KOMİSYON KONUŞMASI

KADİM DURMAZ (Tokat) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bakanlığımızın 2018 yılı bütçesinin hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.

Elbette, ülkemiz çok zor günler geçiriyor. Sayın Bakanımızı da geçen yıl burada dinledik, birçok konuda, her ne kadar çok güzel bir tablo, düzgün bir eğrinin bize tanımını yapmış olsa da bu konuda yeteri kadar iş çevreleri, gerekse kontrolümüz dışında Türk lirasının değer kaybetmesi ve ihracatta olması gereken güven ortamı oluşmadı.

Sayın Bakanım, Tokat'ta öyle, uzunca boylu ihracata yönelik kurumsal yapıda firmalarımız yok. Ancak birkaç tanesiyle görüştüm. Bunlardan bir tanesi, yılda yaklaşık olarak 500 milyon avrosunu kendi üzerinden, 500 milyon avroyu da farklı firmalara satarak ihracata katkı sunan firma. Yetkilileriyle konuştum. "Bu, 500 milyon avroyu doğrudan Almanya'ya kendileri yapıyorlardı. Bize yaklaşık bir buçuk yıldır, proje gönderenler proje göndermedikleri gibi, birkaç ayda bir bizi ziyaret etmeye gelip siparişlerini verip bizim ortamımızı görüp bizimle görüş alışverişinde bulunan insanların kendileri gelmedikleri gibi, bir de çalışanını bize göndermez oldular." diyor. Yani, bu, ülkemizin içinde bulunduğu durum, ayrıca dünyada ticaret yapacağımız ülkelerle ilgili dünyanın sonu gelmiş gibi, çok net, suçlayıcı, diplomasiden uzak usul ve üsluplar sonucu sanki böyle, pazarımızda daralma... Üretici, ihracatçı da biraz önünü görmeme noktasında.

Sizin de söylediğiniz gibi, hep böyle, hizmet sektörü büyük bir dilim oluşturuyor ama biz Sanayi Devrimi'ni yapamamış bir ülke olsak da kıvrak, zeki Anadolu kaplanlarıyla bunu aşacak, bu konuda da ülkemize katkı sunacak çok sayıda insan var. Ve diyor ki: "'Sizin bildiğiniz gibi değil, sizin havaalanlarınızdaki patlamalar, başkentinizde olan olaylar... Biz ülkenize gelmeyiz.' diyorlar." "'Biz gittik, projelerimizle gittik, yine devam edelim.' dedik ama bizden aldıkları 100 bin avroluk, 200 bin avroluk, 250 bin avroluk makinelerin daha siparişini bize vermiyorlar. Bize verdikleri 10 bin, 15 bin, 5 bin avro civarında küçük şeyler." diyor. Yani kaybolursa da acımayacağı şeyler gibi bir algı yaratılmış.

Bunun dışında, konfeksiyon sektöründe ihracat yapan, Türkiye'nin de ilk 3'ünde olan firmaların ilimizde belli yatırımları var. Bunların, böyle, ilgilileriyle konuştuğumuzda şunu diyorlar: "Türk lirasının dünyada değer ve itibar kaybından kaynaklı, bizim kaç kuruş kazanacağımızı biliyorlar. Bize hiç para kazandırma yok. Yaşamımızı devam ettirip bu bağlantı ipini koparmamak için onlara hizmet edecek noktada âdeta bizimle alay ediyorlar."

Bizim, bu anlamda, başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, temsilî makama dönüşüp her bakanın kendi alanında, o işten doğrudan sorumlu olan kişilerin konuşarak uluslararası ilişkilerimizde de nezaketi, zarafeti... Bir kez daha o insanlarla yolda birbirimize rastlayacağımızı, gelişen ve değişen dünyada gerek internet üzerinden ticarette gerekse bizim ülkemizdeki genç nüfusun ya da iş çevrelerinin güvenli bir ortama ulaşması için birazcık fabrika ayarlarına herkesin dönmesi gerekiyor.

Tabii, ülkemizde birçok sorunu hep birlikte yaşıyoruz ama her nedense ortak akıl noktasında, sadece Hükûmet, ilgili bakanlar bildiğinden öteye bir şey yapmıyor. Yeteri kadar gerek sivil toplumu gerekse iş çevrelerini de çok fazla önemsemiyor çünkü birçok iş çevresi, birçok sivil toplum örgütü artık bu iklimde, bu korku ikliminde kendinden vazgeçmiş durumda ve birçoğuyla görüşüyoruz. Görüştüğümüzde temel merkez şuna çıkıyor: "Sizin ülkenizde normal bir yönetim yok." Olağanüstü hâli, olabilecek bütün engellerin, defansların başında gösteriyor. Bu ülkede, gördüğüm kadarıyla, birçok şey sizin tanımızla normal gidiyor ama olağanüstü hâlin de bir an önce kaldırılıp bu ülkede ticaret erbaplarının, geleceğini bağlamış insanların önünü görmesi için bir adım atılması gerekiyor. Ama her nedense, artık olağanüstü hâl bu ülkede bir alışkanlık hâline geldi.

Ekonomimiz son derece kırılgan bir çizgide gidiyor. Önemli süreç ve yolu bu. Üreten ekonomi yerine, mali disiplinden uzak, faizci, rant odaklı bir anlayışla tüketime dayalı ekonominin gideceği yer, devletin varlıklarını birilerine teminat vermekle bir yere ulaşılamayacağını hep beraber görüyoruz. Bu, daralmanın da göstergesi.

Halkı görmeyen, iş çevrelerini sindiren, baskıcı, sivil toplumu ve meslek odalarını yok sayan, makul önerileri dinlemeyen, yandaşını sahiplenen, sokaktaki vatandaşları dışlayan politika anlayışıyla, hak ve özgürlüklerin yok edildiği, yargıya, yasalara güvenin kaybolduğu bir süreçte bunca siyasi istikrarsızlığın, kaosun egemen olduğu bir ortamda ekonominin iyi gitmesi beklenemez. Bunlar birbirini tetikleyen unsurlar. Demokrasi olmadan, hak ve özgürlükler sağlanmadan ekonomi çarkının da düzgün işlemesini beklemek hayal olur. Ülke karışık, istikrarı ve huzuru kalmamış. Ulusal çevrelerle ve ihracat yaptığımız ülkelerle, AB'yle ilişkisi bozulmuş bir ortamda ekonomik gelişmelerden fazla iyimser bahsetmek de mümkün değildir.

Ekonomimizdeki bazı verilere baktığımızda, ekonomik daralmanın sinyallerini net görebiliyoruz. Sürekli "Coşuyoruz." diye anlatılan ekonomi, "büyüyen Türkiye" söylemleri ne yazık ki yurttaşın rakamlarıyla uyuşmuyor. Vergiler üzerinden yürütülen, üretimden uzak ekonomi modeli sürdürülebilir bir ekonomik model değildir. Hazine dengeleri bozulmuşken, borçlanma limitleri aşılmışken, iflas edenlerin sayısı tarihin en ileri seviyesine ulaşmışken ülkemizde enflasyon, döviz kuru, faizler, işsizlik, borçluluk oranları sürekli yükseliyorken ne büyüme hedeflerimiz ne de orta vadeli plan hedeflerimizin gerçekçi olmasını bekleyemeyiz. Gerçek olan, halkın sofrasına yansıyan rakamlardır. Umutsuz işsizler, et alamayan yoksullar, çocuğunun eğitim ve öğretimini yaptıramayan aileler... Ülkede tırmanan işsizliğin bedelini vergiler, zamlar ve yüksek enflasyon rakamları altında ezilen yoksul halka ödeterek de bu ekonomiyi düzeltemeyiz. Halk bedel öderken torba yasalarla sayısını tutamadığınız kadar teşvik paketleri açıklandı. Büyük şirketlere sürekli vergi affı yapıldı. Yani, zengin, iktidara yaslanarak büyümeye devam ederken yoksulluk da tırmanmaya devam etmektedir.

Türkiye'de kişi başına düşen millî gelir 2008 yılında 10.931 dolar seviyesindeyken bugün bu seviyenin çok altındadır. Gayrisafi yurt içi hasıla 834 milyar dolarla 2011 seviyesine düşmüştür. Verdiğiniz teşvikler nereye gidiyor, çok iyi takip ediyor muyuz? Küresel Rekabet Endeksi'ne göre, 138 ülke arasında 55'inci sıradayız. Rekabet gücü, bir ülkenin ekonomik refah ve yaşam standardını yükseltebilmesi için gerekli ekonomik bir güç olarak tanımlanmaktadır.

Teşvikler üretime değil, betona çevrilen kentlerin sebebi inşaat sektörüne gidiyor. İnşaat sektörünün gelişmesi, üretimin gelişmesi demek değildir. Uygulanan tüm teşviklere rağmen yatırımcının güveni sağlanamıyor. Sadece inşaat sektörüne dayalı bir ekonomik lokomotif gibi büyümenin olmayacağı artık görüldü. Bunu da değiştirmek zorundayız.

İmalat sanayisinde her 100 tezgâhtan 24'ü üretim yapamıyorsa, kamunun borç yükü artmışsa, turizm hedeflerimizden uzaklaşmışsak, hızla itibar kaybeden Türk lirasına çözüm bulunamıyorsa, ihracatımızın yüzde 50'ye yakınını yaptığımız Avrupa Birliği ülkeleriyle ilişkilerimiz de iyi değilse hep beraber ortak bir muhasebe yapma zamanı geldi, geçmektedir. Bunun yolu, birinci derecede iktidara düşmektedir. Ülkemizin içinde bulunduğu durumu basın yoluyla, televizyonlar yoluyla değil, sivil toplum örgütleri ve iş çevreleriyle; barışçıl, onları önemseyen, onları dinleyen bir anlayışla yeni bir çalışma stratejisi belirlememiz gerekiyor. Yaşadığımız süreçte ülkemiz kaynaklarıyla elbette bu darboğazı aşacak güçtedir.

Bu anlamda 2018 yılı bütçesinin hayırlı uğurlu olmasını diliyor, başarılar diliyorum.