| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733) ve Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 25 .11.2016 |
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, zaten Maliye Bakanlığı bütçesi görüşülürken kendimi "insider training" yapıyormuş gibi hissediyorum. O nedenle, kurumun bazı soru işaretleriyle ilgili kısımları arkadaşlarla konuşarak hallediyorum. O nedenle, Maliye Bakanlığının bütçesi ve kuruluşlarla ilgili olarak bir şey söylemeyeceğim Sayın Bakanım.
Yalnız, bu bütçe görüşmelerini yapmaya başladığımız günden beri buradaki değerlendirmelerin ve ekonominin gelmiş olduğu bu durum nedeniyle hangi önlemlerin alınması gerektiğinin üzerinde durmak istiyorum burada.
Biz, 2017 Mali Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı'nı görüşmeye başladığımızdan beri, sürekli olarak 2003 yılı ile 2016 yılı sonuçlarını değerlendirdik. Her bütçesini getiren "2003'te böyleydi, 2016'da böyle oldu" diye başladı. Aslında hiç tartışma falan yapılmadı, herkes söyleyip geçti bunu. Pek fazla üzerinde de durulmadı, çünkü, durulmamasının nedeni tam anlamıyla bir armut ve elma mukayesesi gibiydi, armutlarla elmaları karşılaştırmak gibi bir olaydı. Çünkü, 2002 yılına kadar elde edilen ekonomik sonuçlar tamamen farklı bir ekonomik politikanın sonuçlarıydı, 2003 yılından bugüne kadar olanlar daha farklı bir ekonomik politikanın sonuçlarıydı. Özellikle 24 Ocak kararlarından sonra 2001 krizine kadar sürdürülen süreç içerisinde, Türkiye, daha önceden yürütmüş olduğu ithal ikamesine dayanan ekonomik politikalarını terk etmiş, onun yerine liberal ekonomiye geçiş süreci içerisinde devletin açık bütçe politikalarıyla, bütçe açığı vererek ve borçlanarak kalkındırmacı bir politika izlemişti. Yani, kamu harcamaları yüksek tutuluyordu, vergi gelirleri düşük tutuluyordu, o zamanki tartışmaları hatırlarsanız, Hazineciler geldiklerinde "Ya, Gelirler vergi mi topluyor ki? Yani sonuç olarak ne uğraşıyorlar ki ben bir haftalık borçlanmaya çıktığımda o kadar parayı zaten buluyorum." falan der hâle gelmişlerdi. Yani, olgu, bu borçların sanki hiç geri ödenmeyeceği varsayımına dayanırdı. Yükümlülüklerin tamamı devletin üstündeydi, devlet özel sektör yatırımlarını ve altyapı yatırımlarını bütçe açığı vererek ve borçlanarak sağladığı kaynaklardan karşılardı. Sistem buydu. Bu sistemin tıkanacağı konusu sürekli söylenirdi. Yapılması gereken vergi reformlarına karşı da ciddi bir direniş olurdu zaten. Çünkü bunun adı "gevşek maliye politikası"ydı. Olabildiği kadar vergi gelirlerini alt düzeyde tutmak, temel amaçtı. Herhangi bir sorunla karşılaşıldığı zaman da -büyük bir olasılıkla bundan sonra çok sık karşılaşacaksınız- kurumların Başbakanlığa veya Maliye Bakanlığının kapısına gelip, yığılıp "Şunu kaldırırsanız biz uçarız, bunu kaldırırsanız bizi kimse tutamaz, bak kapıda şunlar bekliyorlar, şunu yapın, bunlar gelecek." gibi dünyanın vaatlerinde bulunurlardı. Bu süreç öyle bir süreçti. O zaman da kalkınma oluyordu. Hatta, bu zaman için kalkınmayla kıyasladığınızda neredeyse başa başa denk geliyordu. Hatta, o zaman, yani 1980'li yıllarda olan kalkınma rakamlarıyla, 1970'li yıllardaki ithal ikamesine dayanan ekonomideki kalkınma rakamlarını vesaireyi karşılaştırdığınız zaman, aynen şimdiki 2003-2016'da olduğu gibi, 1980'lerde de ekonomi uçuyordu, mucizeler yaratıyordu. Bunların hepsi doğal, bu şekilde geliyor. Daha sonradan, 2003 yılından itibaren, daha önceki politikaların 2001 yılında sınırlarına gelip de borçlanma limitlerinin artık daha fazla yükseltilemeyecek hâle gelmesinden sonra ve ekonominin de döviz kazanamamasından sonra tıkanmıştı. Ciddi anlamda bir döviz gereksinimi vardı. Politika değiştirildi. IMF 20 milyar dolar getirip kaynak can suyu koydu. Sonra da ekonomik politikası tamamen değişti.
Değerli arkadaşlar, hepiniz bilirsiniz, aklınızda da kalsın; o zamana kadar bütçe açığı vererek götürülen politikalar, daha sonra, 2003'ten sonra cari açık vererek götürülmeye başlandı; bütçe açığı yerine cari açık. O sırada da zaten dünyada inanılmaz finansman bolluğu vardı. Bu konuda da hiçbir güçlük çekilmedi. Cari açık vererek yürütülen büyümede, devlet, eskiden olduğu gibi sorumluluk almadı, onun yerine özel sektörü öne sürerek özel sektör aracılığıyla projeleri gerçekleştirmeye başladı. IMF'nin yatırımları finanse etme konusunda geliştirmiş olduğu kamu-özel iş birliği yöntemine büyük ölçüde yapıştı. Böylece, kamu kesiminin önderliğinde büyüme yerine özel kesimi öne çıkararak, ona finansman bulma konusunda kolaylıklar sağlayarak, garantiler vererek bir büyüme modeli uygulamaya başlandı. Dolayısıyla, daha önceden var olan bütçe açıkları, bu defa cari açık olarak ortaya çıktı. Özel kesim borçlanmaları için önce hazine garantileri, sonra hazinenin verdiği diğer güvenceler bunun içerisine eklendi. Bütün yatırım harcamaları ve yatırımların büyük bir kısmı bütçede görülmemeye başladığı zaman da -kamu-özel ortaklığı gereği- maliye politikasını sıkılaştırmak, vergi gelirlerini artırmak, dolayısıyla da, mali dengeyle ilgili verilerin ciddi anlamda düzelmesi sağlandı. Gayet iyi. Sonra, 2012 yılına geldik. 2008 krizinden sonra 2012 yılına gelindiği zaman bir de görüldü ki bu sistemin de tıkanma noktası varmış. Yani bu borçların yeniden ödeme süreleri geldiği zaman, vadeleri dolduğu zaman eğer sistem hâlâ cari açık vermeye devam ediyor, daha önceden alınan borçları ödemek için gereken dövizi biriktiremiyor veya kazanamıyor ise işte, o anda sistem tıkanıyor. Bu tür sistemlerin kendilerinin fiilî olarak üretim yapmaması, üretimlerinin döviz getirici işlemler olarak değerlendirilememesi hâllerinde er geç tıkanacağı bir gerçek idi. Ha, bunlar söylendi, işler iyi giderken bunlara hiç kimse itibar etmez zaten. Bütçe açıklarıyla olan büyümede de bu olay böyledir, cari açıkla olan büyümede de bu olay böyledir. Ama sonuç olarak bu olay da gelip belirli bir noktada tıkanmaya başladı.
Şimdi ne yapılacak? Bizim kamunun bildiği, şimdiye kadar üç tane büyüme modeli oldu, hatta üç buçuk da diyebiliriz ona. 1960'lı yılların ikinci yarısında Süleyman Demirel hükûmetlerinin Rusya kredisiyle ki onları buradan gönderilen mallarla, incirle, üzümle, fındıkla vesaireyle ödediğimiz büyük krediler ve Türkiye'nin beş tane temel büyük yatırımlarını bu işin içerisinde değerlendirmiyoruz bile. Onlar Türkiye'nin her zaman lokomotifleri oldu gerçek anlamıyla. Daha sonradan istenildiği kadar kötülenmeye kalksın veya Rusya'ya yaklaşma olarak algılansın, bunların hiçbir tanesi bu ekonomilerin içerisinde değerlendirilmedi bile. O Seydişehir Alüminyumlar olmasaydı, rafineriler olmasaydı, demir çelikler olmasaydı Türkiye bugün nerede olurdu, o ayrı bir olay ve sağlanan krediler de dâhil. Ancak bu tür yatırımlarla bu işin yürüyebileceği gerçeğini biz bir türlü kabul etmedik, geldik tıkandık.
2002 yılından beri önümüzde bir üçüncü seçenek belirdi, hem cari açık veriyoruz hem bütçe açığı veriyoruz. Her ne kadar kullandığımız verilerde bütçe açığı vermiyoruz gibi gözüküyorsa da IMF tanımlı bütçe açığında yani bir defaya mahsus olarak elde edilen özelleştirme gelirleri ile Merkez Bankasının kârlarını, hazineye devredilen kârlarını işin dışına çıkardığınız andan itibaren 2016 yılından itibaren açık veriyoruz, gerçek anlamıyla açık veriyoruz. Faiz dışı fazla, faiz dışı açık konusu tam anlamıyla artık bitti. Bu seneki özelleştirme gelirlerimiz gerçekleşir mi gerçekleşmez mi bilinmez ama her hâlükârda zaten o rakamlar gerçekleşmese de onun yerine yine açık veriyoruz. Olayı böyle aldığımız zaman karşımızda şimdi yeni bir seçenek belirdi Sayın Bakanım, hem bütçe açığı hem cari açık. Bu, bizim ciddi anlamda altından kalkabileceğimiz bir olgu olarak, kolay bir olgu olarak alınmamalı, her iki sistemin bütün belalarını toplayan bir sistem olarak görülmeli.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Temizel, buyurun.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Burada önemli bir adım atılması gerekiyor. Türkiye'nin özellikle şu anda etrafını sarmış olan bütün belalarıyla beraber yeni bir strateji belirlemesi gerekiyor. Bu strateji şimdiye kadar parasal ekonomiyi yönetmiş olan insanların bulmuş oldukları çözümlerden ibaret değil. Eğer kurlar çok fazla yükseliyorsa faizleri yükseltirseniz tamam düşer. Hayır, düşmez Sayın Bakanım. Eğer olayı tam olarak tanımlamazsanız, konjonktüre dayalı farklı faktörleri de bu işin içerisine katarsanız bir de bakarsınız ki dün yaşadığımız gibi, faiz artırmanın hiçbir anlamı falan olmaz, geçici olur. Hadi bugün için Merkez Bankasının düzenlemeleriyle bazı şeyleri yaptınız, ödemeleri Türk lirasına çevirdiniz, güzel. Sonra? Bu geliyor yine. Önümüzdeki günlerde yani 2017 yılı içerisinde 200 milyar dolarlık bir kaynak yaratmanız lazım, 200 milyar dolar. Ne yapacaksınız? İşte, 2017 bütçesinin önemi buradan kaynaklanıyor. 2017 bütçesi muhtemel bu sorunlara, gerçekleşmesi muhtemel bu temel sorunlara bir çözüm oluşturabiliyor mu, bir yol açabiliyor mu, buna bakmak gerekiyor.
Burada çok önemli bir olay var. Şu anda cari açık vererek ve bunun dışarıdan sağlamış olduğu finansmanla, yabancı parayla finanse eden ülkelerde temel olan, temel yatırımlarını veya yapılarını değiştirene kadar -en azından değiştirene kadar- bu sermaye akımlarını sağlayacak düzenlemelere sahip olması gerekiyor, bu temel kural. Bunu inkâr etmeniz de mümkün değil, farklı söylemlerle bu olayı ertelemeniz de mümkün değil, bunu devam ettireceğiz. Bunu devam ettirmenin bir tek yolu vardır; uluslararası hukuka uygun, mülkiyet haklarına saygı gösteren, dolayısıyla insanların yatırımlarından kuşku duymadığı hukuk düzeninin bu ülkede var olduğunu herkese kabul ettirmek, yaptıklarımız ve yapacaklarımızla ilgili olarak bunları kesin olarak ortaya koymak. Burada çok hazin bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Elbette ki bu planlanan veya tasarlanabilen bir olay değil, bir menfur darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalındı, buna karşı önlem alınacak, güzel. Buna karşı alınacak önlemlerle birlikte bir de bakıyorsunuz ki kanun hükmündeki kararnamelerinize, sizin Bütçe Kanunu'nuzu bile altüst eden düzenlemelerle beraber, mülkiyet haklarına ciddi anlamda saldırı olarak kabul edilecek düzenlemelerle karşılaşıyorsunuz, işte sorun burada.
İki tane örnek vereceğim, çok önemsiyorum bu olayı. Bunlardan bir tanesi bizim cazibe merkezlerimiz. Değerli arkadaşlar, bu "cazibe merkezleri" kavramı 2008 yılından beri gündemde. Hatta 2007-2013 Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda da ciddi olarak düzelenmiş. 2008 bütçesinde, 2009 bütçesinde, 2010, 2011, 2012, 2013, 2014, 2015 -hatta 2016'da Anayasa Mahkemesine gittik- bunlarla ilgili düzenlemeler var sürekli olarak. Bunlar herhangi bir şekilde, ne şekilde yapılacağı, ne şekilde değerlendirileceği tam olarak ortaya konmamış; her bütçede bütçeden özel hesaba aktarma yapıp özel hesapta da herhangi bir kurala, kayda vesaire pek fazla usule riayet etmeden yapılacak harcamalarla götürülecek denmiş, bunun böyle olmaması gerektiği söylenmiş ama gelmiş. Sonra bir bakıyorsunuz; 678 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname'de cazibe merkezleriyle ilgili düzenleme var. Bunu biz kime izah edebiliriz? Olağanüstü hâl, olağanüstü hâlin konmasına neden olabilecek ivedi olarak belirli hakların, hukukun askıya alınmasıyla götürülecek bir sistem olarak görülürken, özellikle gelecekte yapısal değişikliklere kesin olarak izin vermeyecek şekilde uygulanması Anayasa'da tanımlamışken, şimdi kalkıp ta 2007-2013 kalkınma planlarında düzenlenen, bütçemizde hükümleri olan, şu anda fiilî olarak uygulanan... Uyguluyoruz şu anda biz, bizim 2016 Bütçe Kanunu'muzda hükmümüz var bunlarla ilgili. Anayasa Mahkemesi henüz iptal etmedi, büyük bir ihtimalle edecekti ama bütçe bittikten sonra ediyor biliyorsunuz. Bunun, bu cazibe merkezlerinin sadece bizim iç işimiz değil de yabancı sermayenin veya sermaye gruplarının gelecekleri bir alan olarak düzenlenmesini düşünüyorsanız bu düzenlemeden sonra oraya tek bir kişi bile ayağını basmaz, olmaz. Yani acelesi ne? Kanun hükmündeki kararnameyi gerektirecek neyi var? Buraya getirilip de çıkarılamayan veya burada görüşülmeyen neyimiz var? Karşı çıkılıyor, çıkılıyor, ayrı bir olay, gerekçeleri gösterilerek çıkılıyor. Bu, son zamanlarda yaptığımız şeylerin en büyük, telafi edilmesi çok güç sonuçlar doğuracak olaylarımızdan bir tanesi. Sadece bunlarla yeterli değil, o kararnameye baktığınız zaman yapılan düzenlemelerin bu konuda uluslararası sermayeyi de ciddi olarak rencide edecek düzenlemeleri var ama şunun altından özellikle şu sırada, Avrupa Topluluğuyla ilgili olarak da ciddi sıkıntılar yaşadığımız bir sırada bu cazibe merkezlerinde yerli malı kullanımı veya üretimiyle ilgili yapılan düzenlemeyi de kanun hükmündeki kararnameye koyduk.
Sayın Bakanım, bu tür düzenlemeler ülkelerin kesinlikle aleni olarak hiç kimseye göstermedikleri düzenlemelerdir. Bu görüldüğü andan itibaren Dünya Ticaret Örgütünün çok ciddi anlamda sorgulamalarıyla karşı karşıya kalırsınız. Zaten bu da olmaz, bu olmaz. Yani gelecekte tamamen, şimdi tanımı bile belli olmayan bir şeklide birilerine yüzde 15'lere kadar avantajlar sağlanacağına ilişkin oturup da kanun hükmündeki kararnameyle düzenleme yaparsanız hem de en fazla ihtiyacımız olduğu bir zamanda, en fazla güvene ihtiyacımız olduğu bir zamanda duvarın en altındaki tuğlaya tekme atmış olursunuz, nitekim bunu attık. Ben o kararnameyi inceledikçe her defasında dehşete kapılıyorum açık söylemek gerekirse. Bunları kim yapıyor aslında bir de sormanız gerekiyor. Ya, kim yapıyor bunları veya bunlar getirilip de verildiği zaman hiç konuşulmuyor mu "Ya, buradan böyle bir sonuç doğar." diye? Bunlar gerçekten iyi niyetli olarak, yanılgılar hariç bir şekilde, kolay kolay iyi niyetli olarak değerlendirilmeyecek düzenlemeler. O kanun hükmündeki kararnameyle ilgili olarak onun üzerinde durun. Bu kadar yıllardan beri sizin programlarınıza girmiş bir şeyi kanun hükmündeki kararnameyle düzenlemeye kalkıyor iseniz, hem de üstelik devlette herhangi bir kanunda özel olarak görev verilmemiş birisine kaynak aktarmaya başlıyorsanız bunu anlatamazsınız. Bütün sorumluluğun hepsi, "Hazineden Kalkınma Bankasına şu kadar aktarılır." Hazinenin sorumluluğu orada biter, sonra? Yok, yok, hiçbir şey yok.
MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Kalkınma Bankası mı?
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Evet, Kalkınma Bankasına aktarıyor hazineden. Hazinenin sorumluluğu sadece aktarmayla sınırlı, o kadar. Bu büyük sorun.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Kalkınma Bakanlığı mı?
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Yok, hazineden. Hazine aktardığı andan itibaren bitiyor işi.
Bizim bütçede bütün bunların hepsini telafi edecek, düzenleyecek yeni düzenlemelere, hükümlere ihtiyacımız var. Bunlar olmadığı takdirde yaptığınız bütçenin hele 5018 sayılı Yasa'nın kamu mali disiplini açısından ne kadar önemsendiğini, herkes tarafından incelenip de bunun sağlanacağı konusunda neredeyse güvenceler verildiği bir ortamda yapıldığını düşünürseniz eğer bütün bu olayların hepsini yeniden silmiş oluyorsunuz. Bunu müthiş şekilde önemsemek gerekiyor. Bütçe açıklarıyla ilgili olarak daha önce söylenilenlerin hepsi gene duruyor, duruyor. Yani sizin yedek ödeneğinizin 6 milyar, 7 milyar lira olmasının hiçbir önemi yok. Millî Eğitim Bakanlığındaki personel ödeneklerinden yine oturup da 20 milyar lira, 19 milyar lira, 29 milyar lira aktaracaksanız bu tarafa bu bütçenin de pek fazla önemi yok, Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararının da önemi yok, bu da ciddi anlamda sıkıntı yaratacak.
Özelleştirmeyle ilgili olaylarımızda, biraz önce söylediğim, rahmetli Demirel'in yatırımları da dâhil olmak üzere elimizde avucumuzda bir şey kalmadı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Temizel, bir dakika lütfen...
Buyurun.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Özelleştirmenin portföyüne bakıyorum, gerçek anlamıyla para edecek veya satılacak hiçbir şey görülmüyor artık, bu olay bitti. Sadece barajlarımız kaldı, onlarla ilgili de ciddi olarak sorunlarla karşılaşacağız bu süreç içerisinde. Cumhuriyetin biriktirmiş olduğu bütün değerleri, Sayın Bakanın verdiği rakamla söylüyorum, 69 milyar dolara veriverdik. 69 milyar değerli arkadaşlar, hepsi bu. O 69 milyar liralık değeri yeniden yapmaya kalksanız 690 milyar dolar harcarsınız, belki o bile yetmez. Onların hepsi gitti.
Sanayimiz, dün Tarım Bakanlığının bütçesi sırasında anlatmaya çalışıp da pek anlaşılmayan konu, ciddi anlamda tarımdan başlayıp tarımsal sanayiyi peşine takmış o zinciri de yok ettik. Kastamonu'da kenevir yetiştirip ketenden, daha doğrusu kenevirden, kenevir liflerinden kumaş, urgan, ip şey yaptığımız yerde fabrikayı kurup hemen onun yanına da kenevirin selülozunu değerlendiren SEKA'nın selüloz fabrikasını kurmuşuz Kastamonu'da. Özelleştirdik, kapandı, bitti. Ne kenevir yetiştiriliyor artık Kastamonu'da ne kenevir fabrikası var ne kenevirden elde edilen selülozla sigara kâğıdı yapılıyor -eskiden sigara kâğıdı yapılırdı- ne de kâğıt yapılıyor. Yani özelleştirmeyle verdiğiniz zararların telafisi veya verdiğimiz zararların telafisi sınırsız, dönemiyorsunuz geri. Şimdi Tarım bakanlığı yeniden 19 ilde kenevir yetiştirmeye kalktı. Soruyorsunuz, bu kenevir yetişti, geldi, ne yapacaksınız, bunu ne yapacaksınız? Keneviri işleyecek fabrikanız mı var? Yok. Yeniden onu işleyip de selüloz üretecek olan selüloz fabrikanız mı var? O da yok. Birinci sene ekecekler, ikinci sene kökleyecekler, olayı bitirecekler. Onun için, şu andan itibaren ciddi anlamda yeni bir stratejiye ihtiyacınız var. Bu stratejinin konuşulması gerekiyordu bu bütçe sırasında, biz gene her zamanki klasik bütçe tartışmaları içerisinde bu olayımızı bitirdik, tükettik. Özelleştirecek, satacak herhangi bir şeyimiz kalmadı. Özellikle de bu özel mülkiyetin terörle ilişkilendirilmek suretiyle mallarına el konulabilir, askıya da alabilirsiniz, bekletebilirsiniz de ama nihai yargı kararı olmadan yapılacak olan tasfiyeler gelecekte bu devlete bütçesinin içerisine bile sığdıramayacağı kadar büyük yükümlülükler getirir Sayın Bakanım, bu kesin. Bizim de imzaladığımız İnsan Hakları Sözleşmesi'nde bu yazar. Maddesini tam hatırlamıyorum ama ya 6'ncı maddedir ya o civarlarda bir şey. Yani, mahkeme kararı kesinleşmeden... Sözleşmede "Olabilir." diyor zaten. Çok özel durumlarında, bizim karşılaştığımız gibi menfur bir olayla karşılaşılması hâlinde teröre finansal destek sağlayanların bu tür varlıklarına el konulur. Ama bunlar nihai yargı kararı kesinleşene kadar uygun bir şekilde yönetilmek zorundadır.
Bu tür düzenlemeler devam ettiği sürece ciddi sıkıntıya gireceğimizi bir defa daha belirtiyoruz. Bu konuların yaşadığımız olayların hepsinden ders alarak değerlendirilmesi gerektiğinin altını bir daha çiziyorum.
Bütçenizin ülkeye hayırlı olmasını diliyorum ve teşekkür ediyorum Sayın Başkan.