlar bizim hangi ihtiyaçtan doğdu, hangi ihtiyaçlar buna sevk ediyor, bu, herhâlde biz ne kadar ceza baskısı adı altında milletvekillerini susturursak veya engellersek o kadar rahat olur veya bize ne yapacaksınız bu para cezalarıyla? Yani, para cezalarıyla ilgili, yani ne kadar... Söylediğim her bir kelimeden dolayı, cümleden dolayı ayrı bir ceza mı verilecek o para cezası veyahut da bir bütün mü olacak, efendim, bu sınırsız mı olacak, maaş kadar mı olacak, maaşı aşan bir miktar olursa ne olur? Ben kürsüye geldim, peşin paramı saydırıp, istediklerimi "Paran kadar konuş." mu diyeceğim veya bunu toplu olarak ödersem bir indirim olacak mı veya peşin ödeyince bunun bir bonusu olacak mı veya "Peşinen, ben yıllık yatıracağım, ben bir yılda şu kadar kelime sarf edeceğim, bana bunun indirimi ne yaparsınız?" mı diyeceğim?
Yani, değerli arkadaşlar, bunlar olabilecek şeyler değil. Onun için, bazı konuşmacı arkadaşlarımız dediler ki: "Parlamento hukuku konuşma." Ama tabii ki milletvekili seçilen bir arkadaşlarımızdan da böyle hiç kimsenin amacı, niyeti birilerine hakaret etmek, sövmek değil. Zaten milletvekilleri, temiz dili kullanan, seviyesini bilen, belli bir durumda olan arkadaşlarımız. Yani, bunu, nerede, nasıl bir hareket edebileceklerini bilen ve bilebilecek konumda olan arkadaşlarımız. Bunu, bu şekilde ceza tehdidiyle İç Tüzük'ü düzenlemek doğru değil, hatta ne yapıyoruz biz? Medeni hukuk hocalarımızın kitaplarında diyor ki: "Efendim, iki türlü kanun hazırlama sistemi var: Bir, kazuistik sistem. İşte, bu şekilde, ağızdan çıkan her şeyi kanuna yazıp bir de kazuistik sistem olmayıp da biraz daha yoruma muhtaç anlamında geniş düzenlenebilir." Ama biz burada kazuistik sisteme çok gidiyoruz Sayın Başkanım. Yani, burada yönümüzü özgürlüklerden yana mı çevireceğiz, yoksa otoriteden yöne mi? Bu, bir cepheye bakmak meselesi, sistemi tercih etme meselesi. Tercihimiz özgürlüklerse, demokrasiyse bu, bence, tehdit edecek tüm siyasileri, bugünküleri de gelecektekileri de.
Teşekkür ediyorum, selam ve saygılarımı iletiyorum.