| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Bazı Vergi Kanunları ile Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/884) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 05 .10.2017 |
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; yeni yasama yılımızın Plan ve Bütçe Komisyonundaki ilk çalışma toplantısında bütün arkadaşlarımıza bu çalışma dönemi boyunca yaptıkları çalışmalarının ülkemiz ve tüm yurttaşlarımıza olumlu sonuçlar çıkaracak çalışmalar olmasını diliyorum. Umuyoruz ki buradan çıkacak yasalar Türkiye'de genellik ilkesine, eşitlik ilkesine, herkesin adaletli bir şekilde bütün mali hükümlerden yararlanma ilkesine uygun düzenlemeler olur.
Burada yaptığımız çalışmalar içeresinde tüm değerlendirmelerin ve eleştirilerin ülke yararından başka bir amaç taşıyamayacağını, daha iyiyi arama ve bir katkıda bulunma çabası olduğunu lütfen göz önünden ırak tutmayalım. Buradaki tüm arkadaşların aynı düşünceyi paylaştığından eminim.
Torba yasa konusunda daha önce yaptığımız eleştirilere burada arkadaşlarımız değindiler, daha da değinecekler büyük bir olasılıkla, ben yeniden değinmiyorum artık. Ancak, kod kanun olarak düzenlenmesi gereken birçok hükmün bir torbaya sıkıştırılmasının artık anlamının kalmadığını, mürekkebi kurumadan bu kanunları yeniden değiştirmek zorunda kalacağımızı, özellikle de tebliğ ve genelgelerle düzenlenmesi gereken, çözüm bulunabilecek olan birçok konunun çok uzun genelge gibi, tebliğ gibi maddelerle yasa maddesi olarak düzenlenmesinin yasa yapma tekniğiyle uzaktan yakından ilgisinin olamayacağının altını bir defa daha çizmek istiyorum. Üç sayfalık yasa metni olmaz, bir madde üç sayfa olamaz, mümkün değildir bu; bunun adı kanun değildir. Kanunda saydamlık ve uygulanabilirlik esastır ve verilen yetki çerçevesinde de ilgili birimler bunun nasıl uygulanacağını zaten bilirler, açıklığa kavuştururlar aykırı olmadığı süre içerisinde.
Tasarıyla ilgili Sayın Bakanın yaptığı açıklamaları izledik. Dolayısıyla, tek bir sunuma bunun sığdırılmasının ne kadar güç olduğunu da gördük. Sayın Bakan çok özet ve gerçekten olabildiği kadar kısaltarak yaptığı sunum bile neredeyse bir saate yakın oldu. Dolayısıyla biz kanunun geneli üzerindeki maddelerle ilgili söylenecek olan şeyleri maddelerin tartışmasına bırakıyoruz çünkü oralarda çok daha ayrıntılı bir çalışma ortamının yaratılabileceğine inanıyoruz. Örneğin, Sayın Bakanın "Bu konuda düzenlemelerimiz olacak, önerilerimiz olacak, bu konuda önergeler verilecek." şeklindeki açıklamalarından bu önergelerin sadece madde geldiği sırada değil de en azından şimdiden, çok daha önceden verilerek bunlar üzerinde de bizlerin çalışma yapmasına olanak sağlanmasının doğru olacağını düşünüyoruz. Sayın Başkan, özellikle bu talebimiz direkt olarak size.
Değerli arkadaşlar, bu kadar kapsamlı bir torba yasa düzenlerken bunun hangi ekonomik gereksinimlerden, hangi sosyal gereksinimlerden kaynaklandığını somut olarak bilmek istersiniz doğal olarak. Dolayısıyla, şu anda nasıl bir ekonomi için biz bu düzenlemeleri yapıyoruz yani ekonominin gerçekten gereksinimi bunlar mı? Ekonominin gerçek gereksinimleri göz önüne alındığında bu düzenlemeler mi yapılmalı yoksa bunlara seçenek oluşturacak başka düzenlemeler yapılabilir mi? Buradaki çalışmanın temelinin bu olması gerekiyor. Bunun için de şu anda ekonomimizin durumunu çok net olarak tanımlamak, öncelik sorununu ciddi olarak tartışmak ve bu öncelikler nelerse belki de bütün maddelerin hepsini ona göre değerlendirmek gerekecek.
Şimdi, değerli arkadaşlar, biz nasıl bir ekonomi için düzenleme yapıyoruz? Çok ayrıntısına girmeyeceğim, hepiniz hatırlarsınız, TÜİK, İstatistik Kurumu geldi, bize bir sunum yaptı. Özellikle millî gelirle ilgili yeni seri konusundaki açıklamaları burada uzun uzun tartıştık. TÜİK'in son güncellemesine göre 2015 yılı itibarıyla toplam millî gelirimiz eski seriye göre son beş yıl içerisinde yüzde 19 civarında artmış, 2 trilyon 338 milyar liraya ulaşmıştır. Şimdi, eski seriye göre ortaya çıkan bu artıştan sonra ekonominin verilerine baktığımızda, özellikle 2006 yılı itibarıyla ulusal gelirimizin 2,5 trilyon liraya yakın bir düzeye geldiğini, buradan hareketle de toplam yatırımların millî gelire oranının yüzde 29,5 civarında olduğunu, cari açığımızı somut olarak bildiğimiz için yüzde 3,2'ye geldiğini ve millî gelir muhasebesine göre cari açığın tasarruf eksi yatırım harcamaları formülünden hareketle de tasarruflarımızın da yüzde 26,3 olduğunu görüyoruz. Şimdi, değerli arkadaşlar, biz şu anda toplam yatırımlarının millî gelire oranı yüzde 29,5, tasarruf oranı yüzde 26,3, cari açığı da 3,2 olan bir ekonomiyi konuşuyoruz; çok önemli bir olay bu. Aslında eski seri uygulanmış olsa -2015 yılından sonra seri devam etmediği için 2016 rakamlarını veremiyorum ama- toplam yatırımların millî gelire oranı yüzde 18, tasarruf oranı yüzde 14, cari açığı da yüzde 4 olacaktı. 2015 böyle ama 2016'da da pek fazla bir şey fark etmezdi büyük bir olasılıkla diğeriyle orantıladığımız zaman. Yani, ne yapacağız şimdi? Eski seriye göre yatırımların millî gelire oranı yüzde 18 olan, tasarruf oranı yüzde 14 olan, cari açığı yüzde 4 olan bir ekonomi için mi biz burada düzenleme yapacağız yoksa yatırımlarının millî gelire oranı yüzde 29,5 olan, tasarruf oranının da yüzde 26,3 olan bir ekonomiyi mi konuşacağız?
Değerli arkadaşlar, eğer ekonomimiz buysa bizim burada bu kanunu yapmamıza falan gerek yok. Biz şu değerlerle aslında şu anda dünyanın sayılı ülkeleri içerisinde, zerre kadar sıkıntısı olmayan -cari açığı zorunlu olarak verdiğini varsaysak bile- ciddi anlamda bütçe fazlası veren bir ülke konumunda olmamız gerekiyor. Ne yapacağız şimdi? Hangi verileri alacağız? Bu açıdan aldığınızda olayı, şu anda aldığımız vergilere de bir bakalım: 2016 yılı itibarıyla ulusal gelirimiz 2,6 trilyon lira, vergi gelirlerimizin toplamı 459 milyar lira, vergi yükümüz de bu durumda yüzde 17 küsur ama 17. Eski seri olmuş olsaydı eğer, 2015 yılı itibarıyla vergi yükümüz bizim yüzde 21'di. Şimdi, vergi yükümüz yüzde 21 ise eğer yaptığımız düzenlemeler farklı olacak. "Yok, ulusal gelirimiz bu kadar arttı, yatırımlarımız bu kadar arttı, yüzde 26'nın üzerinde de tasarrufumuz var." diyorsak eğer niye o zaman bizim vergi gelirlerimiz yüzde 17'de kalıyor? Hatırlarsanız, "Bu artış birdenbire nereden geldi?" diye soru sorduk. "Ya, nereden çıktı? Birdenbire kalkıp da 1,9 trilyon liradan 2,4 trilyon liraya yükseldi bizim ulusal gelirimiz?" dediğimizde, "Ya, bu inşaatlarla ilgili, inşaat sektörüyle ilgili verileri doğru dürüst kaydetmemişiz, bunları gerçek anlamıyla kayda aldığımız andan itibaren ulusal gelirimiz 'pat' diye zıplayıverdi." dediler, gerçekten de yüzde 4'ten yüzde 8'e çıkmıştı inşaat sektörünün payı ulusal gelir içerisinde. Demek ki inşaat sektöründen kaynaklanan ilave bir gelir vardı, daha önceden kayıtlarımıza doğru dürüst girmiyordu, şimdi bu inşaat sektöründen gelen gelir kayıtlarımıza girdi. Soru çok basit aslında, soru gerçekten çok basit. Bütün, Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyelerine çok net olarak soruyorum: Eğer bizim ulusal gelirimiz bu kadar yükseldiyse, bu da inşaat sektöründen geldiyse, vergi yükü de yüzde 21'den yüzde 17'ye düştüyse bu yeni düzenlemeden sonra bu aradaki vergilerin kimden alınması gerekiyor? İnşaat sektöründen alınması gerekiyor, rant ekonomisinden alınması gerekiyor, rant ekonomisiyle oluşmuş olan bu değerin buradan alınması gerekiyor. Peki, bununla ilgili herhangi bir düzenleme tartışıyor muyuz burada? Yok, hayır, hatta bazı istisnalar bile veriyoruz ilave olarak sermaye kesimine. Peki, aradaki farkı nereden kapatıyoruz? Gelir vergisi mükelleflerinin tarifelerini artırarak, motorlu taşıtlar vergisini artırarak yapıyoruz. Şimdi, bu durumda vicdani bir sorunla karşı karşıya kalıyoruz, ciddi anlamda vicdani bir sorunla karşı karşıya kalıyoruz. Yapmış olduğumuz bu düzenlemenin hangi ekonomi için yapıldığını, bu ekonomideki değerleri kimin yarattığını, buradan elde edilen gelirin nerede olduğunu burada ciddi olarak sorgulamak zorundayız. Eğer sorgulayamıyorsak bu düzenlemelerde görevimizi eksik yapıyoruz anlamına gelir bu. Bir de yüzde 26 küsurluk bir tasarrufumuz var bizim.
Değerli arkadaşlar, finans sistemine bakıyorsunuz böyle bir tasarrufu kanıtlayacak bir veri yok ortalıkta, bankacılık sisteminde bu olay gözükmüyor. "Nerede bu kaynak, bu tasarruf nerede?" diyorsunuz o zaman. Bu sorunun cevabını mutlaka vermek zorundayız. Bu tasarruf eğer gerçekse, veriyse bu nerede? Bankacılık sisteminde 2 kuruşluk bir ilave şey yazsınlar bakalım kıyamet kopar. Bankacılık sisteminde değil, fonlarda değil; nerede? Bu durumda bizim yapmamız gereken, eğer ekonomimizle ilgili olarak hangi konuda uzlaşacaksak onu bilmiyorum ama ekonominin gerçek durumunu ortaya koyan bu verilerden hareket ettiğimiz zaman bizim düzenleme yapmamız gereken alan nerede, buraya bakmamız gerekiyor. 2018 yılı ve devam eden yılların ülkemiz için -Allah göstermesin ama- çok riskli yıllar olabileceği konusunu göz ardı edemiyoruz. Bugün devletin başında olanlar da olayı yakından izleyenler de herkes bunu çok yakından izliyor. Demek ki ekonomik olarak çok önemli kararların alınması gereken ve özellikle de harcama açısından inanılmaz tasarrufların ve disiplin uygulamalarının yürütüleceği bir sürece doğru gidiyoruz.
Önümüzdeki yıl bütçesinin bundan önce yapılmış olan bütçelerle asla ilgisi olmayacağını ben tahmin edebiliyorum -çünkü buradaki insanların, bu kanunu getirenlerin de devlet sorumluluğu ve kamu sorumluluğu konusunda zerre kadar bir kuşku duymam- gelmeyecek, büyük bir olasılıkla gelmeyecek, farklı şeyler gelecek ama bütün bunların hepsinin bütçe kanununda yapılması mümkün değil. Bu düzenlemelerin yapılacağı yer burası, işte bu tasarının görüşüldüğü sıradaki çalışmalar. Bunları burada yapmak gerekiyor, bunları gerçekten burada yapmak gerekiyor.
Şimdi, bu değerlendirmeyle ilgili olarak daha sonradan yeniden buna dönüp defalarca, defalarca söyleyeceğiz bunu. Şu anda OECD ortalamasında vergi yükü yüzde 25'ler civarında seyrediyor, ortalaması bunun bu, eski seriye göre biz yüzde 21'deydik. Tamam, sosyal güvenlik primlerinin dâhil olup olmaması falan filan gibi tartışmalarla idare edip giderdik. Şimdi, yüzde 25 ile yüzde 17 arasında tam 8 puan fark var. Bu olayı görmezlikten gelemeyiz. Üstelik de vergilendirilmeyen alanın ne olduğunu biraz önce söyledik ve bunu bizim İstatistik Kurumumuz da zaten böyle ortaya koyuyor, başka kimse falan koymadı. Açıkça diyor ki: "Bu kaynak kesin olarak bu sektörden yaratılmıştır." Bunun olduğunu biz de biliyoruz zaten. Bu koşullar altında bu tasarıya yaklaşımımızın kesinlikle yeniden değerlendirilmesi gerekiyor değerli arkadaşlar. Biz böyle bir tasarıyı değerlendirirken, önlemleri tartışırken sadece gelir rakamları üzerinden falan tartışmayız, bunun bir de gider tarafına bakarız.
Şimdi, Sayın Bakan bütçede verilmiş olan limitlerin üzerinde 37 milyar liralık daha sizden borçlanma yetkisi istiyor, 37 milyar lira. Biz bütçede borçlanma yetkisini ne üzerinden verdik? Borçlanma Kanunu'ndaki hükmü uyguladık sadece. Borçlanma Kanunu'ndaki hüküm ne diyor? "Devlet ancak bütçe açığı kadar borçlanabilir." diyor, bütçe açığı kadar. Açığımız ne kadar? 47 milyar, küsuratlarını kullanmadan söylüyorum, 47 milyar. Demek ki devlet 47 milyar lira borçlanacak, bunun dışında borçlanamaz. Kanunda "Borçlanma limiti değiştirilemez." diye yazıyor, kanunda yazıyor bu "Borçlanma limiti değiştirilemez" diye. Bunun sadece bir istisnasını koymuş "Bunun yüzde 5'i oranında Maliye Bakanının yetkisinde, bir de yüzde 5 daha Bakanlar Kurulu kararıyla artırılabilir ancak gerekçesini belirterek." diyor. Yani ne yapacak? Bir 4,7 milyar lira daha artacak, o kadar. Onun dışında borçlanma yetkisinin artırılması şu andaki Borçlanma Kanunu'na göre mümkün değil.
Değerli arkadaşlar, bu ilk düzenleme yani bütçe açığı ile borçlanma arasında illiyet bağı kurularak ilk yapılan düzenleme 1998 yılı bütçesinde oldu. O zaman da Bakanlar Kurulunda kıyamet koptu, o zaman da özellikle Başbakan da dâhil olmak üzere herkes "Böyle bir sınırlamayı kabul etmeyiz." dediler, uygulandı ve Türkiye'de mali disiplinin sağlanmasında en önemli etkenlerden birisidir. Şimdi, 37 milyar lira daha ilave kaynak... Bunu sordukları zaman siz hemen açarsanız kamu hesapları bültenini ve hazine bültenini yan yana koyun, bir tanesinde bütçe harcamalarını görürsünüz. Bir bakın ağustos sonu itibarıyla bütçe harcamalarına, bütçemizin 25 milyar lira açık verdiğini görürsünüz. Bütçede 47 milyar lira öngörmüşüz, ağustos sonu itibarıyla 25 milyar. "Gayet iyi, bu fena değil. Demek ki açık amacı tutacak." diye düşünürsünüz. "Yani şurada kalmış dört beş ay, dört beş ay sırasında da geri kalanı olur, hatta işte 47 milyar liraya kadar çok rahatlıkla bu olay oluşur." dersiniz. Şimdi, bütçe açığı kadar borçlanma yetkisini verdiğiniz borçlanma tarafına bakarsanız hazine bülteninden, bir de bakarsınız ki 25 milyar lira açık verdiğimiz bütçe için 53 milyar lira borçlanmışız, 53 milyar lira. Borçlanma Kanunu'ndaki bütün limitleri falan aşmışız. Kanuna aykırı bir şekilde borçlanmamız ayrı bir olay. Rakamları kesin bilmeyebiliriz yani verilen verilerden karşılıyoruz, belki bu 49 milyar liradır, belki 51 milyar liradır, yeniden netleştirildiği zaman olay ortaya çıkar ama şunu görüyorsunuz: Açın iki tane şeyi önünüze, 25 milyar lira bütçe açığı, 52 milyar lira borç. Niye? 25 milyar lirasını bunun için harcadıysak geri kalan nerede, nereye harcadık? Bankada tutmuyoruz galiba. Bankada tutmak için devlet bu kadar borçlanmaz. Devlet borçlanmasını para politikası aracı veya döviz kurlarının ayarlanması için kullanmaz, biz böyle bir yetki vermedik, yok öyle bir olay zaten. O zaman nerede? Kırk yıllık maliyeciyim, kafamı elimin arasına alıp saatlerce düşünüyorum, ortaya çıkan seçeneklerin büyük bir kısmı tüylerimi diken diken ediyor "Yok ya, olmaz." diyorsunuz, olmaması gerekir. Burada açık açık tartışmak istemiyorum ama yani bütçe emanetlerinden başlayarak daha önceden belirli sözler üzerine yaptırılmış olan ve bütçeden henüz daha resmî olarak ödenmesi mümkün olmayan alacaklar mı yoksa daha önceden burada tartışa tartışa bir hâl olduğumuz devletin muhtemel yükümlülüklerinden tahminlerin çok çok üstünde bir şeyler mi devlete geldi, fatura önlerine konuldu ve ödendi? Ne yapıldı? Bütün bunların hepsinin yanıtını almadan burada yapacağınız düzenlemenin bir anlamı kalmaz. Bu konuların hiç birisinden emin olmadan konuşmama ilkemiz nedeniyle bunları hemen söylemiyoruz, "Şu olabilir, bu olabilir." falan denmez zaten bu konularda, "Olabilir mi?" diye sorarız ama net olan bir şey var: 25 milyar lira açık vermiş bütçemiz, 53 milyar lira borçlanmışız. Borçlanma limitimiz 51 milyar lira hepsini beraber kullandığımız zaman. Peki, bu 37 milyar lira ne?
Değerli arkadaşlar, "savunma harcamalarımızı destekleme amacıyla yapılmış olan düzenlemeler" denildiği takdirde, bununla ilgili olarak hemen sorulması 2 gereken soru var. Bizim bütçelerimizde -Allah göstermesin- herhangi bir savunma gereksinimi olduğu zaman Maliye Bakanlığı hemen toplanıp hangi ödeneklerden nereye, ne kadar ödenek süpüreceğini anında hesaplar. Burası büyük devlettir, öyle kalkıp da 3 milyar, 5 milyar, 12 milyar, 17 milyarlarla falan konuşulmaz, gerekirse 100 milyar lirayı aktarıverir birdenbire bu ödenek alanına, belirli şeyleri durdurur, belirli şeylerin yürütülmesini durdurur, "Şu andan itibaren bunların hepsini bıraktım." der. Sadece onlarla sınırlı kalmaz, gerekirse özel sektörün şu andaki rezervlerine bile başvurur, vurur. Ayrı bir olaydır bu. "Allah göstermesin." diye ha babam yere vurarak konuşuyorum. Bunlar ayrı bir olaydır ama savunma sanayisini desteklemeye kalkarsanız eğer bu düzenlemelerden sonra savunma sanayisine ayıracağımız miktar o oran artışı nedeniyle 3 küsurdan 6'ya çıkartıyoruz ya, oradan buraya aktaracağınız miktar, yanıltmak istemem ama kıyamet kopsa 8 milyar lira olur, bu kadar, başka bir şeyimiz olmaz, başka bir şey olmaz. O nedenle, bu gerekçeleri yeni baştan bir daha düzenlememiz gerekiyor. Nedir bu 37 milyar? Nerede hata yaptık biz, hangi harcamayı eksik bulduk? Acaba belirli kurumların yatırımlarını, vesairelerini falan "bütçe açığımız büyümesin" diye eksik mi gösterdik, onlar da yapıldığı zaman otomatik olarak mı bütün bunların hepsi arttı? Bunları bilmek zorundasınız, bunları bilmek zorundayız. Bundan sonraki önlemlerin alınması açısından bunları kesin olarak zorunlu görüyoruz ve bunlar olmadan da bu konuda yapılacak düzenlemelerin hepsi gerçekten daha mürekkebi kurumadan yeniden önünüze gelir.
Şimdi, Bütçeyle ilgili olarak yapılmış olan bazı düzenlemelere falan bakıyoruz, "Niçin borçlandık bu kadar?"ın yanıtını bulmadığımız sürece bu olay açıkta kalıyor ama bu arada da harcama kalemlerine baktığımız zaman harcamalarımızda herhangi bir kısıntı mısıntı falan görmüyoruz. Ama işin garip kısmı, harcamaların büyük bir kısmını bütçede de görmüyoruz zaten. Bir bakıyorsunuz, bir yerlerde dev bir şeyler yapılıyor. Aman ya buna ne kadar ödenek ayrıldı? Biz buna bütçede yer vermiş miyiz diye bakıyorsunuz; yok, vermemişiz.
Sayın Bakan tarihe geçecek bir adım attı. Özel fonlardan bir tanesini kapattı. Darısı diğer bütün fonların başına. Sizi temin ederim arkadaşlar, özel fonların hepsini Maliye Bakanlığında, daha doğrusu genel bütçe içinde değerlendirmeye kalktığınız an itibaren şu kavrama gerek bile kalmaz, gelir getirici kısımlarını, diğerlerini kastetmiyorum. Bu özel fonların da ne olduğunu bilmiyoruz, denetleyemiyoruz da. Olduğu gibi oradaki bakanların uygulamalarına bırakmışız. Niye bıraktık diye çırpındık burada, hatırlıyorsunuz, bırakmayalım bunu dedik. Anayasa Mahkemesine götürdük, Anayasa'ya aykırı hükümler nedeniyle daha önce bu kararların verildiğini, bunların tekrar edilmemesi gerektiğini söyledik. Geldik, ta bundan iki sene önceki şeyin Anayasa Mahkemesi kararı hâlâ çıkmadı bütçeyle ilgili olan. Bu sorumsuzlukların bedeli ağır olduğu takdirde burada sadece ve sadece buradaki insanların değil, o yargının da ciddi anlamda sorumluluğu ortaya çıkıyor. Çıktı, buralardan ortaya çıkacak kaynağı ben devletin şu anda ilave bir kaynak yaratmaya gerek bırakmadan şu andaki savunma giderleri de dâhil olmak üzere giderlerin büyük bir kısmını karşılayacağını düşünüyorum. Hemen yapılması gereken bu. "Böyle bir özel durumumuz var, bütün özel hesapların hepsini merkezî bütçeye aldık." bu kadar Turizm Bakanlığı için yaptığımız özel hesap düzenlemesini hepsi için yapabiliriz. Zerre kadar da bir itirazımız olmaz, ilk el kaldıracak olan ben olurum. Birinden bir şey kaçırmıyoruz ki, birisinin elinden bir şey almıyoruz ki.
Sonuç olarak, şu sırada bunun zamanı değil diyoruz biz. Tasarrufu yapacak olan sadece kamu değildir, araç saltanatlarını, şunlarını bunları artık pelesenk hâle geldi, konuşmayalım bile ama asıl harcamaların büyüklüğünü yerel yönetimlerde görüyorsunuz. Geçenlerde İsveç'ten bir arkadaşım geldi. Dehşet içerisinde bu şatolarda, büyük konaklarda falan bahçe peyzajı yapan birisi ve çok büyük paralarla falan yapıyor bu işi. Dehşet içerisinde dedi ki: "Ben bizim ülkenin en zengininin şatosunun bahçesine bile bu çiçekleri dikemem biliyor musunuz." Dedi. On beş günlük ömrü olan, dünyanın en pahalı çiçeklerini otoyolları süsleme için kullanan bir belediyecilik sisteminiz var sizin. E, yani kalkıp da bu tasarrufu yapanlar ve arkasında bu devleti destekleyecek olan kurumlar sadece merkezî idare kurumları mı?
Değerli arkadaşlar, yeniden derlenip toparlanmak zorundayız. Gerçekten başka çaremiz yok. Getirilen düzenlemelerin içerisinde hemen anında koşulsuz olarak katıldığımız düzenlemeler de var. Ama bazı düzenlemeler o kadar yalap şap bir şekilde hızla gelmiş ki uygulandığı anda yaratacağı sorunların altından kalkmak mümkün olmayabilir. Anayasa'ya aykırılıklarını bir tarafa koyuyoruz, onu zaten tartışacağız ama asıl, biraz önce Sayın Bakanın tütünle ilgili söylediği şeyler. Tamam, düzelteceğiz dediniz, bir türlü düzeltilecek. İyi de değerli arkadaşlar, şu anda tamamen yabancı tekellerin egemenliği altındaki bir sigara piyasasında eğer bizim ülkemizde birileri kontrol kaçağına karışmıyor -kaçağı asla desteklemiyorum- kontrollü bir şekilde hem de doğal bir tütünden kıydırarak makaronların içine tütünleri doldurarak sigara imal etmeye başlamışlarsa, milletin 8 liraya sattığı sigaraları 2 liraya satabilir hâle gelmişlerse bunu niye engelleriz biz, niye engelleriz yani? Bu insanlar sigara içiyor mu, sigarayı bıraktırabiliyor musunuz? E, bıraktıramıyorsunuz. Peki, yeniden hiç değilse kendi çabalarıyla yok ettiğimiz bir kamu sektörü var, tekeri kırdık, tekeri bitirdik, her şeyimizi sattık. Ege'de tütün üreticilerinin hepsi şimdi kekik ekeceğiz diye ortalığa döküldüler, ellerinde kaldı, perişan oldular. O alanlarda da tütünden başka da doğru dürüst bir şey yetişmiyor. Peki, ne yapacağız, Adıyaman'ı da mı o şekilde bitireceğiz? Dünya kadar yatırım yaptırılmış Türkiye'de bu insanlara. Ha, yanında tütününü veriyorsunuz, makaronunu veriyorsunuz, insanın kendisi doldursun. Eskiden de sigara sarma makineleri vardı, tabakanın içine koyardınız, çevirirdiniz, öbür taraftan çıkardı ama tütün Tekel'in tütünüydü. Kontrol etmek o kadar zor değil değerli arkadaşlar. Yani bırakın Türkiye'deki yatırımcılar da bunu yapıversinler, yapmışlar da zaten. Yapılmayacak bir olay değil, denetlenmeyecek bir olay değil. Bu insanların üzerine bu şekilde gitmek, hele bu şekilde düzenlenen bir kanunun içerisinde anlamsızdır.
İrtifak hakkı tesis edilerek yapılmış turistik tesislerle ilgili düzenleme... Sürelerini yeniden kırk dokuz yıla götüreceğiz, âlâ; isteyenlere bunu satacağız ancak sizin bir turizm kanununuz var. Orayı satın alan insanların o otelleri devre mülk sistemiyle kimlere kiralayacaklarını falan bilemiyorsanız, bunlarla ilgili düzenlemeleri, bunlarla ilgili yapılandırmayı yeniden düzenlememişseniz, turizm yasasını ciddi anlamda turizm alanlarınızı korumaya dönük olarak istediği kadar kendi mülkü olsun, şartlı satıştır, bunlara uymadığı takdirde diğer... sınırlamalar getirmediğiniz zaman sat derseniz eğer ertesi gün otellerin bahçesindeki bütün villaların hepsi birilerine satılır. Ondan sonra oralara çamaşırlarını da asarlar, davul zurnalarını da çalarlar, yapmadıkları şey kalmaz. Ne olur turizm sektörü? O nedenle bunu yapıyorsak eğer Turizm Kanunu'nu kot kanununun içerisinde düzenlememiz gerekiyor. TEKEL'le ilgili bu kadar önemli bir şey, tütünle ilgili bir şey yapıyorsak kot kanun düzenleyerek bunları belirlemek ve herkesin hakkını koruya koruya, güvenlikleri ala ala gitmemiz gerekiyor. bir cümleyle bu iş gerçekten olmuyor.
Limanlara çekilmiş olan gemiler... Yani Denizcilik Kanunu'nun en temel hükümlerinden bir tanesini atlamışsınız. 17 bin lira alacağı olan birisi 1,7 milyar liralık gemiyi limanda bağlıyor, haciz koyduruyor. 17 bin liraya koca bir gemiyi bağlıyor. Haydi, mahkeme, şu bu derken gemi orada bekliyor. Mersin'de çok önemli bir olay var, içerisinde canlı hayvanlarla bekleyen bir gemi. Bunların hiçbir tanesinin sorununu çözmüyoruz biz, ne yapacağımızı bilmiyoruz, sadece diyoruz ki: Arkadaş, bu burada bekliyor mu, bekliyor; al bunu sat. Böyle düzenleme olmaz, gerçekten böyle düzenleme olmaz. Bu hukuk devleti değildir.
Özür dilerim, galiba vaktimi çok aştım, her zaman heyecanlanmam ama bugün heyecanlandım. Onun için bitireyim.
Şuradaki düzenlemelerin hepsine, başta söylediğim ilkeler gereği olarak, Anayasa'ya aykırı olmadıkları sürece gerçek anlamıyla destek olacak bir durumdayız ve şu anda içerisinde yaşadığımız dönem ve süreç dün değil, farklı bir olaya doğru gidiyoruz. Bu koşullar altında oturup da sen yaptın, ben yaptım, iyi yaptım, kötü yaptım, biz demiştik, biz dememiştik tartışmalarının gerçekten bir anlamı kalmadı artık. Başlamalı, çalışmalı ve bitirmeliyiz, bitirene kadar da uğraşmalıyız. Bütçe çıkmadan önce yapılması gereken bütün bu yapısal düzenlemelerin hepsini teker teker gece gündüz uğraşarak bitirmeliyiz. Bunlar yapıldığı takdirde ekonomi açısından hayırlı bir iş yapmış oluruz. Bu kanunun içerisinde hayırlı olan şeyler var ama bunların her birisinin iyi niyetle çıkılmış olsa bile doğuracağı sorunlara özellikle dikkatinizi çekmek istedim.
Teşekkür ederim.