KOMİSYON KONUŞMASI

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Komisyonumuzun çok saygıdeğer üyeleri, tabii, öncelikle 7 Denizli milletvekilinin 4'ü bu Komisyonda olunca Denizli konusu biraz gündeme gelmiş gibi görünebilir. O konuda Nureddin Bey'in eleştirilerine de katılıyorum ama "Mevzubahis Denizli'yse gerisi teferruattır." diyerek biz bir konu üzerinde de uzlaşmasını bilen arkadaşlarız. O konuda da aradaki tatlı esprileri de veyahut aradaki o tatlı eleştirileri de anlayışınıza sığınıyorum.

Tabii, İstanbul Türkiye ihracatının yüzde 50'sini yapıyor, hatta daha fazlasını yapıyor ama "İstanbul bunu tek başına İstanbul sınırları içinde yapıyor." dersek Anadolu'nun coğrafyasına da haksızlık etmiş oluruz. Hakkâri'deki, Şırnak'taki, Artvin'deki, Konya'daki, Nevşehir'deki, Çorum'daki, Antep'teki, Maraş'taki, Denizli'deki, Burdur'daki veya birçok yerdeki üretime, daha doğrusu dağlarına, ovalarına, tarım arazilerine, fabrikalarına, zanaatkârlarına da haksızlık etmiş oluruz. O anlamda söylediniz diye söylemiyorum bunları en iyi bilenlerden birisiniz zaten sektörün içinden gelen birisi olarak. Ülkeyi bütünüyle, topyekûn değerlendirmek lazım. Yoksa deriz ki: İstanbul, Kocaeli, Bursa, Eskişehir, İzmir... Bazı illeri alırız, geri kalanları Türkiye'ye yük diye düşünmeye başlarız, o da yanlış olur. "Hakikaten bu Komisyon doğru, teknik bir Komisyon." dersek siyaseti bir kenara bırakmış oluruz. Siyaseti de konuşmamız lazım, siyasi eleştirilere de duyarlı ve tahammüllü olmamız lazım. Ama bizim Komisyon dönemimizde, Komisyondaki görevimiz döneminde de hakikaten şöyle bir özelliği vardı bu Komisyonun ki hâlâ var: İyi tartışır, iyi çalışır ve oy birliğiyle birçok kanun tasarısının da Meclise havale edilmesini burada gerçekleştirdik, oy birliğiyle yaptık. Bu da aslında siyasetin en güzel taraflarından bir tanesi. İttifakla, oybirliğiyle, mutabakatla bu işleri yapabilmek.

Serbest bölgelerle ilgili Bakanlığımızın bazı düzenlemeleri, artı, Türkiye İhracatçılar Meclisiyle ilgili bazı düzenlemeleri yapan bu Komisyonumuzun takdirine arz ettiğimiz bu tasarı -taslak aslında- böyle bir fırsatı da tekrar önümüze getiriyor. Biz Bakanlık olarak yaptığımız çalışmayı takdirlerinize arz edeceğiz, eleştirilerinizi dikkate alacağız. Bununla ilgili her türlü düzenlemede sonuna kadar açık olduğumuzu bilmenizi istiyorum. Tekrar eğer Komisyonumuz o konuda takdir ederlerse, takdir buyurursanız ve oy birliğiyle böyle bir şey olursa biz çok daha mutlu oluruz.

Şimdi, evet, olağanüstü durumlardan geçiyoruz. OHAL'den bahsetmiyorum arkadaşlar. Hakikaten, bakacak olursak, sadece Türkiye olağanüstü hâllerden geçmiyor, olağanüstü zamanlardan geçmiyor, tüm dünya olağanüstü hâllerden geçiyor. Ekonomik anlamda söylüyorum, siyasi anlamda söylüyorum. Bu son beş-altı yıllık, yani 2008 global krizinden sonra dünya her anlamda toparlanmakta zorlandı. Zorlandı değil, toparlanamadı. 2008 krizinden sonra baktığımız zaman, dünyada ilk defa... Bakın, ekonomi tarihine şöyle geriye doğru baktığımız zaman hep şöyledir: Dünyadaki ticaret hacmi büyüme hacminin yaklaşık olarak 2 kat üstünde olur. Ticaret hacmi yüzde 6-7 oranında dünyada artarken, dünyadaki ortalama büyüme de yüzde 3-3,5'lar seviyesinde olur. Yani ticaret hacminin dünyadaki büyümeyi yukarıya doğru asılması vardır. Bu da hep olumlu olarak algılanır ve büyümeyle ilgili, dünyadaki beklentilerle ilgili çok uygun bir iklimdir. İlk defa geçen sene, bu sene dünyadaki ticaret hacmi büyüme hacminin altına indi. Bu da şu işlemi yapıyor: Ticaret hacmi düşük olduğu için de büyümeyi de aşağıya doğru çekiyor ve şu anda yarı yarıya seviyesine geldi. Yani dünyadaki ticaret hacmi yüzde 1'ler seviyesinde artarken büyüme yüzde 2,5'lar, 3'ler seviyesinde ortalamayı zorlamaya çalışıyor, o da mümkün değil. Ticaret buna müsaade etmeyecek, daha fazla büyümeye müsaade etmeyecek. Dolayısıyla, dünyadaki ticaretin artması için dünya bugün çaba gösteriyor.

Evet, olağanüstü hâller yaşıyoruz, olağanüstü durumlar yaşıyoruz, zamanlar yaşıyoruz. Son bir buçuk yıl içinde çok farklı değişiklikler oldu. Dünyada, dünyanın iki rezerv para birimini alalım. Bunun içinde Japonya yeni, İsviçre frangı, Kanada doları gibi bazı paralar, para birimlerini kenara bırakalım. Dolar ve Euro arasındaki ilişkiye bakacak olursanız, arkadaşlar, hepinizin malumu, 1,45'lerden 1,05'lere geldik. Çapraz pariteden bahsediyorum, dolar-euro paritesinden bahsediyorum. Evet, Türk lirası da değer kaybetti, değer kaybetmeye devam ediyor. Son dönemlerdeki hassasiyetlerimizden dolayı da değer kaybetmeye daha hızlı bir şekilde devam ediyor.

Biraz önce Sayın Haluk Ayhan'ın söylediği şey son derece doğrudur. Ama o gün 15 Temmuz melaneti yaşanmamıştı bu ülkede. 2015 yılı Mayıs ayına kadar Türk lirası dolar karşısında, dolar endeksini oluşturan diğer 6 para birimi, yani bunun içinde İsviçre frangı, Japon yeni, Kanada doları, İngiliz sterlini gibi para birimlerinin ortalamasının dolar karşısında değer kaybettiğinden daha iyiydi. 2015 yılı Mayıs sonuna kadar. Mayıs sonu itibarıyla, mayıs sonuna doğru Türkiye'de haziran seçimlerinin anketleri, haziran seçimlerinin algılarıyla ilgili o dönem başladığı andan itibaren, biz, Türk lirası olarak, dolar endeksini oluşturan para birimlerinden ayrıştık, ayrışmaya başladık ve temmuz itibarıyla da Türkiye'de başlatılan bu milletin hakikaten endişe duyduğu, ülkemizin bir gözbebeği olan bir bölgede, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde maalesef siyaseten milletin verdiği oyları, Parlamentoda, siyasette demokratik kurallar çerçevesinde siyaset yapılma ümidiyle verdiği o beklentileri, bir anda, öz yönetim, başka bir şey veyahut da çukur veyahut da başka şeylere, terör dalgalarına bırakmasının da etkileri... Ardından, Hükûmetin kurulması, kurulmamasıyla ilgili diğer endişeler, 1 Kasım seçimlerinin devreye girmesi, 1 Kasım seçimleri arkası derken geldiğimiz noktada ve 15 Temmuz melanetiyle, evet, ayrıştık. Orada söylediğim hep şuydu: Türk lirasının yine dolar endeksini oluşturan para birimleriyle paralel hareket etmesi durumunda köpük vardır üzerinde sözümün arkasındayım, hâlâ o köpük artarak, evet, söylediğim zamandaki o orandan daha yüksektir ama Türk ekonomisine bakacak olursak eğer Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; 28 Avrupa Birliği üyesi ülkenin kamu borçlarına baktığımız zaman, 25'inden daha iyi bir ekonomiden bahsediyoruz. Bütçe açığına baktığımız zaman, Avrupa Birliğinin yine 25-26 ülkesinden daha iyi bir bütçe açığına sahip olan bir ülkeden bahsediyoruz. Cari açığa baktığımız zaman da yüzde 10'lar seviyesinden yüzde 4'ler seviyesine kadar gelmiş ve eğilim olarak da aşağıya doğru devam eden, her şeye rağmen aşağıya doğru devam eden bir ülkeden bahsediyoruz.

Bankalarımızın güçlülüğüne, sermaye yeterlilik oranlarına geldiğimiz zaman da, yine aynı oranlarla kendimizi, bakın, gelişmekte olan ülkelerle kıyaslamıyoruz, bilerek söylüyorum bunu, Avrupa Birliğiyle kıyaslıyoruz. Bankalarımızın sermaye yeterlilik oranına baktığımız zaman da yine yaklaşık olarak 24-25 ülkeden daha iyi konumdayız. Maastricht kriterlerine göre yaklaşık olarak da 2 katıyız. Yüzde 8 civarındaki kabul edilebilirliği yüzde 16 ortalamayla tutturuyoruz. Onun için ben hep şunu söyledim: Bugüne kadar da yaklaşık olarak, fiili olarak iki buçuk yıllık Bakanlığımız ama ilk Bakanlığa başlamamızdan bugüne kadar da üç yıllık sürede döviz kuruyla ilgili hiç rakam telaffuz etmedim ve hep şunu söyledim: Müdahale etmemek lazım, dokunmamak lazım, piyasa kendi kuralları içinde bunu dengeleyecektir. Çünkü bu alanda şöyle bir şey var -ben sizlere bu konuyu biraz böyle, hani sabrınızı da fazla zorlamak istemiyorum- oyun oynanmaya başladığı anda, yani spekülasyon dalgası başladığında, spekülatörlerin şöyle bir şeyi var: Son on beş yıllık Türk lirasının döviz karşısındaki hareketine bakacak olursak makul bir çizgi görürsünüz on beş yılı alırsanız. Son beşi alırsanız çok hareketli bir dalga görürsünüz ama on beş yılı aldığınızda. Ama son beş aylık bölümü... Onun için şunu isterler: O dalga boylarının yükseldiği alanlarda hem yukarı giderken hem aşağıya inerken vurmak isterler ve oyuna davet ederler.

Ben bu anlamda Merkez Bankamızın son yedi-sekiz aydan beri günlük satış ihaleleri düzenlememesini son derece akıllı buluyorum ve başarılı buluyorum.

Merkez Bankası niye ihale düzenler, niye bu oyuna girer? Girmemesini ve hatta bu dönemle ilgili, hani, kur... Evet, kur artışının enflasyona, kur artışının özel sektöre, kur artışının ekonomimize olumlu bir katkı vermediğini bilenlerdenim. Olumlu olmadığını kabul ediyorum. Öyle zaten. Kim ki bunun tersini söylüyorsa yanlış söylüyordur. Ama dövize müdahaleyi klasik yöntemlerle, Merkez Bankasının döviz satış yöntemiyle müdahale etmesi bu tuzağa düşmektir, oyuna girmektir, oyuna dâhil edilmektir. Yani büyük oyuncuların oyununa girmiş olursunuz, 1 milyar dolarlık, 3 milyar dolarlık, 5 milyar dolarlık spekülasyonlarla sizi de oyuna dâhil etmiş olurlar. Türkiye'nin böyle bir ihtiyacı yoktur. Kamu maliyesi, kamu dış borç yapısına baktığımız zaman da zerre miktarı böyle bir şeye ihtiyacımız ve endişemiz de yoktur. O anlamda bu geçici dönemdeki bu hareketlilik, yani dolar endeksini oluşturan para birimlerinin dışındaki hareketimizi anormal karşılıyorum ama dolar endeksinin bu dönemdeki hareketlerine iyi bakmak lazım. Yani diğer para birimleri, İngiliz sterlini, Japon yeni, İsviçre frangı, Kanada doları gibi para birimlerinden oluşturulan o sepetin de dolar karşısındaki hareketlerine de dikkat etmemiz lazım. Onun için burada endişe edecek...

Bakın arkadaşlar, 15 Temmuz melaneti yaşandığında, 15 Temmuz işgal girişimi yaşandığında, burada, bu kutsal Meclis çatısı altında, bu ihanete hiçbir parti ayrı olmaksızın, AK PARTİ'siyle, CHP'siyle, MHP'siyle aslanlar gibi bu milletin iradesi karşı durdu. O gece oradaydım ben. O gece bazı arkadaşlarımız da, burada şahit olan arkadaşlarımız da var. O geceyi Allah bir daha asla bu millete nasip etmesin. Şu kapıdan, Dikmen kapısından girerken yüzlerce kurşuna hedef oldum, şuradan. İçeri girdik, 30 metre, 50 metre yakınımızda da o ihanet bombalarını patlatırken bu millî irade burada ayaktaydı. Ama asıl büyük zaferlerden bir tanesi de o millî, ki onun adı ileride tarihte bir demokrasi, bu milletin bir demokrasi devrimi olarak tarihe geçecektir, demokrasi tarihine böyle işlenecektir.

Bu ülkenin ekonomisi dünyanın hiçbir ekonomisine tabi tutulmayan bir stres testinden geçti ve inanılmaz bir başarıyla geçti. Hiçbir şey olmadan geçti. Pazartesi günü 8.30'da Türk bankacılık sistemi tüm dünyayla entegre bir şekilde tüm fonksiyonlarını yerine getirir hâldeydi. Bize cumartesi günü, Pazar günü, hani, 16-17 Temmuz günleri şunu diyorlardı: Dolar 8 lira olacak, 10 lira olacak, faizler 25 olacak, 30 olacak. Böyle spekülasyonlar da vardı. Yani tesisat grubu 25 bar olan bir tesisatın 200 barla test edilmesi gibi bu ekonomi 200 barla test edildi ve pazartesi günü, salı günü, çarşamba günü, perşembe günü, yani mesai günlerinde pırıl pırıl çıktı. Onun için şimdiki bu hareketlenmelerle ilgili ekonomimizin böyle bir endişe içinde olmasını ben hakikaten ekonomimize, Türkiye ekonomisine haksızlık olarak görürüm. Evet, negatif anlamdaki gelişmeler ama endişe yaratacak, ekonomimiz kötüye gidiyor...

Evet, özel sektör yatırımlarında belki son üç-dört yılın en düşüğündeyiz. Bundan daha normal bir şey de olamaz arkadaşlar, yani inanılmaz şeyler geçirdik ve dünya, bölge coğrafyası inanılmaz şeyler geçiriyor. Bölge coğrafyasında haritalar yeniden çiziliyor. Çok farklı oyunlar oynanıyor. 15 Temmuz bir darbe girişimi değildi, bir işgal girişimiydi. 15 Temmuzda başarılı olunması hâlinde o ihanet girişimi şu andaki güneyimizde oynanan, Suriye ve Irak'ın bir bölümüyle beraber, koordineli bir şekilde, ülkenin bir parçası koparılma operasyonuydu ve bunlardan çıktık sağ salim. Asla bir daha böyle bir şey Türkiye'de gerçekleştirilmeyecektir ve şu anda Türkiye olarak, evet, bunu tartışabiliriz, siyaset olarak tartışmak hakkımızdır, eleştirmek de hakkımızdır. Bu ülkenin gerek sınır gerek millî menfaatlerini savunma konsepti artık bizim sınırlarımızda başlamaz. Tehdit ve menfaat neredeyse oradan başlaması gerekir ve şu anda Türkiye de bunu yapmaya çalışıyor.

O anlamda, ben, katkı ve eleştirilere sonuna kadar saygı duyuyorum ve bunlardan da yararlandığımızı, faydalandığımızı bilmenizi istiyorum. Dövizle ilgili, kurla ilgili görüş farklılıkları zaten insanın fıtratında vardır. Tek yumurta ikizlerinde bile farklılık yaşanırken, muhalefet ile iktidar arasındaki hakikaten bu şekilde bir tartışma ve eleştiri ortamını da son derece sağlıklı buluyorum.

Hükûmet içinde de farklı düşünmek son derece normaldir arkadaşlar. Farklı şeyler söyleyebiliriz tabii ki, farklı gözlerle bakabiliriz. Mesela ben bunu kamuoyuyla birçok defalar da paylaştım. Enflasyon ve enflasyonla mücadeleyle ilgili iki farklı ekolün de aynı Hükûmet içinde olması, iki farklı görüşün de aynı Hükûmet içinde olmasını ben sağlıksız bir durum olarak görmüyorum, sağlıklı bir durum olarak görüyorum. Enflasyonu tanımlarken Hükûmetteki bazı arkadaşlarımızla biz aramızda, onlar da bilir, biz de biliriz ki, farklı düşünüyoruz. "Farklı" derken, farklı şekilde. Bir: "Enflasyonu oluşturan sebep nedir?" Tek ağızdan hep beraber deriz ki: "Aşırı talep, talep yüksekliği, talep enflasyonu." Öyle deriz. Ama ben müsaadenizle tam tersini düşünüyorum. Enflasyonun ana sebebi arz düşüklüğüdür. Popülist bir yaklaşımla, "Enflasyonla mücadelede parasal disiplinle mücadele edelim ve faizleri yükseltelim, talebi daraltalım." derseniz, bu, örümcek ağı gibi, Türk ekonomisini içeriye doğru daraltmak demektir. Ama eğer farklı bakış açısıyla "Enflasyonun sebebi arz düşüklüğüdür, üretim düşüklüğüdür." diye bakarsak, o zaman, tam tersi, arzı artırmak, üretimi artırmakla ilgili parasal disiplin daraltma değil, paranın kolay ulaşılabilir, ucuz ulaşılabilir hâle getirilerek yatırımların ve üretimin artırılarak arzın artırılması, arzın talepten bir tık üstüne getirilerek enflasyonla mücadele yöntemi. Bunu ben son derece sağlıklı iki ayrı fikir olarak görüyorum. Bu anlamda da, yani, kurla ilgili, dövizle ilgili, faizle ilgili yaklaşımlarımızın da farklı olması. Ama sonuçta şudur ki: Bizim Hükûmetimizde -ki, bütün hükûmetlerde de öyledir- bu tartışmalar sağlıklı şekilde yapılır, alınan karar da o grubun ortak bir disiplin içinde topyekûn, bütün risklerini, sorumluluklarını da herkes... Yani şunu diyemem ben: "Ben o görüşe katılmamışım, o zaman sorumluluk bende değil." Değil, sorumluluk da bendedir, o grubun üyesiyim. Görüşlerimi sonuna kadar savundum.

Değerli milletvekilimiz birkaç kez bahsettiği için, yoksa cevap verme anlamında değil. Kendisi de hakikaten aramızda ağabey-kardeş seviyesinde diyalog olan bir ağabeyimizdir.

"Her gün manşet ve bir törendesin." derken bana haksızlık yapma ağabey, ne olur? İnanın, haftada her iki günü yurt dışında geçiriyorum, gece gündüz koşturuyoruz, gece saat 2'lere, 3'lere kadar Bakanlıkta, sabah saat 8'de yine Bakanlıkta olmaya çalışıyoruz. "Tören" dendiği zaman, hiç beceremediğim şeydir. Gidip bir yerlerde, hani, böyle bir, tamam, siyaset, bunlar gerekiyor zaten, Hükûmet için de gerekiyor, muhalefet için de gerekiyor. Ama bunu en az becerebilenlerden birini iki, üç defa dönüp dönüp de "Her gün açıklama yapıyorsun, her gün törenlerdesin, her gün bir şeydesin." dersen... Dikkat edeceğim bundan sonra, hiç çıkmamaya çalışacağım, törenlere de gitmemeye çalışacağım.

Şimdi, Türkiye hakikaten bu olumsuzluklara rağmen bir destan yazıyor. Dünya haritası yeniden çiziliyor. Bakın, dünden bugüne kadar, daha evvelsi gün, bundan üç ay önce TPP anlaşması imzalandı, "Trans Pacific Partnership" diye. Amerika'nın liderliğini yaptığı, Japonya'dan, Kore'den, Endonezya'dan, Malezya'dan, ta, Yeni Zelanda Avustralya'ya kadar 12 ülkenin içinde olduğu, dünyada yeni bir ekonomik haritanın çizildiği TPP anlaşması, büyük tartışmalar, büyük kavgalar, büyük ekonomik savaşlarla yapıldı. Evvelsi gün yeni seçilen Amerikan Başkanı dedi ki: "TPP'den çıkıyoruz." Dün söyledi işte.

TTIP'yle ilgili de, Avrupa Birliği ile Amerika'nın oluşturacağı o devasa diğer bloktan da ben artık olumlu bir gelecek beklemiyorum. Ama diğer taraftan dünya "TPP'den çıkıyoruz." dedi ama TTIP'le ilgili zaten imzalanmamıştı, bitmemişti, seçim kampanyası sırasında direkt zaten söylemiş olduğu söylemler vardı. Buna karşı, Avrupa Birliği de dedi ki: "Siz yoksanız biz de yokuz"a benzer açıklamalarla bir noktaya geldi. Bu arada, İngiltere Avrupa Birliğinden çıktı, Breksit'le ilgili. Dünyada farklı bloklar oluşuyor. Avrasya Gümrük Birliği, Kırgız İşbirliği Konseyi, Orta Afrika Birliği, Doğu Afrika Birliği, Batı Afrika Birliği, Asya Pasifik İşbirliği gibi dünyada inanılmaz bir dönüşüm ve hareketlenme var.

Türkiye olarak biz bu noktada takipçi değiliz. Yani "Dünyada ne oluyor, ne bitiyor, biz de arkasından koşturalım." değil. Dünyada ne oluyor, bitiyorsa, içinde olmaya çalışıyoruz, direkt.

1996 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği anlaşmasıyla ilgili tarihî bir noktaya geldik. Gelmiş olduğumuz bu tarihî noktada, bakın, Gümrük Birliği anlaşmamızla ilgili bizim hep beraber eleştirdiğimiz Gümrük Birliğini yapanlar, şunlar falan değil, Gümrük Birliğinin ana yapısından bahsediyorum çünkü sonuçta o gün yapan da bunu Türkiye Cumhuriyeti'nin onurlu bir hükûmetiydi. Eksikleri, hataları, bilmem nesi olabilir. Bugün de biz bu anlaşmanın tarafıyız. Anlaşmada şöyle bir şey vardı: "Türkiye karar alma mekanizmalarında yok." Bu birinci çekincemiz. Avrupa Birliği kendi içinde almış olduğu tüm kararlara... Egemen bir ülkenin asla böyle bir şeyi olamaz, olmaması gerekiyor ama o günkü şartlarda düşünmek lazım onu. O günün doğrusuydu, bugün de saygı göstermek lazım. Karar alma mekanizmasında yoksunuz.

İki: Avrupa Birliğinin üçüncü ülkelerle imzalamış olduğu bütün serbest ticaret anlaşması ve benzerlerine otomatik olarak tarafsınız. Buna şöyle bir örnek vereyim: Meksika, Cezayir veyahut da Güney Afrika, üç ülke Avrupa Birliğiyle serbest ticaret anlaşması var. Onlar Avrupa Birliğinden elde ettikleri tüm hakları Türkiye'den otomatik olarak elde ederken biz onlardan aynı hakkı elde edemiyoruz; yani, biz onların tüm ürünlerine kapımızı açarken, biz onlardan bu hakkı elde edemiyoruz. Egemenliğe aykırı bir şey bu. Artı, Gümrük Birliğinin kapsama alanı sadece sanayi ürünleri. 1995 yılında bu anlaşma imzalanırken, 1996'da yürürlüğe girerken de bunu karşılıklı olarak çekincelerle, tarım ürünleri, tarım ve gıda bunun dışında bırakılmış, hizmetler bunun dışında bırakılmış, kamu alımları bunun dışında bırakılmış ve biz, Türkiye olarak da, 1996, 1997, 1998, 1999, 2000, 2005, 2008, 2009... Defalarca Avrupa Birliğiyle bu konularda onların üzerine yürümüşüz. Demişiz ki: "Bu olmaz, şu, bu..." Avrupa Birliği dönüp bakmamış bile. "Benim önümde senin imzaladığın bir anlaşma var, mekanizmaları da tamamlanmış, onaylanmış, bu uygulamadadır. Diğer konuları görüşmüyorum seninle." demiş, görüşmemiş bile.

2015-2014 yılının Ocak ayında Sayın Başbakanımızla, şimdiki Cumhurbaşkanımızla, Brüksel'e yaptığımız ziyarette onlara şu uyarıda bulunduk açık ve net, bunu bizzat ben söyledim: "Bakın, Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyeliği Türkiye için, evet, vazgeçilmez, stratejik bir hedeftir." Avrupa Birliğine tam üyelik değil de Avrupa Birliği standartlarını tutturmak. O şartları tutturmak bizim için stratejik bir hedeftir. O şartları tutturduktan sonra tam üye olup olmamak bir detaydır, bir sonuçtur. Ama o güne varmadan önce bizim şu anda bilfiil içinde yaşadığımız, her türlü şartından etkilendiğimiz, negatif ve pozitif anlamda etkilendiğimiz bir Gümrük Birliği anlaşmamız var. Bu sürdürülebilir değildir. Bu, özellikle yakın gelecekte, TTIP, yani Amerika ile Avrupa Birliğinin imzalayacağı TTIP anlaşması yürürlüğe girdiğinde şöyle bir sonucu ortaya çıkaracaktır: Amerika imzaladığı bu TTIP anlaşmasından dolayı Avrupa'dan elde ettiği tüm hakları Türkiye'den de otomatik olarak elde edecek, Türkiye'nin Amerika'dan böyle bir hak elde etmesi söz konusu olmayacak. O gün geldiğinde bizim yapmış olduğumuz çalışmalarda bu bir nevi Amerikan ticari işgaline yol açacak. Bu cümleleri kullandık, bu kelimeleri kullandık. "Bu kabul edilebilir değildir. Öyle bir gün geldiğinde, Gümrük Birliği süreci, Gümrük Birliği anlaşması sürdürülebilir olmaktan çıkar, askıya alınır." Net söyledik bunları ve diğer ülkelerle ilgili de bu kabul edilebilir değildir. Cezayir, Güney Afrika, Meksika ve diğer ülkeler Türkiye'ye her türlü ürün satabilecek, "Aynı ürünü ben sana satayım.", "Yok, seni tanımıyorum." diyecek. Sömürge miyiz, müstemleke miyiz biz? Yani, böyle bir şeyi nasıl kabul edebilir Türkiye? Bu sebeplerden dolayı kesinlikle biz bu süreci sürdüremeyiz.

Ha, bu arada Gümrük Birliğini eleştirirken de şunu da unutmamak lazım: Değerli arkadaşlar, şu anda ihracatımızın yüzde 49'unu Avrupa Birliğine yapıyoruz, ithalatımızın yüzde 40 üzerindeki bir kısmını Avrupa Birliğinden yapıyoruz. Avrupa Birliği dış ticarette net fazla verdiğimiz bir bölge. 2016 ihracat trendine baktığımız zaman da ekim ayı sonu itibarıyla, yüzde 9'a yakın ihracatta net artış sağladığımız bir coğrafya. Bu konularda, hakikaten, yani biraz böyle vakitlerinizi de, sabrınızı da zorlayarak bazı konulara detaylı şekilde girme ihtiyacı hissediyorum çünkü her zaman böyle nitelikli şekilde, yani siyasetle bu bilgileri paylaşamıyoruz. Bunları paylaşalım ki en azından siyasi desteğimizi güçlendirmek anlamında da faydalı oluyor ve Avrupa Birliğiyle 2014 Ocak ayındaki bizim bu söylemimizden sonra derhâl süreç başladı. Arka arkaya toplantılarla çok olumlu bir döneme girdik. "Asla görüşmeyiz." denen Avrupa Birliğiyle 2015 yılının 12 Mayıs günü ortak bir deklarasyon yayınlandı. Bu resmî bir deklarasyondur. "Asla görüşmeyiz, tanımıyoruz bu konularda." diyen Avrupa Birliğiyle ortak deklarasyonumuz şuydu:

1) Türkiye'nin Gümrük Birliğinin karar süreçlerine, karar aşamalarına katılması,

2) Türkiye'nin Avrupa Birliğinin üçüncü ülkelerle imzalayacağı serbest ticaret anlaşması ve benzerlerine otomatik olarak taraf olması,

3) Türkiye'nin tarım ürünleri ve gıda ürünlerinin Gümrük Birliği kapsamına alınması, hizmetlerin, hizmet sektörünün Gümrük Birliği kapsamına alınması, kamu alımlarının da Gümrük Birliğinin kapsamına alınmasının resmî olarak, teknik olarak görüşmelerinin başlanması mutabakatını açıkladık.

Bu tarihî bir açıklamaydı ve o günden bugüne kadar da teknik anlamda görüşmelerimiz devam etti, resmî yetkilendirmeler şu anda devam ediyor. Etki değerlendirmelerimizi yaptık, etki değerlendirmelerimizle ilgili de çok pozitif sonuçlar ortaya çıktı. Şu anda bunu hiç kimseyle paylaşmadık, kamuoyuyla paylaşmadık, resmî anlamda bunu deklare etmedik çünkü iki taraf birlikte açıklayacağız, önümüzdeki bir-iki hafta içinde açıklayacağız bunu ama son derece pozitif sonuçları bize yansıyor ve 2017 Ocak ayında, önümüzdeki yılın ocak ayında da ilk resmî görüşme startını Türkiye'de vermek gibi bir konuda da uzlaştık şimdi en son bir-iki ay önceki yaptığımız görüşmelerde de. Yani Avrupa Birliğiyle bunu sağladığımızda, Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; varmış olacağımız nokta şu: Avrupa Birliğinin kendi içindeki ekonomik anlamdaki entegrasyonuna, ekonomik anlamda, çok büyük bir anlamda ful entegre bir noktaya doğru geleceğiz. Şu andaki, yaklaşık olarak 140-150 milyar dolarlık toplam dış ticaret hacmimiz Avrupa Birliğiyle, bu 250-300 milyar dolarlara doğru hızlı bir şekilde büyüme ve gitme kapasitesinin potansiyeli olacak Avrupa Birliğiyle.

Bu anlamda, bizim şu anda Türkiye olarak Avrupa Birliğiyle, diğer taraftan da tabii bunun hemen arkasındaki diğer söyleyeceğim konu da, ekleyeceğim konu da İngiltere'nin Avrupa Birliğinden ayrılması meselesi. Onunla ilgili de derhâl İngiltere'yle görüşmelerimizi yaptık. İngiliz Bakanla ortak bir deklarasyonla İngiltere Avrupa Birliğinden resmî olarak ayrıldığı gün, an Türkiye'yle İngiltere arasında biraz önce size bahsetmiş olduğum Avrupa Birliği kapsamındaki o Serbest Ticaret Anlaşması o gün devreye girmiş olacak. İki taraf teknik anlamda resmî görüşmelerine başladı şu anda Brexit başladığı gün, İngiltere ayrıldığı gün İngiltere Avrupa Birliğiyle hangi bağlarla bağlıysa Türkiye'yle de aynı bağlarla da otomatik olarak bağlanmış olacak ticari ve ekonomik anlamda. Burada şey için söylüyorum, has dairede sizlerle paylaşmak için söylüyorum, Brexit Türkiye'nin menfaatinedir. İngiltere'yle Türkiye Avrupa Birliği nezdinde aynı pozisyonda olacak, bu anlamda bunu söylüyorum.

Şimdi, TTIP olur veya olmaz yani Avrupa'yla Amerika'nın bu kapsamlı serbest ticaret anlaşması ama biz şu fırsatı Gümrük Birliğinin güncellenmesiyle yakalıyoruz: Avrupa Birliğinin üçüncü taraflarla imzalayacağı serbest ticaret anlaşması ve benzerlerine otomatik olarak Türkiye'nin taraf olma fırsatı ortaya çıkıyor. Bu tabii, hemen otomatik olarak böyle hazır, yüzde yüz garanti bir şey değil, karşı tarafın da buna "evet" demesi lazım yani Amerika'nın da Türkiye'nin buradaki bu imtiyazına "evet" demesi lazım.

Diğer taraftan, hangi gelişmeler var, bu konuda da ben Komisyonumuza bilgi arz etmek istiyorum: 2009 yılından itibaren donmuş olan, durdurulmuş olan, yürümeyen Türkiye'nin Körfez İşbirliği Konseyi Suudi Arabistan, Katar, Umman, Kuveyt gibi altı ülkenin oluşturduğu Avrupa Birliği benzeri bir ekonomik birlik var, Körfez İşbirliği Konseyi. Türkiye'nin de burayla bir serbest ticaret anlaşması görüşmeleri 2009 yılında donmuş. Yine, yaklaşık olarak bir buçuk ay önce Körfez İşbirliği Konseyi Dışişleri Bakanları Toplantısı'na Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanımızla, Mevlüt Bey'le beraber katıldık. Oraya vardığımızda gündemimiz buydu. Orada Dışişleri Bakanları Toplantısı'nda resmî olarak dışişleri bakanları kararına eklendi. Türkiye'yle serbest ticaret anlaşması görüşmelerinin derhâl başlatılması, mümkünse 2017 sonuna kadar sonuçlandırılmasıyla ilgili tavsiye kararı orada çıktı. Şimdi de çok güçlü bir şekilde, çok hızlı bir şekilde bu süreci devam ettiriyoruz.

Diğer taraftan, Türkiye'yle Rusya arasındaki süreçten biraz bahsetmek istiyorum: Bu 2015 Kasım uçak krizinden sonra malum, bildiğiniz, gerek turizm, gerek tarım ürünleri, diğer birçok alanda, ticari alanlarda olumsuzluklar yaşadığımız doğrudur ve bu son, 2016 Haziran, Temmuz döneminde başlayan süreçten sonra da olumlu gelişmeler vardır. Yeterli olumlu gelişmeler var mıdır? Hayır. Tarım ürünlerinde bir kısmında açılmıştır, bazılarında açılmamıştır. Oradaki Türk şirketleriyle ilgili, Türk şirketlerinin bazı çalışma imtiyazlarıyla ilgili bazı sıkıntıları da devam etmektedir. Süreci bizim açımızdan, bizim taraftan Türkiye olarak çok hızlı çalıştırıyoruz, Rusya tarafı bu anlamda bizim kadar hızlı değil ama şöyle söyleyeyim: Rusya Devlet Başkanının, daha doğrusu, siyasi iradenin 2015 Kasım öncesi döneme çok hızlı bir şekilde dönülmesiyle ilgili ortak bir kararı vardır. Biz de Türkiye Cumhuriyeti olarak Rusya'nın attığı pozitif adıma biz de bir pozitif adımla karşılık veriyoruz, Rusya'nın negatif adımda durduğu noktalarda biz de negatif adımda duruyoruz ve onlar atmadan da pozitif anlamda bir adım atmıyoruz. İstediğimiz noktaya gelmediği zaman da negatif adım atma potansiyelimizi de geliştiriyoruz. "Atıyoruz." demiyorum, gayet iyi bilirsiniz, ithalatla ilgili bazı tedbirlerimizi alabilme noktasında hazırlıklarımızı yapıyoruz, gerektiğinde bazı adımları atmakla ilgili hazır olduğumuzu da belirtiyoruz ama bunu söylerken olumsuz anlamda söylemiyorum, olumlu anlamda söylüyorum. Karşı tarafın olumlu adım atmasını cesaretlendirmek anlamında bunları kullanıyoruz.

Şimdi asıl önemi olan kısım da: Rusya'yla bizim serbest ticaret anlaşması, hizmetler ve yatırımlar anlamındaki serbest ticaret anlaşmasına da çok hızlı devam ediyoruz. Rusya'yla bu kapsamda bir serbest ticaret anlaşması imzalayacağız, bunun arkası şu: Arkasından hemen Rusya'nın liderliğini yaptığı Avrasya Gümrük Birliği üyesi ülkelerle de bu kapsamda otomatik olarak ardından bu süreci hızlı bir şekilde başlatacağız.

Irak bir zamanlar bizim ihracatımızda 2'nci büyük ihracat kapımızdı. Şu anda 5'inci ihracat kapımız, 5'inci ihracat yaptığımız büyüklükteki ülke. Bu coğrafyadaki yani Irak ve Suriye coğrafyasındaki olumsuz gelişmelerden dolayı Türkiye'yi suçlamak, Türkiye'den bunu sorumlu tutmak biraz haksızlık olur, hatta fazlasıyla haksızlık olur. Bu coğrafyada global bir oyun dönüyor şu anda. Yani "Türkiye'den dolayı burası böyle oldu, Türkiye'den dolayı burada böyle bir şey yaşanıyor." demek bu biraz tam resmi, ana resmi okuyamamak olur. Türkiye istemez tabii ki, Türkiye Irak'la olan ticaret hacmini yine en büyük 2'nci ihracat pazarımız olsun, 20 milyar, 30 milyar dolar seviyesine bir an önce çıkaralım. Suriye'yle hakikaten bir zamanlar çok inanılmaz bir pozitif noktaya gelmişti. Artık, sınırların kalktığı, ortak şehirlerin ticaret yaptığı bir noktadaki olan bir ülkenin bu noktaya gelmiş olması da hakikaten çok dramatik bir şeydir. Böyle olmasını istemedik biz Suriye'nin hiçbir zaman için ama maalesef engellenemez bir şekilde oraya doğru... Yani geçen gün bir Amerikan şu andaki ulusal güvenlik danışmanı olan birinin yazdığı bir yazı vardı, "Oradaki yarattığımız dengesizlikten dolayı DAEŞ diye sapkın bir örgütün çıkmasını sağladık." diye kendi itirafları var. Maalesef bu noktaya geldik. Ama Suriye'nin toprak bütünlüğü, Suriye'nin ticari anlamdaki potansiyeli dünyadaki hiçbir ülkeye Türkiye'ye anlam teşkil ettiği kadar anlam teşkil edemez. Ne pahasına olursa olsun Suriye'de istikrarın ve barışın gelmesini mutlaka istiyoruz çünkü ticari menfaatlerimizi -Ekonomi Bakanıyım ben sonuçta, Dışişleri Bakanı değilim- ekonomik anlamda ekonomik menfaatlerimize baktığımız zaman, bu gözle baktığımız zaman büyük bir ekonomik kayıptır Suriye, büyük bir ekonomik kayıptır bizim için Irak. Şimdi, yeniden ihracat desteklerimizle ilgili gerek Irak gerek Körfez bölgeleriyle ilgili çok farklı desteklerimiz var şu anda.

Yani, bir de İran'dan bahsetmek istiyorum Değerli Başkanım, değerli arkadaşlar; 2015 yılı 1 Ocak tarihi itibarıyla İran'la 265 ürünü kapsayan Tercihli Ticaret Anlaşması'nı yürürlüğe koyduk. Bu serbest ticaret anlaşmasının sınırlı hâli. "2015 1 Ocak tarihindeki yürürlüğe koyduğumuz bu Tercihli Ticaret Anlaşması'nı yaptık da ne oldu?" diyebiliriz. Arz edeyim: 2016 yılı ihracatta -ki dünya bu hâldeyken- Türkiye ihracatta 2015'e göre miktar bazında artıyoruz ama rakam bazında hemen hemen sıfırla kapatırsak iyi bir başarı olur 2015 rakamını tutturursak yani 143, 144 milyar dolarlık rakamı tutturursak bu sene de başarılı bir ama dünyadaki rakamlar... Sayın Başkanım, hani böyle burada mazeret bulmak veyahut da "Dünya çok kötüyken biz daha az kötüyüz." söylemi bana yakışan bir söylem değildir. Dünya çok kötüdür ama biz çok iyi olabiliriz. Nasıl olabilirdik? Evet, İran başarılı bir örnektir. İran'la ticaretimizde tercihli ticaret kapsamındaki ürün listesinden bahsediyorum. Yaklaşık olarak ortalama her iki taraf da birbirine ticaretini yani biz ihracatımızı İran'la yüzde 35 oranında artırdık, 2016'dan bahsediyorum. Bu başarılı bir örnektir, tercihli ticaret...

Şimdi, arkadaşlarımız yoğun bir şekilde, İran heyeti, evet, pazartesi günü burada olacak, bitirene kadar gitmeyecekler. Dün kendisiyle, İranlı Bakanla görüştük, o 265 ürünü 400'e çıkarıyoruz. 400 adet üründe bu tercihli ticaret anlaşmasının kapsamını genişletiyoruz. Dolayısıyla, bu İran tarzı bir süreci Körfezdeki taraflarla da yoğun bir şekilde sürdürüyoruz.

Pakistan'daydık geçen gün. Pakistan'la serbest ticaret anlaşmalarımızı 2017'nin Ocak sonuna kadar bitirmeyi hedefliyoruz. Birçok ülkeyle eğer soru olursa...

Şimdi, değerli arkadaşlar, serbest bölgelerle ilgili, bu hızlı kamulaştırmayla ilgili, kamunun hiçbir... Yani, şöyle söyleyeyim: Hızlı kamulaştırmayla ilgili "Bakanlar Kurulu kararı" dediğimiz zaman burada zaten imzalayanların içinde Millî Savunma Bakanı, Çevre ve Şehircilik Bakanı, Orman ve Su İşleri Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanı gibi o alanlarla ilgili en üst hassasiyetin irade mekanizması olan kurumlar var.

Bir: Zaten "kamulaştırma" derken, normal özel vatandaş ve kişilerin mülkleri üzerinde kamulaştırmadan bahsediyoruz. Hazine Hazinenin malını, yani devlet devletin malını kamulaştırmaz, tahsis alır. Zaten Türk Silahlı Kuvvetlerine ait olan bütün alanlar da Hazine tarafından tahsis edilmiştir. O tahsisle ilgili değişiklik istediğiniz zaman otomatik olarak o tahsisin yapılmış olduğu kurum -ki hiçbir serbest bölgemizin askerî bölgelerle hiçbir alakası da yoktur- uzaktan yakından teması da yoktur, onu da bilmenizi istiyorum ama kaldı ki olsa dahi öyle bir şey talep edildiğinde tahsis edilmiş olan kurumun uygun görüşüyle Millî Emlak yani Hazinenin tahsisi ondan alıp Ekonomi Bakanlığına veya serbest bölgeye tahsis etmesi, değiştirmesi lazım. Hazine mülkiyeti gene yani kamulaştırma olmaz. Tahsis değişikliği olur, mülkiyet gene Hazinededir. Kaldı ki şunu arz edeyim tekrar: Biz bu Serbest Bölge Kanunu'yla yani sizlerin oluruyla bu hızlı kamulaştırmayla ilgili, özel şirket bunu kamulaştırsa dahi ki yüzde 100 kendi parasıyla kamulaştıracak, bu Hazine mülkiyetine yani devlet mülkiyetine geçiyor, onun mülkiyetine Geçmiyor, kullanım hakkı onun. Kamulaştırdığı zaman bu kamulaştırmayı Hazine adına yapıyor. Yani falanca yerde diyelim ki Antalya Serbest Bölge, Mersin Serbest Bölge veyahut da İzmir'deki ESBAŞ Serbest Bölge yan taraftaki bir alanla ilgili karar alındı, Bakanlar Kurulu serbest bölgenin alanını genişletti. Genişlettiği alanın içinde özel sektöre ait yer var, daha doğrusu, vatandaşa ait yer var. Bunu kamulaştırdığı zaman bu oradaki işletici serbest bölge şirketinin mülkiyetine geçmiyor, bu Hazinenin mülkiyetine geçiyor. Bu anlamda hani böyle bir şey olmasın.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) - Münhasıran acil bir talep var mı şu an ihtiyaca binaen?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Var tabii, bazı yerlerde var.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) - Yani buradaki şey o.

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Yani buradaki endişelerinizi anlayışla karşılıyorum ama böyle bir bilgiyle böyle bir şey yok yani "Birilerine bir şey gidiyor." filan böyle bir şey yok. Serbest bölgenin mantığına aykırı zaten bu. Yani vatandaşa mülkiyet vermiş olmak, böyle bir şey yok. Yani serbest bölge özel, buradaki kuruluş şekillerinden, yöntemlerinden bahsedeyim: Birinci model, kamu arazisi üzerindeki kamu tarafından altyapısı yapılan, işletilen işletici. Bu ilk kurulanlardı. Mersin'de ve Antalya'da böyle olmuş 1985 yılında. Kamu arazisi üzerinde özel sektör tarafından altyapısı yapılan ve işletilen bölge kurucu ve işletici, burada da... Ama şu sizi yani buradaki endişeyi giderici anlamda bunu söylüyorum: Özel arazi üzerinde özel sektör tarafından altyapısı yapılan, işletilen bu alandaki o mülkiyet alanı da devlete geçmiş oluyor. Yani bu serbest bölge kurulduğu anda, Bakanlar Kurulu kararı çıktığı anda buradaki mülkiyet özel şahsa ait değil artık. Bu da yani ikinci modelde Ege, İstanbul, Trabzon, Adana Yumurtalık, Samsun, Rize, Kocaeli TÜBİTAK MAM, İstanbul Trakya, İstanbul Endüstri ve Ticaret, İzmir'de ayrı bir tane, Kayseri, Gaziantep, Denizli ve Bursa. En son kurulan Denizli ve Bursa özel mülkiyet üzerindeki alan ve arazilerden bahsediyorum. Bu endişelerinizi, hassasiyetinizi anlayışla karşılıyorum ama vakıa burada bu.

Yurt dışında serbest bölge kurulumuyla ilgili de Bakanlar Kurulu kararıyla olacak bu da yani siyasi iradenin kararıyla olacak olan bir şey. Münhasır bir örnekten bahsedeyim, çünkü bu amaçla bunu biz şey yapıyoruz. Afrika'nın, Doğu Afrika'nın giriş kapısı Cibuti. Küçük bir ülke, 1 milyon nüfuslu ama bir doğal liman anlamında çok önemli stratejik bir yapı olan Cibuti. Ve birçok ülkenin de Kızıldeniz'le bağlantısını sağladığı bir ülke. Etiyopya gibi Afrika'nın en büyük ekonomilerinden bir tanesi, 120 milyon nüfuslu Afrika'nın en hızlı büyüyen, yaklaşık ortalama yüzde 8 civarında büyüyen, sanayileşen bir dev hâline gelmek üzere de hızlı ilerleyen bir ülkenin de çıkış kapısı. Yukarıdan Güney Sudan'ın çıkış kapısı, birkaç ülkenin de çıkış kapısı olan bir ülke. Bu ülkede, Cibuti'de 5 tane ülke askerî üs kurulmuş hava ve deniz üssü. Japonlardan, İtalyanlardan, Amerikalılara kadar biz Türkiye olarak farklı bir yaklaşımla oraya gittik. Bakanlığımızın ilk 2014 yılında gittiğimizde gördük ki Afrika'ya hitap edebilmek için lojistik anlamda bir üs, Türkiye olarak biz oraya gittiğimizde orada askerî üs kuran 5 ülkenin dışında ilk defa ticari bir üs kuracağız diye başvuran veya onlarla bu anlamda diyalog kuran bir ülkeyiz, o ülke de buna son derece heyecanla yaklaştı ve 5 bin dönüm, direkt deniz kenarında, limanın yanı, yani Doğu Afrika'nın giriş limanı olan bir limanın hemen dibinde 5 bin dönümlük bir araziyi Türkiye'ye tahsis ettiler. Tüm prosedürleri bitti. Biz de burada serbest bölge kurulmasıyla ilgili daha doğrusu Türk ticaret merkezi kurulmasıyla ilgili de bir çalışma yaptık, teknik anlamda bir çalışma yaptık. Büyük bir oranda bunu özel sektör eliyle yapacağız. Özel sektörün dinamik kuruluşları TOBB ve TİM eliyle yapacağız ama buraya ilk başlarken bir cesaret başlangıcı için de, daha doğrusu, bunun bir kere kontrol... Oraya bir Türk Bayrağı asacağız. Başkalarının askerî üslerindeki üs özelliği gibi bir Türkiye, bütün şartlarını bizim belirlediğimiz, çalışma şartlarını, standartlarını, vergisini, şeyini tamamen serbest, Türkiye, 5 bin dönümlük bir alanda Türkiye kuracağız. Bunun için de ülkemizin ve milletimizin menfaatlerini gözeterek Bakanlar Kurulu bu anlamda bir yetki, bu hani yurt dışında serbest bölge, tek bir örneği var, o da burada kuracağımız ve şu anda Türkiye olarak da biz o coğrafyadaki en büyük demir yolu inşaatını finanse eden ülkeyiz. Somali'yi Cibuti'ye bağlayan demir yolu şu anda bitti. Finansal anlamda derken Eximbank olarak finanse ediyoruz bunu ve orada da büyük bir ekonomik dönüşüm var, o ekonomik dönüşümün de kaptanlarından biri olmak istiyoruz.

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - Oradaki şirketleri sordum Sayın Bakanım, nasıl belirlenecek, kim olacak? Teşvik, amacı, destek...

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Teşvik yok orada, teşvik vermeyeceğiz de... Orada kim olacak? "Gitmesini istediğimiz" derken de şöyle anlaşılmasın çünkü bu konularla ilgili son derece bu bizim Proje Bazlı Yatırım Teşvik Sistemi'miz var hakikaten dünyanın en iddialı teşvik sistemi diye bunu ben söylüyorum, orada bazı arkadaşlarımız "Bunu işte falancalara vereceksiniz de, şunlara vermeyeceksiniz." dediği zaman inanın çok üzülüyorum. Orada mesela istediğimiz şu: Afrika'da üretilmeyen, Afrika'da büyük bir rekabet potansiyelimizin olduğu beyaz eşya... Beyaz eşyanın taşıması sorun. Beyaz eşyanın demonte hâlde gitmesi de çok kolay yani örnek olarak, yanlış yere gitmesin, bir buzdolabı düşünün, 1 buzdolabının hacmine demonte hâle getirdiğiniz zaman 4 buzdolabı sığdırabiliyorsunuz. Oraya götürdüğünüz zaman çok kolay bir şekilde de monte edebiliyorsunuz onu. Bütün beyaz eşya grubu, mobilya grubu monte-domonte, gıda grubu o coğrafyada soğuk hava depolarıyla bilmem nesiyle yani orada gidip de belirlenen geniş kapsamlı bir konsept, bu konseptin içinde aktörler, gruplar hâlinde bu beyaz eşya, elektrik grubu, ondan sonra mobilya grubu gibi, gıda grubu gibi belki başka ürünlerin lojistik depoları gibi alanlarda belirlenmiş olan yerde bu seçmeyi de başvuranlar, tabii ki bedava olmayacak orada şeyler, yani oraya gidip de biz serbest bölge kuralım derken "Binasını biz kuralım, gelin size..." o anlamda değil, bunun ticari bir işletmesi de olacak. Yani bu biraz önce saydığım kuruluşların ortaklıklar hâlinde olduğu, bizim devlet olarak kontrol ve yönetimde bir süreliğine -o da bir süreliğine- sonra tamamen sadece o bayrağın orada onurlu bir şekilde dalgalanmasını sağlayacak bir noktaya kadar çekilmek, pasif hâle gelmek sonra oradaki o ticaret noktasının da çok güçlü bir hâle gelmesini yani orada A şirket, B şirket bilmem ne, yok böyle bir şey, sadece ana çerçevedeki bilgiler bunlar.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) - Burada yalnız teşvik şey yapmışsınız Sayın Bakanım, Bakanlar Kuruluna yetki veriyorsunuz.

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - Yani teşvik var.

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Gerekli hâlde bazı şeyleri kurmak, yapmak. Yoksa, oraya taşımayla, teşvik ederek bir besleme taşımak istemiyoruz. Ticari anlamda kendi kendine dönmeyen bir şey zaten sürdürülebilir değil o. Türkiye olarak orayı teşvik edeceğim, gideceğim oradaki insanların yaşaması için taşıma suyla değirmen döndürür gibi onlara bir kaynak değil, ilk kuruluş anlamında, kurulurken "Hadi, git" cesaretlendirmek anlamında gerekli olması hâlinde, bu da Bakanlar Kurulu kararı.

Burada TİM ve TOBB meslek odalarının ilişkilerini düzenleyen bir kanun, teknik bir talep yok burada. Yani bizim buradaki tekliflerimizin içinde gerek TİM gerekse TOBB'un ilişkileri, kendi aralarındaki çelişki veyahut da bir çekişme yaratan veya onun bir şeyini yaratan bir durum burada...

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - "Yaratır mı?" diye soruyoruz.

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Yok, düzenlemelerimizde öyle bir şey yok. Maddelerine geldiğinde isterseniz tekrar gözden geçiririz ama takdirlerinize yani "Orada böyle bir şey var." derseniz orayı tekrar hep beraber bir istişare ederiz.

İhracatçıya gelen bir yük, yani orada bir arkadaşımızın söylediği TİM'i yeniden kuruyoruz, kurduğumuz bu TİM'le ihracatçıya yük getiriyoruz... Zinhar. Milyonda 1 oranda bile dahi ihracatçıya gelen ek bir yük yoktur. O konudaki hassasiyetinize zaten sonuna kadar katılıyorum.

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - Bürokratik?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Yok, rahatlatan bir şey var, daha özerk bir yapıya doğru götürüyoruz yani TİM'i daha rahatlatan bir noktaya götürüyoruz, bürokrasiyi azaltan bir yapıya götürüyoruz, Bakanlıktan biraz daha böyle şey yapıyoruz yani daha doğrusu TİM'i biraz daha TOBB'un hukuki olarak devletle olan ilişkileri noktasına götürüyoruz, yani dışarı atıyoruz onu.

Büyümeyle ilgili arkadaşlarımızın eleştirileri... 2008 krizinden sonra 27 çeyrekten bu yana ortalama olarak yüzde 5 büyüyen bir ülkeyiz. 2015 yılında yüzde 4, 2016'da da Orta Vadeli Program'da yüzde 3,2'lik bir büyüme hedefimiz var. Muhtemelen yüzde 3,3 olur, 3,2 olur, 3,4 olur, 3,1 olur, bu aralarda bir yerde bir büyüme... Bu istenen bir büyüme mi? Zinhar, asla. Değerli arkadaşlar, yüzde 5'in altındaki bir büyüme yani yüzde 5-6,5 aralığında olmayan bir büyüme Türkiye'nin yerinde saymasıdır. Neden? İşsizlik rakamlarıyla ilgili eleştiriler de doğrudur, yüzde 11,3 işsizlik rakamımız vardır şu anda. Türkiye olarak kabuk değiştiren bir ülkeyiz. Kabuk değiştirmemiz de şu: İş gücüne katılım oranında yüzde 44'ten yüzde 52,5'a geldik. Yüzde 52,5'ta kalacak mı? Hayır. Eğer biz 15 bin dolarlık millî gelir seviyesine gelirsek iş gücüne katılım oranı yüzde 62, 63'ler seviyelerine doğru çıkacak veya 10 puan daha artacak. Türkiye'de yaşayıp da "Bugün ben iş gücüyüm, çalışmak istiyorum." demeyen toplam nüfusumuzun yüzde 10'u çalışabilir 15 yaş üstü, çalışabilir iş gücü oranımızın yüzde 10'u daha ilave edilecek net doğum oranı hariç, onu dışarıda bırakarak söylüyorum. 25 bin dolarlık millî gelir seviyesi dediğimiz zaman bu yüzde 70'lerin üzerine çıkacak. Dünyadaki ülkelere baktığınız zaman söylüyorum bunu. Bizim işsizlik oranımız artmasın diyorsak, yani normalde matematik olarak baktığınız zaman biz yüzde 2, 2,5, 3 büyüsek bile net doğum oranımıza baktığımız zaman işsizlik rakamlarımızın düşmesi lazım. Düşmüyor, düşmez. Bizim her sene 1 milyon vatandaşımıza iş bulmamız lazım. Onun için de yüzde 5,5-6,5 aralığında büyümemiz lazım. Bu büyümeyi tuttururken, bu büyüme rakamına giderken de açmazlarımız var. Bu açmazlarla ilgili de bu sene tabii ki yani 2016 yılını, 2015 yılındaki, 2015 yılında kendi içimizdeki bazı yani bunu seçimlerde çıkan sonuçların millî iradenin ekonomiye zararı olarak algılanmamasını özellikle istirham ediyorum ama siyasi istikrarla ilgili tereddütlerin oluşması, bölgemizdeki geçen seneki Türkiye'deki terör dalgası, Hazirandan sonra başlayan terör dalgası, bunların Türkiye'ye getirdiği etkileri de yüzde 4 bir büyüme. Bu sene çok farklı şeyler yaşıyoruz tabii ki: Yüzde 3,2 büyüme. Ama biz yüzde 5 üzerinde büyümeyi hedeflediğimizde, bunu gerçekleştirdiğimiz zaman Türkiye'yle ilgili hemen şu söylenir: "Türkiye'de yeterli tasarruf oranları olmadığından dolayı Türkiye'nin büyümesini destekleyecek finansal kaynak ve imkânları kendi iç millî değerleriyle üretemediğinden dolayı dışarıdan borçlanmaya gittiği için tehlikeli cari açık..." çanlarını çalar hemen birileri. "Onun için de bizim fazla büyümememiz lazım." sonucunu çıkarız biz sonuçta. "Çünkü biz fazla büyüyünce kendimize zarar veriyoruz, ateşimiz çıkıyor, cari açığımız artıyor, cari açık sürdürülemez hâle geliyor, tehlikeli cari açık faizlerin yükselmesi, dış borcun sürdürülemez hâle gelmesi..." gibi arkasından çıkan semptomlarla Türkiye bu noktaya geliyor. Türkiye için bir kader midir bu? Hayır. Türkiye tasarruf oranlarını artırabilir. Tasarruf oranlarının artırılmasıyla ilgili teknik bir tartışmaya girmek istemiyorum ama bu Türkiye'nin bir gerçeği. Kayıt dışı ekonominin rivayeten yüzde 35 olduğu söylenen bir ülkede tasarruf oranlarını siz tespit ederken kayıt dışı ekonomiyi tam olarak kayıt dışı tasarruf oranlarını da ölçememe gibi bir sıkıntı yaşarsınız. Onun için burada tasarrufla ilgili sağlıklı rakamlarımızın olduğu konusunda o kadar iddialı değilim ben. Yani bizim bazı istatistik kurumlarımızın söylediği o anlamdaki rakamların tam sağlamlığı konusunda, sağlıklılığı konusunda ben onlar kadar iddialı değilim ama...

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) - Biz söylesek kızarsınız Sayın Bakanım ama.

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Söyleyeceğinizi bildiğim için ben önden söylüyorum, ben peşinen söylüyorum.

TACETTİN BAYIR (İzmir) - Evdeki kasadaki altın ve dolarlar değil mi?

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Şimdi, buradaki asıl Türkiye olarak bizim hani biraz önceki enflasyon tartışmasındaki farklı görüş gibi Türkiye için cari açığın Türkiye'ye Demokles'in kılıcı gibi tehdit algılanması kader değil, bu kaderi değiştirebiliriz, biz bunu yaptık. Rahmetli Özal'la başlayan o süreçte Türkiye evet, yeterli tasarruf oranları desteklemediği için büyümeyi büyüyemiyor, e, çaresiz miyiz? Hayır. Çaremiz şu: İhracata dayalı büyüme. Değerlendiremediğimiz imkân, kaynaklarımızı yer altı yer üstü zenginliklerimizi, insan zenginliklerimizi değerlendirerek ihracatımızdaki başlattığımız seferberliklerle ihracatımızı artırarak, başkalarına faiz ve hesap vermediğimiz millî kaynağımızı yaratabiliriz. Bu yöntemdir.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, bir taraftan da Genel Kurulumuz açılacak.

Toparlayabilirseniz.

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Son birkaç cümleyle şöyle toparlayayım: Yani ihracata dayalı büyümeyle biz böyle bir yöntemi gerçekleştirebiliriz, bunun için en önemli alanlarımızdan bir tanesi yeni ihracat desteklerimiz ki burada, isterseniz, sizin takdirinizle sonra da bilgi verebilirim. Ama önemli enstrümanlarımızdan bir tanesi de bizim serbest bölgelerimiz.

Sayın Başkanım, değerli üyeler; serbest bölgelerin kuruluşuna 1985 dersek yaklaşık olarak, o günden bugüne kadar serbest bölgeler Türk ekonomisine 40 milyar dolar civarında bir nakit net kâr sağladı. Az para değildir. Toplam dış ticaret hacmi 300 milyar doların üzerinde ama net kâr anlamında söylüyorum. Onun için, serbest bölgeleri dünya çok hızlı değerlendirdi, çok güçlü değerlendiriyor. Bizim de önemli enstrümanlarımızdan bir tanesi de serbest bölgeler. Bunun için de ben takdir ve desteklerinizi özellikle istirham ediyorum.

Sorularla ilgili, askerî alanlar, deniz alanları... AB'yle ilişkilerde donma noktası... Değil, tavrımızı net hâle getirmek zorundayız biz. Niyetini tam söyle kardeşim artık. Yaklaşık olarak benimle yaşıt bir yıldan beri biz orada bekliyoruz. Yaklaşık olarak otuz yıla yakın bir süreden beri de tam üyelik görüşmeleri yapılıyor. Bu arada, 8'den 12'ye, 12'den 28'e gelmişsin, bizimle ilgili noktaya gelince hiç kimseye mazeret olmayan her şeyi mazeret olarak ortaya koyuyorsun. Türkiye 15 Temmuz gibi bir melanet yaşarken üç gün sonra, dört gün sonra, bir hafta sonra, on beş gün sonra sesin "ık mık, ama, fakat, ancak, lakin" diye çıkıyor. Ben de istemem bu ülkede olağanüstü hâl. Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanı olarak söylüyorum, olağanüstü hâli ben istemiyorum kardeşim. Türkiye'de her şeyin normal olmasını ben de istiyorum.

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - Kaldıralım Sayın Bakanım.

TACETTİN BAYIR (İzmir) - Destek verin bize, kaldıralım Bakanım.

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Kaldıralım, hadi. Eğer Türkiye buna evet her şeyi halletti, terörle mücadelesini, bu ihanetle mücadeleyi bitirdi... Ben sürmesini istemiyorum, açıkça söylüyorum. Bu ikinci uzatmadan sonra uzatılmasını istemiyorum. Ama Türkiye'nin var olma, yok olma mücadelesi verdiği 15 Temmuzun arkasında yoksun. Şu anda göstermiş oldukları hassasiyetlerle ilgili yani gerek basın özgürlüğü gerek insan hakları gerekse diğer alanlarla ilgili gösterdikleri hassasiyetlerle ilgili, eğer hassasiyetlerinde samimi iseler bunlar, 16 Temmuz sabahı Avrupa'dan milyonlarca insan Türkiye'ye doğru, Türkiye'ye destek vermek için yürüyüşe geçmiş olmalıydı, yürüyüşe geçmiş olmalıydı bunlar. Şimdi kalkmış, ondan sonra, diyorsun ki Türkiye'yle ilgili...

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Ellerini ovuşturarak bekliyorlardı.

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Tamam, ben biliyorum, Türkiye'yle ilgili, şu andaki benim yaşadığım ortamdaki uygulamalarımın normal olmadığını biliyorum, olağanüstü olduğunu biliyorum. Hangi ülke, hangi egemen ülke... Ki bu, eğer bu millet Türk milletiyse tarihi boyunca asla diz çökmemiş, teslim olmamış, 10 milyonlarca kırılmış, şehit olmuş ama asla teslim olmamış bir millet, bırak... Hangi ülke, bir başka ülkedeki organizasyon "Senin tam üyelik görüşmelerini askıya alabilirim. Seninle olan ilişkilerimi dondurabilirim." diyecek de bırak Türkiye gibi, Türk milleti gibi bir milleti, başka hangi onurlu ülke "E, peki, affedersin." diyecek? Var mı böyle bir şey?

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - Burası yanlış oldu Sayın Bakanım.

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Var mı böyle bir şey?

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Avrupa parlamentosundaki milletvekillerini biliyoruz ya.

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - Yani, dönüp içimize bakmamız gerekiyor.

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Bakın, bakma konusunda... Bakın, şu anda bu eleştirilebilir, olağanüstü hâl uygulamaları eleştirilebilir. Olağanüstü hâl uygulamalarının da eleştirilebileceğini kabul eden birisiyim. Olağanüstü hâlle ilgili, işte, "Şu alınan kararın şu yanlışı vardır. Şuradaki şu daha iyi olabilir. Şu yanlış oldu. Şunun olmaması gerekir." Siyaseten bunları tartışmayacağız da nerede tartışacağız biz bunları? Ama diğer taraftan, Avrupa Birliği veya bazı örgütlerin Türkiye'ye karşı yapmış olduğu uygulamalarla ilgili samimiyeti ben sizlerle paylaşıyorum. Samimi değiller.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) - Oradaki nazik nokta -çok özür dilerim- iflas ertelemeyle ilgili falan olaylar. Siz o konuda hassassınız, biliyorum. Biz, burada, bu işleri olağanüstü hâlle getirmeyen sayın bakanları tebrik ettik. Biz açıkça bunu söyleriz. Gümrük ve Ticaret Bakanımız taşınabilir malların rehniyle ilgili konuyu getirdiğinde...

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - O zaten...

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) - ...tebrik ettim ben. Yani olağanüstü hâlde de yapabilirdiniz bunu.

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Neyse, o konu... Hani, burada Avrupa Birliğiyle ilgili ilişkilerde şu an tarihî bir önemli noktadayız. Ben çok büyük bir şans yakaladığımızı... En azından, niyetini net bir şekilde her iki taraf da beyan edecek ve bir ivme kazanacak, bundan emin olun. Çünkü şu anda Gümrük Birliğinin güncellenmesiyle ilgili yaklaşımları da gayet iyi görebiliyoruz, okuyabiliyoruz.

Esnafa hangi önemli tedbirleri alıyoruz? İsterseniz, Sayın Başkanım, şeyde yapalım mı...

BAŞKAN - Aradan sonra.

EKONOMİ BAKANI NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Maddelerle ilgili bölümlerde bazı bölümler var. İhracat destekleriyle ilgili, Kredi Garanti Fonu'yla ilgili, Eximbankla ilgili almış olduğumuz tedbirler, kararlar, işte, destekler, teşviklerle ilgili Komisyonumuzda bilgi arz etme imkânım olsun.

Ben olumlu katkı ve eleştirilerden dolayı teşekkür ediyorum.

Tekrar, soru veya cevap bölümünde, maddeler bölümünde... Yardımlarınız için teşekkür ediyorum.