| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 30 .10.2017 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, değerli kamu kurum ve kuruluşlarımızın görevlileri, saygıdeğer basın mensupları, 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nın ülkemize barış, kardeşlik, zenginlik, mutluluk, huzur getirmesi dilekleriyle hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu cumhuriyetimizin dün 94'üncü yaşına girdik. Emperyalistlere karşı kazanılmış olan Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin, Atatürk ilkelerinden, demokrasiden, laiklikten, hukukun üstünlüğünden, insan haklarından, sosyal devlet anlayışından uzaklaşmadığımız sürece sonsuza kadar yaşayacağına inanıyoruz. 1,5 milyarlık İslam dünyasında 57 Müslüman ülkenin içerisinde parmakla gösterilen tek ülkeyiz. Zaman zaman "Biz bir yeni devlet kuruyoruz; doksan yıllık cumhuriyet, altı yüz yıllık Osmanlı'da bir reklam arasıdır." deyip rejim değişikliği hevesleri içinde olanları görüyoruz ve duyuyoruz ama herkes bilmelidir ki cumhuriyete hepimizin sahip çıkmasının ve cumhuriyetin sonsuza kadar devam etmesinin nimetlerini hepimiz yaşıyoruz ve görüyoruz ve buna sahip çıkmanın da bizim asli görevlerimizden biri olduğunu söylemek isterim.
Değerli arkadaşlar, 2016 yılı merkezi yönetim kesin hesabını ve 2018 yılı bütçesini görüşüyoruz; on beş yıllık AKP iktidarı, Hükûmeti dönemi ve 16'ncı bütçesini görüşüyoruz.
AKP iktidarının, yurt dışından gelen sıcak paraya mahkûm, yolsuzluk ve rant odaklı, üç beş yandaş sermaye grubunu koruyup kollayan, kamunun kaynaklarını hesap vermeden, plansız, programsız ve ihalesiz harcama politikalarında artık yolun sonuna geldiğini söylemek isterim.
Türkiye gibi Türkiye ekonomisi de yönetilememektedir ne yazık ki, yönetimsiz kalmıştır bence. TÜİK'in yöntem değişiklikleriyle, tartışmalı revizyonlarla kâğıt üzerinde büyüyormuş gibi göstermeye çalıştığı Türkiye ekonomisi, gerçekten yıllardır yerinde saymaktadır. Hükûmet ekonomideki bu durağanlığı sosyal güvenlik sistemini, kamu maliyesini tehdit etmeye başlayan, istismara çok açık, sonuçları tartışmalı, geçici teşvikler yerine, kalıcı ve sürdürülebilir büyümeye geçerek aşmaya yarayacak tek bir adım atmamaktadır. Ortada bir hasta var ve Hükûmet bu hastaya gerçek bir ilaç vermek yerine yeniden yapılandırma, vergi ve sosyal güvenlik afları hapları vererek kendini iyileştirmesini beklemektedir.
Şişirilmiş rakamlarla bile kişi başına gelir yıllardır 10 bin doların üzerine çıkamamaktadır. Eğer TÜİK'in geçen yılki tartışmalı yöntem değişikliği olmasaydı, kişi başına düşen gelir 10 bin doların çok altında olacaktı. Hükümet üyeleri, halka gerçekler yerine çift haneli büyüme rüyalarını anlatırken, yüksek işsizliğin ve yoksulluğun toplumumuzda yol açmakta olduğu tahribatı gizleyebileceklerini sanmaktadırlar. İstatistiklerle anlatılmaya çalışılan büyüme masallarına rağmen, işsizlik oranı her geçen yıl artmaktadır. Resmî işsizlik oranları bile son üç yıldır tek haneli oranlara düşmemektedir. Önümüzdeki yıllarda da düşme umudu ne yazık ki bulunmamaktadır. Ekonominin büyüdüğü ileri sürülen bütün yıllarda işsizlik oranı artmaktadır.
Kamu kaynakları hesapsız, denetimsiz bir şekilde heba edilirken, resmî olarak 3 milyon 500 bini bulan, iş aramayan işsizlerle birlikte gerçekten 7 milyona yaklaşan işsizden ancak 400 binine İşsizlik Fonu'ndan para ödenebilmektedir. Bu politikalar gelir dağılımını yeniden bozulma sürecine sokmuştur; en yoksul yüzde 5'Iik kesimin gelirden aldığı pay yüzde 1'i bile bulmazken, en zengin yüzde 5'Iik kesim gelir pastasının yüzde 21,4'ünü almaktadır. Diğer kesimlerin payı azalırken, en zengin yüzde 5'lik kesimin payı artmaktadır.
TÜİK vatandaşlara "Geliriniz ihtiyacınızı karşılayabiliyor mu?" diye soruyor. Vatandaşların sadece yüzde 20'si bu soruya "Evet." yanıtını veriyor; yüzde 40,4'ü "Çok zor.", yüzde 39'u da "Orta düzeyde karşılıyor." yanıtını vermektedir. Çok düşük ve gerçeklerden uzak yoksulluk sınırı rakamlarını TÜİK, Türkiye'deki yoksul sayısını 16 milyon 328 bin olarak hesaplıyor. Yani halkın yüzde 21,2'si yoksulluk sınırı içerisinde yaşamaktadır, halkın yüzde 32,9'u ise maddi yoksunluk içerisinde bulunmaktadır.
Sosyal Güvenlik Kurumunun rakamları; 18 yaşın üzerinde 7 milyon 740 bin kişinin 53 lira olan genel sağlık sigortası primi, aylık 592 lira gelirleri olmadığı için devlet tarafından ödenmektedir. Üstelik bu durumdakilerin sayısı her geçen yıl artmaktadır. Temmuz ayları itibarıyla baktığımızda, genel sağlık sigortası primi devlet tarafından ödenenlerin son bir yılda 1 milyon 225 bin 565 kişi arttığı görülmektedir. Sosyal güvenlik destek primi devlet tarafından ödenenlerin oranı Ağrı, Muş, Şırnak gibi illerimizde bu illerin toplam nüfusunun yüzde 40'ından fazladır. 18 yaş üzeri nüfus içerisindeki payının ise yüzde 50'yi geçtiğini tahmin ediyoruz. Iğdır, Van, Şanlıurfa, Mardin, Hakkâri, Diyarbakır, Bitlis gibi illerimizde her 3 kişiden 1'inin aylık 592 lira aile geliri olmadığı için sosyal güvenlik destek primini devlet ödemektedir. Elbette ödeme gücü olmayanın primini devlet karşılayacaktır, karşılamalıdır. Yanlış anlaşılmasın, buna da itirazımız yoktur ancak, itirazımız, bu kadar insanın sağlık dışındaki ihtiyaçlarını dahi karşılayabilecekleri gelirlerinin olmamasıdır. Bütün bunlara rağmen ülkede bir pembe tablonun çizilmiş olmasıdır. Ne yazık ki Türkiye'yi yönetenler bu sorunu dert etmemektedir. Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlere rant uğruna diktikleri kulelere bakarak Türkiye ekonomisinin büyüdüğünü zannetmektedirler.
AKP hükûmetleri Anayasa'yı ve yasaları hiçe sayarak geleceğimizi tehlikeye atmaktan çekinmiyor. Türkiye, mali disiplin açısından tam bir kaosa doğru sürükleniyor. AKP Hükûmeti milletin bütçe hakkını hiçe sayıyor, Anayasa'yı ve yasaları açıkça çiğniyor. Hepimizin çok iyi bildiği gibi, bütçe hakkı, yasama organının halk adına yürütme organına kamu gelirlerini toplama ve harcama konusunda yetki vermesi ve sonuçlarını denetlemesidir. Verilen yetkinin sınırları içinde kullanılması, sınırın aşılmasının zorunluk hâline geldiği durumlarda da Türkiye Büyük Millet Meclisinden ek bütçe istenmesi bütçe hakkının temelini oluşturur. Ne yazık ki milletin bütçe hakkı Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararlarına rağmen Maliye Bakanına devredilmektedir. Bütçe kanunu Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçtikten sonra bütçe ödenekleri Maliye Bakanı tarafından yedek ödenek kalemi kullanılarak yeniden dağıtılmakta ve ödenek üstü harcama yapılmasına imkân verilmektedir. Bazı kuruluşların ödenekleri kesilerek yedek ödeneğe, buradan da başka bakanlıkların ya da kuruluşların bütçelerine aktarılmaktadır. Sayıştay 2016 yılında genel bütçe kapsamındaki 47 kuruluşun bütçesine eklenen ve düşülen ödeneklerin toplamını 176,6 milyar lira olarak hesaplamıştır. Bu tutar aynı kuruluşların 582,8 milyar lira olan bütçe ödeneklerinin yüzde 28'idir değerli arkadaşlar. Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, yedek ödeneği başlangıç ödeneklerinin yüzde 2'siyIe sınırlandırmıştır. Oysa, yedek ödenek, Maliye Bakanının yaptığı aktarmalarla 2016 yılında bütçe ödeneklerinin yüzde 6,1 'ine ulaşmıştır. Başlangıçta 2,1 milyar lira olan yedek ödenek, Maliye Bakanlığı tarafından yapılan aktarımlar sonucunda on yedi kat artırılarak 35,5 milyar liraya yükselmiştir. Aynı durum önceki yıllar bütçelerinde de yaşanmıştır. Ek bütçe kanunlarıyla yapılması gereken bütçeler arası aktarmalar Maliye Bakanınca yapılmaktadır. Anayasa'nın 163ü'ncü maddesinde "Merkezî yönetim bütçesiyle verilen ödenek, harcanabilecek miktarın sınırını gösterir. Harcanabilecek miktar sınırının Bakanlar Kurulu kararıyla aşılabileceğine dair bütçelere hüküm konulamaz. Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname ile bütçede değişiklik yapmak yetkisi verilemez." denilmektedir açıkça. Anayasa'nın Bakanlar Kuruluna bile vermediği bu yetkiyi iktidar çoğunluğu Maliye Bakanına vermektedir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararına rağmen bu yetki verilmeye devam edilmektedir. Bütçe harcamalarında yapılan keyfî değişiklikler mali disiplinin bozulmasına neden olmuştur. Sayıştayın raporları, yatırım programında olmayan yatırımlara ödenek verildiğini, belli bir yatırım için ayrılmış ödeneklerin cari harcamalar için kullanıldığını açıkça göstermektedir. Yatırım planında olmayan projelere ihalesiz bir şekilde milyarlarca lira aktarılmaktadır. Hesapsız ve yasa dışı borçlanılan paraların ne kadarının bu plansız, programsız, ihalesiz projelere verildiği konusunda hiçbir bir bilgi bulunmamaktadır. Örneğin, Maliye Bakanı 2017 yılında yedek ödenekten hangi kuruluşa, hangi projeler için ne kadar ödenek aktarıldığı konusunda Komisyonumuza, Türkiye Büyük Millet Meclisine, kamuoyuna herhangi bir açıklama yapma sorumluluğunu hissetmemektedir. Bunu da bütçe görüşmelerinde Sayın Bakandan beklemekteyiz. Bu sorumsuz uygulamalar kaynak ihtiyacını artırmış, sonuçta büyük çoğunluğunu dar ve sabit gelirli vatandaşların oluşturduğu toplumun sırtına daha ağır vergiler yüklenmesine, yasal limitlerin üzerinde borçlanılmasına yol açmıştır. Bu durum faiz oranlarını daha da artırmış, ekonomik dengeleri altüst etmiştir. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'in "Faiz oranları yüksek çünkü fon ihtiyacı yüksek" açıklaması bu keyfî bütçe uygulamalarının ülkeyi yüksek faizlere mahkûm ettiğinin açık bir itirafıdır.
2017 yılı, AKP'nin referandumu kazanabilmek için kamu kaynaklarını sorumsuz bir şekilde har vurup harman savurduğu bir yıl olmuştur. Önümüzdeki yılların da yaklaşan seçimleri kazanabilmek için yapılacak sorumsuz harcamalarla kamu maliyesi açısından tam bir yıkım yılları olacağını şimdiden görüyoruz ve bunun altını da çizmek istiyoruz. AKP, anlaşılmaz bir şekilde önüne gelen her yerden borçlanmaktadır. Başlangıçta 46,9 milyar lira olan 2017 bütçe açığı tahmini şimdilerde 61,7 milyar liraya çıkarıldı. Çok büyük olasılıkla gerçekleşme bu tahminin de çok üzerinde olacak. Zira, bütçesinin 61,7 milyar lira açık vereceğini tahmin eden bir Hükûmet, Türkiye Büyük Millet Meclisinden hem de yasalara aykırı olarak borçlanma limitini 37 milyar lira daha artırarak 89 milyar liraya çıkarmasını neden istemektedir? Sayın Bakan, bu 37 milyar lirayı nereye harcayacaksınız, nereye aktaracaksınız, bunların burada kalem kalem dökümünü istiyoruz ve açıklama bekliyoruz. Bütçe açığının 31,9 milyar lira olduğu bu yıl Ocak-Eylül döneminde Hazine yurt içinden ve yurt dışından net 70,5 milyar lira borç almış. Hazineden sorumlu Bakan ve Bakanlar Kurulunun yüzde 5'er artırma hakkıyla birlikte 52 milyar lira olan borçlanma limitinin 18 milyar lira üzerinde yasa dışı bir şekilde borçlanmaya gidilmiş. Yıl sonuna kadar çok daha fazla borçlanmaya gidileceği de açık açık gözükmektedir. Hükûmetin yasa dışına da çıkarak bu kadar borçlanmasının, bu ölçüde bir borçlanma iştahı duymasının altında yatan gerçek nedeni hepimizin bilmeye hakkı var. Ya 61,7 milyar lira diye kamuoyuna açıkladığınız bütçe açığı tahmini gerçeği yansıtmıyor ya da bütçede gözükenden çok daha fazla yani bütçe dışında daha çok büyük harcamalar yapıyorsunuz? Bir yandan bankalara "Faizleri düşürün." derken, Merkez Bankasına faiz artırma baskısı yaparken, öbür yandan bu kadar delice borçlanıp faiz oranlarını yükseltmenin akılla izah edilecek tek bir nedeni varsa öğrenmeyi dört gözle bekliyoruz. İhtiyacı olmayan bir para için devlet durduk yere niçin faiz ödemektedir, niçin faiz ödüyor? Bu, akılla ilgisi olmayan iktisat politikaları kimin eseridir, bunu öğrenmek istiyoruz.
Yoksul halktan toplanan vergileri aşırı borçlanma yoluyla sermaye sınıfına, büyük bankalara, uluslararası yatırımcılara aktararak nasıl bir iktisadi başarı hedefliyorsunuz, bunu gerçekten merak etmekteyiz. Bu politikanın sonuçlarından nasıl bir haz duymayı bekliyorsunuz, bunu da görmek isteriz. Gördüğümüz kadarıyla, sadece hazine değil, bu yoklukta "Varlık Fonu" adıyla kurduğunuz paralel hazine olmaya aday, kuş mu deve mi olduğu daha anlaşılamayan fon da uluslararası bankaları gezip borç arıyor. Hazinenin borç yükü hem miktar olarak hem de millî gelire oran olarak önemli ölçüde artmaya başladı. 2017 yılının ilk dokuz ayında hazinenin iç ve dış borçları toplam 82,6 milyar lira artarak 842,5 milyar lirayla tarihindeki en yüksek seviyeye çıktı değerli arkadaşlar. Bu borçlanma temposuyla bu rakamların önümüzdeki aylarda çok daha yüksek seviyelere çıkması kaçınılmaz. Borç yükünün bu kadar artmasının faturası şimdiden vatandaşa çıkarılmaya başlandı. Motorlu taşıtlar vergisinin artırılması, gelir vergisi oranlarının artırılmak istenmesi, kira gelirlerinin vergisinin artması, kurumlar vergisinin artırılması, meyveli gazoz, boş sigara kâğıdı gibi ürünlere ÖTV getirilmesi, bunca enflasyon varken memur, emekli ve işçilerin maaş ve ücret artışlarının yüzde 3-4'le sınırlandırılması bu akıl dışı politikaların halka ödettirilen ilk faturalarıdır. Bu fatura, önümüzdeki aylarda ve yıllarda çok daha katmerli hâle gelecektir. Birkaç hafta içerisinde diğer vergi ve harçlarda da yüksek oranda artışlar yapıldığını göreceğiz ve izleyeceğiz.
Türkiye ekonomisinin ve halkın geleceği tehlikeye atılarak alınan bu borçların ne şekilde kullanılacağı konusunda herhangi bir açıklama yapılmaması dikkat çekicidir. Hükûmetin bu tavrı, borçlanılan bu paraların rant amaçlı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetimi dışındaki alanlara hesapsız ve denetimsiz bir şekilde harcandığı endişesini doğurmaktadır.
Politikalarınız artık iflas etmiştir. Bütçe açığının tahminlerin çok üzerine çıkması, ülkedeki siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, dış politikada yaratılan krizler ve bu nedenlerle yükselen faiz oranları iflas eden AKP politikalarının açık işareti olarak önümüzde durmaktadır.
2018 yılı bütçesiyle birlikte Türkiye'nin bütçeleri yeniden bir faiz bütçesi olmaya doğru hızla gitmektedir. Örneğin, 2017 yılında her 100 liralık bütçe harcamasının 8,5 lirası faize giderken 2018 yılında her 100 liralık harcamanın 9,4 lirasının faize gideceğini sunumlarda görmekteyiz. 2017 yılında her 100 liralık vergi gelirinin 11 lirası faize giderken 2018 yılında 12 lirası faize gidecek Sayın Bakanım. Yine, vatandaşın cebinden çıkacak, vatandaş yandı vallahi, yandı, hele kışa giderken.
Eğer tahminler tutarsa 2018 yılında bütçeden yapılacak faiz ödemeleri bu yıla göre yüzde 25 gibi oldukça yüksek bir oranda artacak. Bu yıl 57,5 milyar lira olacağı tahmin edilen faiz ödemeleri, 2018 yılında 71,7 milyar liraya çıkacak.
Eğer Hükûmet borçlanmaya bu hızla devam ederse, Türk lirasının değer kaybı da bu hızla sürerse 2018 yılında faiz ödemeleri için bütçe tasarısına konulan 71,7 milyar liralık ödenek de ne yazık ki yetmeyecek, çok daha fazla bir rakam gerekli olacak, torba kanun tasarılarıyla karşımıza geleceksiniz, yeni artırımları talep edeceksiniz.
MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Öyle diye diye sürekli seçim kaybettiniz.
MUSA ÇAM (İzmir) - Dünyada faiz oranları yüzde 1-2 civarında seyrederken Türkiye'nin hazinesi yüzde 11-12 oranlarında faiz oranlarıyla borçlanmaktadır.
Kaynaklar faiz ödemelerine ayrıldıkça diğer harcamalar kaçınılmaz olarak küçülecektir. Nitekim, faiz ödemelerinin yüzde 25 artacağı 2018 yılında yatırımlara ayrılan ödenek sadece yüzde 9,6 oranında artırılmaktadır yani yatırıma bütçeden önceki yıllara göre daha az pay ayrılmaktadır.
AKP politikalarının artık iflas ettiğinin en önemli göstergelerinden biri de tek amacı yandaş firmaları zengin etmek, "havuza su akışını sürdürmek" için uygulamaya koyduğu kısa adı "Kamu Özel İşbirliği" olan projelerin gizlenemez hâle gelen faturasıdır. "Bütçeden beş kuruş harcamadan yapıldı." propagandasıyla halka yutturulmaya çalışılan bu projelerle halkın sırtına nasıl bir yük bindirildiği gelecek yıldan itibaren açıkça gözükmeye başlayacaktır.
Bu projelere bol keseden verilen garantiler nedeniyle gelecek yıl bütçeden 6,2 milyar lira ödeneceği açıklandı. Bu paranın 3,2 milyar lirası vatandaşın geçmediği otoyol ve köprüler; 2,6 milyar lirası da vatandaşın gitmediği şehir hastaneleri için konulmuş durumdadır değerli arkadaşlar. Gitmediğiniz hastaneler, geçmediğiniz yol ve köprüler için şimdiden bu kadar para ödenecek arkadaşlar.
Bu rakam, 2018 yılı için öngörülen bütçe açığının yüzde 10'unun tek başına bu yanlış ve yandaşı zengin etmeye yönelik yatırım politikasından kaynaklandığını gösteriyor. Yatırım için zor bela 85 milyar lira ayrılan bütçeden yanlış yatırım faturası olarak 6,2 milyar lira harcanacaktır. 2018 yılı için 6,2 milyar lira olan bu rakamın, döviz kuru arttıkça, yeni garantili projeler devreye girdikçe çok daha yüksek seviyelere çıkması kaçınılmazdır. Bu yatırımları yaptırdığınız yandaş firmalar, çok değil üç beş yıl içerisinde buralara harcadıkları paraların kat kat fazlasını "yatırım garantisi" adıyla bütçeden almış olacaklar.
AKP rejiminin Türkiye'yi sıcak para bağımlısı yapmasının bedeli, önümüzdeki günlerde topluma ağır maliyetler olarak yansıyacak, döviz kurlarındaki artışlar ekonomide doğrudan ve dolaylı tahribatlara yol açacaktır. Bu nedenle, 68 milyar lira diye buraya getirdiğiniz 2018 yılı bütçe açığı çok daha yüksek noktalara çıkacaktır.
Türkiye, geçen yıla kadar cari işlemler açığının tehdidi altında kırılgan bir ekonomi olarak gözükürken bu yıldan itibaren bu kırılganlığa bir de kamu açıkları eklenecektir. Sadece bütçe açığı değil, bütçe dışında da çok büyük kamu açıklarının oluşacağını görüyoruz. Şimdiye kadar bütçeye gelir kaydedilen kimi KİT'lerin ve kamu bankalarının kârı artık "Varlık Fonu" denilen paralel hazineye aktarılmaktadır. Bütçe açığını büyütme pahasına kamu gelirlerinin aktarıldığı bu paralel hazine, hazineden ayrı olarak uluslararası piyasalardan borçlanmaya çıkmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Ek süre veriyorum. Lütfen toparlar mısınız.
MUSA ÇAM (İzmir) - Savunma Sanayii Fonu'nun önümüzdeki yıllarda nereye ne kadar para harcayacağı Meclisin ve dolayısıyla milletin bilgisi dışındadır. Bütçe kapsamında olmayan, kamu kuruluşlarının örneğin, Devlet Hava Meydanları İşletmesi gibi kimi yatırımlar için verdiği garantiler nelerdir? Halka açık bir şirket olsa da sermayesinin çoğunluğu hâlâ kamuya ait olan şirketlerin plansız yatırımları, borçları ve biriken zararları Türk halkına ne tür bir fatura çıkaracaktır, merak etmekteyiz. İhale Kanunu dışına çıkarılarak, kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklarla verilen ihalelerin, belli şirketleri davet ederek yapılan ihalelerin maliyetinin ne olacağını bilmiyoruz. Gelir dağılımındaki adaletsizlik ve yoksulluk, sadece kamu harcamalarıyla değil, kamu gelirlerinin toplama biçimiyle de artırılmaktadır.
Daha önceki yıllarda olduğu gibi 2018 yılı bütçesinde de vergi gelirleri orantısız şekilde dolaylı vergilere dayandırılmaktadır. İzlenen vergi politikalarıyla, asgari ücretten bile vergi alınırken faizden alınan vergiler sıfırlanmış, vergi gelirleri büyük ölçüde dar gelirli vatandaşlarımızdan alınan ve bu yönüyle adaletsiz özellikteki dolaylı vergilere dayandırılmıştır. özel tüketim vergisi en büyük vergi kalemi hâline gelmiştir.
Maliye Bakanının açıkladığı rakamlara göre dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 70'i aşmıştır. Oysa OECD ülkelerinde bu oran ortalama olarak yüzde 46,6 seviyesindedir. Gelir vergisinin yüzde 91,7'si ise stopaj yoluyla ücretli çalışan kesimden alınacak vergilerden oluşuyor. Bu politika, zaten bozuk olan gelir dağılımının dar gelirli vatandaşlar aleyhine daha da bozulmasına yol açmıştır, yol açacaktır.
Yatlar ve kotraların KDV'si, yıl içinde ekmek, buğday unu, yufkayla aynı orana yani yüzde 1'e düşürülmüş, pirinçten, bulgurdan, makarnadan, sudan, bebek mamasından, kurşun kalemden, kitaptan yüzde 8 KDV alan bu Hükûmet yat ve kotranın vergisini yüzde 1'e indirmekten hiçbir üzüntü, acı ve utanç duymamaktadır. Söze gelince "Zenginden alıp fakire veriyoruz." diyorlar ama nedense hep zengini daha da zengin eden vergi politikaları uyguluyorlar.
Konuşmamın başında da söylediğim gibi, AKP artık yolun sonuna gelmiştir.
Sayın Bakan, yolun sonuna geldiniz.
BAŞKAN - Siz de sözün sonuna gelin lütfen. Ek süreniz de bitti.
Buyurun.
MUSA ÇAM (İzmir) - Türkiye ekonomisi artık vergi aflarıyla, yeniden yapılandırmalarla, sosyal güvenlik yapılandırmalarıyla, aflarıyla iyileşemeyecek bir noktaya gelmiştir. Akıl ve bilim dışı yöntemler yerine cesur, akıllı bir yönetime ihtiyaç vardır. Bizler, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri olarak gerek buradaki torba kanunlarda ve diğer kanunların yapımında ve bütçede bir kez daha ülkemizin çıkarları ve menfaatleri açısından bu eleştirileri, sizlere doğru yolu göstermeyi, ülke ekonomisinin daha iyi bir şekilde yönetilmesi için görüş ve önerilerimizi söylemeyi tarihî bir görev biliyoruz.
2018 yılı bütçemizin ülkemize, yurttaşlarımıza barış, kardeşlik, mutluluk, huzur getirmesini diliyorum. Size de feraset diliyoruz. Ülkemizin ekonomisini hep birlikte iyiye çıkaralım.
Teşekkür ediyorum.