| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı b) Avrupa Birliği Bakanlığı c) Türk Akreditasyon Kurumu ç) Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 13 .11.2017 |
Değerli milletvekilleri, geçen yıl Avrupa Birliği Bakanlığının 2017 bütçesinin görüşülmesine başlanılacağı gün Avrupa Parlamentosunun Avrupa Birliğiyle Türkiye arasındaki üyelik müzakerelerinin geçici olarak durdurulmasına dönük tavsiye kararı Komisyonumuza ulaşmıştı. Biz bu kararı haklı ve doğru bir karar olarak görmediğimizi, Türkiye'nin demokrasi mücadelesine destek veren bir karar olarak da görmediğimizi, bu kararın on bir yıldan beri topluluğun özgür ve demokratik bir üyesi olma konusundaki çalışmalara büyük bir haksızlık olduğunu beyan etmiştik. Daha sonra ne oldu diye bu olayı da yakından izlemeye çalıştık izleyebildiğimiz kadarıyla, bilgilere ulaşabildiğimiz kadarıyla. Geçici üyelik müzakerelerinin durdurulmasına dönük tavsiye kararı ve daha sonraki gelişmeler neredeyse bu yılın artık son aylarına kadarki gelişmeler de Avrupa Birliği üyelerinin aşağı yukarı iki gruba ayrıldığını, ikisinin arasında da tam her iki grupta da olmamakla beraber geçişe dönük birtakım fikirler ileri süren ülkeler olduğunu gördük. Örneğin, bazı ülkeler çok net bir şekilde "Türkiye dev adımlarla Avrupa'dan uzaklaşıyor, bu durumdan da tamamen Türkiye sorumludur." diyenlerle başlıyor. "Şu anda Türkiye'de temel insan hakları ve hukukun üstünlüğünün sürekli olarak ihlal edildiği bir süreçten geçiyoruz. Bu şartlar altında Avrupa üyeliği hakkında konuşmak mümkün değil." diyor Avrupa Parlamentosunun Türkiye Raportörü.
"Türkiye'nin AB üyesi olacağını düşünmüyorum, hiçbir zaman da düşünmedim. Bu nedenle Türkiye'ye yapılan katılım öncesi mali yardımın da durdurulması gerektiğini savunuyorum." diyor Almanya Şansölyesi.
"Avrupa'nın gümrük birliğinin revize edilmesi görüşmelerinin başlatılmaması önerisine ben de katılıyorum." diyor Hollanda Dışişleri Bakanı.
"Türkiye'deki referandumun ardından her şey normalmiş gibi ilişkilere devam edemeyiz. Avrupa ile Türkiye ilişkileri konusunda dürüst olmamız gerekiyor. AB katılım müzakerelerini sona erdirip bir komşuluk anlaşması üzerinde çalışmaya başlamalıyız." diyor Avusturya Dışişleri Bakanı.
Şimdi, Avrupa Birliği içerisinde Türkiye'ye tam anlamıyla karşıtlık sergileyen, dolayısıyla üyelik müzakereleriyle ilgili tavır sergileyen ülkelerin görüşleri aşağı yukarı bu. Ancak bunlar böyle derken bazıları da diyor ki: "Türkiye gerçekten de son aylarda Avrupa Birliğinden uzaklaşmış ve endişe verici derecede ileri gitmiş olabilir." Bu ara geçişi temsil eden ülkeler. "Ancak başta göç sıkıntısı ve terör tehdidi olmak üzere bugün karşı karşıya olduğumuz birçok krizde hayati bir ortağımız olmasından dolayı ilişkilerin kopmasına karşıyım." diyor Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron.
Onun yanında, Avrupa Birliği Dışişleri Yüksel Temsilcisi Mogherini diyor ki: "Müzakerelere devam edeceğiz. İlişkilerin geleceğinin nasıl tanımlanacağı ise hem kendi içimizde yapacağımız hem de hep birlikte yapacağımız değerlendirmeler sonucunda belirlenecek."
Onun yanında, Estonya Dışişleri Bakanı, Estonya dönem başkanıyken: "Bu konuyu çok dikkatli bir şekilde ele almamız gerekiyor. Türkiye'nin aday bir ülke olarak durumunu değerlendirirken ilişkilerin geleceğini de her açıdan tartışmamız gerekiyor. Avrupa Birliğinin bu konuyla ilgili bu yıl içerisinde bir karar alacağını zannetmiyorum. Göç ve güvenlik konularında Ankara'yla birlikte çalışmamız gerekiyor."
Değerli arkadaşlar, iki değerlendirme daha. Önemli olduğunu düşündüğüm için bunları özel olarak söylüyorum: "Diyalog içerisinde olmak her zaman iyidir. Türkiye'de insan hakları alanında sorunlar yaşandığının farkındayız ancak ben şahsen müzakerelerin kesilmesinden yana değilim." diyor Finlandiya Dışişleri Bakanı.
"Süreci ve ilişkiyi devam ettirmeliyiz. Kolay değil ama iletişimde olmaya önem vermeliyiz. Müzakereleri durdurursak onları daha fazla uzaklaşmaya iteriz. Varmak istediğimiz sonucun aksini elde etme riskimiz var." diyor Litvanya Dışişleri Bakanı.
Şimdi, Sayın Bakanım, karşı karşıya kaldığımız olay bu; bizim 1963 yılından beri sürdürdüğümüz ve Türkiye'nin çağdaşlaşması için bir adım olarak öngördüğümüz Avrupa Birliğine üye olma olayı. Sadece bunu sıradan bir üyelik olarak değil, gerçek yapısal reformlarını gerçekleştirmiş, dolayısıyla da Avrupa Birliğinin müktesebatı içerisinde tanımlanmış olan altyapı düzenlemelerini yaparak çağdaş bir ülke olarak buraya doğru gideceğimizi varsayıyoruz. Ancak şimdi, şu geçen süreç içerisinde görüyoruz ki bir taraf bu olaya tamamen direniyormuş gibi, Avrupa Birliğinin sanki tamamını karşımıza almış gibi bir tavır sergiliyoruz ve buralarda onlar bir adım atsın, biz bir adım atalım noktasında olayı tıkadığımızı görüyoruz.
Bence olay aslında çözüm noktasını şu anda sıraladığımız bu görüşlerin içerisinde taşıyor. Yani Avrupa'nın içerisinde, her ne kadar "lider ülke tanımı" konusunu daha önceden de konuştuğumuz için yeniden tekrar etmiyorum ama söyleseler bile o insanların üzerinde, farklı görüş taşıyan insanların etkisi çok büyük olur Avrupa'da, biliyorsunuz. Dolayısıyla burada sizin yanınızda durmak isteyen, sizinle beraber Türkiye'yi Avrupa Birliğinin içerisinde görmek isteyen de ciddi anlamda bir güç var. Bu güçle beraber davranmak bile zaman içerisinde ortaya çıkmış olan aykırılıkların büyük bir kısmını çözecektir diye düşünmek gerekiyor. Ama onlarla bu ilişkileri bir tarafa bırakarak sadece aykırılık, hem de aşırı aykırılık belirten insanların tavırlarına karşı tavır almak bizi sürekli olarak dışarıya doğru itiyor. Bu rahatsız edici bir tavır gibi geliyor. Aslında Avrupalı da bilmiyor. Şu anda Türkiye'yle niye karşıtlık sergiliyor? Almanya bunu çok net olarak bilmiyor. Bu, devletin başındaki insanların seçim ortamında birbirine söylediği laflardan ibaret olgular olarak görülmemeli. Belki tam orada çıkıyor bu olay ortaya. Oradaki kamuoyunda da bilinen olay bu. Ancak daha yaygın olarak bilinen olay -en azından bu imaj verilmeye çalışılıyor- Türkiye'nin Avrupa Birliği müktesebatı konusunda gereken yapısal reformları bir türlü gerçekleştirmediği ve bunun dışında kaldığı şeklinde.
Şimdi, çok somut olarak, özellikle 2016 yılı değerlendirme raporunu yabana atmamamız gerekiyor. 2016 yılı değerlendirme raporu bu konuda bize çok somut ipuçları veriyor. Avrupa'da her belirlenmiş olan unsur için, her saptanan olay için herkes aynı değeri vermez, aynı önemi vermez. Örneğin "Türkiye kara para aklıyor, hâlâ Türkiye'de kara para aklanıyor." şeklindeki bir görüş ortaya çıkarsa bütün antenler ona doğru döner ama onun ötesinde "Türkiye'de işte şöyle bir olay oluyor." denirse -küçümsememek için asla onu adlandırmayacağım veya bunları söylemeyeceğim- o zaman daha farklı bir şekilde bakmaya başlarlar.
Şimdi, değerli arkadaşlar, Avrupa Birliği, 2016 yılı değerlendirme raporunu anlatırken 15 Temmuz iğrenç darbe girişiminden başlıyor, kınıyor, net bir şekilde kınıyor. Bunu böyle "Yeteri kadar tavır göstermedi" olgusu olarak adlandırabiliriz,; doğru. Yani gelip burada Türkiye Parlamentosunda tavırlarını net olarak sergilemelilerdi. Ama onların bu tavrı takınmaları için bizim daha atmamız gereken çok adım var. Onlar belki bir Fransız Parlamentosuna gidip bu konuşmayı yaparlar, bir İtalyan Parlamentosunda bu konuşmayı hemen anında yaparlar ama daha yeni katılmış olan ülkelerin parlamentosuna bile gitmeye cesaret edemeyebilirler, istedikleri kadar tam üyelik müzakerelerini bitirmiş olsunlar. Dolayısıyla bunun yolunu daha döşeyeceğimiz bir sürü taşla açmamız gerekiyor.
Şimdi, böyle bir çıkıştan sonra felaketin boyutlarını görmüşler, Türkiye demokrasisinin tehlike altında olduğunu görmüşler çok somut olarak ve hatta burada sorumluyu da tanımlamışlar. Sorumluyu da tanımlayabilmişler. Şimdi daha ilerideki bir aşamaya götürmek bu olayı net bir şekilde o insanları buralarda yaşatmaya, dolayısıyla o olay yüzünden kendilerinden de uzaklaştığımız şeklindeki imajı ortadan kaldırmamıza bağlı. Şimdi, bir bela gelmiş ülkenin başına, herkes tanımlamış bunu fakat biz o olayın bertarafıyla ilgili öyle düzenlemeler yapmaya başlamışız ki bu defa bize destek veren insanlardan da kopmaya başlamışız gibi bir sonuç çıkıyor ortaya. Bunu kapatmak gerekiyor. Asıl üzerinde durulması gereken olay belki de çok büyük ölçüde bu. Ama bunun yanında diyorlar ki aynı raporda: "Türkiye yolsuzlukla mücadele alanında belirli düzeyde hazırlıksızdır." Yani yeteri kadar hazırlıklı değildir. Bu, özellikle sermayenin serbest dolaşımı konusuyla çok yakından ilgili bir alan olarak Türkiye'ye yatırım yapacak olan insanların veya yatırımcıların tüylerini diken diken eder. Yolsuzluğun hâlâ birçok alanda yaygın olduğunu söylüyorlar. "Bu ciddi bir sorun olmaya devam etmektedir." diyorlar raporda. "Yeni bir strateji ve yolsuzlukla mücadele eylem planının kabul edilmesi, kapsamı her ne kadar sınırlı olmaya devam etse de olumlu yönde atılmış bir adımdır." Çok önemli bir olay. Yolsuzlukla başlayıp da "Bu konuda önemli bir adım atmış Türkiye." denildiği andan itibaren bunu söyleyenlere yapışıp "Evet, daha da yapıyoruz, bakın daha da yapıyoruz" dememiz gerekiyor. Kara parayla mücadele edecek olan kişilerle ilgili vereceğimiz kadrolar, şu anda, daha aşağıda görüşülüyor, daha verilmedi. Torba kanunun içerisinde 250 tane daha kara parayla mücadele edecek uzman veriyoruz MASAK'a. Dolayısıyla, bütün bunların falan hepsi işte, şuradaki cümlelerin peşine eklemlene eklemlene bu insanlarla ilişkilerin bırakılmaması gerekiyor. Ha, bunlarla ilişkimizi tamamen keseceksek, edeceksek, o ayrı bir olay ama Sayın Bakanın konuşmasından ben böyle bir algı algılamadığım gibi Türkiye'nin de böyle bir düşüncesi olmadığını zaten biliyorum. Çıkmış olan sorunların hepsinin olağanüstü koşullarda insanların normal davranışlarını gösteremeyeceği alanlarda gelişmiş olan olaylardan kaynaklandığını düşündüğünüz anda bunları birer birer yapmanız gerekiyor. "Türkiye örgütlü suçlarla mücadele alanında belirli bir düzeyde hazırlıksızdır." diyor aynı şekilde. "Kurumsal kapasitesini artırmış ama bunun için istatistikler ve diğer önemli göstergeler mevcut değildir." diyor. "Mali soruşturmalar hâlâ yeterli düzeyde yapılamamaktadır." "Mal varlıklarının ihtiyaten dondurulmasına nadiren başvurulmaktadır ve el konulan mal varlıklarının miktarı azdır." Ama Sayın Bakanım, bu rapordan sonra işte, bu cümlenin hiçbir anlamı falan kalmadı. Mal varlıklarının dondurulması, mal varlıklarına herhangi bir yargı kararı olmadan el konulması, el konulan davalarla ilgili olarak tamamen terörle ilişkilendirilmek suretiyle yargı kararı olmaksızın tasfiye işlemlerine başlanılması karşısında bu cümleyi yazanlar daha sonra ne yazacaklar onu bilmem. Terörle mücadeleye ilişkin olarak terörizmin finansmanı konusunda kapsamlı bir yasal çerçeve yaptığımız kabul ediliyor. Yani attığımız adımlar aslında az buz falan değil. Buralarda kazandığımız mevzileri falan bir tarafa bırakıp da henüz kazanma olasılığımız olmayan -şu aşamadaki- yerlerle uğraşmak bize zaman kaybettirmek anlamına geliyor. Şu insanlarla, ilişkilerle diğer insanlar üzerinde etkili olmak çok önemli bir olay olabilir.
Şimdi, bunlar biraz önce söylediniz yani sonuç olarak komisyonun konseyi yetkilendirmesi gerekiyor. "Avrupa Komisyonunun yetkisini versin konsey." diyor. Vermiyor, şu anda ilişkileri kesecek durumda mıyız? Gümrük Birliği'yle ilgili revizyonu da kabul etmiyorlar. Aslında Brexit'in Avrupa Birliğinde bir çözülme aşaması olarak söylenmesi olgusu doğrudur, doğrudur ama İngiltere zaten Avrupa Topluğunun kurulduğu andan itibaren onun mücadelesini veriyordu. Biliyorsunuz, üzerinde güneş batmayan ülke bütün tarımsal gereksinimi -İngiltere'de tarım faaliyeti falan yapılmıyor- o ülkelerden getiriyordu. Onlar İngiltere'ye gümrüksüz olarak geliyordu bütün malların hepsi, tarım ürünlerinin hepsi. Avrupa Birliğiyle beraber bu ülkelerin hepsi üçüncü ülke sayıldı. Üçüncü ülkelerden yapılan bu ithalatlar -Avrupa Topluğunda veya Avrupa Ekonomik Topluğunda başladı- belirlenmiş olan eşik fiyatların altında geliyorsa aradaki fark kadar vergi ödemeye başladı İngiltere. Neredeyse Avrupa Topluluğunun bu şekilde alınmış olan vergilerinin üçte 1'ni hatta beşte 2'sini İngiltere ödemeye başladı katma değer olarak. Düşünün, neredeyse sıfır gümrüklü olarak müthiş şekilde ucuz tarım ürünleri ithal eden İngiltere birdenbire aradaki fark kadar Avrupa Topluluğuna vergi ödemeye başladı. Bütün sorun orada başladı zaten. Birliğin kurulması sırasında Avrupa'nın tarımsal gereksinimini Fransa'nın; teknoloji ve ileri teknoloji ve sanayiyle ilgili gereksinimini Avrupa'nın karşılayacağını düşünenler bir baktılar ki bir süre sonra ortak tarım politikası sayesinde Avrupa'nın Almanyası tarımda kendi kendine yeterliliği geçmiş, tereyağı dağları, et dağları oluşturmuş, Arabistan'a ihracat yapıyor çünkü verdiği fiyat ile kendilerinin belirlemiş olduğu eşit fiyat arasındaki farkı devlet onlara teşvik olarak veriyor.
Şimdi, Avrupa Gümrük Birliğinin içerisinde bizim belki de en önemli avantajımız tarım ürünlerinin de serbest dolaşılmasıyla sağlanacak avantaj idi. Bütün feryatlara, bağrışmalara karşın elimizden kaçtı gitti fırsat. İngiltere'nin Brexit'inden sonra yeniden böyle bir olanak bizde kaldı mı? Bence kalmadı, bence ciddi anlamda kalmadı. Dolayısıyla şu andan itibaren o insanların buna karşı direnişi konusunu oturup bu tarım ürünlerinin fiyatları ve değerleri açısından da değerlendirmemiz gerekiyor. Yani yapacağımız işlemler gerçekten çok fazla ve biz bu camianın içerisinde çağdaş dünyada özgürlüklerini tam olarak kullanan bir ülke olarak yer almak istiyorsak çözeceğimiz, hatta çözümünün belirli bir aşamasına geldiğimiz olayları çok iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Bunları yapmadığımız zaman bir kısır döngünün içerisinde dönüp duruyoruz.
Değerli arkadaşlar, Sayın Cumhurbaşkanı çok net olarak söylüyor, "Biz hazırız, gelin, görüşmeye başlayalım." diyor. Diğer taraftan da bu insanlar bunları söylüyor: "Hayır değiliz." Peki, biz hazırsak onlarla görüşmeye gerek var mı bunları hemen yürürlüğe koymaya veya bu konudaki gereken düzenlemelerimizi yaparak bütün dünyaya "Evet, biz insan hakları konusunda, özgürlükler konusunda, yargı bağımsızlığı konusunda özellikle de kaçakçılıkla ilgili veya kara para aklamayla ilgili bütün alanlarda gereken düzenlemeleri yaptık ve bunları uyguluyoruz." dememizin önünde bir engel yok ki. Yaptık diye gittiğiniz andan itibaren, hele bir de, şu arada olan ve ikinci kısımda Türkiye'nin burada mutlaka olması gerekir, bu olaylar yüzünden tamamen dışlamamız söz konusu olmasın çünkü "Avrupa'nın Türkiye'ye ihtiyacı var." diyenleri asıl burada sizinle beraber değerlendirmede bir de gösterirseniz olayın önü açılır. Şu arada teker teker de olmuş olsa yapılabilecek gerçekten çok fazla şeyimiz vardı ama sürekli olarak çok sert cümlelerle bu ilişkileri birazcık körelttik gibi geliyor Sayın Bakanım. Biz gerçekten kabile devleti değiliz, gerçek anlamıyla bir diplomasi geçmişimiz var. Konuşmaya başladığımız zaman insanlarla diyalog kurabiliyoruz, onları ikna edebiliyoruz. En aykırı görüşlerde bile tamamen koparmıyoruz ilişkilerimizi, en aykırılarda bile. "Bunu, şundan sonra bir defa daha değerlendirelim." diyebiliyorsunuz. Buralarda böyle bir esneklik görememeye başladık. Avrupa Birliği biz burada Avrupa Bakanlığı bütçesini görüşmeye geleceğiz ama Avrupa Bakanlığının işlevi konusunda bu kadar fazla tereddüt yaratılınca artık oradaki harcanacak paranın, şunun bunun o kadar fazla önemi kalmıyor bizler açısında. Zaten birkaç transfer ödemesi, transfer bütçesi ve personel ödemelerinden ibaret bir bütçeye dönmüş oluyor bu. Avrupa'nın bu konudaki destekleriyle ilgili uygulamaları konusunda açık söylemek gerekirse ben bilgiye ulaşamıyorum pek fazla. Ne yaptık bu IPA projeleri konusunda? Esastan, gerçek anlamıyla bir üretime katkıda bulundu mu, teknoloji ilerlemesine katkıda bulundu mu ya da belirli alanlarda olay açtı mı? Onları bilmiyorum. Eğer buralarda da gerçek anlamıyla Avrupa'ya dönük bazı talepleri karşılayacak üretimler yaratabildiysek tamam başarılıdır. Hele onların desteğiyle yapılmış olan bu üretimlerin oralara girmesinde herhangi bir sakıncayı kesin olarak kimsenin ileri süreceğine ihtimal vermiyorum.
Özet olarak şunu söylemeye çalışıyorum Sayın Bakanım, değerli arkadaşalar; bizler kısa süre içesinde bu kadar yıldan beri getirdiğimiz bir çabadan vazgeçecek bir ülke değiliz. Ama yaşadığımız olağanüstü olumsuzluklar nedeniyle ilişkilerimizde tam anlamıyla kırılmalar olmadıysa bile çatlaklar oluştu. Yıkılma olmadı, kırılma olmadı, kopma olmadı ama çatlaklar oluştu. Bu çatlakları bizimle beraber onarmaya hazır aynı grubun içerisindeki devletler de var. Bütün bunların hepsini bu açık yürekliliklerle onlarla görüşerek ve daha önceki olayları da bir noktada... Diplomaside en önemli olay gözünüzün içerisine bakarak size söylenmiş lafları bile belirli bir süre yok saymaktır başka çaremiz de yoktur ki zaten, zamanı geldiğinde onun karşılığını yine sorarsınız, unutulacak şeyler değildir onlar. Ama bu ilişkileri yeniden yapmak, kurtarmak, önce kendi içimizdeki hukuk devleti ilkesini, en fazla üzerinde durulan bu noktayı güçlendirerek götürmemiz lazım. Son cümle olarak söylüyorum. Bana göre şu an Avrupa Birliğiyle bizim aramızdaki en büyük uçurum olağanüstü hâl kararnameleriyle oluşturuluyor. Bu, kapatılamayacak bir noktaya doğru gitmesin derim ben. Olağanüstü hâl kararnameleri çerçevesinde yapılan düzenlemelerin büyük bir kısmı kendi Anayasa'mıza aykırı olarak yapılıyor, bırakın Avrupa topluluğunun değerlendirmelerini. "Geleceği de ilgilendiren, çok önemli sürede yapısal değişiklikler yapan değişiklikleri olağanüstü hâl kararnamesiyle yapamazsınız." diyor Anayasa, yapıyoruz. Bunlar, ciddi anlamda rahatsız ediyor onu. Anayasa Mahkemesinin şu anda işlevsiz kalması belki de Avrupa Topluluğunun önündeki en büyük korku faktörlerinden birisi. Hiçbir şeye karışmıyor bu Anayasa Mahkemesi. "Olağanüstü hâl kararnamelerine karışamam." diyor. Tamam karışamazsın kardeşim de, olağanüstü hâl kararnamesi Anayasa'daki alanın dışında düzenleme yapıyorsa ona da karışamam diyemezsiniz ki. Hadi birisinde dediniz, önünüze geliyor, oturup da kış lastiği düzenlemesini olağanüstü hâl kararnamesiyle yapıyorsanız bu Anayasa'nın alanına girer "Bir dakika ya, ne ilgisi var bunun olağanüstü hâlle." demesi gerekir Anayasa'ya aykırı diye.
Şu anda bizi Avrupa Birliğinden gerçek anlamıyla uzaklaştıran daha önce saydığımız şeylerin hiçbirisi değil, hepsi yavaş yavaş kapanıyor. Ama OHAL kararnameleriyle kalıcı düzenlemeler yapmak, işte o, gelecekte kapatabileceğimiz bir alan değil gibi geliyor; buna özellikle dikkatini çekmek istiyorum Plan Bütçe Komisyonunun.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.