KOMİSYON KONUŞMASI

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; şu ana kadar aslında -dört günü aştı zannediyorum, bugün beşinci gündeyiz- pek çok şeyi, pek çok düşünceyi birlikte paylaştık, ifade etmeye çalıştık. Bu düşüncelerimizi anlatırken daha çok arkadaşlarımızın, gerek Sayın Şentop'un gerekse Elitaş'ın kimi konularda bize dönerek "Burada şunu söylemek istemiyoruz, buradaki kastımız şudur..." biçiminde açıklamalar yapmasıyla karşılaştık. Bu bana şunu düşündürdü: Acaba biz, İç Tüzük kabul edildikten sonra İç Tüzük'ün uzun vadede kullanılacağını hesap edersek gidip hep Şentop'a ya da Elitaş'a mı soracağız ya da uygulayıcılar onlara sorarak mı, onlardan yanıt alarak mı uygulamaya dönecekler? Belli ki yapılan düzenlemelerin yeterli açıklığı söz konusu değil. Ancak, bizim için yeterli olan bir değerlendirme var, o değerlendirmeyi her birimiz, muhalefet adına konuşan arkadaşlarımız, muhalefet etmek için değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekillerinin emeğinin daha iyi, daha verimli, daha anlamlı bir şekilde sunulabilmesi için temel koşullardan biri olan özgürce ifade edebilme, özgürce düşüncelerini açıklayabilme, bu düşünceleri etik kurallar içinde tartışabilme ve oradan temsil ettikleri arkadaşlarımızı, yurttaşlarımızı memnun edecek yasal düzenlemeler ya da denetleme faaliyetlerini daha sağlıklı bir biçimde yapabilme gibi bir amaçla bunları ifade ettik.

Ama biz başka bir gerçekliği biliyoruz ki o gerçeklik nedir? Ne yazık ki, biraz önce Sayın Musa Çam tarafından verilen örnekte de görüldüğü gibi, şimdi sözün söylenemediği bir süreçteyiz. Sayın Eseyan dediler ki: "Bizim ortak bir yanımız var." Dün söylenilen sözlerde katıldığım bir nokta var. "Türkiye zor bir süreçten geçiyor." dediler. Evet, Türkiye zor bir süreçten geçiyor ama galiba asıl sorun zorluğun ne olduğu ya da zorluğu neyin yarattığı konusunda hepimizin ortak bir bakış açısına sahip olmayışımız.

Bana göre zor, içinde bulunduğumuz OHAL koşullarından geliyor. Bana göre zor, OHAL koşullarını içselleştirmiş olan iktidar uygulamalarından geliyor. Bana göre zor, iktidarın yani çoğunluğun kendi anlayışlarını, şimdi bir müttefik olarak yanlarına aldıkları MHP'li arkadaşlarımızla birlikte ortak bakış açılarını, dünya görüşlerini hepimize kabul ettirme noktasındaki çalışmalarından geliyor. Nihayet biz burada, şu anda bir iç tüzük yaparken de milletvekillerimizin iktidarın anlayışına göre, iktidar ve onunla birlikte davranan siyasi anlayışlara göre bir düzen kurmaya çalışıyoruz.

Şunu tekrar anımsayalım, dün de ifade ettim, iki yıllık bir deneyimle konuşuyorum: İki yıldır, Türkiye Büyük Millet Meclisinde herhangi bir konu tartışılırken AKP'li arkadaşlarımızın ya hiç söz almadıklarını ya da sadece sıradan açıklamalarla herhangi bir tartışmaya katıldıklarını izledim. MHP'li arkadaşlarımızın -evvelsi gün Selina arkadaşımız da ifade etti- bütün söz alışlarını büyük bir saygıyla dinledim, onlardan yararlandım, çok iyi hazırlıkları vardı, çok güzel tartışmaların bize yolunu, kapısını açıyorlardı. En çok konuşan hep biz olduk yani muhalefet oldu; CHP, HDP, MHP, muhalefet oldu. Şimdi öyle düşünüyorum ki, muhalefetin bu çok konuşma ama hiç dinlenilmeme, dinlenilmemeye bağlı olarak da herhangi bir yasa değişikliğine katkı sunmalarının engellenmesi durumunun biraz daha ağırlaştırılmasının yolları aranıyor.

Değerli arkadaşlar, ne kadar çok konuşabilirsek, düşüncelerimizi ne kadar açıklıkla birbirimizle tartışabilirsek toplum yararına, halk yararına işler yapabiliriz. İlk konuşmamda ifade etmiştim, dedim ki: "Niçin disiplin kuralları olsun? Disiplin kuralları yerine siyasi etik ilkeleri koyalım." Ve yine biraz önce Sayın Eseyan arkadaşımız ifade ettiler, dediler ki: "Kuralların olmasının da bir önemi yok." Belki sözcük tam bu anlamda değildi. "Önemli olan içselleştirmektir." dediler. Evet, önemli olan içselleştirmektir. Yasaların yazılmış olması, kuralların yazılmış olması, çok iyi olması bunların işe yarayan şeyler değildir. Esas olan, bizim ortak bir etik anlayışta bunu içselleştirmiş vaziyette birlikte çalışma alışkanlığına kendimizi döndürmemizdir.

Bu temenni gibi olan düşüncelerden sonra birkaç noktaya değinmek istiyorum: Sayın Mahmut Tanal ifade ettiler, biraz önce Sayın Kürkcü de ifade ettiler, dediler ki: "Bu, hukuk açısından da sorunlu bir değişikliktir elimizdeki değişiklik."

Değerli arkadaşlarım, anayasalar ihlal edilir, anayasalara hakaret edilmez. Anayasaların ihlal edilmesi konusu da Türk Ceza Yasası'nda belli maddelerle düzenlenmiştir. Şimdi, siz Anayasa'nın ihlali meselesinden uzaklaşır, Anayasa'ya hakaret suçları yaratmaya çalışır, Anayasa'ya hakaret suçları yarattıktan sonra, bunları, öncelikle de biraz önce Sayın Kürkcü'nün çok iyi işaret ettiği gibi yurttaşa olmayan yasağı yurttaşın temsilcisine koyarsanız o zaman artık bu boğulma, özgürlüklerin ortadan kaldırılma hâli en yukarıdan aşağıya doğru başlamış olur. Bu yaptığınız düzenlemelerde, anımsatmak isterim, Türk Ceza Yasası'nın 1'inci maddesi şöyle der arkadaşlar: "Kanunun açıkça suç saymadığı veya cezalandırmadığı bir fiile ilişkin olarak kimse cezalandırılamaz."

Şimdi, sevgili arkadaşlar, disiplin kuralı diye biz Türk Ceza Yasamız'ın 1'inci maddesine aykırı davranıyoruz yani herhangi bir şekilde suç olarak tanımlanmamış bir konuda biz bir suç yaratmaya çalışıyoruz. O suçun nasıl ifade edildiğini biraz önce arkadaşlarım söylediler. Şimdi, biz, 4 maddeye atıfla, o 4 maddenin korunması adına... Hepimizin hassasiyeti var 4 maddeyle ilgili. Tabii ki Türkiye Cumhuriyeti'ni yaratan temel ilkeleri, cumhuriyeti güvence altına alan temel ilkeleri biz benimsiyoruz ve biraz önce Meral arkadaşımın söylediği gibi, hatta yeterli bulmuyoruz. İnsan hakları saygılı değil, insan haklarına dayalı olsun diyoruz, onun alanını demokratik çerçevede genişletmeye çalışıyoruz ama hiçbir şekilde hukuken anlaşılamayacak bir yorumla -ki biraz önce tartışıldı- "Bölünmez bütünlüğü esasında Anayasa'da düzenlenen idari yapısına aykırı tanımlar yapmak." Bu nasıl bir şeydir? Bu konuşmamak anlamına gelir, bu tartışmamak anlamına gelir, bu eleştirmemek anlamına gelir ve bu düzeltmemek anlamına gelir, temsil ettiğimiz toplumun yararına daha ileri ve daha çağdaş düzenlemeleri yapamamak anlamına gelir.

Başka bir şeyden de söz edeceğim: Bireye hakaret ettiğiniz zaman bireyin onur, şeref ve saygınlığının ihlal edilip edilmediğine bakarsınız. Cumhurbaşkanına hakarette -altını çiziyorum arkadaşlar- onun makamı değildir korunan; Cumhurbaşkanına hakarette, korunan, Cumhurbaşkanının şerefidir, saygınlığıdır, onurudur. Yani makamlar korunmazlar; korunan, bireydir, insandır. O zaman, Anayasa üzerinden bir hakaret olgusu yaratmak, onun üzerinden konuşmalarımızın temelini, konuşma özgürlüğümüzü, ifade özgürlüğümüzü -ki hem Anayasa güvence altına almıştır- ihlal etmek yasa koyucunun yapmaması gereken bir iştir.

Bakınız, 300'üncü madde ne der -demin söylediğim madde 125'tir- "Devletin egemenlik alametlerini aşağılama." Nedir onlar? Manevi değeri olan birimlerdir, örneğin bayraktır, örneğin İstiklal Marşı'dır; bunları aşağılayamazsınız. Bunlar insan değildir ama bunlar insan topluluğunun biri bağımsızlık simgesidir, diğeri de bağımsızlık simgesidir. Orada, insanın bağımsızlık mücadelesi için verdiği emeği aşağılamış olursunuz.

Devam ediyorum, 301'inci madde; Türk milletini, devleti, kurumlarını, Türkiye Büyük Millet Meclisini aşağılamak, sayılmıştır ayrı ayrı. Arasında Anayasa yok arkadaşlar çünkü anayasalar her zaman var olan mücadelelerin sonucunda yeniden şekillenebilen şeylerdir. Anayasalar korunur. Anayasa'yı ihlal ederseniz suçlu olursunuz, Anayasa sizin adınıza ihlal edilirse davacı olursunuz, dersiniz ki: "Ben, Anayasa'nın şu maddesi çiğnenerek mağdur edildim." Örneğin "Çalışma hakkım ortadan kaldırıldı." Nasıl kaldırıldı? "Sorgusuz sualsiz, yargısız kaldırıldı." Gider başvurursunuz hukuk mercilerine.

Şimdi, burada önemli bir çelişkiyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Ayrıca, izleyen 302'nci madde; devletin birliğini, ülke bütünlüğünü koruyan, devlet topraklarının tamamını koruyan madde, ki bu maddeler şiddet unsuruyla beslenirse, birleşirse hakaret suçuna ya da suça konu olabilirler. Her ikisinde de şöyle bir bent vardır -üçüncü fıkralarıdır- der ki: "Bütün bu konuşmalar eleştiri amacıyla yapılmışsa düşünce açıklamadır ve suç sayılmaz."

Şimdi, burada hiçbir kural koymuyoruz. Biraz önce arkadaşım ispat hakkından söz etti, Mahmut arkadaşımız eleştiri olup olmadığından, gerçek olup olmadığından söz etti. Böyle genelgeçer kavramlarla kendi önümüzü tıkamanın elimizdeki Türk Ceza Yasası'yla da yani suç olan eylemi tanımlayan temel maddemizle -bizim tarafımızdan yapılmış ya da bizler öncekiler tarafından- ki 2005'tir, burada mutlaka emeği geçmiş arkadaşlar vardır Türk Ceza Yasası'na, bunun ihlali anlamına gelmektedir.

Bir başka şeyi daha bilgilerinize sunmak istiyorum: Belki bütün bunların üzerinde söylememiz gereken şey 83'üncü maddedir. Bu İç Tüzük düzenlemesi gerçekten açıkça yasama sorumsuzluğunun artık ortadan kaldırılması anlamına gelir.

Bakın, arkadaşlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları var. Demin Almanya'dan örnek verildi, Fransa'dan örnek verildi. Almanya'da da, Fransa'da da Parlamentoda parlamenterlerin konuşmaları konusunda koruyucu düzenlemeler yapılmamışsa bunlar dava konusu olmuştur, bu sebeple ceza almış olan insanlarla ilgili sayısız kararlar verilmiştir. Hukukçuların durmadan sarıldıkları kararlar, özellikle politik kişilerin daha fazla eleştirilebileceği konusundaki kararlar hâlâ yürürlüktedir ve biz de elbette kıyasıya birbirimizi eleştirerek ama hakaret etmeden, ama onurumuzu kırmadan tartışma hakkına sahip olmalıyız.

Evet, idari cezalar da vardır, Parlamentoda da idari cezalar gündeme gelebilir ama idari cezalar ana cezaların yerine geçemez ve oradaki ceza... Örneğin, birkaç gün önce de konuşmamda ifade ettim, dedim ki: Bir terazi alalım elimize, bir tarafına Türkiye Büyük Millet Meclisinde vekil olarak görev yapma sorumluluğunu ve ağırlığını koyalım, öbür tarafına da söylediğimiz sözlerden ötürü vereceğimiz parayı koyalım, ne tarafı ağır basar? Ve benim için vekillik sıfatının çok daha ağır bastığını, maaşımızdan, maaşımızdan kesilecek paralardan daha ağır bastığını söyledim. Bundan daha üstün korunması gereken bir değer var mı? Nedir Türkiye Parlamentosundaki etik kuralların birincisi? Vekilin onurudur. Vekilin onurunu besleyen nedir? Parlamentonun onurudur. Parlamentonun onurunu besleyen nedir? Temsil ettiği yurttaşların onurudur. Bu kadar onurlu bir görevle karşı karşıyayken bu kadar özgürlükleri ortadan kaldırıcı düzenlemeler için tartışma durumunda kalışımızı ve bunu yaparken de birbirimizi anlamak, bir adım atmak, bir adım daha ilerlemek, önümüzü açmak... Gerçekten bir ihtiyaçtır İç Tüzük'ün yenilenmesi ama biraz daha çok konuşmak için ihtiyaçtır, biraz daha fazla ifade edebilmek için ihtiyaçtır.

Ben üzgünüm gerçekten. Burada sevgili arkadaşlarımız çok az söz aldılar, iktidar temsilcisi arkadaşlarımız çok az söz aldılar. Niye kabul ediyorlar ya da niye kabullerinin gerekçesini açıklamıyorlar da sadece değerli bulduğumuz genel başkanlara karşı herhangi bir eleştiri varsa o zaman konuşmak ihtiyacı hissediyorlar? Bu hepimizin işi arkadaşlar, hepimizin sorumluluğu ama hepimiz burada yurttaşlarımız adına bulunuyoruz, onların ağır yükünü, onların bize verdiği görevin hem onurlu hem ağır yükünü taşıyoruz. Bu noktada birbirimizi daha çok anlayan, daha çok geliştiren bir tutumla hareket etmek zorundayız. Hep düşündüm ilk günden bu yana hani bu tarihimizle ilgili. Örneğin, şunu söylersem ben hakaret etmiş mi olacağım: Osmanlı padişahlarının bir bölümü kendi kardeşlerini siyasi emelleri için öldürmüşlerdir. Bu hakaret mi sayılacak, bu karalama mı sayılacak? Gerçek, gerçeğin konuşulmasıyla aydınlanabilir arkadaşlar. Tarihimiz içinde övünecek çok şeyimiz var ama eleştirip ders alacağımız da çok şey var. Niye bunları konuşamayalım, elbette konuşalım. Konuşmadan doğruyu bulmak mümkün mü, anlaşmak mümkün mü? Susan insan hiçtir ama konuşan insanın bir değeri vardır. Bu konuşma hakkımızı birbirimizin elinden almayalım diye bir kez daha anımsatıyor, hepinize saygılar sunuyorum.