| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733) ve Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 25 .11.2016 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşların çok değerli temsilcileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
2017 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
Sayın Başkan, dün Avrupa Parlamentosunda müzakerelerin dondurulması bizim açımızdan da kabul edilemez. Ancak şöyle bir yaklaşımı da kabul etmek mümkün değil: 2005 yılında Avrupa Parlamentosunda Türkiye'yle müzakerelerin başlaması için yapılan oylamada, Avrupa Parlamentosu milletvekillerinden kimilerinin İngilizce "Yes", kimilerinin Türkçe "Evet", kimilerinin de Türk Bayrağı'nı taşıyarak Türkiye'nin Avrupa Parlamentosunda bulunması için yaptıkları kampanyaları biliyoruz. Aradan on bir yıl geçtikten sonra dün yapılan oylamanın nedenlerini ve sonuçlarını hepimizin büyük bir soğukkanlılıkla ve dikkatlice incelemesi, irdelemesi ve buradan bir ders çıkarması gerekiyor. Hamasi nutuklarla, tehditlerle, şantajlarla Türkiye'nin bir yere gitme şansı yoktur. Dolayısıyla, iktidarıyla, muhalefetiyle, bu ülkede yaşayan herkesin el ele verip bu sıkıntılı süreci birlikte aşması gerekiyor.
1960 tarihinde Dominik Cumhuriyeti'nde diktatörlük rejimine karşı direnişin öncülüğünü yapan ve "Mirabal Kardeşler" olarak tanınan üç kız kardeşin tecavüz edilerek öldürülmesi nedeniyle, kardeşlerin anısına, 25 Kasım, 1999 tarihinde Birleşmiş Milletler tarafından "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" olarak ilan edilmiştir.
Kadına yönelik şiddette sadece şiddete uğrayan kadın değil, çocuklarından başlayarak herkes, tüm topluma varıncaya kadar zarar görmektedir. Hâlen dünyada her 3 kadından 1'inin şiddetin değişik biçimlerine maruz kaldığı bildirilmektedir. Ülkemiz de de kadınlar yaşamın her alanında şiddetin çeşitli biçimlerine maruz kalmaya devam etmektedir. Taşlanarak öldürülen, namus cinayetine kurban giden, tecavüze uğrayan, nedeni belirsiz bir biçimde intihar eden kadınlara ilişkin haberleri izlemeye devam ediyoruz.
Yine hemen her gün medyaya da yansıdığı şekliyle kız çocuklarının evlendirildikleri, çocukken çocuk sahibi oldukları, tecavüze uğradıkları, öldürüldükleri ya da insan ticaretinin öznesi hâline getirildikleri görülmektedir.
Kadınlarımız üzerinde her geçen gün artan toplumsal baskının, psikolojik ve fiziki şiddetin son bulması için mücadele eden her kadının yanında yer almak ve destek vermek bir yurttaşlık görevidir.
Kadına yönelik şiddetin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması, öncelikle devletin ve siyasal iktidarların sorumluluk duyarak, ilgili tüm sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği içinde gerekli sosyal politikaların yaşama geçirilmesiyle mümkün olacaktır.
Kadınların şiddet görmediği, sokak ortasında bıçaklanmadığı, eşit bir birey olarak yaşadığı, çalışma hayatı, eğitim ve sağlığa erişimdeki eşitsizliğin giderildiği bir Türkiye ve dünya dileğiyle sözlerime başlamak istiyorum.
Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri; 2017 yılı bütçe görüşmeleri Türkiye'nin çok zor bir ekonomik konjonktürden geçtiği bir döneme rastladı. Sayın Maliye Bakanımızın bütçe yasa tasarısını Komisyona sunmasından bu yana geçen bir aylık sürede Türkiye ekonomisinin kötüye gidişi ne yazık ki hızlanarak devam ediyor. Son bir ayda Türk parası yaklaşık yüzde 10 oranında değer kaybetti, değer kaybının nerede duracağını da henüz daha bilmiyoruz.
Ekonomideki durgunluk biraz daha derinleşti. Hatta ekonominin küçüldüğü tahminleri yapılmaya başlandı. İşsizlik arttı ve artmaya da devam ediyor. Türkiye'de insanlar daha yoksullaşıyor.
Böyle bir ortamda Türkiye ekonomisi de yönetilemiyor. Bu olumsuz gelişmeler karşısında Sayın Başbakan bir gün "Dolardan bize ne, dolsa ne olur dolmasa ne olur." gibi, bir başka gün "Elle gelen düğün bayram" şeklinde veciz bir yaklaşım sergiliyor.
Aynı günlerde ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı sosyal medyadan "Döviz kuru da faiz, enflasyon ve ücretler kadar önemli bir barometredir." görüşünü paylaşıyor.
Başbakanın günler sonra aklına Ekonomik Koordinasyon Kurulunu toplamak geliyor. Yirmi dört saat geçmeden toplantı iptal ediliyor. İptal gerekçesi de "Başbakanın İstanbul programı" olarak açıklanıyor. Yani ülke yangın yerine dönmüş, yangını söndürecek itfaiye ekibinin başı İstanbul'da Boğaz turu yaptığı için yangına müdahale edilemiyor. Saray büyük olasılıkla "Sen kimsin, ekonomiyi yönetmeye kalkışıyorsun." demiş olmalı ki toplantı iptal ediliyor. Bir gün sonra Cumhurbaşkanı, Ekonomik Koordinasyon Kurulunu kendisinin toplayacağını açıklıyor. Türk parası biraz daha değer kaybediliyor, faiz biraz daha artıyor, vatandaşın yükü biraz daha artıyor. Saray sürekli rol kapıyor, bir gün Başbakanın rolünü, başka bir gün Merkez Bankasının rolünü, sonraki gün Maliye Bakanının rolünü, bir başka gün Dışişleri Bakanının rolünü kapıyor. Hatta "Bakın, şu anda işsizlik yüzde 11'in üzerinde, bu ülke bu hâle düşmeli mi?" diyerek muhalefetin de rolünü de kapıyor.
Böyle bir görüntü ortadayken Başbakanın ve ona bağlı bakanların ekonomiyle ilgili söylediklerine kim güvenir ve Türkiye'ye nasıl gelip yatırım yapar?
Her ne hikmetse, Cumhurbaşkanı, Ekonomik Koordinasyon Kurulu toplantısını, bağımsız karar alması gereken Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplantısından bir gün önce yapıyor. Bu duruma düşürülmüş bir Merkez Bankasının aldığı, alacağı kararların doğru ve isabetli olduğuna kim inanır? Nitekim, Merkez Bankası 0,5 puanlık bir faiz artışı yaptı, dolar kuru kıpırdamadı bile. Fiyat istikrarını sağlamak gibi en yoksulundan en zenginine herkesi ilgilendiren, hayati bir görevi bulunan Merkez Bankasını her gün sarayın kürsüsünden "Sefa sürüyorlar." diye hırpalayıp güvenilmez bir konuma getirmenin ağır faturasını hissediyor musunuz?
Ekonominin kendisi zaten bir belirsizlik batağına doğru ilerliyor. Ekonominin yönetimiyle ilgili belirsizlik de arttıkça artıyor. Türkiye'de ekonominin yönetiminde tam bir kaos yaşıyor.
Neredeyse Türkiye'deki televizyonların tamamından canlı yayınlanan Cumhurbaşkanının günlük rutin konuşmaları, sabah sakin açılan piyasaları bir anda altüst ediyor, ortalık yangın yerine dönüyor. Neden acaba yatırımcılar Cumhurbaşkanının günlük konuşmalarından bu kadar korkup, tedirgin olup dövize saldırıyor? Hisse senedi fiyatları düşüyor, yabancılar hisse senetlerini, devlet tahvillerini satıp Türkiye'den kaçıyor.
Düşünün, Cumhurbaşkanı "Türkiye'yi ben yönetiyorum, her şeye hâkimim, Ekonomik Koordinasyon Kurulu toplanacaksa ben toplarım." havasında geziniyor. Sonra "Bakın, şu anda işsizlik yüzde 11 'in üzerinde, bu ülke bu hâle düşmeli mi?" diye başkalarından hesap soruyor. Peki, bu eleştiriyi üzerine alan var mı? Yok. Sayın Maliye Bakanımız Ağbal bu eleştiriden alınmış mıdır? Burada görüşülen bütçe yasa tasarısında, gelecekte işsizliği azaltacak değişiklikler yapılması gerektiğini düşünüyor mu? Yoksa "Bu da CHP'nin suçu" diyerek işin içinden sıyrılmayı mı planlıyor?
Dünya ekonomik sisteminde artık hiçbir geçerliliği ve karşılığı olmayan, seçmene selam mahiyetindeki söylemler etkili ve yetkili kişilerin ağzından her gün mucize ekonomik reçete gibi anlatılıyor. Mesela, para ve döviz piyasalarının yangın yerine döndüğü bir ortamda Cumhurbaşkanı bir uluslararası toplantıda, para biriminde altına endeksli bir adımın atılmasının isabetli olacağını söylüyor. Yani "Dolarla baş edemiyoruz, paramızı altına endeksleyelim" önerisini getiriyor.
Dünyanın 1970'lerde terk ettiği bir para sistemini bugünkü sorunların çaresi olarak gündeme getirdiğinizde size kim inanır? Kim böyle bir ülkeye parasını, yatırımını getirir arkadaşlar? Böyle bir sistemde Merkez Bankası Başkanlığına da en iyi Rıza Sarraf yakışır demek herhâlde çok zor olmasa gerek.
Merkez Bankasında çoğunluğu da bankalara ait sadece 50-55 milyar liralık altın varken "Paramızın değerini altına endeksleyelim." diyen Cumhurbaşkanına bu akılları kimin verdiğini ve bu akıl için milletin cebinden ne kadar para aldıklarını gerçekten çok merak ediyorum. Paranın değerinin altına endekslenmesi, Türkiye'yi 2001 krizine getiren kur rejimine geri dönmek anlamına gelir. Türkiye 2001 krizine parasını dolar ve eurodan oluşan bir kur sepetine endekslediği için girmişti. Krizden dalgalı kur rejimine geçerek kurtulmuştu. Türk parasının değeri şu anda herhangi bir şeye endeksli değil. Cumhurbaşkanı acaba Türk parasının değerinin dövize endeksli olduğunu mu sanıyor?
Cumhurbaşkanı, yasaya göre Hükûmetin Merkez Bankasıyla birlikte kararlaştırması gereken kur politikası konusunda tehlikeli ve radikal bir değişiklik isterken, Başbakan ise "Elle gelen düğün bayram" diyerek nedense bu gelişmeleri düğün bayram havasında karşılıyor.
"Dolara karşı herkesin parası değer kaybediyor, Türk lirası da değer kaybediyor." şeklinde bir savunmayı çok duyuyoruz. Doların uluslararası para birimleri karşısındaki değerini ölçen bir dolar endeksi var. Son günlerde çok sözü edilen bu endeks, yen, euro, Kanada doları, sterlin, İsveç kronu ve İsviçre frangı gibi 6 para biriminden yapılmış bir sepete karşı doların değerindeki değişimini gösteren endeks 4 Kasımdan bu yana yüzde 4'e yakın değer kaybetti. Türk Lirasının aynı dönemde dolara karşı değer kaybı ise yüzde 10'u geçti. Yani bugün karşı karşıya bulunduğumuz sorun sadece doların diğer paralar karşısında değer kazanması değil, bununla birlikte Türkiye ekonomisine yönelik risklerin artmış olmasıdır. Türkiye'nin yönetiminde yaşanan karmaşa bu riskleri daha da artırmaktadır.
Herkesin Anayasa'da yazılı yetki ve sorumluluklarına sahip çıkmasıyla çözümlenecek bir sorunun, ülkeyi bölünmeye götürecek bir rejim değişikliğiyle çözülmeye çalışılmasının derinleştirdiği ciddi bir krizle karşı karşıyayız.
Sayın Bakanın Komisyona yaptığı sunuşta "Büyüme dostu bir bütçe" diye takdim ettiği 2017 yılı bütçe tasarısının dayandığı temeller, bu konuşmanın üzerinden sadece bir ay geçtikten sonra yani bütçe Komisyonundan çıkmadan sarsılmaya başladı.
Kur artışının, faiz oranlarındaki yükselmenin, düşük büyümenin, Suriye'de savaşın eşiğine gelmiş olmamızın, AKP'nin Türkiye'yi içerisine sürüklediği rejim krizinin de gelecek yıl bütçeye maliyeti olacak. Daha Komisyondan bile çıkmadan muhtemel krizler yüzünden hedefleri şimdiden şaşmış bir bütçeyle karşı karşıyayız. Türkiye'yi çok büyük iç ve dış şoklar bekliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, toparlayınız.
MUSA ÇAM (İzmir) - Bu şoklar boş konuşmalarla savunulamayacak kadar şiddetli olacak. Bunu herkes görüyor, buna rağmen Hükûmet ne yazık ki kılını kıpırdatmıyor.
Kur artıyor, fiyatlar artıyor, vatandaşlar için hayat her geçen gün biraz daha pahalı hâle geliyor. Buna karşılık, örneğin çalışanların, emekçilerin maaş ve ücretlerine, emeklilerin aylıklarına yapılacak zam oranı sadece yüzde 3'te kalıyor. Verilen ücret ve maaş zammı da zaten yılbaşında enflasyonla, ÖTV'ye, KDV'ye, harçlara, tüketim mallarına yapılan zamlarla ya da gelir vergisi tarifesinin ilk dilimlerinin çok az artırılması yüzünden kısa sürede bir üst tarifeye geçildiği için gelir vergisiyle anında geri alınıyor.
Yıllardır Türkiye'yi inşaat sektörüyle büyütmeye çalışıp üretimi ve sanayi sektörüne yatırım yaptırmayı unutturan AKP iktidarı, hâlâ Türkiye ekonomisini tüketimle büyütmeye çalışıyor. Geliri yetmeyen vatandaşı bankalara daha fazla borçlandırarak tüketmeye teşvik ediyorlar.
Dolaylı vergi yükünün gelecek yıl da artırılması planlanmış. 2017 yılı için 565 milyar liralık bir vergi geliri tahmini yapılmış. Bu gelirin 391 milyar lirasının yani yaklaşık yüzde 69'unun dolaylı vergilerden oluşacağı tahmin ediliyor. Yani vatandaş tüketecek, devlet onun üzerinden KDV, ÖTV, harç alacak. 2016 yılı bütçe tahminlerinde dolaylı vergilerin payı yüzde 68 idi; 2016 Ocak-Ekim dönemindeki gerçekleşme ise yüzde 67 civarında seyrediyor. Bu oranlar bile çok yüksek iken 2017 yılında yüzde 69'a çıkarmayı planlıyorsunuz. KDV ve ÖTV gibi vergilerde -büyüme ve enflasyon oldukça- yüksek oranlarda tahsilat artışı öngörülmüş.
Merkez Bankası 2017 yılı için yüzde 5 enflasyon hedefliyor. Hükûmet şimdiden "Senin hedefin tutmaz. 2017 yılında enflasyon yüzde 6,5 olur." tahminini yapıyor. Tüketim harcamalarının ise yüzde 3,8 oranında artmasını bekliyor. Ancak tüketim üzerinden alınan vergilerde ise enflasyon ve tüketim artışı tahminlerinden çok daha yüksek oranlarda artış bekliyor.
Örneğin, dâhilde alınan KDV tahsilatının gelecek yıl bu yıla göre yüzde 13,7; petrol ürünleri ve doğal gaz üzerinden alınan ÖTV'de yüzde 16,5; alkollü içkilerden alınan ÖTV'de yüzde 15,4; dayanıklı tüketim mallarından alınan ÖTV'de yüzde 14,8 artış olacağı tahmin edilmiş.
Tüketim harcamaları artış hedefi ile enflasyon tahmininin toplamının yüzde 10,5 olarak dikkate alınıp hazırlanan bir bütçede, eğer KDV'de yüzde 13,7 artış tahmin edilmişse, bazı mal ve hizmetler üzerindeki KDV yükünün artırılmasından başka bir yol kalmamaktadır.
Mesela, 2017 yılında petrol ürünü ve doğal gaz tüketiminde tam bir patlama yaşanmayacak ve Hükûmetin tüketim artışı ve enflasyon tahmini gerçekleşecek ise yüzde 16,5 oranında ÖTV artışı sağlamak ya petrol ürünleri ve doğal gaza enflasyonun da üzerinde çok yüksek oranlarda zam yapmakla ya da zaten çok yüksek olan bu ürünler üzerindeki ÖTV yükünü artırmakla mümkün olacaktır. Aynı şeyi alkollü içki, sigara ve dayanıklı tüketim malları için de söylememiz mümkün.
Öyle ya da böyle, 2017 yılında bütçe, vergi yükü dayanılmaz bir düzeyde olan vatandaşlar üzerindeki dolaylı vergi yükünü biraz daha artırarak finanse edilmeye çalışılacaktır. Anlaşılan, Hükûmet, 2017 bütçesini dengelemek için enflasyona ve döviz kuruna ve vatandaşın borçlanma iştahına güveniyor. Türkiye'de haksız bir vergi olan dolaylı vergi yükü 2002 yılında yüzde 66 civarında bulunuyordu. Bu oranın yüksekliğinden o zaman da hep birlikte şikâyet ediyorduk, şimdi de ediyoruz. AKP iktidarı bu oranı düşürmek yerine, her geçen yıl biraz daha artırıyor. 2017 yılında toplanacak 565 milyar liralık verginin 390 milyarını KDV, ÖTV, dış ticaret, banka ve sigorta muameleleri gibi dolaylı vergilerden, 103 milyar lirasını da gelir vergisi stopajıyla toplayan bir ülkede vergi dairesine ne gerek var? KDV'yi esnaf topluyor; ÖTV'yi fabrikalar; dış ticaret vergilerini Gümrük; banka ve sigorta vergisini bankalar; ücretlilerin vergisini işverenler; iş yeri kirasını kiralayanlar; harçları noterler; şans oyunları vergisini Millî Piyango; özel iletişimi telekomünikasyon şirketleri tahsil edip ödüyor. Vergi dairelerine bir tek kurumlar vergisi, beyana dayanan vergiler, veraset ve intikal vergisi, motorlu taşıtlar vergisi ve birkaç küçük vergi kalıyor. Vergi ödemeleri de bankalara yapılıyor. Zamanında ödenmeyen vergiler için iki yılda bir taksitlendirme çıkarılıyor. Denetim yerine de matrah artırımı getiriliyor. Böyle bir durumda vergi dairelerine de artık gerek kalmıyor. Veraset ve intikal ile motorlu taşıtlar gibi, kaçmanın mümkün olmadığı, internetten ödenebilen vergileri de saymazsak bizim 40 binden fazla insan istihdam ettiğimiz vergi dairelerimiz gelecek yıl sadece 58-60 milyar liralık vergi toplayacak demektir. Gelir İdaresi 2017 yılında 3 milyar lira harcayacak yani 100 liralık vergi toplamak için 5 lira harcayacak. Herkes kabul eder ki Türkiye'deki vergi tabanı potansiyelinin oldukça altında bulunuyor. Büyük bir kayıt dışı ekonomi var, vergi kayıp ve kaçağı çok yüksek; buna karşılık, denetimler yetersiz, vergi denetimleri muhaliflere gözdağı vermek için kullanılıyor.
Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri; bu bütçenin içerisinde atanamayan öğretmenlerle ilgili ciddi anlamda bir belirti göremiyoruz. Öğretmenler hâlâ atama bekliyor, öğretmenler hâlâ 3600 gösterge bekliyorlar. Yine, kapıda bekleyen, Sayın Bakanı da korumakla görevli polis arkadaşlarımız uzun yıllardır 3600 göstergesinin beklentisi içerisinde. On iki saat, yirmi dört saat çalışan polis arkadaşlarımız, özellikle emeklilikte çektikleri bu sıkıntıların, bu sorunların bu bütçede, 2017 bütçesinde çözülmesini büyük bir özlemle ve büyük bir hasretle beklemektedir. Yine, muhtarlarımızın, 52 bin, 53 bin muhtarın yarısı, 26 bin, 27 bin muhtar sosyal güvenlik primlerini kendi ceplerinden ödemektedirler. Bu muhtarların sosyal güvenlik primlerinin ve birtakım giderlerinin, elektrik, su ve telefon giderlerinin bütçeden veyahut da yerel yönetim bütçesinden karşılanması için birtakım talepleri ve istekleri var. Yine, emeklilikte yaşa takılanların, emeklilikte yaşa takılan kardeşlerimizin sorunlarının özellikle çözülmesini... "Edirne'den Mars'a, Jüpiter'den Kars'a, çıksın artık bu yasa." diyen arkadaşlarımız yine bu 2017 bütçesinde bir beklenti içerisindedir. Bu nedenle de 2017 bütçesinde bu beklenti içerisinde olan kardeşlerimizin ve çalışanlarımızın sorunlarının, 4/A, 4/B, 4/C'li ve taşeron işçilerinin bu beklentilerinin olduğunu dile getiriyor, 2017 yılı bütçesinin savaşsız ve sömürüsüz bir dünya ve Türkiye dileğiyle hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.