| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 30 .10.2017 |
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, 2018 yılı bütçesi üzerindeki görüşmelerimize başlıyoruz. Bu çalışmalarda Komisyonun tüm üyelerine ve bütçe görüşmelerine katılan tüm kamu görevlilerine kolaylıklar diliyorum.
Bütçenin ülke ekonomisi üzerinde yoğunlaşan kötümser bulutları dağıtacak sonuçlar doğurması, toplumun beklentilerine yanıtlar oluşturması konusu da temel dileğim. Ancak bunları dilemek maalesef, buradan bir sonuç çıkması anlamına gelmiyor çünkü bütçenin ekonomide istihdam yaratacak, üretken yatırımları tetikleyecek, devletimizin niteliğinin bile tartışılmasına neden olan lüks harcamaları önleyecek, cari dengenin sürekli açık veren yapıdan dengeli bir yapıya kavuşmasını sağlayacak, hakkaniyetli bir gelir dağılımını yaratacak, borçla finanse edilen tüketime dayalı bir büyümenin yerine üretime dayalı bir büyüme modelinin ilkelerini yaşama geçirecek bir bütçe olmadığını maalesef görüyoruz. Ancak bu nitelemeleri sadece 2018 bütçesinin zaafları olarak görmemek gerekiyor. Bu nitelemeler 2000 ekonomik krizinden sonra uygulamaya konulan ve on yedi yıldan beri uygulanan ekonomik programın yarattığı bir sonuç. Bu programla devletin niteliği değiştirildi. Devlet bütçeleri artık istihdam yaratan üretken yatırımların ödeneklerine yer vermiyor; devlet bütçelerinde tarımsal üretimde istikrar ve süreklilik sağlayan piyasa düzenleyici kurumların ödeneklerini de göremiyoruz.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - İsterseniz biraz bekleyelim Sayın Bakanım.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Bak görüyor musun boşaltıyor Sayın Başkan.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Boşalsın Garo, fark etmez.
BAŞKAN - Ya, ağzımı mı açtım, bir şey mi söyledim kimseye?
GARO PAYLAN (İstanbul) - Alıştırmışsınız, arkadaşlar kalmak istemiyorlar mı, dağıldılar?
BAŞKAN - Arkadaşlar, niye basına hakaret ediyorsunuz ya? Böyle bir şey olabilir mi yani?
GARO PAYLAN (İstanbul) - Hakaret değil, sizin talimatınızla.
BAŞKAN - Sizin böyle bir hakkınız var mı? Yani basın talimatla mı hareket ediyor, bunu mu söylüyorsunuz? Ne kadar ayıp ya!
GARO PAYLAN (İstanbul) - Hayır efendim, siz hep öyle alıştırmışsınız; şöyle bir bakmanız yeterli yani sonuçta.
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, basın için yer yapacaktınız; yapmadınız.
BAŞKAN - Efendim, yani fizikî imkânlar imkân veriyor da yani müsaitte mi yapacağım yani?
MUSA ÇAM (İzmir) - Bu yaz o kadar tadilat yaptırdınız.
BAŞKAN - Yani stenografları mı kaldırayım, Sayıştayı mı kaldırayım, bütçe yayını mı kaldırayım; kimi kaldırayım? Sizi mi kaldırayım oradan?
MUSA ÇAM (İzmir) - Yan taraftaki odayla birleştirip yapacaktınız.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Yani yan taraftaki odayla burayı...
BAŞKAN - Yapmayın rica ediyorum, lütfen.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Çok gerginsiniz Sayın Başkan.
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Farklı, büyük bir yer olabilir.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Bütçe tartışması 80 milyonu ilgilendiriyor Sayın Başkan.
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, bu konuda herhangi bir sınırlama koymuyorum, bu sizin kendi düşünceniz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Biz o zaman kalmasını istiyoruz. Bakalım, bunu soralım kendilerine.
EBUBEKİR GİZLİGİDER (Nevşehir) - Sizi kayda değer bulmuyorlar demek ki!
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Lafa bak!
BAŞKAN - Arkadaşlar, daha başlar başlamaz... Arkadaşlar, müsaade eder misiniz.
Bakın, basın mensubu arkadaşlar, kalacak arkadaşlar, tripotlarının üzerine kameralarını koysun, diğerleri çıksın.
Bakın, Sayın Temizel'in sözünü kestiniz, insicamını bozdunuz.
Kameraman arkadaşlar...
Sayın Temizel, buyurun lütfen.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Evet, şurada kaldım, şunu söylemeye çalışıyordum.
BAŞKAN - Ben yakalayamadım kusura bakmayın.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Estağfurullah.
BAŞKAN - Sayın Paylan'ın müdahaleleri beni engelledi.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Yani söylemeye çalıştığım olay, bunun sadece bir bütçe kanununun...
BAŞKAN - Müsaade ederseniz sürenizi de bir sıfırlayayım Sayın Temizel.
Buyurunuz şimdi.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim.
Dile getirdiğim hususlar yani ekonominin geleceğiyle ilgili karamsar olarak dile getirdiğim hususlar 2018 bütçesiyle veya bütçesine bağlı hususlar değil. Bu, 2000 ekonomik krizinden sonra uygulamaya konulan ve on yedi yıldan beri uygulanan ekonomik programının yarattığı bir sonuç. Bu program devletin niteliğini değiştirdi. Bu program "Devlet bütçeleri artık istihdam ve üretken yatırımları desteklemeyecek." diyen bir program oldu. Tarımsal üretimi destekleyecek ve tarımda verimliliği artıracak teknolojik yenilikleri ülke tarımının hizmetine sunan makine, ekipman yaratımlarının ödeneklerini bu tür bütçelerde göremezsiniz artık. Ekonomiye müdahale edecek kurumlarımız da kalmadı; hepsini kapattık ya da özelleştirdik. Fındıkta bir sorun olduğu zaman müdahaleyi Toprak Mahsulleri Ofisi yapıyor, ette bir sorun olduğu zaman da et ithal ederek sorunu çözeceğimizi zannediyoruz.
Değerli milletvekilleri, biz bu bütçede neyi konuşuyoruz? İçinde bulunduğumuz yılın ekonomik verilerinin 2002 yılının verilerinden ne kadar daha iyi olduğundan öte pek fazla bir şey söylüyor muyuz? Ben 1980'li yılların başında başlangıçta Maliye Bakanlığının bir bürokratı olarak, daha sonra da Maliye Bakanı ve şimdi de Plan ve Bütçe Komisyonunun üyesi olarak ki dört dönem sürmüştü bu Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğim daha önceden de bu bütçenin çalışmalarına katılırım yani neredeyse otuz küsur yıllık bir süreçte şu bütçenin çalışmalarını gözlemlemiş bir insanım. Ben hiçbir zaman, bu dönemde olduğu kadar günün yani bugünün geçmişle kıyaslanarak savunulduğuna tanık olmadım. Biz sürekli olarak bugün iyi bir şey yaptığımızı kanıtlamak için "2002 yılında bu olay böyleydi." diyoruz. 2002 yılında o olayın öyle olması bugünkü bu durumu sanki izah edecekmiş gibi algılanıyor. Şimdiye kadar sadece bütçelerde değil yasası buraya gelen her bakan, bütçesi için konuşmaya gelen her bakan her defasında "2002 yılında durumumuz buydu, 2017 yılında durumumuz bu, 2015 yılında durumumuz bu; müthiş iyiyiz." dedi. Değerli arkadaşlar, bu, bütçe tartışması değildir. O nedenle de şimdiye kadar gerçekten bu kadar süreç içerisinde bir defa bile ağzımı açıp demedim "2002 yılıyla bunu niye kıyaslıyorsunuz?" diye. Buna şiddetle karşı çıkan arkadaşımız Musa Çam; görev onun görevi.
Bunun ne anlamı var, şöyle bir bakalım. Eğer biz bugünü geçmişle kıyaslayarak nereden nereye geldiğimiz göstermek istiyorsak kıyaslayacak başka veriler var dünyada onlara bakmamız gerekiyor öncelikle. Geçmişin sorunları böyleydi, hele onu geçmişin koşutlarından, koşullarından soyutlayarak böyleydi demek çok anlamsız bir hâle geliyor. Neredeyse Osmanlı borçlarının sorumluluğuna kadar inilecek ve "Osmanlı bize bu borçları bıraktı." diyerek bugünün borçsuzluğundan övüneceğiz. Bunların bir anlamının kalmadığını görüyorsunuz. Genellikle bunlar bir yıl öncesiyle kıyaslanır, hadi iki yıl, hadi bilemediniz beş yıl öncesiyle kıyaslanır. Eğer sizin ekonomik verilerinizde bir değişiklik olmaya başlamışsa, övündüğümüz borçlarımızın ulusal gelirimize oranında bir değişiklik olmaya başlamışsa, yeniden bütçe açıklarımız kafalarını yukarıya dikmiş almış başını gidiyor ise esas değerlendirmemiz gereken bu. Ya, geçen sene bu işler iyi gidiyordu, bu sene burada bir değişiklik var; bununla ilgili hangi önlemi alabiliriz dememiz gerekiyor. Konuşulması gereken bu. "2002 yılında böyleydi şimdi böyle; çok iyi." İyi ama geçen seneye göre bozuk, iki sene önceye göre de bozuk hatta büyüyerek gidiyor, katlanarak gidiyor. Bunlara burada kayıtsız kalamazsınız. Bu bütçenin görevi bu konularda kayıtsızlık kesinlikle ve kesinlikle olamaz ama asıl değerlendirilmesi gereken veri bu bir yıllık, iki yıllık, bunlar çok kısa vadelidir ve alınacak kısa vadeli önlemler en fazla orta vadeli önlemlere uyum için söylenir ama asıl değerlendirilecek veri şu anda dünya ekonomik liginde bizimle beraber yarışan veya beraber yarıştığını kabul ettiğimiz ülkelerin performanslarıyla bizim performansımızı karşılaştırmamızdır. Eğer bizim performansımız bizimle beraber yarışan gelişmekte olan diğer ekonomileri solluyor ise bu, gerçekten övünülecek bir olaydır, bununla gurur duyarız, bunun daha da ileriye gitmesi için elimizden gelen her şeyi de yaparız. Peki, bu olay böyle mi?
Değerli arkadaşlar, IMF'nin ekim ayında yayınladığı çok önemli birtakım istatistikler var artık. Biz istatistikler serilerimizi yeni seriyle değiştirdikten sonra 2010 yılından öne herhangi bir düzenleme yapmadık yani yeni seriye göre hesaplasak 2002 yılı ne olurdu, 2003 yılı ne olurdu diye herhangi bir çalışma burada bizim önümüze konulmadı ama Allah'tan IMF bunu yaptı ve gönderdi. IMF, bizim yeni seriye göre, ta 1980 yılına kadar indi, oradaki rakamları da görüyoruz, artık 2002 ile 2017 yılının karşılaştırılmasının anlamsızlığını kaldıracak ortadan; onun verileri de aynı oldu, bunun verileri de aynı oldu. Verilere katılmadığımızı daha önceki tartışmalarımızda söyledik.
Şimdi, bu çerçeve içerisinde yani IMF'nin bütün ülkeler için aynı standartları uygulayarak yaratmış olduğu serilerle ilgili olarak kıyaslamalara baktığımızda, biz kendimizi hangi ligde sayıyoruz? Brezilya, Meksika, Şili, Filipinler, Çin, Hindistan, Endonezya, Malezya, Tayland, Kore, Güney Afrika Cumhuriyeti, Rusya, Polonya, Romanya. Bunları, ilk aşamada, beraber yarışa çıkmış yani yarış pistine beraber çıkmış ülkeler olarak görüyoruz. Güney Afrika Cumhuriyeti'ni bir soru işaretiyle başka bir yerde bırakıp onun, artık devlet niteliğinin bile tartışılacak bir hâlde olduğunu ayrıca hatırlatayım. Onu, aslında IMF saydığı için aynı grup içerisine koydum yoksa onu bu grubun içerisine ben koymam.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu ülkelerle biz 5 tane temel ekonomik göstergede neyiz, bir ona bakalım. Temelimiz bizim bu.
2003 ile 2017 yılları arasında, kendi performansımıza takılıp kalmak yerine, bu ülkelerin performansına bir bakın.
Büyüme performansı: Değerli arkadaşlar, büyüme performansı açısından 2003-2016 yılları arasında Çin lider ancak 2015 yılından itibaren onun yerini Hindistan alıyor ve IMF'nin tahminlerine göre de önümüzdeki süreç içerisinde Hindistan'ı bu durumdan indirebilecek herhangi bir görüntü yok, belirli bir gösterge yok.
Biz, ekonomik göstergeler içerisinde en yüksek performansa bu alanda, büyüme performansında sahibiz. Bir ara bu grup içerisinde 4'üncü sıraya kadar yükseldik ama özellikle 2014 yılından sonra bu olay tersine döndü, şu anda 6'ncı sıradayız yani 15 ülke arasında 6'ncı sıradayız. Ama en iyi performansımızın bu olduğunu, önümüzdeki süreç içerisinde de bu performansın, bu büyüme verilerinin değiştirilmesi hâlinde hangi durumda olacağını ayrıca tartışacağız.
Enflasyon performansı: 2003-2016 döneminde enflasyon performansı en iyi ülke, bu ülkelerin arasında Polonya. 2007-2010 döneminde Tayland bu performansı zorluyor ve en başarılı ülke konumuna geçiyor, önümüzdeki süreç içerisinde de Tayland'ın bu konuda ciddi anlamda başarı sağlayacağı tahmin ediliyor.
Dış denge performansı: Yani cari işlemler açık mı veriyor, fazla mı veriyor olgusu.
Değerli arkadaşlar, dış denge performansı açısından en olumlu iki ülke Tayland ve Malezya. Cari açık vermiyor bu ülkeler, cari fazla veriyor, cari fazla biriktiriyor. Bu cari fazlalarla yapmış oldukları yine ihracata dönük yatırımları sayesinde de bu liderliklerini asla bırakmıyorlar.
İş denge performansı: Yani bütçe açıklarımız açısından durum.
Bu konuda 1'inci sıraya Kore yerleşiyor. İş denge performansı en yüksek olan ülke Kore. Bütçe fazlası veriyor, ciddi anlamda bütçe fazlası veriyor.
Peki, Türkiye'nin bu 5 performans karşısındaki durumu ne? Büyümeyi söyledik, büyümede 6'ncı sıradayız ve en iyi performansımız bu ancak bizim büyümemizin özellikle istihdam yaratmayan, büyümenin ekonomik olarak etkilediği bazı ekonomik göstergelerde zerre kadar etkili olmaması büyüme konusunda bir şeyler yapmamız gerektiğini ortaya koyuyor. "Bu nasıl büyümedir?" diyoruz. Yani büyüme varsa istihdam artacak, belirli alanlarda üretim artacak; sayılabilir ve ölçülebilir alanlardaki bu üretim artışını görmüyoruz, üretim artışımızın gizli bir şekilde inşaat sektöründe olduğu söyleniyor. Bunlar konuşuldu. Büyümemizin kalitesi konusuna mutlaka yeniden bakmak gerekiyor. Dolayısıyla, büyümemize kuşku yaratan bir büyüme olarak bakılıyor, bu kuşkuyu ortadan kaldırmak zorundayız.
2003-2016 dönemi genelinde Türkiye enflasyon, işsizlik ve dış denge açısından inanılmaz olumsuz bir performans sergiliyor, en altlarda sürünüyoruz. Sondan 1'inci, 2'nci durumdayız. Sondan... Güney Afrika'yı çıkarırsanız neredeyse sonuncu oluyoruz. Demek ki bizim esas tartışmamız, esas görmemiz gereken olaylar bu. Biz, bu bütçeyle şu belirtilen performans ölçülerinden herhangi birisinde zıplama yapacak mıyız yapmayacak mıyız, buna bakmamız gerekiyor ama biz sürekli olarak aynı şeyi tartışıyoruz; 2002'de 2002, 2002'de 2002.
Bu olmaz arkadaşlar. Bu olmaz. Bu, Nasrettin Hoca'nın gece yarısı anahtar aramasına benzer. Elektrik direğinin altında aranıp duruyormuş "Hayırdır Hoca, ne iş?" demişler. "Sormayın, anahtarı kaybettik de eve giremiyoruz, onun için burada arıyorum." "Ee, burada mı kaybettin?" demişler. "Yo ama burası aydınlık." demiş.
Şimdi, 2002 yılıyla kıyaslamak çok kolay çünkü 2000 krizinden çıkan bir ülkeyle karşı karşıyasınız. 1999'la kıyaslamıyoruz, 2000'le kıyaslıyoruz, 2002'yle kıyaslıyoruz. 1999'la karşılaştırdığınızda olay birdenbire değişmeye başlıyor değerli arkadaşlar.
Örneğin devletin borçluluğu. Devletin borçluluğu 2002 yılında yüzde 64'ler dolayında, yüzde 64 çıkıyor ama 1999 yılında yüzde 37. Nedeni ne? 2002 yılında yüzde 64 olan devletin borçluluğu yani toplam dış borçlarının ulusal gelirine oranı yüzde 64 iken bir de bakıyorsunuz ki 1999'da yüzde 37. Çünkü 2000 krizine gelindiği zaman, Türkiye'nin, işte, biraz önce söylediğim rejiminin değiştirilmesi konusunda çok ciddi bir baskıyla karşı karşıya kaldı. IMF, yardım koşullarının tamamını devletin ekonomiden tam anlamıyla çekilerek, bütün kamu yatırımlarının özelleştirilmesini sağlayarak, özellikle de piyasa düzenleyici kurumların hepsinin yok edilmesini sağlayarak, şeker pancarına, tütüne kotalar getirerek, sınırlandırmalar getirerek, kısacası Türkiye'yi üretimden düşürerek, borç alıp, ithalat yapıp büyüyecek bir ekonomik hâline getirmek için programını dayatıverdi. Biz o programı uyguladık.
Ve IMF ne yaptı? Hemen, birdenbire, 1999 yılında -birinci elden tanığıyım- sadece finans sistemimizin açığı 4,5 milyar dolardı, o zamanki programın finansman ayağı yoktu, 4,5 milyar dolar peşinde koşuyordu Türkiye ama ne zaman ki o program bırakılıp yeni programa geçildi, IMF bize 24,5 milyar dolar borç verdi arkadaşlar. Üstelik bu borcun hangi yıllarda ödendiği de burada, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığının kamu borç yönetimiyle ilgili raporlarının içerisinde çok net olarak görülüyor. Bakıyorsunuz, 2000 yılında 3,4 milyar, 2001'de 11,2 milyar, 2002'de de 13,5 milyar dolar birdenbire Türkiye'nin kucağına bir kredi geliyor.
Bu, borçlanmayı artırıyor. Bu, borçlanmayı artırıyor ama yapısal değişimde kullanılmak üzere verilen bir kaynak bu, zaten bunu kullanarak Türkiye farklı bir veri tabanına geçiyor veya veri silsilesini değerlendirmeye geçiyor.
Şimdi, bu 24,5 milyar dolarlık ekonominin tamamen değiştirilmesine dönük borç nedeniyle yüzde 64 olan kamu borçluluğunu siz baz olarak alıp da bugünle kıyasladığınız zaman doğru bir şey yapmış olmazsınız. Bunları çıktığınız zaman, yeni seriye göre olay tamamen değişiyor. Yeni seriye göre olayımızı değiştiriyoruz ve çok somut olarak birdenbire kamu borçluluğunun yüzde 46'larda olduğu ortaya çıkıyor.
Peki, şimdi kamu borçluluğumuz ne? Yüzde 48. Alın size, sadece bu veriyi değerlendirdiğimiz zaman bile kalkıp bütünü üzerine kurmuş olduğumuz değerleme sistemi çöküveriyor. "Devlet şu kadar borçlu, millî gelirinin şu kadarı kadar borçlanıyordu." dediğiniz zaman bu olay böyle. Demek ki bunların pek fazla bir anlamı falan olmuyor, kendi koşullarında değerlendirmek gerekiyor. Kendi koşullarını bir tarafa bırakıp da o olayı oluşturan koşulları bir tarafa bırakıp da sadece iki tane rakam kıyasladığımız zaman bunun pek fazla anlamı olmuyor değerli arkadaşlar. Biz eğer aynı ligde top koşturduğumuz diğer ekonomilerle kendimizi kıyaslayacak isek o takdirde, şu performans ölçülerinin hepsine teker teker bakarak bu olayı götürmemiz gerekiyor, bu bir zorunluluktur değerli arkadaşlar.
Şimdi, asıl 2018 bütçesiyle ilgili olarak tartışacağımız konuların bir kısmının da ciddi anlamda ekonominin gerçek değerleri ve o rakamların ifade ettiği anlamlarla tutarlı olmadığını da görüyoruz. Bazı verilerle övünüyoruz. Örneğin, "Sosyal yardımlarda harcama tutarımızı yüzde şu kadar artırdık." diyoruz. Bu ne şimdi? İyi bir olay mı, kötü bir olay mı? Eğer bu ülke sosyal yardımlarını sürekli artırarak yaşamaya muhtaç bir hâle geldiyse buna "Performans ölçüsü arttı, çok iyi olmuş." diyebilir misiniz? Elbette ki zor duruma düşen insanlarını devlet yalnız bırakmayacak. Anayasa, sosyal devlet ilkesi üzerine kurulmuş, bu doğru, bunda herhangi bir şey yok. Ama siz sosyal yardımları artırıyorsanız o ülkede işsizlik var demektir, o ülkede gelir dağılımı çok bozuk demektir, o ülkede servet dağılımı inanılmaz derecede bozulmuş demektir ve gittikçe de üretken değil, tüketime dönük büyüme nedeniyle bunların iş bulma veya tüketim yapma olanağı da sınırlı demektir, hatta bu insanların aşırı borçlarını ödemektir, hatta bu insanlara bu sosyal destekleri sağlamak için -örneğin, kömür dağıtmak için- daha önceden kapatılması konusunda ne zamandan beri baskılar da yapılan bazı kuruluşlarımıza devlet olarak ciddi destekleme yardımı yapmak zorunda kalıyoruz demektir. Şimdi, bu iyi mi? "İyi." diyorsanız, iyi. Devlet mutlaka sosyal yardım yapacak, o kaçınılmaz ama bunun sürekli olarak artmasıyla övünmememiz gerekiyor, "Sosyal yardımları azalttık, çok şükür." dememiz gerekiyor, "Artık bu ülkede insanlar sosyal yardıma gereksinim duymuyor." denmesi gerekiyor, "Sadece bedensel olarak, fiziki olarak çalışamayan insanlarla sınırlı bu olay." demek gerekiyor. O nedenle, tartıştığımız rakamlar üzerinde de farklı bir şekilde durmamız lazım. Tartıştığımız rakamlar kesin olarak çok farklı. Bu, bu şekilde kesin olarak yürümüyor değerli arkadaşlar.
Devletin borçluluğuyla ilgili konu, şu anda ciddi anlamda bizi ilgilendiren bir konu hâline geldi. IMF'den alınan borçla borçluluğunu yükseltip yine aynı borçla olduğu gibi ekonomik sistemi değiştirip bir de oradan elde edilen verileri IMF borcuyla sağlanan borçlulukla kıyasladığınız zaman bu olay doğru olmuyor.
Değerli arkadaşlar, bizlerin kesinlikle bu döngüyü kırmamız gerekiyor. Artık, ülkede gerçekten bu ekonomik sistem üzerinden mi gitmemiz gerekiyor yoksa ülkeyi yeniden üretken bir hâle getirmek için kamu yatırımları da dâhil olmak üzere... Şu anda "kamu yatırımı" falan denince herkes bazı şeyler hatırlamaya başlıyor, ödleri kopuyor ama yeniler üretime geçemiyor işte, geçilmiyor. Ne yapacaksınız? Özel sektörün yapmadığı, özel sektörün girmeye teşebbüs bile etmek istemediği ya da korktuğu bazı alanlarda devlet yatırım yapmaz mı, devlet öncülük yapmaz mı, hatta gerekirse yapmış olduğu bu yatırımları gelecekte oradaki insanların işletmesine devretme koşuluyla bu yatırımları gerçekleştiremez mi? Takıldık kaldık. Et sorununu çözemiyoruz. Et sorununu niye çözemiyoruz? Et sorununu, şeker pancarına kota getirdiğimiz gün, gelecekte çözemeyeceğimizi o zaman söylemiş birileri. "Değerli arkadaşlar, şeker pancarı sadece şeker değildir, devletin destekleme nedeniyle çiftçiye aktardığı para değildir, şeker pancarının küspesi yemdir." demiş. E, çözemiyoruz şimdi, saman ithal ediyoruz. Bu olayı geçiştiremeyiz ki bu olayı geçiştiremeyiz. Tarım Bakanımız canhıraş bir şekilde "Bakın, et fiyatları bir hafta içerisinde düşecek, beş gün içerisinde düşecek." diye ortalıkta dolaşıyor. "Ya, ne yapıyor acaba?" diyorsunuz, et ithal ediyor. Rusya'dan et ithal etmek, oturup da devlet adamları arasında bir görüşme konusu oluyor. Demek ki bu bütçede tartışılması gereken çok önemli bazı şeylerimiz daha var. Bunları kesinlikle yadsıyamayız değerli arkadaşlar.
Bu değerlendirmeler sırasında genellikle ekonomiler sıkıştıkça gelenektir "Zarf açın." derler yani suçlama olayı. Şu anda artık hiç kimsenin kimseyi suçlayacak hâli falan kalmadı. Bizler aynı teknenin içerisinde olan insanlarız. Bu konuları büyük bir açık yüreklilikle, cesaretle konuşarak hiç değilse bu ödenekler arasında ciddi anlamda bazı değişiklikler falan yapmamız gerekiyor. Şurada orta vadeli programa bakıyorum, 35'inci sayfası: Genel bütçe yatırım tahsislerinin sektörel dağılımını 2017 ve 2018 yıllarında gösteriyor değerli arkadaşlar. Genel bütçenin içerisinden yaptığımız tarım, madencilik, ithalat, enerji, ulaştırma, turizm falan filan, hepsini alın, alt alta toplayın, 35,3 milyar yani 10 milyar dolar. Türkiye Cumhuriyeti'nin yatırım programı bu olabilir mi? Bu nedir? Peki, bütçemizde bizim burada tartıştığımız, en fazla kavga edilen -ben etmiyorum Allah'a şükür, o nedenle "ettiğimiz" demeyeceğim- konular ne? Kamu yatırımlarının finansmanında uygulanan özel modellerle yapılan yatırımlar, kamu-özel iş birlikleri.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Temizel, lütfen toparlar mısınız.
Buyurun.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Bunu bu açıdan aldığınızda bütçede bunlardan hangisini tartıştık ve kabul ettik? Hangi büyükşehir hastanesinin ödeneklerini veriyoruz? "Orada mı olsun, burada mı olsun?" "Şu şehrin mi önceliği var, bu şehrin mi önceliği var?" dedik mi? Hiçbirisini tartışmadık. Ama bütün bunların hepsi işte bu seneden itibaren yuvarlana yuvarlana bütçenin üzerine gelmeye başladı. Bizim bütün yatırımlarımızın hepsi bu. Bu yatırımlar da sürüne sürene bir hâl oluyor. "Mega yatırımlar" dediğimiz yatırımların her biri üç yılda, beş yılda biterken bir bakıyorsunuz, Konya Mavi Tüneli neredeyse otuz beş yıldır bitmiyor. Bunların artık burada tartışılması lazım. Buradaki tartışmaların sadece ve sadece karşılıklı olarak "Sen daha iyi yaptın, ben daha iyi yaptım." tartışmalarıyla geçiştirilmemesi lazım.
Bitireceğim Sayın Başkan. Aslında geneli üzerindeki konuşmaları yirmi dakika değil de hiç değilse birer saat yapsaydık o daha anlamlı olabilirdi, diğerleri yirmi dakika olabilirdi.
Borçluluğumuz aldı başını gidiyor değerli arkadaşlar. Burada çok önemli bir olayla karşı karşıyayız, onu mutlaka belirtmem gerekiyor. Türkiye'nin şu andaki dış borçları, artık ciddi anlamda döviz kazandırıcı işlemleri olmaması nedeniyle. Yani bugün Tayland'ın herhangi bir sıkıntısı falan yok bu konuda, isterse döviz kazandırıcı işlemleri olan ve cari fazla veren bir ülke olarak istediği kadar kredi bulur, kullanabilir ama biz her sene açık veriyoruz. Biz son on beş yıl içerisinde -son yılın rakamları geçici olduğu için koymadım- 585 milyar dolar ticaret açığı biriktirmiş bir ülkeyiz, 585 milyar dolar. Yok böyle bir para ortalıkta. Biz bunu, bu kadar ürünü dışarıdan satın almışız. Ne almışız? Çin'e vermişiz paranın neredeyse beşte 3'ünü, ha babam Çin'den tüketim malları ithal etmişiz, toplamı 585 milyar dolar, her yıl. Bu arada da 500 milyar dolar cari açık biriktirmişiz, 500 milyar dolar cari açık biriktirmiş bir ülkeyiz biz. Az bir olay değildir bu. Her sene aşağı yukarı 40 milyar dolar civarında, 43 milyar dolar civarında bir rakam ediyor bu. Bunlar için ödediğimiz faizlerin haddi hesabı yok. Şu anda 600 milyar lira civarında bu aldığımız borçlar için de faiz ödemişiz. "Faiz ödemiyoruz." falan diyoruz ama asıl faizi özel sektörün borçlanması nedeniyle özel sektör ödemeye başlamış. Devlet borçları azalmış... 2003 yılındaki kamu borcu-özel borç oranı ile 2016 yılındaki kamu borcu-özel borç oranı bire bir, tersine dönmüş olarak aynısıdır. Yani devlet borçlanıyordu, özel sektöre destek veriyordu; şimdi özel sektör borçlanıyor, devlet ona garanti veriyor.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Oran da artmış vaziyette aslında.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Sistemimiz bu.
MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Onun için büyüyoruz zaten.
ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Evet, onun için büyüyoruz ama bu büyüme sağlıklı bir büyüme değil Sayın Bakanım işte, bütün sorun o, onu söylemeye çalışıyorum.
Oradan borç alıyoruz, insanlara tükettiriyoruz, aman da büyüdük diyoruz, sorun burada. Devletin bu borçluluğunu... Her sene 50 milyar borçlanıyoruz, alın işte bütün orta vadeli plandaki bir yılın yatırımlarının tamamı 10 milyar dolar, ödediğimiz faiz 15 milyar dolar. Birileri bu ülkenin üzerine çökmeye çalışıyor, değerli arkadaşlar, tabirimi maruz görün ama bu olay böyle, bunu görmek gerekiyor artık. O nedenle, ikide bir bazı tehditlerle, şantajlarla karşı karşıya kalıyoruz, borç alan ülkenin özgürlüğünü kaybedeceğini düşünen bazı insanların uyguladığı politikalarla karşı karşıyadır bu ülke. Başka bir şekilde bu olayı çözemeyenler veya ülke üzerindeki amaçlarını gerçekleştiremeyenler bu ekonomik politikalar sayesinde bu ülke üzerine baskı kuracaklarını düşünüyorlar. Bunu yorumlamak için artık ekonomist olmaya gerek yok, bunu görmemiz gerekiyor; almamız gereken önlem bu, değerlendirmemiz gereken bütçe böyle bir bütçe olmalı.
Süremi aştığım için özür diliyorum.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Estağfurullah.
Ben teşekkür ederim Sayın Temizel.